SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب بدء
الوحي إلى
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
73- RESULULLAH
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'E VAHYİN GELMEYE BAŞLAMASI BABI
252 - (160) حدثني
أبو الطاهر
أحمد بن عمرو
بن عبدالله بن
سرح. أخبرنا
ابن وهب. قال:
أخبرني يونس
عن ابن شهاب.
قال: حدثني
عروة بن
الزبير؛ أن
عائشة زوج
النبي صلى
الله عليه
وسلم أخبرته؛
أنها قالت:
كان أول ما
بدئ به رسول
الله صلى الله
عليه وسلم من
الوحي الرؤيا
الصادقة في
النوم. فكان
لا يرى رؤيا
إلا جاءت مثل
فلق الصبح. ثم
حبب إليه
الخلاء. فكان
يخلو بغار
حراء يتحنث
فيه. (وهو
التعبد)
الليالي
أولات العدد.
قبل أن يرجع
إلى أهله.
ويتزود لذلك.
ثم يرجع إلى
خديجة فستزود
[فيتزود؟؟]
لمثلها. حتى
فجئه الحق وهو
في غار حراء.
فجاءه الملك
فقال: اقرأ.
قال قلت: "ما
أنا بقارئ"
قال، فأخذني
فغطني حتى بلغ
مني الجهد. ثم
أرسلني فقال:
اقرأ. قال قلت: ما
أنا بقارئ.
قال فأخذني
فغطني
الثانية حتى بلغ
مني الجهد. ثم
أرسلني فقال:
اقرأ. فقلت: ما
أنا بقارئ
فأخذني فغطني
الثالثة حتى
بلغ مني الجهد.
ثم أرسلني
فقال: {اقرأ
باسم ربك الذي
خلق. خلق
الإنسان من
علق اقرأ وربك
الأكرم. الذي
علم بالقلم.
علم الإنسان ما
لم يعلم}
[96/العلق/
الآية-1-5] فرجع
بها رسول الله
صلى الله عليه
وسلم ترجف
بوادره حتى
دخل على خديجة
فقال "زملوني
زملوني" فزملوه
حتى ذهب عنه
الروع. ثم قال
لخديجة" أي
خديجة! ما لي"
وأخبرها
الخبر. قال
"لقد خشيت على
نفسي" قالت له
خديجة: كلا.
أبشر. فوالله!
لا يخزيك الله
أبدا. والله!
إنك لتصل
الرحم وتصدق
الحديث،
وتحمل الكل،
وتكسب
المعدوم، وتقري
الضيف، وتعين
على نوائب
الحق. فانطلقت
به خديجة حتى
أتت به ورقة
بن نوفل بن
أسد بن عبد العزى.
وهو ابن عم
خديجة، أخي
أبيها. وكان
امرأ تنصر في
الجاهلية.
وكان يكتب
الكتاب العربي
ويكتب من
الإنجيل
بالعربية ما
شاء الله أن
يكتب. وكان
شيخا كبيرا قد
عمي. فقالت له
خديجة: أي عم!
اسمع من ابن
أخيك. قال
ورقة بن نوفل:
يا ابن أخي!
ماذا ترى؟
فأخبره رسول
الله صلى الله
عليه وسلم خبر
ما رآه. فقال
له ورقة: هذا
الناموس الذي
أنزل على موسى
صلى الله عليه
وسلم. يا
ليتني فيها
جذعا. يا
ليتني أكون
حيا حين يخرجك
قومك. قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم
"أَوَمُخْرِجِيَّ
هم؟" قال ورقة:
نعم. لم يأت
رجل قط بما
جئت به إلا
عُوْدِيَ. وإن
يدركني يومك
أنصرك نصرا
مؤزرا".
401- Bana Ebu't-Tahir Ahmed
b. Amr b. Abdullah b. Amr b. Serh tahdis etti. Bize İbn Vehb haber verdi. Bana
Yunus, İbn Şihab'dan haber verdi. Bize Urve b. Zubeyr'in tahdis ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Aişe kendisine
haber vererek dedi ki: - Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vahyin ilk
başlangıcı, uykuda gördüğü sadık rüya olmuştu. Gördüğü her bir rüya mutlaka
sabahın aydınlığı gibi çıkardı. Sonra ona tenhada yalnız kalmak sevdirildi.
Bundan dolayı Hira mağarasında yalnız başına aile halkının yanına dönmeden önce
birkaç gece tahannüs ederdi -ki o taabbud demektir.- Bunun için yanına azık da
alırdı, sonra Hatice'nin yanına döner yine o kadarlık bir süre için azık
alırdı. Nihayet o Hira mağarasında iken ansızın hak karşısına çıkıverdi.
Melek ona gelerek: Oku dedi. O:
"Ben okuma bilmem" dedi. (Allah Resulü) dedi ki: "Melek
beni aldı ve takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı sonra da beni bırakarak: Oku, dedi. (Allah ResuIü) dedi ki: Ben: Ben okuma bilmem, dedim. Bunun üzerine Melek
yine beni aldı, ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıtı sonra
salıverip, oku dedi. Ben: Ben okuma bilmem, dedim. Yine beni tutup,
takatim kesilinceye kadar üçüncü defa sıktı sonra beni salıvererek şöyle dedi:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı (sülük gibi yapışan) bir kan
pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en kerim olandır. O (kalemle) yazmayı
öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti." (Alak, 1-5)
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), onlarla boyun etleri titreyerek geri döndü ve nihayet
Hatice'nin yanına girerek: "Beni örtün,
beni örtün" buyurdu. Onu örttüler.
Sonunda üzerindeki korku
gitti, sonra Hatice'ye: "Ey Hatice bana ne oluyor" deyip, ona olup
biteni haber verdi ve: "Kendim için korktum" dedi.
Hatice ona şöyle
dedi: Asla! Sevin,
Allah'a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir zaman mahcup etmeyecektir.
Allah'a yemin ederim ki sen akrabalık bağını gözetirsin, doğru konuşursun. Aciz
kimselerin işlerini kendin yüklenirsin. Fakire verir, ona kazandınrsın,
misafiri ağırlar ona ikram edersin, hak yolda çıkan musibetlere karşı yardımcı
olursun.
Sonra Hatice onu alıp
Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abduluzza'nın yanına götürdü. Varaka, Hatice'nin
babasının kardeşi olan kendi amcasının oğlu idi. Cahiliye döneminde hristiyan
olmuş bir kimse idi. Arapça yazı yazmayı bilir ve İncil'i de Allah'ın yazmasını
dilediği kadar Arapça olarak yazardı. Oldukça yaşlı ve gözleri görmez bir
ihtiyar idi.
