SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب ذكر
المسيح بن
مريم والمسيح
الدجال
75- MERYEM OĞLU MESİH VE
MESİH DECCAL'E DAİR ZİKREDİLENLER BABI
273- (169) حدثنا
يحيى بن يحيى
قال: قرأت على
مالك، عن نافع،
عن عبدالله بن
عمر؛ أن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم قال: "أراني
ليلة عند
الكعبة. فرأيت
رجلا آدم
كأحسن ما أنت
راء من أدم
الرجال. له
لمة كأحسن ما
أنت راء من اللمم.
قد رجلها فهي
تقطر ماء.
متكئا على
رجلين (أو على
عواتق رجلين)
يطوف بالبيت.
فسألت: من هذا؟
فقيل: هذا
المسيح بن
مريم. ثم إذا
أنا برجل جعد
قطط. أعور
العين اليمنى.
كأنها عنبة
طافية. فسألت:
من هذا؟ فقيل:
هذا المسيح
الدجال".
424- Bize Yahya b. Yahya
tahdis edip dedi ki: Malik'e, Nafi'den rivayetle şunu okudum: Abdullah b. Ömer'den rivayete göre Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Bir gece {rüyamda} kendimi Kabe'nin
yanında gördüm. Buğday tenli erkekler arasında senin gördüklerinin en güzeli
gibi buğday tenli bir erkek gördüm. Kulaklara kadar inmiş gördüğün saçların en
güzelini andıran kulaklarına kadar inen saçları olduğunu da gördüm. Bu
saçlarını taramıştı ve saçlarından da su damlıyordu. İki adama -yahut iki
adamın omuzlarına- dayanmış, Beyti tavaf ediyordu. Bu kim diye sordum. Bana:
Bu Meryem oğlu Mesih'tir
denildi. Sonra da birden saçları oldukça kıvırcık, sağ gözü kör bir adam ile
karşılaştım. O gözü dışarı fırlamış, patlak bir üzüm tanesi gibi idi. Bu
kimdir, diye sordum. Bu, Mesih Deccal'dir, denildi. "
Diğer tahric: Buhari,
5902, 6999; Tuhfetu'l-Eşraf, 8373
274 - (169) حدثنا
محمد بن إسحاق
المسيبي.
حدثنا أنس
(يعني ابن
عياض) عن موسى
(وهو ابن عقبة)
عن نافع قال:
قال عبدالله
بن عمر: ذكر
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يومان
بين ظهراني
الناس،
المسيح
الدجال. فقال
"إن الله تبارك
وتعالى ليس
بأعور. ألا أن
المسيح
الدجال أعور
عين اليمنى.
كأن عينه عنبة
طافية" قال: وقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "أراني الليلة
في المنام عند
الكعبة. فإذا
رجل آدم كأحسن
ما ترى من أدم
الرجال. تضرب
لمته بين منكبيه.
رجل الشعر.
يقطر رأسه
ماء. واضعا
يديه على منكبي
رجلين. وهو
بينهما يطوف
بالبيت. فقلت:
من هذا؟
فقالوا:
المسيح بن
مريم. ورأيت
وراءه رجلا
جعدا قططا.
أعور عين
اليمنى. كأشبه
من رأيت من
الناس بابن
قطن. واضعا
يديه على منكبي
رجلين. يطوف
بالبيت. فقلت:
من هذا؟ قالوا:
هذا المسيح
الدجال".
425- Bize Muhammed b. İshâk
el Müseyyeb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Enes yani İbni lyâd, Musa'dan —ki
İbni Ukbedir.—, o da Nafi'den rivayet etti demiş ki: Abdullah b. Ömer dedi ki: Bir gün Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) insanlar arasında Mesih Deccal'i sözkonusu ederek şöyle
buyurdu: "Muhakkak şanı yüce ve mübarek Allah'ın bir gözü kör değildir.
Şunu bilin ki Mesih Deccal'in ise sağ gözü kördür. Onun gözü adeta dışarı
fırlamış, patlak bir üzüm tanesini andırır. "
(İbn Ömer) dedi ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıca şöyle buyurdu: "Bu gece
rüyamda kendimi Kabe'nin yanında gördüm. Erkeklerde görebildiğin en güzel
buğday tenlisi gibi buğday tenli bir adam görüverdim. Onun saçları omuzlarına
kadar iniyordu. Saçları taranmış, başından da su damlıyordu. Ellerini iki
adamın omuzuna koymuştu. O da ikisi arasında olup Beyti tavaf ediyordu. Bu kim,
dedim. Bu, Meryem oğlu Mesih'tir, dediler. Onun arkasından da saçları oldukça
kıvırcık, sağ gözü kör bir adam gördüm. İnsanlar arasında en çok İbn Katan'a
benziyordu. O da ellerini iki adamın omuzlarına koymuş, Beyti tavaf ediyordu.
Bu kimdir dedim. Bu Mesih Deccal'dir, dediler. "
Diğer tahric: Buhari,
3439, 3440; Müslim, 7289; Tuhfetu'l-Eşraf, 8464
275- (169) حدثنا
ابن نمير.
حدثنا أبي.
حدثنا حنظلة
عن سالم، عن
ابن عمر؛ أن
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
قال:
"رأيت
عند الكعبة
رجلا آدم. سبط
الرأس. واضعا
يديه على
رجلين. يسكب
رأسه (أو يقطر
رأسه). فسألت:
من هذا؟
فقالوا: عيسى
بن مريم، أو
المسيح بن
مريم (لا ندري
أي ذلك قال)
ورأيت وراءه
رجلا أحمر. جعد
الرأس. أعور
العين اليمنى.
أشبه من رأيت
به ابن قطن.
فسألت: من
هذا؟
فقالوا:
المسيح
الدجال".
426- Bize İbnü Nümeyr rivayet
etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hanzale, Salim'den, o
da İbn-i
Ömer'den rivayete göre, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
(Rüyamda) Kabe'nin yanında buğday tenli, düz saçlı, ellerini iki adamın üzerine
koymuş, saçından su dökülen -yahut su damlayan- bir adam gördüm. Bu kim diye
sordum. Meryem oğlu İsa'dır yahut Meryem oğlu Mesih'tir -ravi bunlardan
hangisini söylediğini bilmiyor- dediler. Arkasından ise kırmızı tenli, kıvırcık
saçlı, sağ gözü kör, gördüklerim arasında en çok İbn Katan'ın kendisine
benzediği bir adam daha gördüm. Bu kimdir dedim. Bu Mesih Deccal'dir dediler.
"
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 6755
276- (170) حدثنا
قتيبة بن
سعيد. حدثنا
ليث عن عقيل،
عن الزهري، عن
أبي سلمة بن
عبدالرحمن،
عن جابر بن
عبدالله؛ أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال: "لما
كذبتني قريش.
قمت في الحجر
فجلا الله لي
بيت المقدس.
فطفقت أخبرهم
عن آياته وأنا
أنظر إليه".
427- Bize Kuteybetu'bnü
Said rivayet etti. (Dediki): Bize, Ukayli'den, o da Zühri'den, o da Ebu
Selemete'bni Abdurrahman'dan, o da Cabir b.
Abdullah'tan rivayete göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu: "Kureyş beni yalanlayınca Hicr'de ayakta durdum. Allah bana
Beytu'l-Makdis'i tecelli ettirdi, ben de onlara ona bakarak onun (belli başlı)
belirtilerini haber vermeye koyuldum. "
Diğer tahric: Buhari,
4710, 3886; Tirmizi, 3133; Tuhfetu'l-Eşraf, 3151
277 - (171) حدثني
حرملة بن
يحيى. حدثنا
ابن وهب. قال:
أخبرني يونس
بن يزيد عن
ابن شهاب، عن
سالم بن عبدالله
بن عمر بن
الخطاب، عن
أبيه؛ قال:
سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول
"بينما أنا
نائم رأيتني
أطوف بالكعبة.
فإذا رجل آدم
سبط الشعر.
بين رجلين.
ينطف رأسه ماء
(أو يهراق
رأسه ماء) قلت:
من هذا؟
قالوا: هذا
ابن مريم. ثم ذهبت
ألتفت فإذا
رجل أحمر.
جسيم. جعد
الرأس. أعور
العين. كأن عينه
عنبة طافية.
قلت: من هذا؟
قالوا:
الدجال. أقرب
الناس به شبها
ابن قطن".
428- Bana Harmele b. Vahya
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti dediki: Bana Yunus b.
Yezid, İbni Şihap'tan, o da Salim b. Abdullah b.
Ömer b. el-Hattab babasından şöyle dediğini nakletti: Rasülullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Uyuyorken rüyada kendimi
Kabe'yi tava! ederken gördüm. Ansızın esmer, düz saçlı, iki adam arasında
bulunan, saçından su damlayan -yahut başından su akan- bir adam gördüm. Bu kim,
dedim. Bu, Meryem'in oğludur dediler. Sonra yan tarafıma bakacak oldum, bu
sefer de kırmızı tenli, iri yarı -gözü dışarı fırlamış bir üzüm tanesini
andıran- bir gözü kör bir adam gördüm. Bu kim, dedim. Deccal'dir dediler.
İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi de İbnKatan'dır. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-fşraf, 7007
278- (172) وحدثني
زهير بن حرب.
حدثنا حجين بن
المثنى. حدثنا
عبدالعزيز
(وهو ابن أبي
سلمة) عن
عبدالله بن
الفضل، عن أبي
سلمة بن
عبدالرحمن،
عن أبي هريرة؛
قال :قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: "لقد
رأيتني في
الحجر. وقريش
تسألني عن
مسراي.
فسألتني عن
أشياء من بيت
المقدس لم
أثبتها. فكربت
كربة ما كربت
مثله قط. قال
فرفعه الله لي
أنظر إليه. ما
يسألوني عن
شيء إلا
أنبأتهم به.
وقد رأيتني في
جماعة من
الأنبياء.
فإذا موسى
قائم يصلي.
فإذا رجل ضرب
جعد كأنه من
رجال شنوءة.
وإذا عيسى بن
مريم عليه
السلام قائم
يصلي. أقرب
الناس به شبها
عروة بن مسعود
الثقفي. وإذا
إبراهيم عليه
السلام قائم
يصلي. أشبه
الناس به
صاحبكم (يعني
نفسه) فحانت
الصلاة
فأممتهم. فلما
فرغت من
الصلاة قال
قائل: يا محمد!
هذا مالك صاحب
النار فسلم
عليه. فالتفت إليه
فبدأني
بالسلام".
