SAHİH-İ MÜSLİM

İMAN

 

باب في قوله عليه السلام: إن الله لا ينام، وفي قوله: حجابه النور لو كشفه لأحرق سبحات وجهه ما انتهى إليه بصره من خلقه

79- RESULULLAH (S.A.V.)'İN ''MUHAKKAK ALLAH UYUMAZ'' BUYRUĞU İLE ''ONUN HİCABI NURDUR. EĞER ONU AÇACAK OLURSA YÜZÜNÜN NURU, BASAR'ININ DEĞDİĞİ BÜTÜN MAHLUKATINI YAKARDI'' BUYRUĞU HAKKINDA BİR BAB

 

293- (179) حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة وأبو كريب. قالا: حدثنا أبو معاوية. حدثنا الأعمش عن عمرو بن مرة، عن أبي عبيدة، عن أبي موسى، قال: قام فينا رسول الله صلى الله عليه وسلم بخمس كلمات. فقال: "إن الله عز وجل لا ينام ولا ينبغي له أن ينام. يخفض القسط ويرفعه. يرفع إليه عمل الليل قبل عمل النهار. وعمل النهار قبل عمل الليل. حجابه النور. (وفي رواية أبي بكر: النار) لو كشفه لأحرقت سبحات وجهه ما انتهى إليه بصره من خلقه". (وفي رواية أبي بكر عن الأعمش ولم يقل حدثنا).

 

444- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Kureyb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Ebu Muaviye rivayet etti. (Dediki): Bize A'meş Amr b. Murra'dan, o da Ebu Ubeyde'den, o da Ebu Musa'dan naklen rivayet etti. Ebu Musa dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize kalkıp bir hutbe verdi ve beş hususu dile getirip şöyle buyurdu: "Muhakkak Aziz ve Celil Allah uyumaz, onun uyuması da gerekmez. O adalet terazisini alçaltır ve yükseltir. Gecenin ameli ona gündüzün amelinden önce, gündüzün ameli de gecenin amelinden önce yükseltilir. Onun hicabı nurdur. -Ebu Bekr'in rivayetinde: nardır- eğer onu açacak olursa yüzünün nurunun parıltıları basarının değdiği bütün mahlukatını yakardı. "

Ebu Bekr'in, A'meş'ten diye naklettiği rivayetinde: Bize tahdis etti, dememiştir.

 

Diğer tahric: İbn Mace, 195, 196; Tuhfetu'l-Eşraf, 9146

 

 

294- (179) حدثنا إسحاق بن إبراهيم. أخبرنا جرير عن الأعمش، بهذا الإسناد. قال: قام فينا رسول الله صلى الله عليه وسلم بأربع كلمات. ثم ذكر بمثل حديث أبي معاوية. ولم يذكر "من خلقه" وقال: حجابه النور.

 

445- Bize İshak b. İbrahim de tahdis etti. Bize Cerir, A'meş'ten bu isnad ile haber verdi. (Ebu Musa) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda kalkıp dört hususu söyleyerek bir hutbe verdi, sonra da Ebu Muaviye'nin hadisi rivayet ettiği gibi zikretmekle birlikte "mahlukatından" ibaresini söylememiş ama: Hicabı nurdur demiştir.

 

 

295- (179) حدثنا محمد بن المثنى وابن بشار. قالا: حدثنا محمد بن جعفر. قال: حدثني شعبة عن عمرو بن مرة، عن أبي عبيدة، عن أبي موسى؛ قال: قام فينا رسول الله صلى الله عليه وسلم بأربع "إن الله لا ينام ولا ينبغي له أن ينام. يرفع القسط ويخفضه. ويرفع إليه عمل النهار بالليل. وعمل الليل بالنهار".

 

446- Bize Muhammed b. El Müsennâ ile İbni Beşşar rivayet ettiler dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti dedi ki; Bana Şu'be Amr b. Mürre'den, o da Ebî Ubeyde'den, o da Ebu Musa'dan naklen rivayet etti Ebu Musa dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda kalkıp dört hususu dile getirerek şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah uyumaz, onun uyuması da gerekmez. Adalet terazisini yükseltir, alça/tır. Gündüzün ameli ona geceleyin, gecenin ameli de gündüzün yükseltilir."

 

 

Tahric bilgisi 444 ile aynı.

 

AÇIKLAMA:

 

Allah Resulü'nün Rabbini Görmesi ve O'nunla Konuşması ile İlgili Görüş Ayrılıkları

 

Kadı İyaz -Allah'ın rahmeti üzerine- dedi ki: Selef ve halef nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İsra gecesinde Rabbini görüp görmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Burada Müslim'in sahihinde görüldüğü gibi Aişe (r.anha) bunu kabul etmediği gibi, bunun benzeri bir rivayet Ebu Hureyre' den ve bir topluluktan da rivayet edilmiştir. İbn Mesud'dan gelen meşhur rivayet de budur. Hadis ve kelam alimlerinden bir topluluk da bu kanaate sahiptir.