Hatice ona: Amcacığım,
kardeşinin oğlunu bir dinle, dedi. Varaka b. Nevfel: Kardeşimin oğlu neler
görüyorsun, dedi.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kendisine neler gördüğünü haber verdi. Varaka ona: Bu Musa
(aleyhisselam)'a indirilen namusdur. Keşke o zamanlarda gücü, kuvveti yerinde
bir genç olsaydım, keşke kavmin seni çıkaracağı zaman hayatta olsaydım, dedi.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Onlar beni çıkartacaklar mı ki" buyurdu. Varaka:
Evet, senin getirdiklerini getirip de kendisine düşmanlık edilmemiş hiçbir adam
yoktur. Şayet senin o gününe yetişecek olursam sana bütün gücümle olabildiği
kadar yardım ederdim, dedi.
Diğer tahric: Buhari,
4953; Tuhfetu'I-Eşraf, 16706
253 وحدثني
محمد بن رافع.
حدثنا
عبدالرزاق.
أخبرنا معمر.
قال: قال
الزهري: وأخبرني
عروة عن
عائشة؛ أنها
قالت: أول ما
بدئ به رسول
الله صلى الله
عليه وسلم من
الوحي. وساق
الحديث بمثل
حديث يونس.
غير أنه قال: فوالله
لا يحزنك الله
أبدا. وقال:
قالت خديجة: أي
ابن عم! اسمع
من ابن أخيك.
402- Bana Muhammed b. Rafi'
de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti, bize Ma'mer haber verip dedi ki:
Zühri dedi ki: Bana Urve, Aişe'den onun
şöyle dediğini de haber verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
vahyin ilk gelişi şöyle olmuştur. Sonra da (Ma'mer) hadisi Yunus'un naklettiği
şeklide nakletti ancak o rivayetinde şöyle dedi:
Allah'a yemin olsun ki
Allah seni ebediyen mahcup etmeyecektir. Ayrıca dedi ki: Hatice: Ey amcaoğlu,
kardeşinin oğlunu dinle, dedi.
Diğer tahric: Buhari,
6972, 4956; Tuhfetu'l-Eşraf, 16637
254وحدثني
عبدالملك بن
شعيب بن
الليث. قال
حدثني أبي عن
جدي قال:
حدثني عقيل بن
خالد قال ابن
شهاب: سمعت
عروة بن
الزبير يقول: قالت
عائشة زوج
النبي صلى
الله عليه
وسلم: فرجع
إلى خديجة
يرجف فؤاده.
واقتص الحديث
بمثل حديث يونس
ومعمر. ولم
يذكر أول
حديثهما. من
قوله: أول ما
بدئ به رسول
الله صلى الله
عليه وسلم من
الوحي الرؤيا
الصادقة.
وتابع يونس
على قوله:
فوالله! لا
يخزيك الله
أبدا. وذكر
قول خديجة: أي
ابن عم! اسمع
من ابن أخيك.
403- Bana Abdulmelik b.
Şuayb b. el-Leys de tahdis etti. Bana babam, dedemden tahdis etti. Bana Ukayl
b. Halid tahdis etti. İbn Şihab dedi ki: Urve b. Zubeyr'i şöyle derken
dinledim: Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in zevcesi Aişe dedi ki: (Allah Resulü) Hatice'ye kalbi titreyerek
geri döndü; sonra da hadisi (bundan önceki 401- numaralı) Yunus ile, (402-
numaralı) Ma'mer hadisi gibi nakletti. Ancak her ikisinin hadislerinin baş
tarafındaki: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vahyin ilk olarak
gelmesi sadık rüya ile başladı" sözünü zikretmedi. Ama Yunus'a da:
"Allah'a yemin ederim ki Allah ebediyen seni mahcup etmeyecektir"
ibaresinde mutabaatta bulundu. Hatice'nin: Amcamın oğlu, kardeşinin oğlunu
dinle, sözlerini de zikretti.
Diğer tahric: Buhari,
3 uzun olarak hadisin tamamı, 4955 -muhtasar olarak-; Tuhfetu'l-Eşraf, 16540
255 - (161) وحدثني
أبو الطاهر.
أخبرنا ابن
وهب قال:
حدثني يونس.
قال: قال ابن
شهاب: أخبرني
أبو سلمة بن
عبدالرحمن؛
أن جابرا بن
عبدالله
الأنصاري
(وكان من
أصحاب رسول
الله صلى الله
عليه وسلم)
كان يحدث. قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وهو يحدث
عن فترة الوحي
(قال في حديثه)
"فبينا أنا
أمشي سمعت
صوتا من
السماء. فرفعت
رأسي. فإذا
الملك الذي
جاءني بحراء
جالسا على
كرسي بين
السماء والأرض"
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم "فجئثت
منه فرقا. فرجعت
فقلت: زملوني
زملوني.
فدثروني.
فأنزل الله تبارك
وتعالى: {يا
أيها المدثر.
قم فأنذر.
وربك فكبر.
وثيابك فطهر.
والرجز فاهجر}
[74/المدثر/ آية 1-5]
وهي الأوثان
قال: ثم تتابع
الوحي.
404- Bana Ebu't-Tâhir
rivayet etti. (Dediki): Bize İbnİ Vehb haber verdi. Dediki: Bana Yunus rivayet
etti. Dediki: İbn-i Şihab: Bana Ebu Selemete'bni Abdirrahman haber verdi ki, Cabir b. Abdullah el-Ensari -ki Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in ashabındandır- şunu tahdis ederdi: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) vahyin bir ara kesilmesini anlatırken sözleri arasında
şunları da söylemişti:
"Bir ara ben
yürürken semadan bir ses duydum. Başımı kaldırdım, Hira'da bana gelen meleği
gök ile yer arasında bir kürsi üzerinde oturmuş halde görüverdim."
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Ondan alabildiğine korktum. Derhal dönüp:
Beni örtün, beni örtün dedim. Onlar da beni iyice örttüler. Bunun üzerine şanı
mübarek ve yüce Allah da: "Ey örtünüp bürünen, kalk ve korkut. Yalnız
Rabbini büyük tanı, elbiseni de tertemiz et, pisliklerden uzak dur."
(Müddessir, 1-5) buyruklarını indirdi." Pislik (er-rucz) putlardır.
"Bundan sonra vahiy arka arkaya geldi" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
3, 4922, 4923, 4925, 4953, 3238, 6214; TIrmizi, 3325; Tuhfetu'I-Eşraf, 3152
256 - (161) وحدثني
عبدالملك بن
شعيب بن الليث
قال: حدثني أبي
عن جدي قال:
حدثني عقيل عن
ابن شهاب قال:
سمعت أبا سلمة
بن عبدالرحمن
يقول: أخبرني
جابر بن
عبدالله أنه
سمع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم يقول: "ثم
فتر الوحي عني
فترة. فبينا
أنا أمشي" ثم
ذكر مثل حديث
يونس غير أنه
قال "فجثثت
منه فرقا حتى
هويت إلى
الأرض" قال،
وقال أبو
سلمة: والرجز الأوثان.