429- Bana Züheyr b. Harb'da
rivayet etti. (Dediki): Bize Huşeyn b. El Müsenna rivayet etti. Dediki): Bize
Abdülaziz — ki İbni Ebi Seleme'dir — Abdillah b. Fadl'dan, o da Ebî
Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da Ebu
Hureyre'den naklen rivayet etti, demiş ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu: "Kendimi Hicr'de Kureyş'te bana İsra'ya götürülmem
hakkında soru sormakta iken gördüm. Kureyşliler bana Beytu'l-Makdis'e ait iyice
bellememiş olduğum bazı şeyler hakkında soru sordular. Bundan dolayı öyle bir
sıkıntıya düştüm ki, kesinlikle onun gibi bir sıkıntıya düşmüş değildim. Sonra
yüce Allah onu benim için kaldırdı ve ben ona bakmaya başladım. Neyin hakkında
bana sordularsa ben de kesinlikle onlara onu bildirdim. Yine kendimi nebilerden
bir cemaat arasında gördüm. Baktım ki Musa ayakta namaz kılıyor. Onun Şenue
adamlarından birisi imiş gibi uzun boylu, etine dolgun bir adam olduğunu
gördüm. Meryem oğlu İsa (aleyhisselam)'ı da ayakta namaz kılarken gördüm.
İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi Urve b. Mesud es-Sekafi'dir. İbrahim
(aleyhisselam)'ın da ayakta namaz kıldığını gördüm. İnsanlar arasında ona en
çok benzeyen kişi -kendisini kastederek- arkadaşınızdır. Sonra namaz vakti
girdi, ben de onlara imam oldum. Namazı bitirince birisi: Ey Muhammed işte bu
cehennem'in bekçisi Malik'tir, ona selam ver dedi. Ben ona (selam vermek için)
yönelmişken, ilk olarak bana selam verdi. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14965
AÇIKLAMA: (409 – 429 İÇİNDİR) : Bu uzun bir bablır. Ben de yüce Allah'ın
izniyle bu babın maksatları arasında yer alan lafızları ve anlamları muhtasar
olarak sırasıyla sözkonusu edeceğim.
Özetle İsra ve Mi'rac :
Kadı İyaz (rahimehullah)
İsra hakkında güzel ve nefis ifadelerle bir özet verip, şöyle demiştir:
İnsanlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemj'in İsra'ya götürülmesi
hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bütün bu halin rüyada olduğu söylenmiştir. Fakat
insanların çoğunluğunun, selefin büyük bir çoğunluğu ile fakih, muhaddis ve
kelamcıların kabul ettikleri hak görüş, İsra'nın cesedi ile de
gerçekleştiğidir. Bu husustaki rivayetler de -onları mutalaa edip araştıran
kimse için- böyle olduğunun delilidir. Bu rivayetlerin zahiren anlaşılan anlamları
da herhangi bir delil bulunmadan bırakılarak başka bir kanaate yönelmek doğru
değildir. Bunların zahir anlamlarına göre kabul edilmeleri imkansız
olmadığından tevile de ihtiyaç yoktur.
İsra'nın Zamanı
Bu kitapta yer alan
Şerik'in rivayet ettiği (412) hadiste ilim adamlarının kabul etmedikleri
birtakım yanılmaları da yer almış bulunmaktadır. Müslim de bu hususa:
"Bazı ifadeleri takdim ve tehir ettiği gibi, bazı fazlalıklar ve
eksiklikler de rivayet etmiştir" diye dikkat çekmiş bulunmaktadır. Bu
kabul edilmeyen ifadelerinden birisi de: "Bu hadise, ona vahiy gelmezden
önce olmuştu" sözleridir. Bu, asla uygun görülmeyen bir yanlışıdır. Çünkü
İsra hadisesinin meydana geldiği zaman ile ilgili olarak bildirilen en erken
zaman Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in peygamber olarak gönderilmesinden
on beş ay sonra gerçekleştiği şeklindedir. el-Harbi ise bu hicretten bir sene
önce rebiu'l-ahir ayının 27. gecesinde gerçekleşmiştir demektedir. ez-Zührı ise
isra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden
beş yıl sonra olmuştur demiştir. İbn İshak da şöyle demektedir: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) isra'ya götürüldüğünde İslam Mekke' de ve
kabileler arasında yayılmıştı. Bu görüşler arasında doğruya en yakın görüş
ez-Zührı ve İbn İshak'ın görüşleridir. Çünkü-ilim adamları Hatice (r.anha)'nın
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte kendisine namazın farz
kılınışından sonra namaz kıldığı hususunda ihtilaf etmedikleri gibi, hicretten
bir süre önce -üç sene ve beş sene önce de söylenmiştir- vefat ettiği hususunda
da görüş ayrılığı yoktur. (Şerik'in rivayetindeki hatayı ortaya koyan) bir
diğer husus da şudur: İlim adamlan namazın İsra gecesi farz kılındığı üzerinde
icma etmişlerdir. O halde ona vahiy gelmeden önce İsra nasıl gerçekleşmiş
olabilir?
Yine Şerik'in
rivayetinde "o uyuyorken" ibaresi ile diğer rivayette (415):
"Ben Beytin yakınında uyku ile uyanıkhk arasında iken" ibareleri
İsra'yı uykuda görülen bir rüya kabul eden kimseler delil gösterebilirler.
Fakat bunda delilolacak bir taraf yoktur. Çünkü sözü edilen bu hal, meleğin
yanına ilk vardığı sırada meydana gelmiş olabilir. Hadiste anlatılan olayın
tamamında onun uykuda olduğuna delil olacak bir taraf yoktur. Kadı
(rahimehullah)'ın açıklamaları bunlardır.
Şerik'in rivayeti ile
ilgili olarak söylediği bu sözler ile ilim ehlinin buna karşı çıktıklarını
başkaları da ifade etmiştir. Buhari (rahimehullah) da Şerik'in Enes'ten diye
nakledilen bu rivayetini Sahihinin Kitabu't-Tevhid adındaki bölümünde kaydetmiş
ve hadisi uzun uzadıya zikretmiştir. Hafız Abdulhak (rahimehullah) da
"el-Cem Beyne's-Sahihayn" adlı eserinde bu rivayeti zikrettikten
sonra şunları söylemektedir: Şerik b. Ebu Nemir'in Enes'ten naklettiği bir
rivayet olarak bu laflZ ile bu hadiste Şerik meçhulolan bir fazlalık eklemiş ve
bu hadisin rivayetinde bilinmeyen laflZlar zikretmiştir. İsra hadisini İbn
Şihab, Sabit el-Bunani ve Katade gibi meşhur imamlar ile son derece sağlam
rivayet nakleden hafızlardan bir topluluk -yani Enes'ten- rivayet etmişler ve
onların hiçbirisi Şerik'in söylediklerini söylememişlerdir. Şerik ise hadis
alimleri nezdinde haflZ birisi değildir. (Hafız Abdulhak devamla) dedi ki:
Bundan önce geçmiş olan hadisler bu hususta asıl dayanak alınacak hadislerdir.
-Hafız Abdulhak (rahimehullah)'ın sözleri bunlardır.-
Müslim'in (409):
"Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti ... Enes (r.a.)'ın rivayetine
göre" Bu isnattaki ravilerin tamamı Basralıdır. "Fermh" ismi
Arapça olmayıp, munsarıf değildir. Daha önce defalarca açıklanmıştı.
"el-Bunani" ise bilinen bir kabile olan "Bunane"ye
nispettir.
Burak
(Aynı hadiste)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana Burak getirildi"
ifadesindeki "Burak" ile ilgili olarak dilbilginleri şöyle derler:
Burak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İsra gecesinde bindiği
bineğin adıdır. ez-Zebidi Muhtasaru'l-Ayn adlı eserinde ve et-Tahrir sahibi de
şöyle derler:
Burak nebilerin
-Allah'ın salat ve selamları onlara- bindikleri bir binektir. Bu iki dil
aliminin söyledikleri "Burak, bütün nebilerin bindikleri binektir"
iddiasının sahih bir nakle ihtiyacı vardır. İbn Bureyd der ki: -İnşallah- berk
(şimşek)den türemiştir. Bununla hızlı olduğundan dolayı bu kökten geldiğini
kastediyor. Ona bu ismin son derece berrak, parıl parıl parlaması ve
parıldayışı dolayısıyla verildiği de söylenmiştir. Beyaz olduğundan dolayı ona
bu isim verilmiştir de denilmektedir.
Kadı İyaz der ki: Ona
iki renkli olduğu için bu ismin verilmiş olduğu ihtimali de vardır. Çünkü eğer
bir koyunun beyaz yünleri arasında siyah bazı teller bulunuyorsa ona
"şatun berka" denilir. Hadiste de beyaz olmakla nitelendirilmiştir.
Onun da berka diye nitelenen koyun türlerinden olması mümkündür, bu gibi
koyunlar da zaten beyaz koyunlar arasında sayılır. Allah en iyi bilendir.
Beytu'l-Makdis
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Ben de ona bindim ... Halkaya bağladım"
ibaresinde geçen "Beytu'l-Makdis" isminin ikisi de son derece meşhur
iki söyleyişi vardır. Bunlardan birincisi fethalı mim ve sakin kaf, kesreli ve
şeddesiz dal ile (el-makdis) şeklindedir, diğeri ise ötreli mim, fethalı kaf ve
şeddeli dal (el-mukaddes) şeklindedir.
el-Vahidi dedi ki: Dal
harfini şeddeli okuyanlara göre "tertemiz edilmiş" anlamında olur.
Şeddesiz okuyanların okuyuşu ile ilgili olarak da Ebu Ali elFarisi şunları
söylemektedir: Bu durumda laflZ ya mastar yahut mekan ismi olur. Eğer mastar
olursa yüce Allah'ın: "Dönüşünüz onadır" (En'am, 60) ve benzeri diğer
mastarlar gibi bir anlam taşır. Şayet mekan ismi olursa o takdirde temizliğin
kendisinde bulunduğu yerin evi demek olur. Yahut temizlik mekanının evi demek
olur. Onun tertemiz edilmesi ise putların içinde bulunmaması ve putlardan uzak
tutulmasıdır.
ez-Zeccac dedi ki:
el-Beytu'l-Mukaddes tertemiz edilmiş ev demektir. Beytu'l-Makdis ise içinde
günahlardan temizlenilen yer anlamındadır. Ona İ1ya da denilir. Allah en iyi
bilendir.
"Halka"
kelimesi lam harfi fethalı olarak da okunur. Yunus'un Ebu Amr b. el-Ala'dan
nakletliğine göre fethalı olarak "halaka"nın çoğulu hilak ve halakat
olarak gelir. "Halka" şeklinde lam harfinin sakin okunması halinde
çoğulu halak ve hilak olarak gelir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Selleml'in: "Bağladıkları halka" ifadesi asıl yazmalarda bu
şekilde zam ir müzekker olarak kullanılmıştır. Bu da halkanın ihtiva ettiği
anlama ait bir zamir olur ki o da "şey" dir. et-Tahrir sahibi der ki:
Maksat Beytu'l-Makdis mescidinin kapısının halkasıdır. Allah en iyi bilendir.
Burak'ın halkaya bu
şekilde bağlanmasından işlerde ihtiyatlı olanı seçmek, sebeplerle amel etmek,
yüce Allah'a güvenip dayanmanın tam olması şartıyla bunun tevekkülü olumsuz
olarak etkilemeyeceği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Fıtrata Uygun Seçim
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Selleml'in: "Cebrail bana içinde şarap bulunan bir kap ile süt
bulunan bir kap getirdi. .. " Burada ifadeler muhtasar olarak geçmektedir.