 

Bununla birlikte İbn Abbas (r.a.)'dan Nebimizin Rabbini gözüyle gördüğü rivayeti nakledilmiştir. Benzeri bir rivayet Ebu Zerr ve Ka'b (radıyallahuanh) ile Hasan-ı Basri (Allah'ın rahmeti üzerine)'den de nakledilmiş bulunmaktadır. Hatta Hasan-ı Basri bu hususta yemin dahi ediyordu. Bunun benzeri bir rivayet İbn Mesud, Ebu Hureyre ve Ahmed b. Hanbel'den de nakledilmiştir.

 

İtikadi mezhep ve fırkaların kanaatleri ile ilgilenen ilim adamları da Ebu'I-Hasan el-Eş'ari'den ve onun mezhebine mensup bir topluluktan Allah Resulünün Rabbini gördüğü kanaatinde olduklarını nakletmiş bulunmaktadır. Bu hususta bazı üstatlarımız kesin bir kanaat belirtmeyerek Allah'ı gördüğüne dair açık bir delil yoktur. Bununla birlikte görmüş olması da caizdir (mümkündür) demişlerdir.

 

Yüce Allah'ın dünyada görülmesi caizdir. Musa (aleyhisselam)'ın böyle bir dilekte bulunması da caiz olduğuna delildir; çünkü bir nebinin Rabbi hakkında caiz ya da imkansız olanı bilmemesi mümkün değildir. Yine ilim adamları Musa (aleyhisselam)'ın Rabbini gördüğü hususunda ve bu husustaki ilgili ayetin (~raf 7/142 vd. ayetlerin) sözkonusu ettiği dağın görülmesinin ne anlama geldiği hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Kadı Ebu Bekr'in buna dair verdiği cevabı her ikisinin de yani Allah Resulünün ve Musa (aleyhisselam)'ın Rablerini görmüş olmalarını gerektirmektedir.

 

Aynı şekilde ilim adamları Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in şanı yüce Rabbi ile İsra gecesinde vasıtasız olarak konuşup, konuşmadığı hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Ebu'I-Hasen el-Eş'ari ile kelamcılardan bir topluluktan onunla konuştuğu nakledilmiş bulunmaktadır. Kimileri bu kanaati Cafer b. Muhammed, İbn Mesud ve İbn Abbas (r.a.)'a da nispet etmişlerdir.

 

Aynı şekilde yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp sarıctı" (en-Necm, 53/8) buyruğu hakkında da farklı kanaatlere sahiptirler. Çoğunluk buradaki yaklaşıp sarkmanın Cebrail ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den her birisi arasında paylaştırılmış olduğu, yahut ikisinden sadece birisine ve bunun Sidre-i Münteha' da gerçekleşmiş olduğunu kabul etmektedirler.

 

İbn Abbas, Hasan, Muhammed b. Ka'b, Cafer b. Muhammed ve başkalarından nakledildiği üzere, bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in şanı yüce Rabbine yaklaşması, yahut yüce Allah'ın yaklaşması demektir. Bu açıklamaya göre yaklaşmak ve sarkmak sözlükteki anlamı ile değildir. Cafer b. Muhammed'in dediği gibi, yüce Allah'ın yaklaşmasının herhangi bir sınırı (ve tanımı) olmaz .

 

.. Kulların yaklaşması ise belli bir sınır ile olur. Bu durumda Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in şanı yüce Rabbine yaklaşması Allah nezdindeki pek büyük makamının açıkça ortaya çıkması ve onun marifet nuriarının parlayıp onun dışında hiçbir kimseye göstermediği gaybına ve melekutunun sırlarına onu mutlali kılıp, ona göstermesi demektir. Şanı yüce Allah'ın ona yaklaşması ise bunu kendisine açıkça göstermesi, ona pek büyük ihsanlarda bulunup, kendi nezdindeki pek Muazzam fazilet ve üstünlüğe sahip kılması demektir.

 

Yüce Allah'ın: "Böylece iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı." (en-Necm, 53/9) buyruğu buna göre konunun latafetini ve Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hakikate yaklaşıp, onu bilmesi, Allah tarafından da arzunun ölumlu olarak karşılanıp, makam ve mevkiinin de açıkça gösterilmesi anlamında bir ibaredir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Aziz ve Celil Rabbinden naklettiği: "Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırzm" buyruğu ile ilgili yapılan tevil (yorum)in aynısı da bu hususta yapılır. (Kadı İyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir.)

 

et-Tahrir sahibine gelince ru'yetin sabit olduğu kanaatini tercih ederek şunları söylemektedir: Bu mesele ile ilgili deliller her ne kadar çok ise de bizler ancak bu delillerin en kuvvetli olanlarını ele alıyoruz. Bu da İbn Abbas (r.a.)'ın şu hadisidir: "Sizler İbrahim'in Allah'ın halili olmasına, Musa'nın Allah ile konuşmasına, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de Rabbini görmesine hayret mi ediyorsunuz?" İkrime'den gelen rivayete göre de İbn Abbas (r.a.)'a: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü, diye sorulmuş ve o: "Evet" diye cevap vermiştir.

 

Sakıncası olmayan bir isnad ile Şu'be' den, o Katade' den, o Enes (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüştür.

 

Hasan-ı Basrı de Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Rabbini gördüğüne dair yemin ederdi.

 

Bu hususta asıl dayanak bu ümmetin en büyük bilgini, zor meselelerinde kendisine başvurulan İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadistir. İbn Ömer de (r.a.) bu mesele hakkında ona başvurmuş ve onunla Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüş müdür diye yazışmış, İbn Abbas da ona Allah Resulünün Rabbini gördüğünü haber vermiştir.