قال: ثم حمي
الوحي، بعد،
وتتابع.
405- Bana Abdulmelik b.
Şuayb b. Leys de tahdis etti. Bana babam, dedemden tahdis etti. Bana Ukayl b.
Halid, İbn Şihab'dan tahdis etti. Ebu Seleme b. Abdurrahman'ı şöyle derken
dinledim: Cabir b. Abdullah'ın
bana haber verdiğine göre o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle
buyururken dinlemiştir: "Sonra vahiy benden bir süre kesildi, bir süre
vahiy inmedi. Bir ara ben yolda yürürken ... "
Sonra da Yunus'un hadisi
rivayet ettiği gibi zikretti. Ancak o rivayetinde şöyle dedi: "Ben ondan
iyice korktum hatta yere kapandım" dedi.
(İbn Şihab) dedi ki: Ebu
Seleme dedi ki: Rucz (pislik) putlar demektir. Dedi ki: Sonra vahiy kızıştı ve
arka arkaya inmeye başladı.
وحدثني محمد
بن رافع.
حدثنا
عبدالرزاق.
أخبرنا معمر
عن الزهري
بهذا الإسناد.
نحو حديث يونس
وقال: فأنزل
الله تبارك
وتعالى: {يا
أيها المدثر إلى
قوله الرجز
فاهجر}. قبل أن
تفرض الصلاة.
(وهي الأوثان)
وقال "فجثثت
منه" كما قال
عقيل".
406- Bana Muhammed b. Rafi'
de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize
Ma'mer, ez-Zühri'den bu isnat ile Yunus'un hadisine yakın olarak haber verdi.
Ayrıca dedi ki: Şanı yüce ve mübarek Allah: "Ey örtünüp bürünen"
buyruğundan itibaren "pisliklerden uzak dur" (Müddessir, 1-5)
buyruğuna kadar olanları, namaz farz kılınmadan önce indirdi. Rucz ise putlar
demektir. (ez-Zühri) ayrıca: Ukayl'in dediği gibi: "Ondan çok
korktum" dedi.
Tahric bilgisi 404 ile
aynı.
257 - (161) وحدثنا
زهير بن حرب.
حدثنا الوليد
بن مسلم. حدثنا
الأوزاعي قال:
سمعت يحيى
يقول:
سألت
أبا سلمة: أي
القرآن أنزل
قبل؟ قال: يا
أيها المدثر.
فقلت: أو
اقرأ؟ فقال:
سألت جابر بن
عبدالله: أي
القرآن أنزل
قبل؟ قال: يا
أيها المدثر.
فقلت: أو
أقرأ؟ قال جابر:
أحدثكم ما
حدثنا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
قال "جاورت
بحراء شهرا.
فلما قضيت
جواري نزلت فاستبطنت
بطن الوادي.
فنوديت. فنظرت
أمامي وخلفي
وعن يميني وعن
شمالي. فلم أر
أحدا. ثم نوديت.
فنظرت فلم أر
أحدا. ثم نوديت
فرفعت رأسي.
فإذا هو على
العرش في
الهواء (يعني
جبريل عليه
السلام)
فأخذتني رجفة
شديدة. فأتيت
خديجة فقلت:
دثروني.
فدثروني.
فصبوا علي
ماء. فأنزل
الله عز وجل:
{يا
أيها المدثر.
قم فأنذر.
وربك فكبر.
وثيابك فطهر}"
[74/ المدثر/ آية-1-4]
407- Bize Züheyr bin Harb
de tahdis etti. Bize Velid b. Müslim tahdis etti. Bize Evzai tahdis etti: Yahya'yı şöyle derken dinledim: Ebu Seleme'ye Kur'an'ın
hangi suresi önce indirildi, dedim. O: ''Ey örtünüp bürünen'' (Müddessir 1)
dedi.
Ben: Yoksa İkra' mı,
dedim. Bu sefer şöyle dedi: Cabir b. Abdullah'a: Kur'an'ın hangi suresi önce
indirildi diye sordum. O: "Ey örtünüp bürünen, dedi."
Ben: Yoksa İkra mı,
dedim. Cabir: Ben size Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bize
söylediğini tahdis ediyorum, dedi. O şöyle buyurdu: "Hira'da bir ay
mücavir kaldım (ibadete çeki/dim). Mücavirliğimi bitirince indim, vadinin iç
tarafından yoluma devam ettim. Bana seslenildi, önüme arkama, sağıma, soluma
baktım. Hiç kimseyi görmedim sonra (yine) bana sesleni/di, bakındım yine kimseyi
göremedim sonra bir daha bana seslenilince başımı kaldırdım onun havada arşın
(tahtın) üzerinde olduğunu görüverdim. -Cebrail (aleyhisselam)'ı
kastetmektedir.- Beni aşırı bir titreme tuttu, hemen Hatice'nin yanına gittim.
Beni örtün, beni örtün, üzerime de su dökün, dedim. Sonra Aziz ve Celil Allah:
"Ey örtünüp bürünen, kalk ve inzar et (korkut) ve yalnız Rabbini yücelt,
elbiseni tertemiz et" (Müddessir, 1-4) buyruklarını indirdi."
258 - (161) حدثنا
محمد بن
المثنى. حدثنا
عثمان بن عمر.
أخبرنا علي بن
المبارك، عن
يحيى بن أبي
كثير، بهذا
الإسناد. وقال" فإذا
هو جالس على
عرش بين
السماء
والأرض".
408- Bize Muhammed b.
el-Müsenna da tahdis etti. Bize Osman b. Ömer tahdis etti. Bize Ali b.
el-Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnat ile haber verdi ve (Allah Resulü):
"Onun yer ile gök arasında arşın üzerinde oturmakta olduğunu
görüverdim" (buyurdu), dedi.
Tahric bilgisi 404 ile
aynı.
AÇIKLAMA: (401-408 numaralı hadisler): Bu
babta bilinen meşhur hadisler yer almaktadır. Yüce Allah'ın izniyle sırasıyla
lafızlarını ve manalarını ele alacağız.
Senette (401):
"Ebu't-Tahir b. Ebu's-Serh" vardır ki "Serh" isminin sin
harfi fethalıdır.
Aynı hadiste "Aişe
(r.anha) dedi ki ... sadık rüyadır." Bu hadis ashab-ı kiramın (r.a.um)
mürsel rivayetlerindendir; çünkü Aişe (r.anha) bu olaya yetişmemiştir.