Anlatılmak istenen şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemı'e: İki
kaptan dilediğini seç, denildi. -Nitekim bu, bundan sonra bu babta Ebu
Hureyre'nin rivayetinde açıkça ifade idilmiştir.- Allah Resulüne süt bulunan
kabı seçmesi ilham edildi.
"Fıtratı
seçtin" cevabında yer alan fıtratı
İslam ve istikamet diye açıklamışlardır. Manası -Allah en iyi bilendir- sen
İslam'ın ve istikametin alameti olanı seçmiş oldun, şeklindedir. Sütü n buna
alamet kılınması ise içenler için içimi kolay, hoş, temiz ve boğazdan
kolaylıkla geçen ve afiyet olan bir içecek olmasından dolayıdır. Şarap ise
kötülüklerin anasıdır, hem derhal, hem gelecekte türlü türlü kötülükleri
arkasından getirir.
Semalara Yolculuk
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Selleml'in: "Sonra bizi semaya çıkardı. .. Ona (gelmesi için
davet) gönderildi mi, denildi. O: Evet, ona (davet) gönderildi, dedi."
(Mi'rac ile aynı kökten
gelen) arece: Çıktı, yükseldi demektir. Kim o, sorusuna Cebrail, diye cevap
vermesinden, kapıyı çalmak ve benzeri bir yolla içeri girmek isteyen kişinin
uyması gereken ed ep gösterilmektedir. Buna göre kimsin (kim o) denilen kişinin
eğer adı -mesela- Zeyd ise Zeyd demesi gerekir, ben dememelidir; çünkü hadiste
bu durumdaki kişinin ben demesi yasaklanmıştır. Çünkü böyle bir cevabın bir
anlamı yoktur. Semadaki kapı görevlisinin: "Ona gönderildi mi"
sorusundan maksadı İsra için ve semavata yükselmek için ona (davet) gönderildi
mi diye sormaktır. Yoksa bununla peygamber olarak gönderildi mi, ona risalet
verildi mi sorusunu yöneltmek değildir. Çünkü böyle bir hal o zamana kadar onun
için bilinmedik bir durum olamaz. Doğrusu budur. Allah en iyi bilendir.
Hattabi, Buhari Şerhinde
ve onun dışında ilim adamlarından önemli bir topluluk bunun dışında bir
açıklama zikretmemişlerdir. Bununla birlikte Kadı bu hususta bir görüş
ayrılığını sözkonusu etmiş yahut bir görüş ayrılığı olduğuna peygamber olarak
gönderilip, gönderilmediğine yahut sözünü ettiğim husus ile ilgili olarak soru
sormuş olduğuna işarette bulunmuştur.
Kadı dedi ki: Buradan
anlaşıldığına göre semanın gerçek manada pek çok kapısı ve bu kapılarla görevli
bekçileri bulunmaktadır. Ayrıca hadisten içeri girmek isteyen kimsenin izin
istemesi gereği de anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
"Adem
(aleyhisselam) ile karşılaştım. Bana hoş geldin, dedi, bana hayır dua
etti." Sonra ikinci semada: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım. Bana
hoş geldin, dediler ve dua ettiler." Sonra da diğer nebiler -Allah'ın
salat ve selamı onlara- buna yakın ifadeler zikretti.
Buna göre:
1- Fazilet sahibi
kimseleri güler yüzle hoş geldin diyerek ve güzel sözlerle karşılamalı, dua
eden kişiden daha faziletli olsalar dahi onlara dua etmelidir.
2- Bir kimseyi yüzüne
karşı -kendisini beğenip, böbürlenmeyeceğinden ve diğer fitne sebeplerinden
emin olması şartıyla- övmek caizdir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım" ibaresiyle
ilgili olarak el-Ezheri şöyle der: İbnu's-Sikkit dedi ki: Bu ikisi amca
çocuklarıdır denilir ama bu ikisi dayı çocuklarıdır denilmez. Bu ikisi teyze
çocuklarıdır denilir fakat bunlar hala çocuklarıdır denilmez.
"İbrahim ile
-sırtını el-Beytu'l-Ma'mur'a dayamış olduğu halde- karşılaştım. " Kadı
İyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu kıbleye yaslanmanın ve sırtını kıbleye dönmenin
caiz olduğuna delil gösterilir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Sonra beni es-Sidretu'l-Münteha'ya kadar
götürdü." Asıl nüshalarda bu şekilde elif lam'lı olarak
"essidre" şeklindedir. Bundan sonra gelecek rivayetlerde ise (elif
lam'sız olarak) "sidretu'l-münteha" şeklindedir. İbn Abbas,
müfessirler ve başkaları şöyle der: Ona sidretu'l-münteha deniliş sebebi
meleklerin ilminin oraya kadar varıp, orada son bulmasıdır. Onu Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Selleml'den başka hiçbir kimse aşıp ileriye gitmiş
değildir. Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan nakledildiğine göre buna bu ismin
veriliş sebebi yüce Allah'ın emri olarak yukarısından inenlerin de, aşağısından
yükselenlerin de son olarak oraya varmalarından dolayıdır.
"Meyvelerinin
testiler gibi olduğunu gördüm." el-Kilal "kulle"nin çoğuludur.
Bu da iki ya da daha fazla kırba su alan büyük testiye denilir. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Rabbimin yanına döndüm" yani ilk
olarak onun ile konuştuğum yere döndüm ve orada onunla ikinci defa konuştum,
demektir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Şam yüce ve mübarek Rabbim ile Musa (aleyhisselam)
arasında gidip gelmeye devam ettim" ifadesi de yüce Rabbim ile konuştuğum
yer arasında gidip geldim, demektir. Allah en iyi bilendir.
Bu hadisten sonra (bazı
nüshalarda yer alan): "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki: Bize Ebu'l-Abbas
el-Masercisi tahdis etti" dedikten sonra "bize Şeyban b. Ferruh
tahdis etti, bize Hammad b. Seleme tahdis etti" deyip, bu hadisi
nakletmesine gelince, burada adı geçen Ebu Ahmed el-Culudi nispetli olup,
kitabı İbn Süfyan'dan, o Müslim'den diye rivayet eden kişidir. Bu hadisi bir
ravi farkıyla ali isnat ile rivayet etmiştir. Çünkü bunu önce İbn Süfyan'dan, o
Müslim'den, o Şeyban b. Ferruh'tan diye rivayet ettikten sonra
el-Masercisi'den, o Şeyban'dan diye rivayet etmektedir. el- Masercisl'nin adı
Ahmed b. Muhammed b. el-Huseyn en-Neysaburi'dir.
Masercisi nispetinde sin
harfi fethalı, ra sakin, cim kesrelidir. Dedesi Masercis'e mensuptur. Buradaki
ek bilgi "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki" ibaresinden itibaren olan kısımdır.
Bu kısım ise bazı asıl nüshalarda haşiyede kaydedilirken, çoğunluğunda kitabın
kendisinde yer almaktadır. Her ikisinin de açıklanabilir tarafı vardır. Bu
ibareyi haşiyede yazan kimselerin bu yaptığı açıkça anlaşılan ve tercih
edilendir. Çünkü bu ibare Müslim'in sözü değildir, kitabından da değildir. Bu
sebeple kitabın içerisine girmez ama bu ek bir bilgidir. Dolayısıyla bunun haşiyede
yazılması gerekir. Bunu kitabın kapsamına sokanların ise kitabın Abdulgafir
el-Farisi'den, onun hocası el-Culudl'den nakletmiş olması dolayısıyladır. Bu
fazlalık da Şeyh el-CuIudi'nin sözüdür. Bundan dolayı Abdulgafir bunu
el-Culudl' den almış olduğu rivayetlerin arasında yer aldığından ötürü kitabın
içerisine koyarak nakletmiş bulunmaktadır. Üstelik bunda herhangi bir
karışıklık ve Müslim'in aslından olduğuna dair bir vehim uyandıran bir taraf da
yoktur. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) 'in Göğsünün Yarılması Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
(410): "Göğsüm açıldı sonra Zemzem suyu ile yıkandı sonra indirildim.
" Şerh, bundan sonraki rivayette belirtileceği gibi yarmak demektir.
"Sonra indirildim" kelimesini bu şekilde birinci tekil şahıs olarak
zaptetmiş bulunuyoruz. Bütün asıllarda ve nüshalarda da böyle olduğu gibi Kadı
lyaz (rahimehullah) bütün rivayetlerden de böyle nakletmiştir. Anlamı kapalı ve
ihtilaflıdır. Kadı dedi ki: el-Vakşi bu ravilerin bir yanılmasıdır denilmiştir.
Doğrusu terk edildim olup, tashife uğramıştır. Kadı lyaz dedi ki: Ben bunu İbn
Serrac'a sordum, şöyle dedi: İndirildim sözlükte bırakıldım demektir ve bu
doğrudur, bunda bir tashif yoktur. Kadı dedi ki:
Sonra bunun indirildim
ile ilgili bilinen anlam ile de doğru olduğunu anladım. Çünkü yukarı
kaldırıldım demenin zıttıdır. O şöyle demiştir: Beni Zemzeme götürdüler, sonra
indirildim; yani sonra ben kaldırılıp, taşındığım yere geri getirildim
demektir.
(Kadı devamla) dedi ki:
Ben bunu araştırmaya devam ettim. Sonra da Hafız Ebu Bekr el-Burkani'nin
rivayetinde bu husustaki apaçık şekli tespit ettim. O da bunun bir hadisin bir
bölümü olduğudur. Tamamı ise şudur:
"Sonra içi hikmet
ve iman ile dolu altından bir leğenin üzerine indirildim." Kadı İyaz
(rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. el-Burkani'nin rivayetinin
gereği olarak "indirildim" anlamındaki fiilin lam harfi fethalı ve te
harfi sakin okunmalıdır (anlamı indirildi olur). Nitekim biz bunu el-Humeydi
el-Cem Beyne's-Sahihayn adlı eserinde böylece harekelemiş bulunuyoruz.
el-Humeydi de el-Burkani'nin rivayetinden sözkonusu edilen bu fazlalığı
nakledip, şunları söylemektedir: Bunu el-Burkani, Müslim'in senediyle rivayet
etmiştir. el-Humeydi de böylelikle Müslim'in rivayetinin eksik olduğuna ve
el-Burkani'nin naklettiği fazlalıkla bunun tamamlandığına işaret etmiş
olmaktadır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in (411): "Sonra onu altından bir leğen içinde Zemzem
suyu ile yıkadı, sonra da onu bir araya getirdi." Leğen bilinen bir kap
adıdır. Onu bir araya getirdi, bir bölümünü diğerinin yanına getirip ona kattı,
demektir.
Hadisin bu ifadelerinde
bizim için altın kapları kullanmanın caiz olduğu izlenimini verecek bir taraf
yoktur. Çünkü bu, meleklerin yaptıkları bir iş ve kullandıkları bir şeydir.