 

Bu hususta Aişe (r.anha)'nın rivayet ettiği hadis buna karşı delil görülemez. Çünkü Aişe (r.anha) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Ben Rabbimi görmedim ': dediğini dinlemiş olduğunu haber vermektedir. O sadece yüce Allah'ın: "Allah bir insanla ancak vahiy ile konuşur ya da bir perde arkasından yahut bir elçi gönderip, izniyle dilediğini vahyeder." (Şura, 42/51) buyruğu ile: "Gözler ona erişemez" (En'am, 6/103) buyruklarını yorumlayarak o sözlerini söylemiştir. Sahabi eğer bir söz söyleyip yine ashabtan bir başkası ona muhalefet edecek olursa onun o sözü delil olmaz. Diğer taraftan Allah Resulünün Rabbini gördüğüne dair İbn Abbas'tan gelen rivayetler sahih olduğuna göre ru'yetin gerçekleşmiş olduğu hususunda onları kabul etmek gerekir. Çünkü Allah'ın görülmesi akıl ile anlaşılan ve zanna dayanarak kabul edilecek bir mesele değildir. Bu ancak sem'i delilden öğrenilir. Herhangi bir kimsenin de İbn Abbas'ın bu meselede kendi zan ve içtihadı ile konuşmuş olduğunu sanması doğru kabul edilemez.

 

Ma'mer b. Raşid de Aişe ve İbn Abbas'ın bu husustaki ihtilafları sözkonusu edilince şunları söylemiştir: Bize göre Aişe, İbn Abbas'tan daha bilgili değildir. Diğer taraftan İbn Abbas başkasının olumsuz kanaat belirttiği bir hususta kendisi olumlu bir kanaat ortaya koymuştur. Olumlu kanaat ise olumsuz kanaate öncelenir. (et-Tahrir sahibinin açıklamaları da bunlardır.)

 

Özetle söylenecek olursa, ilim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre tercihe değer olan Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in Rabbini İsra gecesinde başındaki gözleriyle gördüğüdür. Bunun delili ise daha önce geçen İbn Abbas'ın ve başkalarının rivayet ettikleri hadislerdir. Onlar bu hususun gerçekleştiğine dair kanaati ise ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den bizzat işitilmiş olan hadislerden çıkartmışlardır. Bu da hakkında şüpheye düşülmemesi gereken hususlardan birisidir.

 

Diğer taraftan Aişe (r.anha), Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den rivayet ettiği bir hadise dayanarak Rabbini gördüğünü reddediyor değildir. Eğer bu hususta bildiği bir hadis olsaydı, şüphesiz onu da zikrederdi. Ama o bu hususta ayetlerden çıkardığı sonuçlara dayanmıştır. Buna dair cevabı da açıklayacağız.

Aişe (r.anha)'nın yüce Allah'ın: "Gözler ona erişemez." (el-En'am, 6/103) buyruğunun cevabı gayet açıktır. Çünkü idrak (mealde: erişmek) çepeçevre kuşatmak demektir. Şam yüce Allah ise asla kuşatılamaz. Onun kuşatılamayacağına dair nassın varid olması kuşatma sözkonusu olmaksızın görmenin reddedilmesini gerektirmez, ayet ile ilgili daha başka cevaplar da verilmiş olmakla birlikte, bu açıklamalarımızia beraber ayrıca onları da sözkonusu etmeye gerek yoktur. Çünkü bu cevap oldukça kısa olmakla birlikte son derece de güzeldir.

Aişe (r.anha)'nın yüce Allah'ın: "Allah bir insanla ancak vahiy yolu ile konuşur." (Şura, 42/51) ayetini delil göstermesine gelince, buna birkaç türlü cevap verilebilir:

 

1 - Görmek ayrıca görme halinde konuşmanın da var olmuş olmasını gerektirmez. Konuşmaksızın görmenin de sözkonusu olması mümkündür.

2- Bu buyruk geneldir ve daha önce geçen delillerle tahsis edilmiştir.

3- Bazı ilim adamlarının dedikleri gibi "vahiy" den maksat aracısız konuşmaktır.

Bu görüş ihtimal dahilinde olmakla birlikte, cumhur burada kastedilen vahyin ilham ve rüyada görmek olduğu kanaatindedir. Her ikisine de "vahiy" denilir.

 

Yüce Allah'ın: "Ya bir perde arkasından" buyruğu hakkında da el-Vahidi ve başkaları şu anlamda olduğunu söylemişlerdir: Onlarla görünerek konuşmaz, aksine yüce Allah'ın zatını görmedikleri bir surette kelamını işitmeleri halidir. Yoksa maksat bir yeri, bir diğerinden ayıran bir perdenin var olduğunu anlatmak değildir. Böyle bir hicab (perde) perde arkasında olanın sınırlı olduğuna delildir. Böyle bir vahiy konuşanın görülmeye ce ği bir şekilde perde arkasından duyulan söz gibidir demektir. Allah en iyi bilendir.

 

(431) "Ebu'r-Rabi' ez-Zehrani"nin adı Süleyman b. Davud'dur.

