SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب في
قوله عليه
السلام: إن
الله لا ينام،
وفي قوله:
حجابه النور
لو كشفه لأحرق
سبحات وجهه ما
انتهى إليه
بصره من خلقه
79- RESULULLAH
(S.A.V.)'İN ''MUHAKKAK ALLAH UYUMAZ'' BUYRUĞU İLE ''ONUN HİCABI NURDUR. EĞER
ONU AÇACAK OLURSA YÜZÜNÜN NURU, BASAR'ININ DEĞDİĞİ BÜTÜN MAHLUKATINI YAKARDI''
BUYRUĞU HAKKINDA BİR BAB
293- (179) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة وأبو
كريب. قالا: حدثنا
أبو معاوية.
حدثنا الأعمش
عن عمرو بن
مرة، عن أبي
عبيدة، عن أبي
موسى، قال: قام
فينا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بخمس كلمات.
فقال: "إن الله
عز وجل لا
ينام ولا
ينبغي له أن
ينام. يخفض
القسط ويرفعه.
يرفع إليه عمل
الليل قبل عمل
النهار. وعمل
النهار قبل
عمل الليل.
حجابه النور.
(وفي رواية
أبي بكر:
النار) لو
كشفه لأحرقت
سبحات وجهه ما
انتهى إليه
بصره من خلقه".
(وفي رواية
أبي بكر عن
الأعمش ولم
يقل حدثنا).
444- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe ile Ebu Kureyb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Ebu Muaviye rivayet etti.
(Dediki): Bize A'meş Amr b. Murra'dan, o da Ebu Ubeyde'den, o da Ebu Musa'dan
naklen rivayet etti. Ebu Musa dedi ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize kalkıp bir hutbe verdi ve beş
hususu dile getirip şöyle buyurdu: "Muhakkak Aziz ve Celil Allah uyumaz,
onun uyuması da gerekmez. O adalet terazisini alçaltır ve yükseltir. Gecenin
ameli ona gündüzün amelinden önce, gündüzün ameli de gecenin amelinden önce
yükseltilir. Onun hicabı nurdur. -Ebu Bekr'in rivayetinde: nardır- eğer onu
açacak olursa yüzünün nurunun parıltıları basarının değdiği bütün mahlukatını
yakardı. "
Ebu Bekr'in, A'meş'ten
diye naklettiği rivayetinde: Bize tahdis etti, dememiştir.
Diğer tahric: İbn
Mace, 195, 196; Tuhfetu'l-Eşraf, 9146
294- (179) حدثنا
إسحاق بن
إبراهيم.
أخبرنا جرير
عن الأعمش،
بهذا الإسناد.
قال: قام
فينا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بأربع كلمات.
ثم ذكر بمثل
حديث أبي
معاوية. ولم
يذكر "من
خلقه" وقال:
حجابه النور.
445- Bize İshak b. İbrahim de
tahdis etti. Bize Cerir, A'meş'ten bu isnad ile haber verdi. (Ebu Musa) dedi
ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda kalkıp dört hususu
söyleyerek bir hutbe verdi, sonra da Ebu Muaviye'nin hadisi rivayet ettiği gibi
zikretmekle birlikte "mahlukatından" ibaresini söylememiş ama: Hicabı
nurdur demiştir.
295- (179) حدثنا
محمد بن
المثنى وابن
بشار. قالا:
حدثنا محمد بن
جعفر. قال:
حدثني شعبة عن
عمرو بن مرة، عن
أبي عبيدة، عن
أبي موسى؛ قال: قام
فينا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بأربع "إن
الله لا ينام
ولا ينبغي له
أن ينام. يرفع
القسط ويخفضه.
ويرفع إليه
عمل النهار
بالليل. وعمل
الليل
بالنهار".
446- Bize Muhammed b. El
Müsennâ ile İbni Beşşar rivayet ettiler dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti dedi ki; Bana Şu'be Amr b. Mürre'den, o da Ebî Ubeyde'den, o da
Ebu Musa'dan naklen rivayet etti Ebu Musa
dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda kalkıp dört hususu
dile getirerek şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah uyumaz, onun uyuması da
gerekmez. Adalet terazisini yükseltir, alça/tır. Gündüzün ameli ona geceleyin,
gecenin ameli de gündüzün yükseltilir."
Tahric bilgisi 444 ile
aynı.
AÇIKLAMA:
Allah Resulü'nün Rabbini
Görmesi ve O'nunla Konuşması ile İlgili Görüş Ayrılıkları
Kadı İyaz -Allah'ın
rahmeti üzerine- dedi ki: Selef ve halef nebimiz (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in İsra gecesinde Rabbini görüp görmediği hususunda ihtilaf
etmişlerdir. Burada Müslim'in sahihinde görüldüğü gibi Aişe (r.anha) bunu kabul
etmediği gibi, bunun benzeri bir rivayet Ebu Hureyre' den ve bir topluluktan da
rivayet edilmiştir. İbn Mesud'dan gelen meşhur rivayet de budur. Hadis ve kelam
alimlerinden bir topluluk da bu kanaate sahiptir.
Bununla birlikte İbn
Abbas (r.a.)'dan Nebimizin Rabbini gözüyle gördüğü rivayeti nakledilmiştir.