Onların hükümlerinin bizim hükmümüzle aynı olması gerekmez. Diğer taraftan bu
iş Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in altın ve gümüş kapları kullanmayı
haram kılmasından önce olmuştu.
Hadisteki
"zı'r" sütanne demek olmakla birlikte sütannenin kocasına da aynı
isim verilir.
"Rengi solmuş
olarak onunla karşılaştılar." Onu gördüklerinde rengi değişmişti.
el-Cevheri burada keder yahut korkudan dolayı değişmesi anlamındadır, diye
açıklamıştır.
"Göğsünde iğnenin
izini görüyordum." Bu ifadelerde erkeğin başka bir erkeğin göğsüne
bakmasının caiz olduğuna delil vardır. Bunun caiz oluşunda görüş ayrılığı
yoktur. Aynı şekilde göbeğinin yukarısı ve dizkapağının altına da bakması-
-şehvet ile bakması hali dışında- caizdir; çünkü kocanın zevcesine ve
cariyesine ve onların da ona bakması dışında bütün Ademoğullarına şehvetle
bakmak haramdır. Ancak kendisine bakılan kişi tüysüz ve güzel yüzlü birisi ise
şehvetli olsun olmasın onun yüzüne ve sair bedenine bakmak haramdır. Alışveriş,
tedavi, öğretmek ve buna benzer bir ihtiyaç, dolayısıyla olması hali
müstesnadır. Allah en iyi bilendir.
Müslim'in (412):
"Bize Harun el-Eyli tahdis etti" ile (413) "bana Harmele
et-Tudbi tahdis etti" isimleri ile ilgili okuyuşun nasılolacağı defalarca
geçmiş ve "el-Eyli" nispetinin ye ile "et-Tudbi" nispetinin
de te harfi ötreli ve fethalı okunabileceğini belirtmiş, bunun aslını ve
harflerinin harekelerini mukaddimede tespit etmiş idik.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in (413): "Hikmet ve iman ile dolu altından bir leğen
getirdi ve onu göğsüme boşalttı." Leğen kelimesi müennestir.
"Dolu" anlamındaki lafzın müzekker olarak gelmesi ise müzekker olan
anlamına binaendir. İhtiva ettiği anlam ise leğenin bir kap olmasıdır.
"Onu boşalttı" zamiri ise lafzına göre müennes olarak gelmiştir. İman
kitabının baştaraflarında iman ile ilgili açıklamalar geçtiği gibi,
"hikmet Yemenlidir" hadisinde de hikmete dair açıklamalar geçmişti.
"Onu boşalttı"
ibaresindeki zamir açıkladığımız gibi leğene aittir. Ama et-Tahrir sahibi o
zamirin hikmete ait olduğuna dair bir görüş de nakletmektedir. Böyle bir
görüşün her ne kadar açıklanabilir bir tarafı varsa da daha güçlü olan bizim
yaptığımız açıklamadır. Çünkü zamirin leğene ait olması halinde imanın ve hikmetin
(göğsüne) boşaltıldığına dair açık bir ifade olur. Ama onun açıklamasına göre
imanın boşaltılması sözkonusu edilmemiş olur. Allah en iyi bilendir.
İman ve hikmetin bir
kapta konulup, boşaltılmalarına gelince -bunlar manevi şeyler olup, sözü edilen
vasıflar da cisimlere ait oldukları halde- anlamı -Allah-u alem- şudur: O
leğende kendisiyle imanın ve hikmetin kemali ve artışının gerçekleşeceği bir
şey vardı. İkisinin bu haline sebep olduğu için ona iman ve hikmet denilmiş
oldu. Bu da en güzel mecazi ifadelerden birisidir. Allah en iyi bilendir.
Adem (aleyhissehim) ve
Çocukları
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Sağ tarafında siyah kararlılar bulunan bir adam
gördüm. " buyruğundaki siyah karartılar, soyundan gelecek evlatlarının
ruhları olarak açıklanmıştır. Dilciler "sevad: siyahlık"ın kişi,
şahıs demektir, diye açıklamışlardır. Topluluklar, cemaatler demek olduğu da
söylenmiştir.
"Nesem: ruh,
can" ile ilgili olarak Hattabi ve başkaları şöyle demişlerdir:
Bu insanın nefsidir,
maksat Ademoğullarının ruhlarıdır.
Kadı İyaz (rahimehullah)
bu hadis hakkında şöyle diyor: O (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Adem
(aleyhisselam)'ı ve cennet cehennem ehlinden olan çocuklarının ruhlarını buldu.
Halbuki kafirlerin ruhlarının Sicdn'de olup bunun yedinci arzda, onun da
altında olduğu, bir zindanda olduğu belirtildiği gibi, müminlerin ruhlarının da
cennet içinde nimetlendikleri belirtilmiştir. Adem (A.S.)'a zaman zaman
ruhların ona arz edilmesi ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanından
geçtiği sırada o ruhların ona arz edildiği zamana denk gelmiş olması ihtimali
olduğu gibi, ruhlarının cehennemde ve cennette olmasının da bazı vakitlerde
böyle olup, bazı vakitlerde böyle olmama ihtimali de vardır. Yüce Allah'ın:
''Ateştir o, sabah akşam ona arz olunurlar" (Mu'min, 46) buyruğu buna
delil olduğu gibi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in müminin cennetteki
yerinin kendisine arz edildiğine dair buyruğu ve yeri arz edilirken: Allah seni
oraya diriltip gönderinceye kadar senin konaklayacağın yer burasıdır denilmesi
buna delildir. Bir diğer ihtimale göre de cennetin Adem (aleyhisselam)'ın sağ
tarafında, cehennemin de sol tarafında olmasıdır. Her ikisi Allah'ın dilediği
yerdedirier. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Sağına doğru bakınca güler, soluna doğru baktığı
zaman da ağlardı" ifadesinden babanın çocuğuna şefkati, çocuğunun
durumunun güzelolması ile sevindiği, halinin kötü olmasından ötürü de üzülüp
ağladığı anlaşılmaktadır.
Bazı Peygamberlerin
Semadaki Makamları ve Mirac'da Rasulullah'a Hitapları
Aynı rivayette
"İbrahim (aleyhisselam)'ı da altıncı semada buldu" ifadesine gelince;
diğer rivayette ise yedinci semada olduğu geçmişti. Eğer İsra iki defa olmuşsa
bunun anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Her birisinde onu bir semada bulmuş ve
bunlardan biri onun asıl kaldığı yer iken diğeri ise onun yurt edindiği yeri
değildir, demektir. Şayet İsra bir defa gerçekleşmiş ise, onu altıncı semada
bulduktan sonra İbrahim (aleyhisselam)'ın yedinci semaya da yükselmiş olması ihtimali
vardır. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in İdris (aleyhisselam) hakkında: "Salih nebiye ve salih
kardeşe merhaba" dediğini söylemesine gelince, Kadı İyaz (rahimehullah)
dedi ki: Buradaki bu ifadeler nesep ve tarih bilginlerinin İdris'in Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atalarından olduğunu ve onun Nuh
(aleyhisselam)'ın büyük dedesi olduğunu, Nuh'un Lamek b. Müteveşlih b. Hanuh
olduğuna dair bilgilerine aykırıdır. HanCıh ise onlara göre İdris b. Yered b.
Mehlayll b. Kaynan b. Enuş b. Şit b. Adem (aleyhisseıam)'dır. Bu isimlerin
sayımında olsun, zikrettiğimiz şekilde sıralamasında olsun aralarında bir görüş
ayrılığı yokn,.ır. Ancak onlar bazı isimleri n zaptında ve telaffuz şeklinde
ihtilaf etmişlerdir.
Burada babalarından olan
İbrahim ve Adem'in cevabı ise: Salih evlada merhaba şeklinde iken, İdris'in
cevabı Salih kardeşe merhaba şeklinde olmuştur. Tıpkı Musa, İsa, Harun, Yusuf
ve Yahya'nın dedikleri gibi. Bunlar da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in babaları değildir. -Allah'ın salat ve selamları hepsine- İdris
hakkında onun İlyas olduğu da söylenmiştir. İlyas ise Nuh'un dedesi değildir;
çünkü İlyas, İbrahim (aleyhisselam)'ın soyundandır ve o Resul olarak
gönderilmişlerdendir. İlk Resul ise şefaat hadisinde geçtiği üzere Nuh
(aleyhisselam)' dır. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın ifadeleri bunlardır.
Bununla birlikte bu
hadiste İdris (aleyhisselam)'ın Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in babalarından birisi olmasının önünde bir engel yoktur. Çünkü ona
salih kardeş diye hitap etmesini kibarlık ve edep olmak üzere söylemiş olması
ihtimali vardır; çünkü o her ne kadar onun evladı ise de aynı zamanda
kardeşidir de çünkü nebiler de, müminler de kardeştir. Allah en iyi bilendir.
(414) "İbn Abbas ve
Ebu Habbe el-Ensari dedi ki. .. " Ebu Habbe ha ve be olup, bunu burada
böylece tespit ettik. Bunun okunuşu ve adının ne olduğu hususunda görüş
ayrılığı vardır. Çoğunluğun kabul ettiği daha sahih olan "Habbe"
şeklinde belirttiğimiz gibi be ile olduğudur, ye ile "Hayye" olduğu
söylendiği gibi, nun ile "Hanne" olduğu da söylenmiştir. Bu da
Vakidi'nin görüşüdür. İbn Şihab, ez-Zühri'den de bu kanaat rivayet edilmiştir.
Ebu Habbe'nin adı
hakkında da ihtilaf edilmiştir. Amir'dir denildiği gibi Malik ve Sabit olduğu
da söylenmiştir. İttifakları ile Bedir'e katılmıştır, Uhud günü şehit olmuştur.
İmam Ebu'l-Hasan İbnu'l-Esir el-Cezeri (rah:.nehullah) künyesi ile ilgili üç
görüşü ve ismi ile ilgili farklı kanaatleri Marifetu' s-Sahabe (r.a.um) adlı
eserinde zikretmiş ve bunları oldukça doyurucu bir şekilde açıklamış
bulunmaktadır. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in Yükseldiği Yer
Resulullah (s.a.v.)'in:
"Nihayet kalemlerin gıcırtılarını duyduğum bir yüksekliğe kadar çıktım.
"
"Yükseklik:
Musteva" ile ilgili olarak Hattabı: Bundan kasıt çıkılan, yükselinen
yerdir. Düz yer diye de açıklanmıştır. Kalemlerin sesi (gıcırtısı) yazarken
Çıkardıkları ses demektir. el-Hattabi dedi ki: Bu meleklerin yüce Allah'ın
hükmü ve vahyi olarak yazdıklarından ve Levh-i Mahfuz'dan istinsah ederek
yazdıklan yahut yüce Allah'ın bu türden yazılıp, emir ve tedbirinden murad
ettiğinin yükseltilmesini dilediği şeyleri yazarken (kalemlerinin) çıkardıklan
seslerdir.