(432) Müslim'in: "Bize Ebu Bekrb. EbuŞeybetahdisetti ... Abdullah'tan ... " Bu senetteki bütün raviler Kufelidir. Senette geçen eş-Şeybani, Ebu İshak künyeli olup, adı Süleyman b. Feyruz'dur. Süleyman b. Hakan, Süleyman b. Amr olduğu da söylenmiştir. Tabiinden birisidir.

Zirr b. Hubeyş uzun bir ömür yaşayanlardan birisidir. 120 yıldan fazla yaşamıştır. Tabiinin büyüklerindendir.

 

"Abdullah b. Mesud (r.a.) yüce Allah'ın: "Gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı." (en-Necm, 53/11) buyruğu hakkında: Cebrail'i altı yüz kanatlı gördü" rivayetinde geçen Abdullah (r.a.)'ın bu söylediği onun bu ayetin anlamı hakkındaki görüş ve mezhebini ortaya koymaktadır.

Müfessirlerin çoğunluğunun kanaatine göre ise bundan onun şanı yüce Rabbini gördüğü kastedilmektedir. Bu kanaatte olanlar da kendi aralarında farklı görüşlere sahip olmuş, bir topluluk Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Rabbini gözleriyle değil, kalbiyle gördüğü kanaatini benimsemiş, bir diğer topluluk ise onu gözleriyle gördüğü görüşünü kabul etmiştir.

 

İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidi der ki: Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu buyruk ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüce Rabbini miraç gecesinde gördüğü haber verilmektedir. İbn Abbas, Ebu Zerr ve İbrahim et-Teymi onu kalbiyle görmüştür, demişlerdir.

 

Bu açıklamaya göre O, yüce Rabbini doğru bir şekilde görmüş olur ki bu da yüce Allah'ın onun görme kabiliyetini kalbine yerleştirmesi suretiyle olur. Yahut kalbine gözle gördüğü gibi, doğru olarak Rabbini görecek şekilde kalbine bir göz yaratmasıyla olur. Müfessirlerden diğer topluluğun kanaatine göre ise O Rabbini gözüyle görmüştür. Bu da Enes, İkrime, Hasan ve Rabi'in görüşüdür.

 

Müberred de şöyle demektedir: Ayetin anlamı şudur: Kalbi bir şey gördü ve bu hususta doğru gördüğü de tasdik edilmiştir. "Gördüğünü" anlamındaki buyruk nasb konumundadır yani kalp gördüğünü yalanlamamıştır.

 

İbn Amir ise ayetteki "kezebe" lafzını "zel" harfi şeddeli olarak "kezzebe" diye okumuştur. el-Müberred dedi ki: Bu onun bir şey görüp, onu öylece kabul ettiği anlamına gelir. el-Müberred'in yaptığı bu açıklama ise görmenin kalp ile gerçekleşmesi hakkındadır. Eğer bu görme göz hakkında kabul edilecek olursa, buyruğun anlamı da gayet açık anlaşılır. Yani kalp gözün gördüğünü yalanlamamıştır. (el-Vahidi'nin açıklamaları burada sona ermektedir.)

(433) "Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan yüce Allah'ın: "Andolsun ki Rabbinin büyük ayetlerinden görmüştür." (en-Necm, 53/18) buyruğu hakkında:

 

Cebrail'i asıl suretinde altı yüz kanatlı gördü, demiştir."

Abdullah (r.a.)'ın bu sözü seleften pek çok kimsenin kabul ettiği görüştür. Bu ayrıca İbn Abbas (r.a.), İbn Zeyd, Muhammed b. Ka'b el-Kurazi ve Mukatil b. Hayyan'dan da rivayet edilmiştir. Dahhak da: Kastedilen onun Sidretu'l-Münteha'yı gördüğüdür, demiştir. Onun yeşil bir refref gördüğü de söylenmiştir.

 

"Büyük" buyruğu ile ilgili olarak da selefin iki farklı görüşü vardır. Onlardan kimileri bu "ayetler"in sıfatıdır. Çünkü tekil bir lafız ile bir topluluğun nitelendirilmesi mümkündür. Yüce Allah'ın: "Ondan başka işlerimde de yarar/anırım" (Taha, 18) buyruğunda olduğu gibi. Bunun hazfedilmiş bir ismin sıfatı olduğu da söylenmiş olup: O Rabbinin ayetleri arasından o büyük ayeti gördü, takdirindedir.

 

(434) "Ebu Hureyre (r.a.)'dan yüce Allah'ın: "Andolsun ki onu diğer bir inişinde de görmüştü" buyruğu hakkında Cebrail'i gördü, demiştir." Birçok ilim adamı da aynı şekilde böyle söylemiştir. el-Vahidi dedi ki: İlim adamlarının çoğunluğu şöyle demişlerdir: Maksat Cebrail'i yüce Allah'ın onu yarattığı gerçek suretinde görmesidir. İbn Abbas da: O yüce Rabbini gördü, diye açıklamıştır. Bu açıklamaya göre "diğer bir inişi" anlam olarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkındadır. Çünkü O'nun o gece namaz vakitlerinin sayısının indirilmesi için birkaç defa yükselişi (miracı) olmuştu. Her bir miracın da bir inişi olmuştu. Allah en iyi bilendir.