Dolayısıyla o bunu ya Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den yahuı: bir
sahabiden dinlemiştir. Daha önce fasıllarda sahabenin mürsel rivayetinin bütün
alimler tarafından delil kabul edildiğini ancak bu hususta üstad Ebu İshak
el-İsferayini'nin tek başına benimsediği kanaatin bir istisna teşkil ettiğini
söylemiş idik. Allah en iyi bilendir.
Aişe (r.anha}'nın
"sadık rüya" ifadesi Buhari (rahimehullah)'ın rivayetinde "salih
rüya" şeklinde olup, her ikisi de aynı anlamdadır.
Aişe (r.anha}'nın:
"Gördüğü her bir rüya mutlaka sabah aydınlığı gibi çıkardı" sözleri
ile ilgili olarak dilbilginleri (sabah aydınlığı diye çevirdiğimiz)
"felakussubh" ile "ferakussubh"ın sabah aydınlığı demek
olduğunu söylemişlerdir. Bu tabir ise apaçık ve besbelli şey hakkında
kullanılır.
Kadı (rahimehullah) ve
diğer ilim adamları şöyle demişlerdir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem}'e önce böyle bir rüyanın gösterilmekle başlanması melek ile
karşılaşmasının çok ani olmaması, açık ve kesin nübüvvetin ona ansızın
gelmemesi içindi. Çünkü beşeriyetin güçleri ona katlanamaz. Bundan dolayı
nübüvvetin özelliklerinin ilki ve ikram ve lütuf müjdelerinin birincisi olan
sadık rüya ile diğer hadislerde geçen ışık görmek, taşların ve ağaçların ona
nübuvvetini zikrederek selam verdiklerini ifade eden seslerini işitmesi ile
başladı.
Aişe (r.anha}'nın:
"Sonra ona yalnızlık sevdirildi. .. ta ki aniden hak ile karşılaşıncaya
kadar."
Halvet (yalnız kalmak),
salihlerin ve Allah'a çokça ibadet eden ariflerin bir halidir. Ebu Süleyman
el-Hattabi (rahimehullah) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
uzletin (insanlardan ayrılmanın) sevdirilmesi bu hal ile kalbin başka
meşguliyetlerden kurtulmasından ve bu halin düşünmeye, tefekküre yardımcı
olmasından dolayıdır. Uzlet sayesinde insanlığın alışkanlıklarından uzaklaşır
ve kalbi huşu duyar. Allah en iyi bilindir.
Mağara: Dağdaki bir
oyuktur. Çoğulu "ğıran" diye gelir. Meğar ve meğara ile ğar aynı anlamdadır.
Küçültme ismi "ğuveyr" olarak gelir. Hira ise hı harfi kesreli,
şeddesiz re ve sonu med iledir. Munsarıf ve müzekker isimdir, sahih olan budur.
Kadı İyaz der ki: Bu lafız müzekker ve müennes de kullanılır ama müzekker
kullanımı daha çoktur. Onu müzekker kabul eden aynı zamanda munsarıf olarak
değerlendirir. Müennes görene göre ise munsarıf değildir. O takdirde de dağın
bulunduğu bölgeyi veya ciheti kastetmiş olur. Yine Kadı İyaz dedi ki: Bazıları
bu kelimeyi fethalı ha ve maksur elif ile: Hara diye söylemiş ise de bunun
hiçbir kıymeti yoktur.
Saleb'in öğrencisi Ebu
Ömer ez-Zahid, Ebu Süleyman el-Hattabi ve başkaları der ki: Hadis alimleri ile
avam "hira" isminde üç yerde hata ederler:
Ha harfi kesreli olduğu
halde fethalı telaffuz ederler, yine ra harfi fethalı olduğu halde kesreli
telaffuz ederler, memdud olduğu halde elif'i kasr ile okurlar. Hira Mekke' den
Mina'ya gidenin sol tarafında kalan Mekke' den yaklaşık üç mil uzaklıktaki bir
dağdır.
Tehannus: Hadiste
teabbud olarak açıklanmıştır ve bu doğru bir açıklamadır. "el-Hıns"
aslında günah anlamındadır. Tehannüs ediyor ise, hıns denilen günahtan uzak
duruyor demek olur, sanki o yaptığı ibadet ile kendisini hıns (günah}den
alıkoymuş olur. Teharruc ve teessüm de tehannüse benzer yani harec ve ism (vebal}den
uzak durmak demektir.
Aişe (r.anha)' nın:
"Belli sayıdaki geceler" ifadesi taabbud ile değil tahannüs ile
alakalıdır. Yani belli sayıdaki geceler tahannüs ederdi (ibadet ederdi). Eğer
bu taabbud ile alakalı kabul edilirse mana bozulur. Çünkü tehannüs için birkaç
gece olma şartı aranmaz, aksine az ve çok süre hakkında kullanılır. Taabbud
diye yapılan açıklaması ise Aişe (r.anha)'nın sözü arasına girmiş bir
açıklamadır. Onun sözleri ise: "Orada belli sayıda geceler de tehannüs
ederdi" şeklindedir. Allah en iyi bilendir.
"Aniden ona hak
gelince" aniden ona vahiy gelince demektir. Çünkü kendisi vahyin gelmesini
beklemiyordu.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Ben okuma bilmem" sözü ben güzel okumayı
beceremiyorum demektir. Buradaki "ma" olumsuzluk içindir, doğrusu
budur. Kadı İyaz (rahimehullah) bununla ilgili olarak ilim adamları arasında
görüş ayrılığından bahsetmektedir. Bazı ilim adamları bunu olumsuz (nafiye)
olarak kabul ederken, bazıları bunu soru edatı (istifhamiye) diye kabul etmiştir.
Halbuki haberin başına be harfinin gelmesi ile bu açıklama zayıf görülmüştür.
Kadı İyaz der ki: Bunu
"(i ji lo): Ne okuyayım" diye rivayet edenlerin bu rivayeti, buradaki
ma'nın soru edatı olduğunu söyleyenlerin görüşünün sahih olduğunu ortaya koyar.
Bununla birlikte bu edatın bu rivayette de olumsuzluk (nefy) edatı olması
mümkündür. Allah en iyi bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) "takatim kesilinceye kadar beni SIkıştırdı, sonra beni
bıraktı" buyruğuda, beni sıkıştırdı ve beni kucakladı, demektir. Gatta (tı
ile) Gette (te ile) asara, halaka ve gameze fiilleri de hep aynı anlamdadır.
("Takat"
anlamını verdiğimiz) "el-cuhd" kelimesinde cim harfi hem fethalı, hem
ötreli söylenebilir. Bu da ileri derecede meşakkat ve zorluk demektir.
"el-Cuhd (takat)" kelimesinin son harfi olan dal harfi nasb ile de
ref ile de okunabilir. Nasb ile okunursa Cebrail beni takatim kesilinceye kadar
sıkıştırdı anlamına gelir, ref ile okunursa (o beni sıkıştırınca) benim takatim
adeta kesildi demek olur. Bu şekildeki iki okuyuşu zikredenler arasında
et-Tahrir sahibi ve başkalan da vardır.