Levh-i Mahffiz ve Onda
Yazılı Olanlar
Kadı lyaz dedi ki: Bu
buyrukta ehl-i sünnetin bu husustaki şu kanaatinin doğruluğuna delil
bulunmaktadır: Vahyin, yüce Allah'ın kitaplarında, Levh-i Mahfuz'dan da
kaderlerin ve dilediği her bir hususun -keyfiyetinin nasıl olduğunu ancak yüce
zatının bildiği kalemlerle- Allah'ın kitabındaki ayetlerle sahih hadislerin
belirttiği üzere yazıldığına iman edilir. Bu hususta gelen buyruklar
zahirlerinden anlaşılan anlamlarıyla kabul edilir. Fakat bunun keyfiyetini,
şeklini ve cinsini ancak yüce Allah'ın bildiği yahut bu türden hususlara kısmen
bilgi sahibi kıldığı melekleri ve Resulleri dışında kimse bilemez. Bütün bu
hususları tevil edip, zahirlerinden uzaklaştıranlar sadece bakışları yetersiz
ve imanları zayıf kimselerdir. Çünkü tertemiz şeriat bunu böylece ifade
etmiştir. Akli deliller de bunun imkansızlığını ortaya koymamaktadır. Şanı yüce
Allah neyi dilerse yapar, neyi murad ederse o hükmü koyar. Bu yüce Allah'ın
hikmetinin bir gereğidir ve gaybından dilediği kadarını meleklerinden ve diğer
yarattıklarından dilediği kimselere de açıklar, yoksa onun ne yazmaya ihtiyacı
vardır, ne de hatırlamaya. O her türlü eksiklikten yüce ve münezzehtir.
Kadı lyaz (rahimehullah)
der ki: Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in diğer nebilerin -Allah'ın
salat ve selamı hepsine olsun- mevkilerinin üstüne yükselmesi ve göklerin
meleklitunda ulaştığı yere kadar ulaşması, derecesinin yüksekliğine ve üstün
bir faziletinin bulunduğuna açık bir delildir.
el-Bezzar, İsra ile
ilgili Ali (kerramallahu vecheh)' den bir haber rivayet etmiş ve Cebrail
(aleyhisselam)'ın hicabın yanına gelinceye kadar yol aldığını belirtmiştir.
Bazı sözlerden sonra da şunları söylemiştir: Hicabın arkasından bir melek
Çıktı. Cebrail dedi ki: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben yeri
itibariyle yaratılmışların en yakını olduğum halde yaratıldığımdan bu yana bu
meleği görmüş değilim. Bir başka hadiste de: Sonra Cebrail benden ayrıldı ve
sesler kesildi, onları duyamaz oldu.
Kadı İyaz
(rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Yüce Allah en iyi bilendir.
Beş Vakit Namazm Farz
Oluşu
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Yüce Allah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. ..
Bunlar beş vakittir ama elli demektir buyurdu." Burada zikredilenler
bundan önceki rivayette Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in:
"Benden beş vakit
indirdi" diye anlattıklarına muhalif değildir. Burada "yarısını
indirdi" ifadesinden kasıt birkaç defa başvurması üzerine indirdiğidir.
Zahiren anlaşılan budur.
Kadı İyaz (rahimehullah)
dedi ki: Burada şatr (yarı)dan kasıt cüzdür. O da beşte birdir yoksa bundan
kasıt (ellinin) yarısı değildir. Kadı lyaz'ın bu açıklaması ihtimal
dahilindedir, ama böyle bir açıklama yapmak zorunluluğu da yoktur. Çünkü bu
ikinci hadis muhtasar bir hadistir. Hadiste defalarca gidip geldiği sözkonusu
edilmemiştir. Allah en iyi bilendir.
İlim adamları, bu hadisi
bir şeyin fiilen işlenmesinden önce nesh edilmesinin caiz olduğuna delil
göstermişlerdir. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra beni götürdü. Nihayet sidretu'l-münteha'ya
kadar geldik" ibareleri bu şekilde asıl nüshalarda "geldik"
şeklindedir. Bazı asıllarda ise "geldi" şeklindedir. Her ikisi de
doğrudur.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra cennete girdirildim. Orada inci tepeleri
gördüm." "Cenabiz" kubbeler anlamındadır, tekili
"cunbuze"dir. Buhari Sahihinin Kitabu'l-Enbiya adındaki bölümünde de
bu laflZ böylece zikredilmiştir. Buhari'nin Kitabu's-Salah adlı bölümünün baş
tarafında ise "habail" diye geçmektedir. Hattabi ve başkaları bu bir
tashiftir demiştir. Allah en iyi bilendir.
"Lu'lu': İnci"
demek olup ne olduğu bilinmektedir. Bu hadiste ehl-i sünnetin cennet ve
cehennem şu anda yaratılmışlardır, cennet semadadır şeklindeki görüşünün lehine
delalet bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
(415) "BizeMuhammed
b. el-Müsenna tahdisetti ... Malikb. Sa'saa'dan."
Ebu Ali el-Gassani dedi
ki: Bu hadis İbn Mahfm ve Ebu'l-Abbas er-Razi' nin, Ebu Ahmed el-CuIadi' den
rivayetinde bu şekildedir. Başkasında ise Ebu Ahmed'den, o Katade'den, o Enes
b. Malik'ten, o Malik b. Sa'saa'dan herhangi bir şüphe ifadesi kullanmaksızın
rivayet edilmiştir. Ebu'l-Hasan edDarakutni dedi ki: Bu hadisi Enes b.
Malik'ten, Malik b. Sa'saa'dan diye Katade' den başka rivayet eden yoktur. Allah
en iyi bilendir.
Ümmeti En Çok Nebi
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in Musa (aleyhisselam) hakkında: "Onun yanından geçince
ağladı. .. " sözlerinin anlamı -Allah en iyi bilendir- şudur:
Musa kavminin sayıca çok
olmasına rağmen aralarından iman edenlerin azlığına üzülmüştür. Onun ağlayış ı
buna göre onlar için üzüldüğünden Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de
uyanlarının çokluğuna gıpta edip, imrenmesinden dolayı olmuştur. Hayırlı
işlerde gıpta sevilen bir şeydir. Burada onun bu imrenmesinin anlamı, ümmeti
arasından iman edenlerin bu ümmet gibi olmasını arzu etmiş olmasıydı, yoksa
Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in böyle bir ümmeti olmaksızın bu kadar
bir ümmetin kendisine uymalarını arzu etmesi şeklinde değildi.
Kısacası maksat şudur: O
ancak kavmine üzüldüğünden ve itaatten geri kalmaları sebebiyle pek büyük
fazileti ve pek muazzam sevabı kaybettiklerinden ötürü ağlamışlı. Çünkü bir
hayra çağırıp da insanlar onun çağırdığı o hayır ile amel ederlerse o kimseye
onların ecirlerinin aynısı verilir. Nitekim sahih hadislerde böyle gelmiştir.
Böyle bir hal için de gerçekten ağlanır ve böyle bir imkan kaybedildiği için de
üzülmeye değer. Allah en iyi bilendir.
Ravinin: "Allah'ın
Nebisi ... dört ırmak gördüğünü de anlatlı ... Açıktakiler ise Nil ve
Fırat'lır." Sahih-i Müs!im'in asıl nüshalarında bu şekilde:
"Diplerinden çıkan" şeklindedir. Maksat ise Sahih-i Buhari' de ve
başkalarında açıkça zikredildiği gibi, Sidretu'l-Münteha'nın aslı (kökü)dır.
Mukatil dedi ki:
İki gizli ırmak Selsebil
ve Kevser' dir. Kadı İyaz (rahimehullah) da dedi ki: Bu hadis
Sidretu'l-Münteha'nın kökünün yerde olduğuna delildir; çünkü Nil ve Fırat onun
aslından (kökünden) çıkmaktadır.
Derim ki: Onun bu
söylediğinin böyle olması gerekınemektedir. Aksine bunun anlamı, ırmakların
onun kökünden çıktığı sonra da yüce Allah'ın murad ettiği şekilde yol aldıktan
sonra yerden çıkıp, yerde yollarına devam ettikleridir. Ne akıl, ne de şeriat
buna engel değildir. Hadisin zahirinden anlaşılan da budur. O halde bunun kabul
edilmesi gerekir. Allah en iyi bilendir.
Şunu da bilmek gerekir
ki, "Fırat"ın yazılışında sonr harf hem vasıl, hem vakıf hallerinde
açık te ile yazılır. Bu her ne kadar bilinen meşhur bir husus ise de çoğu
kimsenin bunu yanlış olarak he (yuvarlak te) ile söyledikleri için buna dikkat
çektim. Allah en iyi bilendir.
el-Beytu'l-Ma'mur
Cebrail
(aleyhisselam)'ın: "İşte bu el-Beytu'l-Ma'mur'dur. Buna her gün ... geri
dönmez." Metaliu'l-Envar sahibi dedi ki: İşte bu buyruk meleklerin
-Allah'ın salat ve selamı onlara- çokluğuna en büyük bir delildir. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Bana biri şarap, diğeri süt iki kap getirildi. ..
" Bu babın baş taraflarında buna dair açıklama geçmişti. Burada ayrıca
sözkonusu edilmesi gereken husus "isabet ettin" lafzının anlamıdır.
Yani önceki rivayette geldiği üzere fıtratı isabet ettirdin demektir. Fıtratın
ne demek olduğu da daha önce açıklandı. "Allah seninle (ümmetinin fıtrata)
isabet etmesini sağladı" ifadesinin anlamı da Allah seninle fıtratı, hayrı
ve fazileti murad etti demektir. Nitekim Arapça'da "esabe" fiili
irade etti anlamında da kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Biz de emriyle yumuşak olarak istediği (esabe) yere akıp giden rüzgarı
emrine verdik." (Sad, 36) buyurmaktadır. Müfessirler ve dilbilginleri
ittifakla burada irade ettiği, istediği yer demek olduğunu söylemişlerdir. Aynı
şekilde el-Vahidi de dilbilginlerinin bunun üzerinde ittifak ettiklerini
nakletmektedir.
"Ümmetin de fıtrat
üzere (isabet etti)" sözü de onlar sana uyanlardır demektir. Sen fıtratı
isabet ettirdiği ne göre onlar da fıtrat üzerinde olacaklardır. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) (416): "Boğazdan karın altına kadar yardı." Karnın
alt tarafında derinin inceldiği yerin adı olan "merak" fethalı mim ve
şeddeli kaf iledir. el-Cevheri bunun tekili yoktur derken, el-Metali sahibi
tekilinin "merak" olduğunu söylemiştir.
Müslim (rahimehullah)'ın
(417): "Bana Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis edip dedi ki. ..
Yani İbn Abbas (r.a.)" isnadındaki bütün raviler Basrahdır. Şube her ne
kadar Vasıtlı ise de sonradan Basra'ya taşınmış ve orayı yurt edinmiştir. İbn
Abbas da aynı şekilde Basra' da yerleşmiştir. Ebu'l-Niye'nin adı ise Rufey b.