Benzeri bir rivayet Ebu Zerr ve Ka'b (radıyallahuanh) ile Hasan-ı Basri
(Allah'ın rahmeti üzerine)'den de nakledilmiş bulunmaktadır. Hatta Hasan-ı
Basri bu hususta yemin dahi ediyordu. Bunun benzeri bir rivayet İbn Mesud, Ebu
Hureyre ve Ahmed b. Hanbel'den de nakledilmiştir.
İtikadi mezhep ve
fırkaların kanaatleri ile ilgilenen ilim adamları da Ebu'I-Hasan el-Eş'ari'den
ve onun mezhebine mensup bir topluluktan Allah Resulünün Rabbini gördüğü
kanaatinde olduklarını nakletmiş bulunmaktadır. Bu hususta bazı üstatlarımız
kesin bir kanaat belirtmeyerek Allah'ı gördüğüne dair açık bir delil yoktur.
Bununla birlikte görmüş olması da caizdir (mümkündür) demişlerdir.
Yüce Allah'ın dünyada
görülmesi caizdir. Musa (aleyhisselam)'ın böyle bir dilekte bulunması da caiz
olduğuna delildir; çünkü bir nebinin Rabbi hakkında caiz ya da imkansız olanı
bilmemesi mümkün değildir. Yine ilim adamları Musa (aleyhisselam)'ın Rabbini
gördüğü hususunda ve bu husustaki ilgili ayetin (~raf 7/142 vd. ayetlerin)
sözkonusu ettiği dağın görülmesinin ne anlama geldiği hususunda da ihtilaf
etmişlerdir. Kadı Ebu Bekr'in buna dair verdiği cevabı her ikisinin de yani
Allah Resulünün ve Musa (aleyhisselam)'ın Rablerini görmüş olmalarını
gerektirmektedir.
Aynı şekilde ilim
adamları Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in şanı yüce Rabbi ile
İsra gecesinde vasıtasız olarak konuşup, konuşmadığı hususunda da ihtilaf
etmişlerdir. Ebu'I-Hasen el-Eş'ari ile kelamcılardan bir topluluktan onunla
konuştuğu nakledilmiş bulunmaktadır. Kimileri bu kanaati Cafer b. Muhammed, İbn
Mesud ve İbn Abbas (r.a.)'a da nispet etmişlerdir.
Aynı şekilde yüce
Allah'ın: "Sonra yaklaşıp sarıctı" (en-Necm, 53/8) buyruğu hakkında
da farklı kanaatlere sahiptirler. Çoğunluk buradaki yaklaşıp sarkmanın Cebrail
ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den her birisi arasında paylaştırılmış
olduğu, yahut ikisinden sadece birisine ve bunun Sidre-i Münteha' da
gerçekleşmiş olduğunu kabul etmektedirler.
İbn Abbas, Hasan,
Muhammed b. Ka'b, Cafer b. Muhammed ve başkalarından nakledildiği üzere, bu
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in şanı yüce Rabbine yaklaşması, yahut yüce
Allah'ın yaklaşması demektir. Bu açıklamaya göre yaklaşmak ve sarkmak
sözlükteki anlamı ile değildir. Cafer b. Muhammed'in dediği gibi, yüce Allah'ın
yaklaşmasının herhangi bir sınırı (ve tanımı) olmaz .
.. Kulların yaklaşması
ise belli bir sınır ile olur. Bu durumda Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in
şanı yüce Rabbine yaklaşması Allah nezdindeki pek büyük makamının açıkça ortaya
çıkması ve onun marifet nuriarının parlayıp onun dışında hiçbir kimseye
göstermediği gaybına ve melekutunun sırlarına onu mutlali kılıp, ona göstermesi
demektir. Şanı yüce Allah'ın ona yaklaşması ise bunu kendisine açıkça
göstermesi, ona pek büyük ihsanlarda bulunup, kendi nezdindeki pek Muazzam
fazilet ve üstünlüğe sahip kılması demektir.
Yüce Allah'ın:
"Böylece iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı." (en-Necm, 53/9)
buyruğu buna göre konunun latafetini ve Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in hakikate yaklaşıp, onu bilmesi, Allah tarafından da arzunun ölumlu
olarak karşılanıp, makam ve mevkiinin de açıkça gösterilmesi anlamında bir
ibaredir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Aziz ve Celil Rabbinden
naklettiği: "Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırzm"
buyruğu ile ilgili yapılan tevil (yorum)in aynısı da bu hususta yapılır. (Kadı
İyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir.)
et-Tahrir sahibine gelince
ru'yetin sabit olduğu kanaatini tercih ederek şunları söylemektedir: Bu mesele
ile ilgili deliller her ne kadar çok ise de bizler ancak bu delillerin en
kuvvetli olanlarını ele alıyoruz. Bu da İbn Abbas (r.a.)'ın şu hadisidir:
"Sizler İbrahim'in Allah'ın halili olmasına, Musa'nın Allah ile
konuşmasına, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de Rabbini görmesine
hayret mi ediyorsunuz?" İkrime'den gelen rivayete göre de İbn Abbas
(r.a.)'a: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü, diye
sorulmuş ve o: "Evet" diye cevap vermiştir.
Sakıncası olmayan bir
isnad ile Şu'be' den, o Katade' den, o Enes (r.a.)'dan şöyle dediği rivayet
edilmektedir: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüştür.
Hasan-ı Basrı de
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Rabbini gördüğüne dair yemin ederdi.