(436) "A'meş'den Ziyad b. el-Husayn el-Cehme'den ... "gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı" (en-Necm, 53/11); ''Andolsun ki onu diğer bir inişinde de görmüştü." (en-Necm, 53/13) buyruğu hakkında: Onu kalbiyle iki defa gördü demiştir."

 

İbn Abbas'ın bu sözünün anlamı şudur: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şanı yüce Rabbini bu iki ayette belirtildiği üzere iki defa görmüştür. Bu iki ayetten maksadın ne olduğu hususunda ilim adamlarının farklı kanaatlerini, Allah'ı gördüğünü kabul edenlere göre bu görmenin kalp ile mi yoksa göz ile mi olduğu hususundaki görüş ayrılıklarını kaydetmiş bulunmaktayız.

 

Bu hadisin isnadında tabiinden birbirinden rivayet nakletmiş üç kişi vardır: A'meş, Ziyad ve Ebu'ı-Niye.

 

A'meş'in adı Süleyman b. Mihran'dır, daha önce defalarca açıklandı.

Ziyad'ın künyesi olan Ebu Cehme cim harfi fethalı ve he sakindir. Ebu'l-Niye'nin adı ise Nufey'dir. Allah en iyi bilendir.

 

(438) "Allah'a büyük bir iftirada bulunmuş olur."

İftira, yalan demektir. Kökünü teşkil eden "fe-re-ye" bir şeyi uydurup söylemek anlamındadır. Çoğulu da "fira" diye gelir.

"Mesruk'tan: Yüce Allah: ''Andolsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür." (Tekvir, 81/23) demiyor mu?" sözü ile Aişe (radıyall&hu anh&)'nın: "Sen yüce Allah'm ... gözler ona erişemez" (En'am, 6/103) buyruğunu ... "deki: Göklerde ve yerde olanlardan gaybı Allah 'tan başka kimse bilmez." (Nemi, 27/65)"

 

Bütün bu ifadeler Aişe ve Mesruk (r.a.um&)'nın Kur'an-ı Kerim'den bir ayeti delil gösteren bir kimsenin: "Aziz ve Celil Allah şöyle buyuruyor" demesinin caiz olduğuna dair açık ifadelerdir. Ancak böyle demeyi tabiinden meşhur bir zat olan Mutarrif b. Abçlullah b. eş-Şihhir hoş karşılamamıştır. Çünkü İbn Ebu Davud kendi senediyle ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Şüphesiz Allah şöyle buyuruyor, demeyiniz. Bunun yerine muhakkak Allah şöyle buyurdu deyiniz, demiştir. Mutarrif (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)'in kabul etmediği bu söyleyiş aslında ashab-ı kiram'ın, tabiunun ve onlardan sonra gelen Müslüman imamların uygulamalarına aykırıdır. Sahih ve tercih edilen her iki şeklin de Aişe (radıyall&hu anh&)'nın ve ona çağdaş olanların da, ondan sonra gelen selef ve halefin yaptıklarıdır. Ayrıca bunu kabul etmeyenin lehine bir delil de bulunmamaktadır. Bunun caiz oluşunun nastan delillerinden bir kısmı şunlardır: Aziz ve Celil Allah'ın: "Allah hak olanı söyler, doğru yola ileten de odur." (Ahzab, 33/4) buyruğu ile Müslim'in sahihinde yer alan Ebu Zerr (r.a.)'dan gelen şöyle dediğine dair rivayettir:

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Aziz ve Celil Allah buyuruyor ki:

"İyilikle gelene bunun on misli vardır." (En'am, 160)" Allah en iyi bilendir.

Aişe (r.anha)'nın: "Sen yüce Allah'ın: '~llah bir insanla ancak vahiy yolu ile konuşur" (Şura,SI) buyruğuna gelince, asıl nüshaların çoğunluğunda başında "vav" harfi bulunmamaktadır. Ancak Kur'an tilaveti halinde başında "vav" harfi ile okunur ama rivayette ve delil göstermede bunun vav' Sız olarak gelmesinin bir zararı yoktur. Çünkü buyruğu delil gösteren in maksadı tilaveti olduğu gibi okumak değildir. Onun maksadı buyruktaki delilin bulunduğu yeri göstermekten ibarettir. Bu hususta vav harfinin zikredilmemesinin de bir etkisi yoktur. Hadis-i şerifte bunun çokça benzeri vardır. Bunlardan birisi de "bunun üzerine yüce Allah: "Gündüzün iki tarafında ... dosdoğru namaz kıl" (Hud, 11/114) buyruğunu ve "beni zikretmek için namaz kıl" (Taha, 20/14) buyruğunu indirdi." Buhari ve Müslim'in sahihlerinde her iki hadisin bütün rivayetlerinde buyruklar bu şekilde (başlarında vav harfi olmaksızın) yer almıştır. Oysa her ikisinin de tilavetinde "vav" harfi vardır, Allah en iyi bilendir.

 

Mesruk hakkında Ebu Said es-Sem'anı,el-Ensab adlı eserinde şunları söylemektedir: Ona Mesruk denilmesinin sebebi, küçükken bir kimsenin onu çalması sonra da bulunmuş olmasıdır.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Onu semadan inmiş ... gök ile yer arasını kapatmış gördüm" ifadesi bu şekilde asıl yazmalarda: "Gök ile yer arası" şeklindedir ve iki ifade de sahihtir.