Mihran er-Riyahi'dir. Allah en iyi bilendir.
Bazı Peygamberlerin
Fiziki Görünüşleri
Rasfılullah (Sallallahu
aleyhi ve Selleml'in Musa (aleyhisselam) hakkında (418):
"Şenueli adamlardan
birisini andıran uzun boylu, esmer birisi idi" ifadesi ile "İsa da
etine dolgun, orta boylu idi" ifadelerine gelince. Şenue bilinen bir
kabiledir. İbn Kuteybe EdEbu'l-Katib' de şunları söyler: Onlara bu isim
tiksinti anlamında bu biraz Şenueli bir adamdır ifadesinden hareketle
verilmiştir. Denildiğine göre onlara bu ismin veriliş sebepleri onların
tiksinip, uzaklaşmış olmalarıdır. Cevheri dedi ki: Şenue, tiksinmek demektir.
Bu da pis şeylerden uzak durmak anlamındadır. Ezdu Şenue de buradan
gelmektedir. Onlar Yemenli bir kabile olup, onlardan olan birisinin nispetini
anlatmak için "Şenuı" denilir. (İbn Kuteybe devamla) dedi ki: İbn
es-Sikkit dedi ki: Bazen de hemzesiz Ezdu Şenuvve dedikleri de olur. O vakit
ona nispet "Şenuvvı" diye yapılır.
Rasfılullah (Sallallahu
aleyhi ve Selleml'in: "Merbu: orta boylu" sözünü dilciler: o boyu iki
adamın ortası olan yani çok uzun da olmayan, çok fazla kısa da olmayan kişi
demektir. el-Muhkem sahibinin ve başkalarının zikrettiği üzere bunun merbu,
murteba ve mürtebi, rab', rab'atun ve rabaatun diye söyleyişleri vardır. Dişil
olarak da rab'atun ve rabaatun diye kullanılır.
İsa (aleyhisselam)
hakkında onun "etine dolgun" olduğunu ifade etmesine gelince,
rivayetlerin çoğunluğunda saçı düz olarak nitelendirilmektedir. İlim adamları
bu sebeple şöyle derler: Burada "ca'd"den kasıt cismin ca' d
olmasıdır. Bu da onun derli toplu ve yoğun olması anlamındadır yoksa saçın
dalgalı olması kastedilmemiştir. Musa (a.s.)'ın sıfatı olarak "ca'd"
hakkında ise et-Tahrir sahibi şunları söylemektedir: Bunun iki anlamı vardır.
Birincisiİsa (aleyhisselam) hakkında sözünü ettiğimiz anlamı ki bu da cisminin
yoğun olması demektir. İkincisi ise saçların dalgalı olmasını anlatır.
Birincisi daha sahihtir. Çünkü sahihte Ebu Hureyre'nin rivayetinde onun gür
saçlı bir adam olduğu da rivayet edilmiştir. et-Tahrir sahibinin açıklamaları
bunlardır. Musa (aleyhisselam) hakkında her iki anlam da caizdir. Buna göre
saçların dalgalı olması ikinci anlamda olur, oldukça kıvırcık anlamında değil
de kıvırcık ile düz saç arasında (hafif dalgalı) demek olur. Allah en iyi
bilendir.
Sebat ve sebit (düz
saçlı) iki meşhur söyleyiştir. Sibt ve sebt söylenişi de caizdir. "Ketif
(omuz)" ve benzeri kelimelerde olduğu gibi. Dilbilginleri der ki:
Dilciler saçın niteliği
olarak bu kelime kullanılırsa dalgası bulunmayan salınan düz saç demek olur.
Ril olarak sebeta, yesbetu, sebetan diye kullanılır. Allah en iyi bilendir.
Diğer rivayette (418)
"Resuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İsra'ya götürüldüğüm gece Musa
b. İmran'ın yanından geçtim" ibaresi bazı asıllarda bu şekilde
zikredilmiş, büyük çoğunluğunda ise "geçtim" anlamındaki laflZ
düşmüştür. Ama bu lafzın burada bulunması bir zorunluluktur, hazfedilse dahi
mana olarak kastedilmiş demektir. Allah en iyi bilendir.
Cehennem Bekçesi Malik
"Ona cehennem
bekçesi Malik de gösterildi." Yani Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Malik'i gördü. Buhari'nin Sahihinde yer alan bu hadiste onun: "Ve Malik'i
gördüm" dediği sabittir. çoğu asıl nüshalarda ise "Malik" ismi
ref ile okunmuştur. Bu kabul edilmeyebilir ve böyle bir şey Arapça' da doğru
değildir ve bu bir kurala aykırılıktır, denilebilir ama bunun ile ilgili güzel
bir cevap verilmiştir. O da "Malik" lafzı aslında mansubtur fakat
yazımda elif düşürülmüştür. Muhaddisler ise bu işi çokça yaparlar. Mesela
"Enes'i dinledim" diye yazdıkları vakit elif'siz yazarlar ama nasb
halinde okurlar. İşte Malik kelimesi de böyledir. Onu elif'siz yazmış olmakla
birlikte nasb ile okurlar. Bu ise yüce Allah'ın izniyle bu hususta yapılmış
açıklamaların en güzelidir. Ayrıca bu benzeri başka hususlara kendisiyle dikkat
çekildiği faydalı bir bilgidir. Allah en iyi bilendir.
Allah'ın kendisine
gösterdiği birçok ayet içerisinde ona cehennemin bekçisi Malik ve Deccal de
gösterildi. "O halde onunla karşılaşacağından şüphe içerisinde olma."
(Secde, 23) Katade bunu ... diye tefsir ediyordu." Burada yüce Allah'ın:
"Şüphe içinde olma" buyruğu bazı raviler tarafından delil
gösterilmiştir.
Katade'nin tefsirine
gelince, aralarında Mücahid, el-Kelbi ve es-Süddi'nin de bulunduğu bir topluluk
bu hususta ona muvafakat etmiştir. Bunların kanaatine göre buyruk: Musa'nın
seninle kavuşmasından hiç şüphe etme, demek olur. Muhakkik müfessirlerin ve
meani alimlerinin birçoğunun kanaatine göre ise bunun manası Musa'nın kitap ile
karşılaştığından (kitabın ona vahyedildiğinden) yana şüphe içinde olma demektir.
İbn Abbas, Mukatil, Zeccac ve başkalarının kanaati budur. Allah en iyi
bilendir.
(419) "Bize Ahmed
b. Hanbel ve Sureye b. Yunus tahdis etti." Sonra hadiste: " ...
Musa'yı görür gibiyim." Bundan sonra da Metta oğlu Yunus (aleyhisselam)
hakkında: "Onu telbiye ederken gördüm" buyruğu ile ilgili olarak Kadı
İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Onların durumu hakkındaki rivayetlerin çoğu
bunu İsra'ya götürüldüğü gece gördüğüne delildir. Bu husus ise Ebu'lAliye'nin
İbn Abbas'tan diye naklettiği rivayette ve İbnu'l-Müseyyeb'in Ebu Hureyre'den
rivayetinde açıkça ifade edilmiş durumdadır. Ama bu rivayette telbiye sözkonusu
edilmemiştir. (Kadı İyaz devamla) dedi ki: Onlar ölmüş ve am el yurduolmayan,
ahiret yurdunda bulunmakla birlikte nasıl hac ediyor ve telbiye getiriyorlar
diye sorulacak olursa, şunu bil ki, ilim adamı üstatların açıkladıkları ve bize
göründüğü kadarıyla buna birkaç şekilde cevap verilebilir. Bunlardan birincisi
şudur: Onlar da şehitler gibidir. Hatta onlardan daha üstündürler. Şehitler ise
Rablerinin yanında diridirler. Başka bir hadiste geçtiği gibi haccedip, namaz
kılmaları ve yüce Allah'a güçlerinin yettiği şeyler ile yakınlaşacak amellerde
bulunmaları uzak bir ihtimal değildir. Çünkü onlar her ne kadar ömürlerini
tamamlayıp, vefat etmiş iseler de onlar amel yurdu olan bu dünyadadırlar
demektir. Nihayet dünyanın ömrü bitip, arkasından amellerin karşılığının
görüleceği yurt olan ahiret gelince, amel de nihayete erer, kesilir.
İkinci açıklama: Ahiretin
ameli zikirdir ve duadır. Nitekim yüce Allah: "Onların oradaki duaları
Allah'ım, seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz (demek)dir. Orada esenlik
dilekleri de selamdır" (Yunus,lA) buyurmaktadır.
Üçüncü cevap bu, İsra
gecesi dışında yahut İsra gecesinin bir bölümünde görülmüş bir rüyadır. Tıpkı
İbn Ömer (r.a.)'ın naklettiği rivayette: "Ben uyurken kendimi Kabe'yi
tava! ederken gördüm" buyurmuştur. Sonra da hadisi İsa (aleyhisselam) ile
ilgili olarak anlatılanlarla birlikte zikretti. (Bk.428)
Dördüncü cevap: Ona
hayatta oldukları sıradaki halleri gösterildi ve hayatta iken nasıloldukları,
hac ve telbiyelerinin nasılolduğu ona temsili olarak gösterildi. Nitekim
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Musa'yı görür gibiyim, İsa'yı
görür gibiyim, Yunus'u görür gibiyim -hepsine selam olsun-" buyurmuştur.
Beşinci cevap:
Kendilerini gözüyle görmemiş olsa dahi, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onların durumu ve yaptıkları ile ilgili olarak kendilerine vahiy olarak
bildirilenleri haber vermiştir. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona
ermektedir. Allah en iyi bilendir.
"Herşa tepesi"
Cuhfe yakınlannda Şam ve Medine yolu üzerinde bir tepedir.
"Etine dolgun,
kırmızı bir deve üzerinde, üzerinde yünden bir cübbe olduğu halde ... "
ifadesinde "ca' de" az önce geçtiği gibi eti dolgun demektir.
"Hulbe" Huşeym'in açıkladığı gibi liftir. Allah en iyi bilendir.
Rasınuilah (sallallahu
aleyhi ve seIlem)'in (420): "Musa'yı parmaklarını kulaklanna koymuş olarak
görüyor gibiyim. " Burada ezan ve benzeri sesi yükseltmenin müstehab
olduğu işleri yaparken, parmağın kulağa konulmasının müstehab olduğuna
delildir. Bu hükmün çıkarılması (istinbatı) ve bunun müstehap oluşu bizim
mezhebimize mensup alimlerden olsun, başkalanndan olsun bizden öncekilerin şeriatı
bizim için de şeriattır, diyenlerin görüşlerine göredir.
"Bu hangi tepedir,
dedi. Onlar: Herşa yahut Lift (tepesidir) dediler." Biz bu kelimeyi bu
şekilde "lifi" olarak tespit ettik. Kadı lyaz ve el-Metali sahibi bu
kelimenin üç türlü telaffuzunu sözkonusu etmişlerdir. Birincisi zikrettiğim bu
şekil, ikincisi "lefi", üçüncüsü ise "lefet"
söyleyişleridir. Allah en iyi bilendir.