Bu hususta asıl dayanak
bu ümmetin en büyük bilgini, zor meselelerinde kendisine başvurulan İbn
Abbas'ın rivayet ettiği hadistir. İbn Ömer de (r.a.) bu mesele hakkında ona
başvurmuş ve onunla Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüş müdür
diye yazışmış, İbn Abbas da ona Allah Resulünün Rabbini gördüğünü haber
vermiştir.
Bu hususta Aişe
(r.anha)'nın rivayet ettiği hadis buna karşı delil görülemez. Çünkü Aişe
(r.anha) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Ben Rabbimi görmedim ':
dediğini dinlemiş olduğunu haber vermektedir. O sadece yüce Allah'ın:
"Allah bir insanla ancak vahiy ile konuşur ya da bir perde arkasından
yahut bir elçi gönderip, izniyle dilediğini vahyeder." (Şura, 42/51)
buyruğu ile: "Gözler ona erişemez" (En'am, 6/103) buyruklarını
yorumlayarak o sözlerini söylemiştir. Sahabi eğer bir söz söyleyip yine
ashabtan bir başkası ona muhalefet edecek olursa onun o sözü delil olmaz. Diğer
taraftan Allah Resulünün Rabbini gördüğüne dair İbn Abbas'tan gelen rivayetler
sahih olduğuna göre ru'yetin gerçekleşmiş olduğu hususunda onları kabul etmek
gerekir. Çünkü Allah'ın görülmesi akıl ile anlaşılan ve zanna dayanarak kabul
edilecek bir mesele değildir. Bu ancak sem'i delilden öğrenilir. Herhangi bir
kimsenin de İbn Abbas'ın bu meselede kendi zan ve içtihadı ile konuşmuş
olduğunu sanması doğru kabul edilemez.
Ma'mer b. Raşid de Aişe
ve İbn Abbas'ın bu husustaki ihtilafları sözkonusu edilince şunları
söylemiştir: Bize göre Aişe, İbn Abbas'tan daha bilgili değildir. Diğer
taraftan İbn Abbas başkasının olumsuz kanaat belirttiği bir hususta kendisi
olumlu bir kanaat ortaya koymuştur. Olumlu kanaat ise olumsuz kanaate
öncelenir. (et-Tahrir sahibinin açıklamaları da bunlardır.)
Özetle söylenecek
olursa, ilim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre tercihe değer olan
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in Rabbini İsra gecesinde başındaki
gözleriyle gördüğüdür. Bunun delili ise daha önce geçen İbn Abbas'ın ve
başkalarının rivayet ettikleri hadislerdir. Onlar bu hususun gerçekleştiğine
dair kanaati ise ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den bizzat
işitilmiş olan hadislerden çıkartmışlardır. Bu da hakkında şüpheye düşülmemesi
gereken hususlardan birisidir.
Diğer taraftan Aişe
(r.anha), Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den rivayet ettiği bir
hadise dayanarak Rabbini gördüğünü reddediyor değildir. Eğer bu hususta bildiği
bir hadis olsaydı, şüphesiz onu da zikrederdi. Ama o bu hususta ayetlerden
çıkardığı sonuçlara dayanmıştır. Buna dair cevabı da açıklayacağız.
Aişe (r.anha)'nın yüce
Allah'ın: "Gözler ona erişemez." (el-En'am, 6/103) buyruğunun cevabı
gayet açıktır. Çünkü idrak (mealde: erişmek) çepeçevre kuşatmak demektir. Şam
yüce Allah ise asla kuşatılamaz. Onun kuşatılamayacağına dair nassın varid
olması kuşatma sözkonusu olmaksızın görmenin reddedilmesini gerektirmez, ayet
ile ilgili daha başka cevaplar da verilmiş olmakla birlikte, bu
açıklamalarımızia beraber ayrıca onları da sözkonusu etmeye gerek yoktur. Çünkü
bu cevap oldukça kısa olmakla birlikte son derece de güzeldir.
Aişe (r.anha)'nın yüce
Allah'ın: "Allah bir insanla ancak vahiy yolu ile konuşur." (Şura,
42/51) ayetini delil göstermesine gelince, buna birkaç türlü cevap verilebilir:
1 - Görmek ayrıca görme
halinde konuşmanın da var olmuş olmasını gerektirmez. Konuşmaksızın görmenin de
sözkonusu olması mümkündür.
2- Bu buyruk geneldir ve
daha önce geçen delillerle tahsis edilmiştir.
3- Bazı ilim adamlarının
dedikleri gibi "vahiy" den maksat aracısız konuşmaktır.
Bu görüş ihtimal
dahilinde olmakla birlikte, cumhur burada kastedilen vahyin ilham ve rüyada
görmek olduğu kanaatindedir. Her ikisine de "vahiy" denilir.
Yüce Allah'ın: "Ya
bir perde arkasından" buyruğu hakkında da el-Vahidi ve başkaları şu anlamda
olduğunu söylemişlerdir: Onlarla görünerek konuşmaz, aksine yüce Allah'ın
zatını görmedikleri bir surette kelamını işitmeleri halidir. Yoksa maksat bir
yeri, bir diğerinden ayıran bir perdenin var olduğunu anlatmak değildir. Böyle
bir hicab (perde) perde arkasında olanın sınırlı olduğuna delildir. Böyle bir
vahiy konuşanın görülmeye ce ği bir şekilde perde arkasından duyulan söz
gibidir demektir. Allah en iyi bilendir.
(431) "Ebu'r-Rabi'
ez-Zehrani"nin adı Süleyman b. Davud'dur.