 

(440) "Aişe (r.anha)'ya ... sordum, söylediklerinden dolayı tüylerim diken diken oldu dedi."

Aişe'nin Mesruk'a verdiği cevabında "subhanallah" demesi böyle bir hususun bilinmemesinden ötürü duyduğu hayreti ifade etmesi demektir. Bununla: Böyle bir şeyi nasılolur da bilmezsin demek istemiş gibidir. "Subhanallah"ın hayret ifadeetmek üzere kullanılması hadiste de, Arapların konuşmasında da çokça görülen bir husustur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

"Subhanallah onunla temizlen işte" ve: "Subhanallah Müslüman necis olmaz ki" buyrukları ile ashab-ı kiramın: "Subhanallah ey Allah'ın Resulü" sözleri buna örnektir. Nahiv bilginleri arasında "subhanallah"ın hayret (taaccüb, şaşkınlık) bildiren lafızlardan olduğunu sözkonusu edenler arasında Ebu Bekr es-Serrac ve başkaları da vardır. Aynı şekilde Araplar hayret ve şaşkınlıklarını ifade etmek halinde ''la ilah e illailah" da söylerler. Allah en iyi bilendir.

Aişe (r.anha)'nın: "Tüylerim diken diken oldu" sözleri korku ve dehşetten saçlarım dikleşti, demektir. Çünkü ben söylenmemesi gereken bir sözü işitmiş bulunmaktayım.

 

İbnu'l-A\abi dedi ki: Araplar bir şeyi kabul etmeyip, reddettiklerini anlatmak üzere: "Saçlarım diken diken oldu", "derim ürperdi" ve "tiksindim" derler. Nadr b. Şumeyl der ki: Tüylerin diken diken olması, derinin ürpermesi gibi bir anlam ifade eder. Bunun aslı ise çekinmek ve toplanıp, bir araya gelmektir. Çünkü korku ve dehşet halinde deri çekilir (büzüşür) ve bundan dolayı da tüyler ayağa kalkar. Zembil'e (aynı kökten gelmek üzere) "el-kaffeh" adının verilmesi de bundan dolayıdır. Çünkü zembil çubuklar bir araya getirilerek örülür ve onun içine başka şeyler toplanıp, bir araya gelir. Allah en iyi bilendir.

 

(441) Müslim (rahimehullah)'ın: "Bize İbn Numeyr tahdis etti. .. Mesruk'tan" sözlerinde geçen senetteki bütün bu raviler Kufelidir.

İbn Numeyr'in adı Muhammed b. Abdullah b. Numeyr, Ebu Üsame'nin adı Hammad b. Üsame, Zekeriya'nin babası ise Ebu Zaide'dir. Babası Ebu Zaide'nin adı da Halid b. Meymun'dur. Halid b. Hubeyre olduğu da söylenmiştir. İbn Eşva'ın adı Said b. Amr b. Eşva'dır.

 

"Aişe (r.anha)'ya ... dedim. O: O Cebrail (aleyhisselam)'dır dedi."

İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidi dedi ki: "Sarkmak" aşağıya doğru uzanmak demektir. Asıl anlamı da budur. Sonraları yukarıdan )lakınlaşmak hakkında da kullanılmıştır. Bu ise el-Ferra' nın görüşüdür.

 

en-Nazm adlı eserin sahibi ise: Burada buyrukta takdim ve tehir vardır çünkü sonra sarkıp yaklaştı anlamındadır. Zira sarkınak, yaklaşmanın sebebidir. İbnu'l-A'rabi dedi ki: Sarkmak yükseklikten yakınlaşmak halinde kullanılır. el-Kelbi dedi ki: Yani Cebrail, Muhammed' e yaklaştı ve ona yakınlaştı. Hasan ve Katade de şöyle demişlerdir: Cebrail yerin en yüksek ufkunda doğrulduktan sonra yaklaşıp, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yakınına indi. Yüce Allah'ın: "Böylece iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı." (en-Necm, 53/9) buyruğuna gelince. Buradaki "el-kaab: boy" yayın kabzası ile kirişinin bağlandığı yer (yayın uçları) arasındaki mesafedir. Her bir yayın da iki ucu olur. Bu kelime sözlükte aynı zamanda "kadar, miktar" anlamında da gelir.

 

Müfessirlerin tamamına göre ayetten maksat da budur. Yaydan maksat ise ok atımı için kullanılandır. Bu da Arap yayıdır. Onların alışkanlıkları dolayısıyla özellikle zikredilmiştir.

Bir topluluğun kanaatine göre ise yaydan kasıt koldur. Bu Abdullah b.

Mesud, Şakik b. Seleme, Said b. Cubeyr ve Ebu İshak es-Sebü'nin görüşüdür. Bu manaya göre yay (kavs) kendisiyle bir şeylerin ölçüldüğü kol uzunluğudur.

Aişe (r.anha), İbn Abbas, Hasan, Katade ve başkaları da: İşte Cebrail ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arasında bu kadar uzaklık vardı, demişlerdir.