"Beni
bıraktı." Beni salıverdi (sıkıştırmasını bitirdi) demektir. İlim adamları
dedi ki: Bu sıkıştırmaktaki hikmet başka şeylere yönelmekten onu alıkoyup, ona
söyleyecekleri ile kalbinin tam anlamıyla ve ileri derecede huzur ile
ilgilenmesini sağlamaktır. Bu sıkıştırmanın üç defa tekrar edilmesi de
dikkatini toplaması için bir mübalağadır.
Bundan da ilim öğreten
hocanın öğrencisinin dikkatini toplamasını sağlamakta ihtiyatlı olması ve ona
kalbini uyanık tutmasını emretmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah {s.a.v.)'in:
"Sonra beni bıraktı ve yaratan Rabbinin adıyla oku, dedi." Bu
Kur'an-ı Kerim'den ilk inen buyrukların "oku ... " olduğunun apaçık
delilidir. Selef ve haleften büyük çoğunlukların benimsedikleri doğru kanaat de
budur. İlk indirilen buyrukların "ey örtünüp bürünen" (Müddessir, I)
olduğu söylenmiş ise de bunun bir kıymeti yoktur. Bunu bu babta bu hadisten
sonra yeri gelince yüce Allah'ın izniyle sözkonusu edeceğiz.
"Bismillahirrahmanirrahim"
surelerin başında Kur'an-ı Kerim'den değildir diyen bazı kimseler de bu hadisi
delil göstermişlerdir; çünkü burada bismillahirrahmanirrahim sözkonusu
edilmemiştir. Surelerin başında bir ayet olduğunu kabul edenler ise besmele'nin
ilk olarak nazil olmadığını ama surenin geri kalan kısmının başka bir zamanda
indiği gibi, besmelenin de başka bir zamanda indiğini söyleyerek cevap
vermişlerdir.
Aişe {r.anha)'nın:
"Boyun etleri titriyordu" sözlerinde titriyor, oynayıp duruyordu,
demektir. Ebu Ubeyd ve diğer dilbilginleri ile Garibu'lHadis alimleri derler ki
"bevadir" omuz ile boyun arasındaki ete denir. İnsan korktuğu zaman
bunlar hareket eder, oynar.
Rasulullah {s.a.v.)'in:
"Zemmiluni zemmiluni" demesi rivayetlerde bu şekilde iki defa tekrar
edilmiştir. Beni elbiselerle örtün, elbiselerle beni sann, demektir.
"Kendim için
korktum" buyruğu ile ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle diyor:
Bu kendisine yüce Allah'tan gelen (vahiy) hakkında şüphe ettiği anlamında
değildir. O bu işi taşıyabilecek gücü bulamamaktan korkmuş ve vahyin yüklerini
kaldıramayıp, öleceğinden çekinmiş olabilir. Yahut bu sözleri gerek uykuda,
gerek uyanıkken gördüğü ilk müjde halleri ile melek ile karşılaşmadan ve
Rabbinin risaletinin kendisine geldiğinden muhakkak olarak emin olmadan önce
işittiği sesler ile ilgili olabilir. Böylelikle o bu halin kovulmuş şeytandan
da olabileceğinden korkmuş olmaktadır. Ama melek kendisine şanı yüce Rabbinin
risaletini getirdikten sonra, bu hususta onun şüphe etmiş olması asla mümkün
değildir. Şeytanın ona baskı yapıp, etkilemiş olacağından asla korkulmaz. İşte
peygamber olarak gönderilmesi ile ilgili hadiste bu türden varid olmuş bütün
rivayetlerin bu yolla yorumlanması, anlaşılması gerekir.
Kadı İyaz
(rahimehullah)'ın Sahih-i Müslim şerhindeki sözleri bunlardır. O eş-Şifa adlı
kitabında da bu iki ihtimali geniş açıklamalarla sözkonusu etmiştir ama bu
ikinci ihtimal zayıftır. Çünkü hadisin açık ifadelerine aykırıdır. Zira bu hali
meleğin onu kucaklayıp, sıkıştırmasından ve kendisine "yaratan Rabbinin
adı ile oku" diye başlayan vahyi getirmesinden sonra olmuştu. Allah en iyi
bilendir.
Aişe (r.anha)'nın:
"Hatice ona: Asla, sana müjde ... dedi." Onun "kella: asla"
sözü burada nefy ve uzaklaştırmak manasındadır. Bu da bu edatın anlamlarından
birisidir. Bazen gerçekten, bazen uyarmak için kullanılan "ela"
anlamında kullanılır, bazen onunla söze başlanılır. Kur'an-ı Azimuşşan'da da
birkaç türlü kullanılmıştır. İmam Ebu Bekr b. el-Enbari, elVakf ve'l-İbtida
adlı eserinin bir babında bu edatın kısımlarını ve kullanıldığı yerleri bir
arada zikretmiş bulunmaktadır.
"(......): Seni
mahçup etmez" ibaresinde ye harfi ötrelidir. Bu kelime (401 numaralı)
Yunus'un ve (403 numaralı) Ukayl'in rivayetinde bu şekilde olmakla birlikte
Ma'mer rivayetinde:" (d; ~ '1): Seni üzmeyecektir" anlamındadır.
Diğer rivayet rezil olmak ve değerinin düşürülmesi anlamını ifade eder.
"S ıla-i rahim:
akrabalık bağını gözetmek" Akrabalara gözeten ve gözetilenin durumuna göre
iyilik yapmak demektir. Bu bazen mal ile bazen hizmette bulunmakla, bazen
ziyaretle, selam vermekle ve başka yollarla olur.
"el-Kell:
Aciz"in asıl anlamı ağırlıktır. Yüce Allah'ın: "Kendisi de efendisine
yük olan "kell" (Nahı, 76) buyruğu da bunun gibidir. Aciz olanın
yükünün taşınmasının kapsamına zayıfa, yetime, aile halkına ve daha başkalarına
infakta bulunmak da girer. Bu da bitkin düşmek demek olan
"el-kelaı"den gelmektedir.
"Fakire, bir şeyi
olmayana kazandırırsın" ibaresinde fiilin te harfi fethalıdır, meşhur ve
sahih olan budur. Kadı İyaz bunu çoğunluğun rivayeti olarak nakletmekte ve
şunları söylemektedir: Bazıları ise bu harfi ötreli olarak rivayet etmişlerdir.
Ebu'l-Abbas, Saleb ve Ebu Süleyman el-Hattabi ile dilbilginlerinden bir
topluluk da "kesebe" ve "eksebe" fiillerinin aynı anlamda
iki ayrı söyleyiş olmakla birlikte hepsinin ittifakı ile elifsiz olarak
"kesebe" şeklinin olduğunu söylemişlerdir.