(432) Müslim'in: "Bize
Ebu Bekrb. EbuŞeybetahdisetti ... Abdullah'tan ... " Bu senetteki bütün
raviler Kufelidir. Senette geçen eş-Şeybani, Ebu İshak künyeli olup, adı
Süleyman b. Feyruz'dur. Süleyman b. Hakan, Süleyman b. Amr olduğu da
söylenmiştir. Tabiinden birisidir.
Zirr b. Hubeyş uzun bir
ömür yaşayanlardan birisidir. 120 yıldan fazla yaşamıştır. Tabiinin
büyüklerindendir.
"Abdullah b. Mesud
(r.a.) yüce Allah'ın: "Gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı." (en-Necm,
53/11) buyruğu hakkında: Cebrail'i altı yüz kanatlı gördü" rivayetinde
geçen Abdullah (r.a.)'ın bu söylediği onun bu ayetin anlamı hakkındaki görüş ve
mezhebini ortaya koymaktadır.
Müfessirlerin
çoğunluğunun kanaatine göre ise bundan onun şanı yüce Rabbini gördüğü
kastedilmektedir. Bu kanaatte olanlar da kendi aralarında farklı görüşlere
sahip olmuş, bir topluluk Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Rabbini
gözleriyle değil, kalbiyle gördüğü kanaatini benimsemiş, bir diğer topluluk ise
onu gözleriyle gördüğü görüşünü kabul etmiştir.
İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidi
der ki: Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu buyruk ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in yüce Rabbini miraç gecesinde gördüğü haber verilmektedir. İbn Abbas,
Ebu Zerr ve İbrahim et-Teymi onu kalbiyle görmüştür, demişlerdir.
Bu açıklamaya göre O,
yüce Rabbini doğru bir şekilde görmüş olur ki bu da yüce Allah'ın onun görme
kabiliyetini kalbine yerleştirmesi suretiyle olur. Yahut kalbine gözle gördüğü
gibi, doğru olarak Rabbini görecek şekilde kalbine bir göz yaratmasıyla olur.
Müfessirlerden diğer topluluğun kanaatine göre ise O Rabbini gözüyle görmüştür.
Bu da Enes, İkrime, Hasan ve Rabi'in görüşüdür.
Müberred de şöyle
demektedir: Ayetin anlamı şudur: Kalbi bir şey gördü ve bu hususta doğru
gördüğü de tasdik edilmiştir. "Gördüğünü" anlamındaki buyruk nasb
konumundadır yani kalp gördüğünü yalanlamamıştır.
İbn Amir ise ayetteki
"kezebe" lafzını "zel" harfi şeddeli olarak
"kezzebe" diye okumuştur. el-Müberred dedi ki: Bu onun bir şey görüp,
onu öylece kabul ettiği anlamına gelir. el-Müberred'in yaptığı bu açıklama ise
görmenin kalp ile gerçekleşmesi hakkındadır. Eğer bu görme göz hakkında kabul
edilecek olursa, buyruğun anlamı da gayet açık anlaşılır. Yani kalp gözün
gördüğünü yalanlamamıştır. (el-Vahidi'nin açıklamaları burada sona ermektedir.)
(433) "Abdullah b.
Mesud (r.a.)'dan yüce Allah'ın: "Andolsun ki Rabbinin büyük ayetlerinden
görmüştür." (en-Necm, 53/18) buyruğu hakkında:
Cebrail'i asıl suretinde
altı yüz kanatlı gördü, demiştir."
Abdullah (r.a.)'ın bu
sözü seleften pek çok kimsenin kabul ettiği görüştür. Bu ayrıca İbn Abbas
(r.a.), İbn Zeyd, Muhammed b. Ka'b el-Kurazi ve Mukatil b. Hayyan'dan da
rivayet edilmiştir. Dahhak da: Kastedilen onun Sidretu'l-Münteha'yı gördüğüdür,
demiştir. Onun yeşil bir refref gördüğü de söylenmiştir.
"Büyük" buyruğu
ile ilgili olarak da selefin iki farklı görüşü vardır. Onlardan kimileri bu
"ayetler"in sıfatıdır. Çünkü tekil bir lafız ile bir topluluğun
nitelendirilmesi mümkündür. Yüce Allah'ın: "Ondan başka işlerimde de
yarar/anırım" (Taha, 18) buyruğunda olduğu gibi. Bunun hazfedilmiş bir
ismin sıfatı olduğu da söylenmiş olup: O Rabbinin ayetleri arasından o büyük
ayeti gördü, takdirindedir.
(434) "Ebu Hureyre
(r.a.)'dan yüce Allah'ın: "Andolsun ki onu diğer bir inişinde de
görmüştü" buyruğu hakkında Cebrail'i gördü, demiştir." Birçok ilim
adamı da aynı şekilde böyle söylemiştir. el-Vahidi dedi ki: İlim adamlarının
çoğunluğu şöyle demişlerdir: Maksat Cebrail'i yüce Allah'ın onu yarattığı
gerçek suretinde görmesidir. İbn Abbas da: O yüce Rabbini gördü, diye açıklamıştır.
Bu açıklamaya göre "diğer bir inişi" anlam olarak Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hakkındadır. Çünkü O'nun o gece namaz vakitlerinin sayısının
indirilmesi için birkaç defa yükselişi (miracı) olmuştu. Her bir miracın da bir
inişi olmuştu. Allah en iyi bilendir.