 

Yüce Allah'ın: "Hatta daha da yakın" buyruğunun anlamı: Ya da ondan daha yakındı, demektir. Mukatil, hatta daha yakındı, diye açıklamıştır. Zeccac dedi ki: Yüce Allah kullarına dildeki kullanımları ve anlayış miktarlarına göre hitap etmiş olup: "Bu da sizin kendi takdir ve ölçülerinize göre daha yakındır" demektir. Şüphesiz eşyanın hakikatini en iyi bilen yüce Allah'tır ama o bize alışkın olduğumuz üslupla hitap etmiştir.

 

Ayetin anlamına gelince: Cebrail (aleyhisselam) hilkatinin Muazzamlığı ve onun pek çok cüzünün bulunmasına rağmen, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e işte bu kadar yaklaşmıştır. Allah en iyi bilendir.

 

(442) "Ebu Zerr (r.a.)'dan: ... Nurdur, onu nasıl görebilirim."

Diğer rivayette: "Bir nur gördüm" sözlerine gelince:

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Nurdur, onu nasıl görebilirdim" buyruğunun anlamı: Onun hicabı bir nurdur, onu nasıl görebilirdim, demektir. İmam Ebu Abdullah el-Mazerı (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: "Onu" ifadesindeki zamir şanı yüce Allah'a aittir. Yani nur benim onu görmeme engel oldu. Nitekim nuriarın (ışıkların) gözleri kamaştırması ve gören ile arasına bir engel teşkil ederek görme idrakini engellemesi bilinen bir adettir.

 

(443) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bir nur gördüm" sözü şu demektir: Ben sadece nur gördüm, başka bir şey de görmedim. (el-Mazeri devamla) dedi ki: Bu "(O) nuranidir, nasılonu görebilirdim" diye rivayet edilmiştir. Bunun da az önce verdiğimiz anlam çerçevesinde olma ihtimali vardır. Yani O görülmesine engelolan nurun yaratıcısıdır. Bu durumda bu Allah'ın fiili sıfatlarından olur.

 

Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: Bize böyle bir rivayet gelmedi ve ben bunu asıl nüshaların hiçbirinde de görmedim. Yüce Allah'ın zatının nur olması ise imkansız bir şeydir; çünkü nur da cisim türündendir. Şam yüce Allah ise bundan yüce ve münezzehtir. Bütün Müslüman imamların mezhebi (kanaati) budur.

 

Yüce Allah'ın: "Allah göklerle yerin nurudur" (Nur,35) buyruğu ile hadis-i şerifte şam yüce Allah'a "en-nur" adının verilmesi şeklindeki rivayetIere gelince: Bu da onları nurlandıran ve o nuru yaratan anlamındadır. Göklerde ve yerde bulunanlara hidayet veren anlamında olduğu söylendiği gibi, müminleri n kalplerini nurlandıran olduğu, gözleri alacak, apaydınlık ve pek güzel anlamında olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

"Allah uyumaz, O'nun uyuması da gerekmez ... basarının değdiği bütün mahlukatını yakardı. "

 

"Allah uyumaz, O'nun uyuması da gerekmez. " buyruğu, Allah uyumaz ve uyumak O'nun hakkında imkansızdır, demektir. Çünkü uyumak, aklın bastırıldığı bir kaybolma halidir. Uyku halinde bir şey hissedilmez. Allah ise bundan münezzehtir, bu haiO'nun hakkında imkansızdır ..

"O adalet terazisini alçaltzr ve yükseltir." Buyruğu hakkında Kadı İyaz dedi ki: Herev! dedi ki: İbn Kuteybe dedi ki: Kıst, terazi demektir. Ona kı st denilmesi, kıst'ın adalet anlamında olması ve terazi ile adaletin gerçekleşmesi dolayısıyladır. Bu ifadeden maksat ise, Yüce Alah'ın, teraziyi kulların yükselen amelleriyle yükseltmesi, aşağıya inen rızıklarıyla da onu alçaltmasıdır. Bu ise indirilmesi takdir edilenler hakkında temsili bir ifade olup, terazinin tartmasına benzetilmiştir. Kıst: Terazi'den maksadın her yaratılmışın muhtaç olduğu rızık demek olduğu, onu alçaltınasının kulu fakir ve muhtaç duruma düşürmesi, yükseltmesinin de onu genişletmek demek olduğu da söylenmiştir.

 

Resulullah {Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Gecenin am eli ona, gündüzün amelinden önce yükseltilir ... " buyruğu ile, ikinci rivayetteki: "Gündüzün ameli geceleyin ... " buyruklarına gelince birincisinin anlamı -Allah en iyi bilendir- şudur: Geceleyin işlenen amel ona ondan sonra gelen gündüzün amelinden önce yükseltilir. Gündüz vakti yapılan amel de ona ondan sonra gelen gecenin amelinden önce yükseltilir.

 

İkinci rivayetin anlamı da şudur: Gündüzün ameli ona kendisinden sonra gelen gecenin ilk vaktinde yükseltilir, gecenin am eli de ona kendisinden sonra gelen gündüzün ilk vaktinde yükseltilir. Çünkü Hafaza melekleri gece bittikten sonra gündüzün ilk vaktinde gecenin amelini yükseltirler. Gündüzün amellerini de bitiminden sonra gecenin ilk vaktinde yükseltirler. Allah en iyi bilendir.