"Bir şeyi olmayana
kazandırırsın" ibaresinin anlamına gelince, te harfini ötreli olarak rivayet
edenlere göre, sen bir şeyi olmayan senden başkasına mal kazandırırsın,
kazanmasını sağlarsın, demek olur. Bu da senin malı o kimseye bağış olarak
vermen anlamındadır. Bunun sen insanlara senden başka kimsede bulamayacakları
oldukça nefis faydalı şeyler ve üstün ahlaki değerler verirsin anlamında olduğu
da söylenmiştir.
Te harfinin fethalı
rivayeti ile ilgili olarak da anlamının ötreli okunuşu ile aynı olduğu
söylendiği gibi, sen olmayan malı kazanır ve başkasının kazanmaktan, elde
etmekten aciz olduğu kadarını sen elde edersin, demek olduğu da söylenmiştir.
Çünkü Araplar özellikle de Kureyşliler olmayan malı kazanmakla birbirlerine
karşı övünürlerdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de ticaretinde oldukça
kısmetli idi. Bu açıklamayı da Kadı İyaz, ed-Delail sahibi Sabit'ten
nakletmektedir. Ancak bu açıklama zayıf yahut yanlıştır. Böyle bir yerde bu
açıklamanın ne anlamı olur ki? Ancak ona bazı laflZlar ekleyerek doğru bir
açıklama haline getirilmesi de mümkündür. Bu durumda da anlamı şöyle olur: Sen,
senden başkasının kazanamayacağı kadar çok miktarda mal kazanır, sonra bunu
çeşitli hayır yollarında ve faziletli alanlarda cömertçe harcarsın.
Nitekim kendisi de aciz
olanı taşıması, akrabalık bağını gözetmesi, misafire ikramda bulunması hak
yolda karşılaşılan musibetlere yardımcı olması gibi sözünü ettiği faziletli
haller buna benzer. Evet, bu kelime ile ilgili doğru açıklama budur.
et-Tahrir sahibi der ki:
Burada "yoksul" kazanmaktan aciz, hiçbir şeyi bulunmayan, muhtaç adam
demektir. Ona yoksul (ma' düm) adının verilmesi ölmüş ve yok olmuş kişi gibi
oluşundan dolayıdır; çünkü başkasının tasarrufta bulunduğu gibi, o da
maişetinde tasarrufta bulunamamaktadır.
Hattabi bunun doğru
şeklinin vav'sız olarak "el-mudem / el-mudim" olduğunu söylemiştir. Ancak
Hattabi'nin dediği gibi değildir, aksine ravilerin rivayet ettiği şekil
doğrudur.
"Yoksula
kazandırırsın" ifadesinin aciz bir kimseyi arayıp, onun hayat bulmasını,
canlanmasını sağlarsın, bunun için çalışırsın anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Kesb:
kazanmak" istifade etmek, yararlanmak demektir. et-Tahrir sahibinin bu
açıklamalarının bu laflZ ile ilgili belirttiğim gibi kısmen uygun tarafları
olmakla birlikte doğru ve tercih edilen, az önce yaptığım açıklamadır. Allah en
iyi bilendir.
Hatice (r.anha)
validemizin: "Misafiri ağırlarsın" ibaresinde te harfi fethalıdır.
Misafire yedirilen yemeğe bu fiilden gelen isim olarak "kıra"
denilir. Bu işi yapana (etken ortaç): karın denilir.
"Hak uğrundaki
musibetlere yardımcı olursun" sözlerine gelince, nevaib musibet demek olan
naibe'nin çoğuludur. Hak musibet demesinin sebebi böyle bir olayın bazen hayır
uğrunda, bazen şer uğrunda olmasının mümkün oluşundan dolayıdır. Lebid şöyle
der:
"Hayır ve şerden
türlü musibetler (hadiseler}in her ikisi de Hayır da uzayıp gitmez, şer de
yapışıp kalmaz."
İlim adamları (r.a) dedi
ki: Hatice (r.anha)'nın söylediği bu sözlerin anlamı şudur: Sana hoşuna
gitmeyecek bir şey gelip, isabet etmez; çünkü Allah seni üstün ahlaki değerlere
ve oldukça büyük erdemlere sahip kılmıştır. Bunun da çeşitli örneklerini
sözkonusu etmektedir.
İşte bu, güzel ahlakın
ve iyi hasletlerin kötü ve yıkıcı hadiselerden esen kalmaya sebep olacağını
göstermektedir. Ayrıca bir maslahatı göz önünde bulundurarak bazı hallerde
insanı yüzüne karşı övmek mümkündür. Diğer taraftan korkacağı bir hal ile karşı
karşıya kalmış bir kimseyi teselli edip, onu müjdelemek ve ona esenliğe
kavuşmasının sebeplerini zikretmek yerindedir. Ayrıca bunlarda Hatice
(r.anha)'nın pek mükemmel, sağlam görüş sahibi, güçlü bir kişiliği, sapasağlam
bir kalbi ve derinliğine anlayışı (fıkhı) pek büyük birisi olduğunun en büyük
delili ve en açık bir belgesidir. Allah en iyi bilendir.
Hatice (r.anha)'nın
Varaka hakkında: "Cahiliye döneminde hristiyanlaşmış bir adam idi"
sözleri hristiyanlık dinine girmişti demektir. Cahiliye ise Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in risaletinden önceki dönemin adıdır. Onlara bu
adın veriliş sebebi ileri derecede bir cehalet içerisinde bulunmaları idi.
Allah en iyi bilendir.
Hatice (r.anha)'nın:
"Arapça yazı yazardı. .. Allah'ın yazmasını dilediği kadarını
yazardı." Müslim'de ibare bu şekildedir. Hem Arapça yazardı, hem de
İncil'den Arapça yazardı, şeklindedir. Buhari'nin Sahihinin baş tarafında ise:
"O kitabı İbranice yazardı. İncil' den İbranice yazardı" şeklindedir.
Her ikisi de sahihtir. Bunların ifade ettiği mana da şudur: O hristiyanlık
dinini İncil hakkında bazı çalışmalar yapacak kadar öğrenmişti. Oradan dilediği
yeri isterse İbranice, isterce Arapça yazabiliyordu. Allah en iyi bilendir.
"Hatice (r.anha)
ona: amcacığım kardeşinin oğlunu dinle, dedi."
Diğer rivayette (403):
"Hatice: Ey amcamın oğlu ... dedi" şeklindedir. Asıllarda bu
şekildedir. Birinci rivayette amca, ikinci rivayette amcaoğlu denilmektedir.
Her ikisi de doğrudur. İkincisinin doğru olması hadisin baş tarafında
zikrettiği gibi gerçekten amcasının oğlu olduğundan dolayı böyle denilmiştir.