(436) "A'meş'den
Ziyad b. el-Husayn el-Cehme'den ... "gözüyle gördüğünü kalp
yalanlamadı" (en-Necm, 53/11); ''Andolsun ki onu diğer bir inişinde de
görmüştü." (en-Necm, 53/13) buyruğu hakkında: Onu kalbiyle iki defa gördü
demiştir."
İbn Abbas'ın bu sözünün
anlamı şudur: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şanı yüce Rabbini bu iki
ayette belirtildiği üzere iki defa görmüştür. Bu iki ayetten maksadın ne olduğu
hususunda ilim adamlarının farklı kanaatlerini, Allah'ı gördüğünü kabul edenlere
göre bu görmenin kalp ile mi yoksa göz ile mi olduğu hususundaki görüş
ayrılıklarını kaydetmiş bulunmaktayız.
Bu hadisin isnadında
tabiinden birbirinden rivayet nakletmiş üç kişi vardır: A'meş, Ziyad ve
Ebu'ı-Niye.
A'meş'in adı Süleyman b.
Mihran'dır, daha önce defalarca açıklandı.
Ziyad'ın künyesi olan
Ebu Cehme cim harfi fethalı ve he sakindir. Ebu'l-Niye'nin adı ise Nufey'dir.
Allah en iyi bilendir.
(438) "Allah'a
büyük bir iftirada bulunmuş olur."
İftira, yalan demektir.
Kökünü teşkil eden "fe-re-ye" bir şeyi uydurup söylemek anlamındadır.
Çoğulu da "fira" diye gelir.
"Mesruk'tan: Yüce
Allah: ''Andolsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür." (Tekvir, 81/23)
demiyor mu?" sözü ile Aişe (radıyall&hu anh&)'nın: "Sen yüce
Allah'm ... gözler ona erişemez" (En'am, 6/103) buyruğunu ... "deki:
Göklerde ve yerde olanlardan gaybı Allah 'tan başka kimse bilmez." (Nemi,
27/65)"
Bütün bu ifadeler Aişe
ve Mesruk (r.a.um&)'nın Kur'an-ı Kerim'den bir ayeti delil gösteren bir
kimsenin: "Aziz ve Celil Allah şöyle buyuruyor" demesinin caiz
olduğuna dair açık ifadelerdir. Ancak böyle demeyi tabiinden meşhur bir zat
olan Mutarrif b. Abçlullah b. eş-Şihhir hoş karşılamamıştır. Çünkü İbn Ebu
Davud kendi senediyle ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Şüphesiz Allah
şöyle buyuruyor, demeyiniz. Bunun yerine muhakkak Allah şöyle buyurdu deyiniz,
demiştir. Mutarrif (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)'in kabul etmediği bu
söyleyiş aslında ashab-ı kiram'ın, tabiunun ve onlardan sonra gelen Müslüman
imamların uygulamalarına aykırıdır. Sahih ve tercih edilen her iki şeklin de
Aişe (radıyall&hu anh&)'nın ve ona çağdaş olanların da, ondan sonra
gelen selef ve halefin yaptıklarıdır. Ayrıca bunu kabul etmeyenin lehine bir
delil de bulunmamaktadır. Bunun caiz oluşunun nastan delillerinden bir kısmı
şunlardır: Aziz ve Celil Allah'ın: "Allah hak olanı söyler, doğru yola
ileten de odur." (Ahzab, 33/4) buyruğu ile Müslim'in sahihinde yer alan
Ebu Zerr (r.a.)'dan gelen şöyle dediğine dair rivayettir:
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Aziz ve Celil Allah buyuruyor ki:
"İyilikle gelene
bunun on misli vardır." (En'am, 160)" Allah en iyi bilendir.
Aişe (r.anha)'nın:
"Sen yüce Allah'ın: '~llah bir insanla ancak vahiy yolu ile konuşur"
(Şura,SI) buyruğuna gelince, asıl nüshaların çoğunluğunda başında
"vav" harfi bulunmamaktadır. Ancak Kur'an tilaveti halinde başında
"vav" harfi ile okunur ama rivayette ve delil göstermede bunun vav'
Sız olarak gelmesinin bir zararı yoktur. Çünkü buyruğu delil gösteren in
maksadı tilaveti olduğu gibi okumak değildir. Onun maksadı buyruktaki delilin
bulunduğu yeri göstermekten ibarettir. Bu hususta vav harfinin
zikredilmemesinin de bir etkisi yoktur. Hadis-i şerifte bunun çokça benzeri
vardır. Bunlardan birisi de "bunun üzerine yüce Allah: "Gündüzün iki
tarafında ... dosdoğru namaz kıl" (Hud, 11/114) buyruğunu ve "beni
zikretmek için namaz kıl" (Taha, 20/14) buyruğunu indirdi." Buhari ve
Müslim'in sahihlerinde her iki hadisin bütün rivayetlerinde buyruklar bu şekilde
(başlarında vav harfi olmaksızın) yer almıştır. Oysa her ikisinin de
tilavetinde "vav" harfi vardır, Allah en iyi bilendir.
Mesruk hakkında Ebu Said
es-Sem'anı,el-Ensab adlı eserinde şunları söylemektedir: Ona Mesruk
denilmesinin sebebi, küçükken bir kimsenin onu çalması sonra da bulunmuş
olmasıdır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Onu semadan inmiş ... gök ile yer arasını kapatmış
gördüm" ifadesi bu şekilde asıl yazmalarda: "Gök ile yer arası"
şeklindedir ve iki ifade de sahihtir.