"Onun hicabı nurdur ... " buyruğuna gelince: "yüzünün nurunun parıltıları (subuhat)" kelimesi "subuha"nın çoğuludur. Kitabu'l-ayn sahibi (el-Halil b. Ahmed) Herevı ve hadisi Şerh eden bütün lügat ve hadis alimleri şöyle demektedir: Yüzünün parıltıları onun nuru, celali ve göz kamaştırıcı güzelliğidir. Hicab'ın sözlükteki asıl anlamı engel ve perdedir. Hicabın gerçek manası sınırları belli cisimler için sözkonusudur ama yüce Allah, cisim ve sınırdan münezzehtir. Burada kastedilen ise onun görülmesinin engelidir. Bu engele nur ya da nar (ateş) adının verilmesi ise her ikisinin ışık ve parıltıları dolayısıyla adeten idrake engelolmalarıdır.

"Vech"den maksat da zatın kendisidir.

 

"Basarının değdiği bütün mahlukatı" buyruğundan maksada gelince:

Şanı yüce Allah'ın basarı bütün kainatı kuşatır. İbaredeki "min: dan" ise kısım bildirmek (tab'iz) için değil, cinsin beyanı içindir. İfadenin takdiri şudur: Eğer onun görülmesinin engelini ortadan kaldıracak olursa -ki bu da nur ya da nar denilen hicaptır- ve mahlukatına tecelli edecek olursa zatının celali bütün mahlukatını yakar. Şanı yüce Allah en iyi bilendir.

"Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb tahdis edip dediler ki. ..

 

Ebu Bekr'in, A'meş'ten rivayetinde: Bize tahdis etti, dememiştir." Bu rivayetin senedindeki bütün raviler Kufelidir. Ebu Musa el-Eş'ari ise hem Basralı, hem Kufelidir.

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'nin adı Abdullah b. Muhammed b. İbrahim'dir.

Ebu Şeybe künyeli de odur.

Ebu Kureyb'in adı Muhammed b. el-Ala, Ebu Muaviye'nin adı Muhammed b. -noktalı hı ile- Hazim'dir.

A'meş'in adı Süleyman b. Mihran, Ebu Musa'nın adı Abdullah b.

Kays'dır.

Bütün bunlara dair açıklamalar daha önceden geçmişti. Ama aradan uzun bir fasıla geçtiğinden ötürü, isimlerini iyice bellemeyen kimseler için yeniden bilgilerini tazelemek istedim.

Ebu Ubeyde de Abdullah b. Mesud'un oğlu olup, adı Abdurrahman'dır. Bu isnadta, isnad ilmi inceliklerinden iki incelik vardır. Bunlardan birisi hepsinin belirttiğim gibi Kufeli olmalarıdır. İkincisi ise bu isnadta biri diğerinden rivayette bulunan üç tane tabii bulunmasıdır. Bunlar da A'meş, Amr ve Ebu Ubeyde' dir.

 

"Ebu Bekr'in, A'meş'ten rivayetinde, bize tahdis etti, dememiştir" ibaresi de Müslim -Allah'ın rahmeti ona- (3114)'in ihtiyatı, veraı ve rivayeti oldukça sağlam nakletmesinin bir ifadesidir. Çünkü o bu hadisi hem Ebu Kureyb, hem Ebu Bekir' den rivayet etmiştir. Ebu Kureyb rivayetinde: "Bize Ebu Muaviye tahdis edip dedi ki: Bize A'meş tahdis etti" derken, Ebu Bekr: "Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten tahdis etti" demiştir.

 

Her ikisinin hocaları Ebu Muaviye'nin rivayetinin nasılolduğu hususundaki ibareleri farklılık gösterdiği için, Müslim -Allah'ın rahmeti ona- bu farklılığı da açıklamıştır.

Böylelikle iki faydası da ortaya çıkmış olmaktadır. Birincisi: "Bize tahdis etti" ibaresi ilim adamlarının icmaı ile senedin muttasıl olduğunu ifade eder. "dan, den" ifadesi ise daha önceki başlıklarda (mukaddime' deki fasıllarda) ve başka yerlerde açıkladığımız gibi görüş ayrılığı vardır. Ancak çeşitli ilim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği sahih kanaat, bunun da ittisal ifade ettiğidir. Bunu kullanan kişinin tedlis yapan bir ravi olması hali müstesnadır. İşte Müslim bunu beyan etmiş olmaktadır.

 

İkincisi ise, şayet iki ibareden birisini zikretmekle yetinmiş olsaydı bunda bir tutarsızlık olurdu. Çünkü yalnızca "an: den, dan" ile rivayeti zikretseydi "bize tahdis etti" ibaresinin güçlü anlatımını kaçırmış ve mana yoluyla rivayet nakletmiş olurdu. Eğer "bize tahdis etti"yi zikretmekle yetinmiş olsaydı, ikisinden birisinin rivayetine bir şeyeklemiş ve mana yoluyla rivayet etmiş olurdu. Bütün bu hususlar ise sakınılması gereken hususlardandır. Allah doğruyu en iyi bilendir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

80- MÜMİNLERİN AHİREITE ŞANI YÜCE RABLERİNİ GÖRECEKLERİNİN İSPATI BABI