(421) "Mücahid dedi
ki: İbn Abbas (r.a.)'ın yanında idik. .. Arkadaşınıza bakınız." Asıl
nüshalarda bu ibare bu şekildedir ve sahihtir. Hadisteki: Dedi ki: yazılıdır
sözü orada bulunanlardan birisi böyle dedi, demektir. Abdulhak'ın el-Cem
beyne's-Sahihayn adlı eserinde Müslim'in rivayet ettiği bu hadis şu şekildedir:
"Deccal'i sözkonusu ettiler ve: Gözleri arasında ... yazılıdır"
dediler, şeklindedir. Evet, Abdulhak bunu bu şekilde "dediler" diye
rivayet etmiştir. el-Humeydi'nin Sahihayn'dan rivayetinde ise: "Deccal'in
gözleri arasında kafir (yazılı olduğunu) zikrettiler" şeklindedir.
Böylelikle o "dedi, dediler" lafzını hazfetmiş bulunmaktadır. Bütün
bunlar daha önce geçenlerin sahih olduğunu ortaya koymaktadır. Hadisteki:
"İbn Abbas dedi ki:
Ben onu (böyle dediğini)
duymadım" ile kastettiği Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dir.
ResuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Vadiden inerken onu görür gibiyim" ifadesinde
"iza" edatı bütün asıllarda elif ile yazılmıştır ve bu sahihtir. Kadı
lyaz kimi ilim adamının burada elit'in yazılmasına karşı çıkarak bunu bu
şekilde rivayet edenin yanlış yaptığını söylemiştir. Kadı lyaz'ın kendisi de
böyle diyenin hata ettiğini belirterek şunları söylemektedir: Bu böyle bir söz
söyleyenin bilgisizliğini, zorlamasını, bir zorunluluk olmaksızın cesaret
göstererek yanılmasının ve sözlerin anlamlarını anlayamamasının bir
neticesidir. Çünkü burada "iza"nın elifli ile elifsiz kullanılması
arasında fark yoktur. Çünkü bu sözler onun geçmiş zamandaki inişinin halini
anlatmaktadır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in (422): "Musa (aleyhisselam)'ı uzun boylu bir adam
olarak gördüm" ibaresindeki (uzun boylu anlamını verdiğimiz)
"darb" lafzı ile ilgili olarak Kadı İyaz şunları söylemektedir:
"Bu etin çokluğu ve azlığı bakımından orta halli adam demektir ama Buhari
bu hadisin bir rivayetinde "muzdarip" lafzını zikretmiştir ki, bu da
aşırı uzun olmayan ve eti dolgun ve sıkı olmanın zıt anlamlısıdır. Ama birinci
yani "darb" rivayetinin daha sahih olma ihtimali vardır. Çünkü öbür
rivayette (423): "muztarip dediğini zannediyorum" demiştir.
İşte bu rivayet hem
şüphe ihtiva ettiği için, hem şüphe ihtiva etmeyen diğer rivayete muhalif
olduğu için zayıf bir rivayet demektir. Öbür rivayette de: "İri cüsseli ve
sebit" denilmektedir. Bu da uzun boylu anlamına racidir. Burada
"cesim" kilolu anlamında tevil edilemez çünkü "darb"ın
zırtıdır. Bu anlamıyla Deccalin sıfatı olarak gelmiştir. Kadı İyaz'ın
açıklamaları bunlardır.
Ancak onun
"muztarip" lafzının geçtiği rivayeti zayıf kabul etmesi ve
"darb" rivayetine muhalif olduğunu söylemesi uygun kabul edilemez.
Çünkü her ikisi arasında aykırılık yoktur. Dilbilginleri şöyle demektedir: Darb
eti az adama denir. İbnu's-Sikkit el-Islah adlı eserinde el-Mücmel sahibi
ez-Zebidi, el-Cevheri ve sayılamayacak kadar başkaları hep böyle demişlerdir.
Allah en iyi bilendir.
(Hadisin sonunda):
"Dihye b. Halife" ismi "Dahye" diye de okunur, ikisi de
meşhur söyleyiştir.
(423) "Saçlarını
taramış" Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra saçların taranması ile ilgili
açıklama gelecektir.
İsa (aleyhisselam)'ın
nitelikleri ile ilgili olarak: "Orta boylu sanki dimastan -yani hamamdan-
çıkmış gibi kırmızı tenli idi." Orta boylu anlamındaki
"rab'a"nın okunuş şekilleri ile ilgili açıklamalar az önce geçti.
Diması ravi hamam diye
açıklamaktadır ama dilbilginlerine göre dimas gizli geçit ve aynı zamanda sıcak
ve soğuktan koruyan yapı anlamındadır. el-Herevi bu hadis ile ilgili olarak
şunları söylemektedir: Bazıları burada dimasın sıcak ve soğuğa karşı koruyan
yapı demek olduğunu söylemişlerdir. Adeta o güneş görmemiş ve böylece
uyuşturulmuş gibidir, anlamına gelir. Bazıları da bundan kasıt ise gizli geçit
ve yol demektir demişlerdir. Defnetmek anlamı da buradan gelmektedir.
el-Cevheri Sihah'ındabu hadis ile ilgili olarak şöyle diyor: "Dimas'tan
çıkmış" ibaresi tazeliği ve yüzünün çokça nemli olması bakımından soğuğa
ve sıcağa karşı koruyan yapıdan çıkmış gibidir demek olur. Çünkü onun
niteliklerini anlatırken "başından su damlıyor gibi" demektedir.
el-Metali sahibi onun
ile ilgili bu üç görüşü sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir: Dimas'ın
gizli geçit demek olduğu söylendiği gibi, hamam olduğu da söylenmiştir. Bunlar
dimas ile ilgili açıklamalar. Hamamın ne olduğu zaten bellidir, dilcilerin
ittifakıyla müzekker bir isimdir. el-Ezheri, Tehzibu'l-Luga adlı eserinde
müzekker olduğunu Araplardan nakletmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Ebu Hureyre (radıyatlahu
anh}'ın naklettiği rivayet olan bu rivayette İsa -Allah'ın salat ve selamları
ona-'nın kırmızı olmakla nitelendirilmesi ondan sonra gelen İbn Ömer
(radıyatlahu anh}'ın rivayetinde (424) esmer olarak nitelendirilmesine gelince,
Buhari, İbn Ömer (radıyatlahu anh)'dan, onun "kırmızı" rivayetini
kabul etmediğini, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in da bunu söylemediğine
dair yemin ettiğini rivayet etmektedir. Yani böyle bir şey ravinin şüphesi ve
karıştırması neticesinde söylenmiştir. Bununla birlikte kırmızının esmer olarak
yorumlanması mümkündür. Bundan da gerçek anlamıyla esmerlik ve kırmızılık
değil, ona yakın ten rengi kastedilmiş olur. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (satlatlahu
aleyhi ve setlem}'in (424): "Bir gece kendimi Kabe'nin yanında (rüyada)
gördüm ... Bu Mesih ed-Deccal'dir denildi" buyruğuna gelince; Kabe'ye bu
ismin veriliş sebebi yüksekliği ve dörtgen şeklinde oluşu dolayısıyladır.
Araplara göre dörtgen şeklindeki her bir yapı Kabe' dir. Daireselliği ve
yüksekliği dolayısıyla ona bu ismin verildiği de söylenmiştir. Ayağın topuğuna
"ka'b" denilmesi de yükselip, daire şeklini aldığı zaman kadının
göğsüne ka'b denilmesi de buradan gelmektedir.
Limme çoğulu limem diye
gelir. Cevheri: Limam diye de çoğulunun yapılacağını söylemiştir. Ona göre
limme kulak yumuşaklarından aşağıya inen saça denilir. Omuzlara kadar ulaşırsa
ona "cummeh" denilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in:
"Su damlıyordu" ifadesi ile ilgili olarak Kadı İyaz diyor ki: Bunun
zahiri anlamında olması yani kısa bir süre önce saçlarını taradığı için suyu
damlıyor olması ihtimali vardır. Kadı el-Bad de bu anlama meyletmiştir. Kadı
lyaz (devamla) dedi ki: Bana göre bu onun parlaklığını ve güzelliği ni anlatan,
güzelliğini ifade etmek için kullanılan bir istiaredir.
"Avatik:
omuzlar" kelimesi "atik"in çoğuludur. Dilciler bu omuz ile boyun
arasındaki yerdir, derler. el-Muhkem sahibi (İbn Side) şöyle der: Atik
-belirttiğimiz gibi- avatik, utuk ve utk olarak da çoğulu yapılır.
İsa (aleyhisselam}'ın
tavafına gelince, Kadı lyaz (rahimehullah) şöyle diyor:
Eğer bu gözle görülmüş
bir olaysa İsa hayattadır, ölmemiştir. Yani gerçek manada tavafının önünde bir
engel yoktur. Eğer İbn Ömer (r.a.}'ın rivayetinde dikkat çektiği gibi rüyada
görülmüşse, o takdirde daha önce sözkonusu edilen ihtimaller ve rüyanın tevili
ile alakalı olarak söylenenler sözkonusudur.
Kadı dedi ki: Deccal'in
Beyti tavafı ile ilgili zikredilenler de buna göre yorumlanır ve bunun bir rüya
olduğu kabul edilir; çünkü Sahihte onun Mekke'ye ve Medine'ye giremeyeceği
belirtilmektedir. Bununla birlikte Malik'in rivayetinde Deccal'in tavafını
sözkonusu etmemektedir. Bununla beraber onun Medine'ye girmesinin ona yasak
oluşu, onun fitnesinin ortaya çıkacağı zamandır da denilebilir. Allah en iyi
bilendir.
"Mesih" İsa
(aleyhisselam) ile Deccal'in sıfatıdır. İsa'ya Mesih deniliş sebebi hususunda
ilim adamları ihtilaf etmişlerdir. el-Vahidj' dedi ki: Ebu Ubeyd ve el-leys
bunun İbranice aslının meşiha olduğu ve Arapların bunu Arapçalaştırarak lafzını
değiştirdikleri kanaatindedir. Nitekim Araplar İbranice aslı Muşa yahut Mişa'yı
Musa olarak söylemişlerdir. Bu sıfatı (Mesih) Arapçalaştırıp, değiştirdiklerine
göre onun iştikakı (türediği kökü) yoktur. (el-Vahidl) dedi ki: İlim
adamlarının çoğunluğu ise bunun müştak (türemiş) olduğunu söylemişlerdir. Aynı
şekilde ondan (Vahidj"den) başkaları da cumhurun görüşüne göre bu sıfatın
türemiş olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyledikten sonra bu kanaatte olanlar
ihtilaf halindedirler. İbn Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği nakledilmektedir: O
elini ne kadar musibetli bir hastalığa yakalanmış kişiye sürdüyse (mesh
ettiyse) mutlaka iyileşmiştir.