(440) "Aişe
(r.anha)'ya ... sordum, söylediklerinden dolayı tüylerim diken diken oldu
dedi."
Aişe'nin Mesruk'a
verdiği cevabında "subhanallah" demesi böyle bir hususun
bilinmemesinden ötürü duyduğu hayreti ifade etmesi demektir. Bununla: Böyle bir
şeyi nasılolur da bilmezsin demek istemiş gibidir. "Subhanallah"ın
hayret ifadeetmek üzere kullanılması hadiste de, Arapların konuşmasında da
çokça görülen bir husustur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Subhanallah onunla
temizlen işte" ve: "Subhanallah Müslüman necis olmaz ki"
buyrukları ile ashab-ı kiramın: "Subhanallah ey Allah'ın Resulü"
sözleri buna örnektir. Nahiv bilginleri arasında "subhanallah"ın
hayret (taaccüb, şaşkınlık) bildiren lafızlardan olduğunu sözkonusu edenler
arasında Ebu Bekr es-Serrac ve başkaları da vardır. Aynı şekilde Araplar hayret
ve şaşkınlıklarını ifade etmek halinde ''la ilah e illailah" da söylerler.
Allah en iyi bilendir.
Aişe (r.anha)'nın:
"Tüylerim diken diken oldu" sözleri korku ve dehşetten saçlarım
dikleşti, demektir. Çünkü ben söylenmemesi gereken bir sözü işitmiş
bulunmaktayım.
İbnu'l-A\abi dedi ki:
Araplar bir şeyi kabul etmeyip, reddettiklerini anlatmak üzere: "Saçlarım
diken diken oldu", "derim ürperdi" ve "tiksindim"
derler. Nadr b. Şumeyl der ki: Tüylerin diken diken olması, derinin ürpermesi gibi
bir anlam ifade eder. Bunun aslı ise çekinmek ve toplanıp, bir araya gelmektir.
Çünkü korku ve dehşet halinde deri çekilir (büzüşür) ve bundan dolayı da tüyler
ayağa kalkar. Zembil'e (aynı kökten gelmek üzere) "el-kaffeh" adının
verilmesi de bundan dolayıdır. Çünkü zembil çubuklar bir araya getirilerek
örülür ve onun içine başka şeyler toplanıp, bir araya gelir. Allah en iyi
bilendir.
(441) Müslim
(rahimehullah)'ın: "Bize İbn Numeyr tahdis etti. .. Mesruk'tan"
sözlerinde geçen senetteki bütün bu raviler Kufelidir.
İbn Numeyr'in adı
Muhammed b. Abdullah b. Numeyr, Ebu Üsame'nin adı Hammad b. Üsame, Zekeriya'nin
babası ise Ebu Zaide'dir. Babası Ebu Zaide'nin adı da Halid b. Meymun'dur.
Halid b. Hubeyre olduğu da söylenmiştir. İbn Eşva'ın adı Said b. Amr b.
Eşva'dır.
"Aişe (r.anha)'ya
... dedim. O: O Cebrail (aleyhisselam)'dır dedi."
İmam Ebu'l-Hasan
el-Vahidi dedi ki: "Sarkmak" aşağıya doğru uzanmak demektir. Asıl
anlamı da budur. Sonraları yukarıdan )lakınlaşmak hakkında da kullanılmıştır.
Bu ise el-Ferra' nın görüşüdür.
en-Nazm adlı eserin
sahibi ise: Burada buyrukta takdim ve tehir vardır çünkü sonra sarkıp yaklaştı
anlamındadır. Zira sarkınak, yaklaşmanın sebebidir. İbnu'l-A'rabi dedi ki:
Sarkmak yükseklikten yakınlaşmak halinde kullanılır. el-Kelbi dedi ki: Yani
Cebrail, Muhammed' e yaklaştı ve ona yakınlaştı. Hasan ve Katade de şöyle
demişlerdir: Cebrail yerin en yüksek ufkunda doğrulduktan sonra yaklaşıp, Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yakınına indi. Yüce Allah'ın: "Böylece
iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı." (en-Necm, 53/9) buyruğuna
gelince. Buradaki "el-kaab: boy" yayın kabzası ile kirişinin
bağlandığı yer (yayın uçları) arasındaki mesafedir. Her bir yayın da iki ucu
olur. Bu kelime sözlükte aynı zamanda "kadar, miktar" anlamında da
gelir.
Müfessirlerin tamamına
göre ayetten maksat da budur. Yaydan maksat ise ok atımı için kullanılandır. Bu
da Arap yayıdır. Onların alışkanlıkları dolayısıyla özellikle zikredilmiştir.
Bir topluluğun kanaatine
göre ise yaydan kasıt koldur. Bu Abdullah b.
Mesud, Şakik b. Seleme,
Said b. Cubeyr ve Ebu İshak es-Sebü'nin görüşüdür. Bu manaya göre yay (kavs)
kendisiyle bir şeylerin ölçüldüğü kol uzunluğudur.
Aişe (r.anha), İbn
Abbas, Hasan, Katade ve başkaları da: İşte Cebrail ile Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) arasında bu kadar uzaklık vardı, demişlerdir.