Çünkü adı Varaka b. Nevfel b. Esed'dir. Kendisi ise Hatice bnt. Huveylid b.
Esed' dir. Birincisinde ona amca demesi ise saygı için mecazen demiştir. Bu
Arapların hitap adabındaki adetleridir. Küçük büyüğe ona saygı ve mertebesini
yükseltmek maksadıyla, amca diye hitap eder. Amcamın oğlu hitabı ile ise bu
maksat hasıl olmaz. Allah en iyi bilendir.
Varaka'nın: "Bu
Musa (aleyhisselam)'a indirilen namustur" sözünde de namus'tan kasıt,
Cebrail (aleyhisselam)'dır. Dilciler ve Garibu'l-Hadis bilginleri der ki:
Sözlükte namus hayırlı bir sırrı saklayan kimsedir. Casus ise şer olan sırrı
saklayan kişidir. -Sin harfi ile- "nemese" kökü ise gizleyip,
saklamak demektir. Namese ise gizlice bir şeyler söylemek anlamındadır.
Cebrail (aleyhisselam)'a
namus denileceği üzerinde de ilim adamları ittifak etmişlerdir. Aynı şekilde
burada onun kastedildiğini de ittifakla kabul etmişlerdir. el-Herevi dedi ki:
Ona bu ismin veriliş sebebi yüce Allah'ın gaybı ve vahyi bildirme özelliğini
ona tahsis etmiş olmasından dolayıdır. "Musa (aleyhisselam)'a
indirilen" ibaresi de her iki sahihte ve diğer hadis kaynaklarında da bu
şekildedir, meşhur olan da budur. Biz bunu Sahihin dışındaki kaynaklarda:
"İsa (aleyhisselam)'a inen" diye rivayet etmiş bulunuyoruz. Her ikisi
de sahihtir.
Yine Varaka'nın:
"Keşke o zaman güçlü kuvvetli olsaydım" ifadesindeki "o"
zamiri nübüvvet günlerine ve süresine aittir. Keşke o günlerde genç ve güçlü
birisi olsaydım da sana en ileri derecede yardımcı olabilseydim. Bu anlamda bu
lafız aslında hayvanlar için kullanılır, burada bunu kendisi için istiare
yoluyla kullanmıştır. "Güçlü kuvvetli" anlamındaki "ceza"
kelimesi Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde ve diğer kaynaklarda meşhur olan
rivayeti "nasb" iledir. Kadı İyaz der ki: İbn Mahan'ın rivayetinde
ref ile gelmiştir. Buhari'de el-Asili rivayetinde de bu şekildedir. Bu rivayet açıktır,
fakat nasb ile rivayeti açıklama hususunda ilim adamları ihtilaf halindedirler.
el-Hattabi, el-Maziri ve
başkaları şöyle demektedir: Nasb ile okunması hazfedilmiş "kane"nin
haberi kabul edilmesine binaendir. Bu Kufeli nahivcilerin mezhebine göre böyle
gelebilir. Kadı İyaz der ki: Bana göre bu lafız halolarak nasbedilmiştir.
"Leyte"nin haberi ise "fiha: o zamanda, o vakitte"
lafzıdır. Kadı İyaz'ın tercih ettiği bu görüş yine hocalarımız arasından ve
kendilerine güvenilen daha başkalarının tahkik ve bilgi ehli olanlarının tercih
ettiği bir görüştür. Allah en iyi bilendir.
Varaka'nın: "Eğer
senin gününe erişirsem" yani peygamber olarak çıkacağın zamana kadar
yaşarsam "sana oldukça güçlü bir şekilde yardım ederim" güçlü ve
ileri derecede yardımcı olurum anlamındadır.
Diğer rivayette (402):
"Bize Ma'mer haber verdi. Dedi ki: ez-Zührı dedi ki: Bana Urve de haber
verdi" ibaresi asıl nüshalarda da bu şekilde "ve ahbaranı: ve bana
haber verdi" diye vav iledir, sahih olan budur. "Bana haber verdi"
diyen ez-Zühri'dir. Buradaki vav'ın ince bir faydası vardır ki, daha önce
birkaç yerde bunu açıklamıştık. O da şudur: Ma'mer, ez-Zühri'den çeşitli
hadisler dinlemiş olup, ez-Zühri bunları rivayet ederken bana Urve şunu haber
verdi ve bana Urve şunu haber verdi deyip, hadislerin tamamını rivayet eder.
Ma'mer ilk hadisin dışında bir hadis rivayet etmek isterse şöyle derdi:
ez-Zühri dedi ki: Bana Urve şunu da haber verdi deyip, işittiği gibi rivayet
etmek için başa vav getirmiştir. Bu ise ihtiyat, tahkik, lafızları korumak ve
bunlar için gereken dikkati göstermek türündendir. Allah en iyi bilendir.
Yine bu rivayette yani
(402) Ma'mer rivayetinde: "Allah'a yemin ederim ki Allah seni
üzmeyecektir" demektedir ki buna dair açıklamayı daha önce yaptık.
Ukayli rivayetinde
(403): "Kalbi titriyordu" ibaresine gelince, daha önce
"Yemenliler kalpleri en ince kimselerdir" hadisinde kalp ile fuad
arasındaki farkı açıklamıştık. Hatice (r.anha)'nm, Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in kalbinin titrediğini bilmesine gelince göründüğü kadarıyla o bunu
gerçekten görmüştü. Görmemekle birlikte bunu halinin belirtilerinden ve
şeklinden bilmiş olması da mümkündür.
(404) "Cabir b.
Abdullah el-Ensari -ki Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ashabındandı-" şeklindeki ibareler hadiste zaman zaman tekrarlanan türden
ibarelerdir. Onlara dikkat çekmek gerekir. Şöyle ki o (Ebu Seleme) "Cabir'
den -ki o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabındandı-" diye
rivayette bulunmuştur. Cabir b. Abdullah el-Ensari (r.a.)'ın ashab-ı kiramın en
ileri derecede meşhurlarından birisi olduğu ise bilinen bir husustur. Hatta o
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den en çok rivayet nakleden alb
sahabiden biridir.
Bunun cevabı şudur: Bazı
raviler onun sahabi olduğunu bilmemesi ihtimali bulunan kimselere muhatap
olmuşlardı. Bunu açıklayarak böyle bir yanılmayı ortadan kaldırmış sonra da bu
şekilde rivayet devam etmiş bulunmaktadır.