İbrahim ve İbnu'l-A'rabi
de Mesih sıddık demektir. Düztaban olup, ayağında çukurluk olmadığından dolayı
ona bu sıfatın verildiği de söylenmiştir. Zekeriya onu mesh ettiği için onun
yeryüzünü mesh etmesi yani kat etmesi, çok yürümesi dolayısıyla bu sıfatın
verildiği gibi annesinin karnından kendisine yağ mesh edilmiş (sürülmüş) olarak
çıktığı, doğduğu zaman bereket ile ona mesh edildiği için, şanı yüce Allah onu
mesh ettiği yani güzel bir hilkate sahip olarak yarattığı için bu sıfatın
verildiği söylendiği gibi, başka sebepler de söylenmiştir. Allah en iyi
bilendir.
Deccal ve Ona Mesih Denmesinin Sebebi
Deccal'e gelince, ona bu
ismin veriliş sebebi bir gözünün silme kör oluşudur. Bir diğer görüşe göre tek
gözü kör olduğu için ve bu şekilde tek gözü kör olana "Mesih"
denildiği için ona böyle denilmiştir. Kıyamet alameti olarak çıkacağı zaman
yeryüzünü mesh edeceği (dolaşacağı) için ona böyle denildiği gibi, başka
açıklamalar da yapılmıştır.
Kadı İyaz der ki: Bütün
raviler ihtilafslZ olarak İsa'nın sıfatı olarak fethalı mim ve kesreli tek sin
ile söyleneceğini belirtmişlerdir. Ancak Deccal hakkında bunun telaffuzu
ihtilaflıdır. Çoğunluğu İsa gibi "Mesih"tir der ve laflZ itibariyle
aralarında fark olmadığını söyler ama İsa bir hidayet mesihi, deccal ise bir
dalalet mesihidir. Bazı raviler ise deccal için bunu kesreli mim ve şeddeli sin
ile "missih" diye rivayet etmişlerdir. Birden çok kişi de böyle
söylemiştir. Ancak noktasız ha değil, noktalı hı ile olduğunu ifade
etmişlerdir. Bazıları ise kesreli mim ve şeddesiz sin (misih şeklinde)
söyleneceğini de ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
"Deccal" adı
ile ilgili açıklama ise mukaddime şerhinde geçmiş bulunmaktadır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in deccalin nitelikleri arasında: "OLdukça kıvırcık
saçlı" ibaresinde "katat" kelimesi kaf ve tı harfleri
fethalıdır. Meşhur olan budur. Kadı İyaz der ki: Biz bunu birinci tı'nın
fethalı ve kesreli okunuşu ile rivayet etmiş bulunuyoruz. İleri derecede
kıvırcıklık anlamındadır. el-Herevi dedi ki: "Ca' d" erkeklerin
niteliği olarak övgü de olabilir, yergi de olabilir. Vergi anlamında
kullanılacak olursa birincisi çok kısa, diğeri cimri olmak üzere iki anlamı
vardır. Ca' du'l-yedeyn ve ca' du'l-esabi': eli sıkı (parmakları yumuk) cimri
demektir. Eğer övgü anlamıyla kullanılırsa bunun da biri hilkati sağlam ve
güçlü, diğeri ise saçının dalgalı olması demektir. Bu da bir övgü olur; çünkü
düz saç çoğunlukla Arap olmayanlarda görülen bir vasıftır. Kadı İyaz der ki:
el-Herevi' den başkaları da şöyle demektedir: Ca' d, Deccal için bir yergi
sıfatıdır. İsa (aleyhisselam) hakkında ise övgü vasfıdır. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Sanki dışan fırlamış (patlak) bir üzüm tanesi imiş
gibi sağ gözü kördür" buyruğuna gelince, bu ibaredeki (dışarı fırlamış,
patlak tane anlamını verdiğimiz) "tafiye" kelimesi hemzeli (tafie) ve
herrızesiz (tafiye) olarak rivayet edilmiştir. Hemzeli rivayete göre ışığı,
feri gitmiş demek olur. Hemzesiz rivayete göre ise dışarı fırlamış ve bu
fırlamış hali açıkça ortada olan (patlak) demektir. Diğer taraftan burada sağ
gözünün kör olduğu belirtilirken, bir başka rivayette "sol gözünün
kör" olduğu belirtilmektedir. Müslim bu iki rivayeti de kitabının sonunda
zikretmiş ve her iki rivayet te sahihtir.
Kadı İyaz (rahimehullah)
şöyle diyor: Biz bu kelimeyi hocalarımızın çoğunluğundan herrızesiz (tMiye)
olarak rivayet etmiş bulunuyoruz. Çoğunluğunun sahih kabul ettiği de budur.
Aynı şekilde Ahfeş'in benimsediği de budur. Bu da diğer taneler arasından
dışarı fırlamış üzüm tanesi gibi patlak demektir.
(Kadı İyaz devamla) dedi
ki: Bazı üstatlarımız da bunu hemzeli (tMie) diye zaptetmişlerdir. Diğer
bazıları bunu kabul etmemekle birlikte bu kabul etmeyişin haklılığı yoktur.
Hadis-i şerifte gözünün silme kör olduğu söylenmiş, ne çukur, ne de patlak
olup, gözü tamamıyla kapalı ve silme olmakla da nitelendirilmiştir. İçindeki
suyu akıp gittiği zaman ise üzüm tanesinin niteliği aynen budur. İşte bu
hemzeli rivayetin sahih olduğunu ifade eder.
Diğer hadislerde
"gözü patlak ile bir yıldız gibi" bir başka rivayette "bir
duvardaki bir balgamı andıran dışarı fırlamış bir göz bebeği" şeklindeki
nitelemelere gelince, bütün bunlar hemzesiz rivayetin sahih olduğunu ortaya
koyar. Bununla birlikte hadislerin bir arada açıklaması ve bütün rivayetlerin
sahih olarak doğru bir şekilde anlaşılması şöyle ce mümkündür:
Tamamen kapalı, silme,
çukur da olmayan, patlak da olmayan gözü kör ve hemzeli okuyuş ile
"tafie" olan gözdür. Bu da bu rivayette geldiği gibi onun sağ
gözüdür. Diğer taraftan dışarı doğru fırlamış, patlak ve bir yıldızı andıran duvarda
bir balgama benzeyen nitelemeleri ise hemzesiz olarak "tMiye" olan
gözdür. Bu da diğer rivayetteki gibi sol gözdür. İşte bu husustaki hadisler ile
hemzeli ve hemzesiz rivayetlerin bir arada anlaşılıp, telif edilmesi bu şekilde
olur. Yani o hem sağ, hem sol gözü a'ver (arızalı) birisidir; çünkü bu gözlerin
her birisi böyledir. Zira (Arapçada) a'ver kusurlu olan her şey için
kullanılır. Özellikle de göz ile ilgili olan için söylenir. Deccal'in iki gözü
de kusurlu ve a'verdir. Birisi tamamıyla olmadığından dolayı a'ver (kör)dir,
diğeri ise kusurlu olduğu için a'verdir.
Kadı İyaz'ın sözleri
burada bitiyor. Bu açıklamalar son derece güzeldir. Allah en iyi bilendir.
(425) "Bize
Muhammed b. İshak el-Müseyyebi tahdis ettİ." Muhammed, bir dedesine
nispetle böyle anılır. Adı Muhammed b. İshak b. Muhammed b. Abdurrahman b.
Abdullah b. el-Müseyyeb b. Ebu's-Saib Ebu Abdullah el-Mahzuml' dir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz yüce Allah'ın bir gözü kör değildir. Şunu
bilin ki Mesih Deccal'in sağ gözü kördür" buyruğu şu demektir: Şanı yüce
Allah sonradan ortaya çıkmış özelliklerden ve bütün eksikliklerden münezzeh
olmakla birlikte, Deccal yüce Allah'ın yarattıkları ndan sureti eksik bir
yaratıktır. Dolayısıyla sizin bunu iyice bilmeniz ve bunu insanlara öğretmeniz
gerekir. Böylelikle Deccal'in hayalden ibaret gösterecekleri ve beraberinde
bulunacak fitnelere kimse aldanmamalıdır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Gördüklerim arasında ona en çok benzeyen kişi İbn Katan'dır."
Buradaki "gördüm" anlamındaki fiili te harfi hem ötreli, hem fethalı
olarak zaptetmiş bulunuyoruz. (Ötreli olursa birinci tekil şahıs olarak gördüm,
fethalı olursa ikinci tekil şahıs olarak gördün anlamında). Her iki anlam da
açıktır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) 'in (427): "Allah Beytu'l-Makdis'i bana gösterdi. ..
" Onu bana açıkça gösterdi, demektir. "Beytu'l-Makdis" ile
ilgili söyleyişler ve türediği kökler ile ilgili açıklamalar bu babın
baştaraflarında verilmişti. "Ayetler"inden kasıt ise onun alametleri,
belirtileridir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in (428): "Başından su damlıyordu" damlayıp,
akıyordu "yahut dökülüyordu."
(429) "Benzeri
kesinlikle sıkılmadığım kadar sıkıldım." Cevheri: "Kürbe
(sıkıntı)" nefsi etkileyen gam demektir. "Kerb" de aynı
anlamdadır. Keder ve üzüntüsü ağırlaşıp, artacak olursa "kerabehu
el-gam" denilir.
Rasuiullah (s.a.v.)'in:
"Kendimi nebiler -Allah'ın salavatı onlara- topluluğu arasında gördüm ...
Namaz vakti geldi onlara imam oldum." Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki:
Musa ve İsa -ikisine de selam olsun'nın tavafı sözkonusu edilince, onların
namazıarı ile ilgili verilecek cevap da geçmiş bulunmaktadır. (Devamla) dedi
ki: Burada namaz, zikir ve dua anlamında da olabilir. Zikir ve dua ise ahiret
amellerindendir. Eğer: Musa (aleyhisselam)'ı kabrinde namaz kılarken görmekle
birlikte Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Beytu'l-Makdis'te onlara nasıl
namaz kıldırdı, semavatta mertebelerine göre onlarla nasıl görüştü, nasılona
selam verdiler, ona hoş geldin dediler denilecek olursa cevap şudur: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Musa (aleyhisselam)'ı kırmızı kum tepesi
yanındaki kabrinde (namaz kılarken) görmesi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Selleml'in semaya çıkmasından önce ve Beytu'lMakdis'e doğru giderken görmüş,
sonra da Musa (aleyhisselam)'ın kendisinden önce semaya çıkmış olduğunu görmüş
olma ihtimali vardır. Aynı zamanda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
nebileri görüp, onlarla kendilerini ilk gördüğü o halde onlara namaz kıldırmış
sonra ona soru sorup, hoş geldin demiş olmaları ihtimali de vardır. Yahut
onlarla bir araya gelip, onlara namaz kıldırması ve Musa'yı görmesi ayrılıp,
Sidre-i Münteha'dan dönüşü sırasında da olmuş olabilir. Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
76- SİDRETU'L-MÜNTEHA HAKKINDA