Yüce Allah'ın:
"Hatta daha da yakın" buyruğunun anlamı: Ya da ondan daha yakındı,
demektir. Mukatil, hatta daha yakındı, diye açıklamıştır. Zeccac dedi ki: Yüce
Allah kullarına dildeki kullanımları ve anlayış miktarlarına göre hitap etmiş
olup: "Bu da sizin kendi takdir ve ölçülerinize göre daha yakındır"
demektir. Şüphesiz eşyanın hakikatini en iyi bilen yüce Allah'tır ama o bize
alışkın olduğumuz üslupla hitap etmiştir.
Ayetin anlamına gelince:
Cebrail (aleyhisselam) hilkatinin Muazzamlığı ve onun pek çok cüzünün
bulunmasına rağmen, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e işte bu kadar
yaklaşmıştır. Allah en iyi bilendir.
(442) "Ebu Zerr
(r.a.)'dan: ... Nurdur, onu nasıl görebilirim."
Diğer rivayette:
"Bir nur gördüm" sözlerine gelince:
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Nurdur, onu nasıl görebilirdim" buyruğunun
anlamı: Onun hicabı bir nurdur, onu nasıl görebilirdim, demektir. İmam Ebu
Abdullah el-Mazerı (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: "Onu" ifadesindeki
zamir şanı yüce Allah'a aittir. Yani nur benim onu görmeme engel oldu. Nitekim
nuriarın (ışıkların) gözleri kamaştırması ve gören ile arasına bir engel teşkil
ederek görme idrakini engellemesi bilinen bir adettir.
(443) Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bir nur gördüm" sözü şu demektir:
Ben sadece nur gördüm, başka bir şey de görmedim. (el-Mazeri devamla) dedi ki:
Bu "(O) nuranidir, nasılonu görebilirdim" diye rivayet edilmiştir. Bunun
da az önce verdiğimiz anlam çerçevesinde olma ihtimali vardır. Yani O
görülmesine engelolan nurun yaratıcısıdır. Bu durumda bu Allah'ın fiili
sıfatlarından olur.
Kadı İyaz (Allah'ın
rahmeti ona) dedi ki: Bize böyle bir rivayet gelmedi ve ben bunu asıl
nüshaların hiçbirinde de görmedim. Yüce Allah'ın zatının nur olması ise
imkansız bir şeydir; çünkü nur da cisim türündendir. Şam yüce Allah ise bundan
yüce ve münezzehtir. Bütün Müslüman imamların mezhebi (kanaati) budur.
Yüce Allah'ın:
"Allah göklerle yerin nurudur" (Nur,35) buyruğu ile hadis-i şerifte
şam yüce Allah'a "en-nur" adının verilmesi şeklindeki rivayetIere
gelince: Bu da onları nurlandıran ve o nuru yaratan anlamındadır. Göklerde ve
yerde bulunanlara hidayet veren anlamında olduğu söylendiği gibi, müminleri n
kalplerini nurlandıran olduğu, gözleri alacak, apaydınlık ve pek güzel
anlamında olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir.
"Allah uyumaz,
O'nun uyuması da gerekmez ... basarının değdiği bütün mahlukatını yakardı.
"
"Allah uyumaz,
O'nun uyuması da gerekmez. " buyruğu, Allah uyumaz ve uyumak O'nun
hakkında imkansızdır, demektir. Çünkü uyumak, aklın bastırıldığı bir kaybolma
halidir. Uyku halinde bir şey hissedilmez. Allah ise bundan münezzehtir, bu
haiO'nun hakkında imkansızdır ..
"O adalet
terazisini alçaltzr ve yükseltir." Buyruğu hakkında Kadı İyaz dedi ki:
Herev! dedi ki: İbn Kuteybe dedi ki: Kıst, terazi demektir. Ona kı st
denilmesi, kıst'ın adalet anlamında olması ve terazi ile adaletin gerçekleşmesi
dolayısıyladır. Bu ifadeden maksat ise, Yüce Alah'ın, teraziyi kulların
yükselen amelleriyle yükseltmesi, aşağıya inen rızıklarıyla da onu
alçaltmasıdır. Bu ise indirilmesi takdir edilenler hakkında temsili bir ifade
olup, terazinin tartmasına benzetilmiştir. Kıst: Terazi'den maksadın her
yaratılmışın muhtaç olduğu rızık demek olduğu, onu alçaltınasının kulu fakir ve
muhtaç duruma düşürmesi, yükseltmesinin de onu genişletmek demek olduğu da
söylenmiştir.
Resulullah {Sallallahu
aleyhi ve Selleml'in: "Gecenin am eli ona, gündüzün amelinden önce
yükseltilir ... " buyruğu ile, ikinci rivayetteki: "Gündüzün ameli
geceleyin ... " buyruklarına gelince birincisinin anlamı -Allah en iyi
bilendir- şudur: Geceleyin işlenen amel ona ondan sonra gelen gündüzün
amelinden önce yükseltilir. Gündüz vakti yapılan amel de ona ondan sonra gelen
gecenin amelinden önce yükseltilir.
İkinci rivayetin anlamı
da şudur: Gündüzün ameli ona kendisinden sonra gelen gecenin ilk vaktinde
yükseltilir, gecenin am eli de ona kendisinden sonra gelen gündüzün ilk vaktinde
yükseltilir. Çünkü Hafaza melekleri gece bittikten sonra gündüzün ilk vaktinde
gecenin amelini yükseltirler. Gündüzün amellerini de bitiminden sonra gecenin
ilk vaktinde yükseltirler. Allah en iyi bilendir.
"Onun hicabı nurdur
... " buyruğuna gelince: "yüzünün nurunun parıltıları (subuhat)"
kelimesi "subuha"nın çoğuludur. Kitabu'l-ayn sahibi (el-Halil b.
Ahmed) Herevı ve hadisi Şerh eden bütün lügat ve hadis alimleri şöyle
demektedir: Yüzünün parıltıları onun nuru, celali ve göz kamaştırıcı güzelliğidir.
Hicab'ın sözlükteki asıl anlamı engel ve perdedir. Hicabın gerçek manası
sınırları belli cisimler için sözkonusudur ama yüce Allah, cisim ve sınırdan
münezzehtir. Burada kastedilen ise onun görülmesinin engelidir. Bu engele nur
ya da nar (ateş) adının verilmesi ise her ikisinin ışık ve parıltıları
dolayısıyla adeten idrake engelolmalarıdır.
"Vech"den
maksat da zatın kendisidir.
"Basarının değdiği
bütün mahlukatı" buyruğundan maksada gelince:
Şanı yüce Allah'ın
basarı bütün kainatı kuşatır. İbaredeki "min: dan" ise kısım
bildirmek (tab'iz) için değil, cinsin beyanı içindir. İfadenin takdiri şudur:
Eğer onun görülmesinin engelini ortadan kaldıracak olursa -ki bu da nur ya da
nar denilen hicaptır- ve mahlukatına tecelli edecek olursa zatının celali bütün
mahlukatını yakar. Şanı yüce Allah en iyi bilendir.
"Bize Ebu Bekr b.
Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb tahdis edip dediler ki. ..
Ebu Bekr'in, A'meş'ten
rivayetinde: Bize tahdis etti, dememiştir." Bu rivayetin senedindeki bütün
raviler Kufelidir. Ebu Musa el-Eş'ari ise hem Basralı, hem Kufelidir.
Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe'nin adı Abdullah b. Muhammed b. İbrahim'dir.
Ebu Şeybe künyeli de
odur.
Ebu Kureyb'in adı
Muhammed b. el-Ala, Ebu Muaviye'nin adı Muhammed b. -noktalı hı ile- Hazim'dir.
A'meş'in adı Süleyman b.
Mihran, Ebu Musa'nın adı Abdullah b.
Kays'dır.
Bütün bunlara dair
açıklamalar daha önceden geçmişti. Ama aradan uzun bir fasıla geçtiğinden
ötürü, isimlerini iyice bellemeyen kimseler için yeniden bilgilerini tazelemek istedim.
Ebu Ubeyde de Abdullah
b. Mesud'un oğlu olup, adı Abdurrahman'dır. Bu isnadta, isnad ilmi
inceliklerinden iki incelik vardır. Bunlardan birisi hepsinin belirttiğim gibi
Kufeli olmalarıdır. İkincisi ise bu isnadta biri diğerinden rivayette bulunan
üç tane tabii bulunmasıdır. Bunlar da A'meş, Amr ve Ebu Ubeyde' dir.
"Ebu Bekr'in,
A'meş'ten rivayetinde, bize tahdis etti, dememiştir" ibaresi de Müslim
-Allah'ın rahmeti ona- (3114)'in ihtiyatı, veraı ve rivayeti oldukça sağlam
nakletmesinin bir ifadesidir. Çünkü o bu hadisi hem Ebu Kureyb, hem Ebu Bekir'
den rivayet etmiştir. Ebu Kureyb rivayetinde: "Bize Ebu Muaviye tahdis
edip dedi ki: Bize A'meş tahdis etti" derken, Ebu Bekr: "Bize Ebu
Muaviye, A'meş'ten tahdis etti" demiştir.
Her ikisinin hocaları
Ebu Muaviye'nin rivayetinin nasılolduğu hususundaki ibareleri farklılık
gösterdiği için, Müslim -Allah'ın rahmeti ona- bu farklılığı da açıklamıştır.
Böylelikle iki faydası
da ortaya çıkmış olmaktadır. Birincisi: "Bize tahdis etti" ibaresi
ilim adamlarının icmaı ile senedin muttasıl olduğunu ifade eder. "dan,
den" ifadesi ise daha önceki başlıklarda (mukaddime' deki fasıllarda) ve
başka yerlerde açıkladığımız gibi görüş ayrılığı vardır. Ancak çeşitli ilim
adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği sahih kanaat, bunun da ittisal ifade
ettiğidir. Bunu kullanan kişinin tedlis yapan bir ravi olması hali müstesnadır.
İşte Müslim bunu beyan etmiş olmaktadır.
İkincisi ise, şayet iki
ibareden birisini zikretmekle yetinmiş olsaydı bunda bir tutarsızlık olurdu.
Çünkü yalnızca "an: den, dan" ile rivayeti zikretseydi "bize
tahdis etti" ibaresinin güçlü anlatımını kaçırmış ve mana yoluyla rivayet
nakletmiş olurdu. Eğer "bize tahdis etti"yi zikretmekle yetinmiş
olsaydı, ikisinden birisinin rivayetine bir şeyeklemiş ve mana yoluyla rivayet
etmiş olurdu. Bütün bu hususlar ise sakınılması gereken hususlardandır. Allah
doğruyu en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
80- MÜMİNLERİN AHİREITE ŞANI YÜCE RABLERİNİ GÖRECEKLERİNİN İSPATI BABI