Eğer: Bu isnatta yer
alan bu raviler üstün ve değerli imamlardır. Bunların Cabir'in sahabiliğini
bilmemesi nasıl düşünülebilir denilecek olursa şöyle cevap verilir: Bu hususun
bazılarına açıklanması ilimde ilerlemeden ve bilgi sahibi olmadan önceki
küçüklük zamanında sözkonusu olmuştur. Sonra olgunluğa erişince bu hadisi
duyduğu gibi rivayet etmiştir. Cabir hakkında sözünü ettiğim bu hususun bir
benzeri ashab-ı kiram'ın birçoğu hakkında tekrar tekrar görülen bir husustur.
Hepsi ile ilgili verilecek cevap da zikrettiğim şekildedir. Allah en iyi
bilendir.
"Vahyin kesintiye
uğraması (fetreti)" ise vahyin gelmemesi, ardı arkasına inmemesi demektir.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (404): "Hira'da bana gelen meleği
oturuyor gördüm." Asıl nüshalarda bu şekilde: "(...): oturuyor diye
hal olarak nasb ile gelmiştir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Ondan korktum ... "
<---------------------------------------------------------------------------------------------------
İmam Nevevi burada
Müslim'in 404 ve bundan sonraki rivayette bu kelimenin "fecuistu" ve
"fecusistu" şeklindeki rivayetlerini ele almakta ve rivayet ihtilaflarım
ortaya koymakta, muhakemelerini yapmakta ve rivayetler arasındaki farkın pek
önemsenmemesi gerektiği sonucuna ulaşmaktadır. (Çeviren)
--------------------------------------------------------------------------------------------------->
Bu lafzın anlamına
gelince, her iki rivayette aynı anlamdadır. Yani bu kelimenin peltek se ve
diğerinin hemze ile rivayeti korktum, dehşete düştüm anlamındadır. Buhari'nin
rivayetinde de "feruibtu: korktum, dehşete düştüm" diye
kaydedilmiştir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in (405): "Yere düştüm" ibaresine gelince: Burada
mı başına hemze getirilmeksizin ziyadesiz olarak gelmiştir ve bu doğrudur.
Hemzeli olarak da kullanılır, o da aynı anlamdadır. İki ayrı söyleyiştir.
Hemzesiz kullanılmayacağını söyleyenler ise yanlış yapmışlardır, bunu
bilmemektedirler. Allah en iyi bilendir.
"Sonra vahiy
hızlandı ve arka arkaya indL" Hadisten "hamiye: ısındı
(hızlandı)" ve "tetabea: arka arkaya indi" laflZlan aynı
anlamdadır. Birini diğeriyle tekit etmiştir. Birinci kelime çokça indi ve arttı
demektir. "(....): Ateş ve güneş ısındı" sözlerinden alınmıştır ki,
harareti yükseldi, ısısı arttı demektir.
"İlk indirilen yüce
Allah'ın: "Ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğu olduğunu
söylemek ise zayıftır hatta batıldır. Doğrusu ise kayıtsız ve şartslZ olarak
ilk inenin Aişe (r.anha)'nın rivayet ettiği (401) hadiste açıkça ifade edildiği
gibi "yaratan Rabbinin adıyla oku" (Nak, 1) buyruğudur. "Ey
örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğu ise, ez-Zühri'nin Ebu Seleme'den,
onun Cabir' den diye naklettiği rivayette açıkça ifade ettiği gibi, vahyin
fetret döneminden sonra inmiştir.
Bu hadiste birkaç yerde
açıkça görülmektedir. Bunlardan biri (404):
"Vahyin
kesilmesinden söz ederken" sözünden başlayıp: "Sonra yüce ,.l\llah:
"Ey örtünüp bürünen" buyruklarını indirdi" sözleridir. Yine
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (404): "Bir de baktım ki
Hira'da bana gelen melek" sözü, daha sonra (406) sonra yüce Allah:
"Ey örtünüp bürünen" buyruklarını indirdi" ibaresi yine (404):
"Sonra vahiy arka arkaya geldi" ifadesi bunlar arasındadır ki fetret
döneminden sonra arka arkaya geldi demektir. O halde doğru olan ilk inen
buyruğun " ... oku" buyrukları olduğudur. Vahyin fetret döneminden
sonra ilk inen ise "ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruklarıdır.
Müfessirler arasında ilk inen sure fatiha suresidir diyenlerin görüşleri ise,
ayrıca sözkonusu edilmeyecek kadar açıkça batıl bir görüştür. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah (s.a.v.)'in
(407): "Vadinin iç tarafından geçtim" yani, onun iç tarafında idim.
Cebrail (aleyhisselam) hakkında: "Onun havada arşın üzerinde olduğunu
gördüm." ifadesinde arş'tan kasıt daha önceki rivayette geçtiği üzere
kürsidir yani yer ile gök arasında bir kürsi üzerinde idi.
Dilciler der ki: Arş,
serir (taht) demektir. Krallık seriri (tahtı) denilmiştir.
Şanı yüce Allah da:
"Ve onun (Sebe kraliçesinin) büyük bir arşı (tahtı) vardır." (NemI,
23) buyurmaktadır.
Hava ise sema ile yer
arasındaki boşluktur. Diğer rivayette belirtildiği gibi. Hava boşluk demektir.
Nitekim yüce Allah: "Kalpleri ise heva (bomboş) olacaktır." (İbrahim,
43) buyurmaktadır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Beni şiddetli bir titreme tuttu" ibaresindeki
"titreme" anlamındaki kelime olan "recfe" meşhur
rivayetlerde bu şekilde re harfi iledir. Kadı İyaz dedi ki: es-Semerkandi ise
bunu vav harfi ile "vecfe" olarak rivayet etmiştir. Her ikisi de
sahihtir. Anlam itibariyle birbirine yakındır. Anlamları sarsılmak,
çalkalanmaktır. Nitekim yüce Allah: "O gün titreyecek (vacife) kalpler
vardır." (Naziat, 8); "O günde sarsan sarsacak (tercufurracife)"
(Naziat,6); "O gün yer ve dağlar sarsılacak (tarcufu)" (Müzzemmil,
14) buyurmaktadır.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Üzerime su dökünüz" buyruğundan korkuya
kapılmış kimsenin üzerine korkusunun dinmesi için su dökülmesi gerektiği
anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Yüce Allah'ın: "Ey
örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğunun tefsirine gelince: İlim
adamları dedi ki: el-Müddessir ve el-müzzemmil aynı anlamda elbiselerine
örtünmüş, onlara sarınmış kimse demektir. Cumhur elmüddessir'in elbiselerine
bürünüp sarınmış anlamında olduğu kanaatindedir. el-Maverdi de İkrime' den şu
anlamda bir görüş nakletmektedir: el-Müddessir nübüvvete ve onun yüklerine
bürünmüş demektir.
Yüce Allah'ın:
"Kalk ve uyar" buyruğu ise, iman etmeyen kimseleri azaptan sakındır,
demektir. "Rabbini yüceittikçe yücelt" buyruğu da onu tazim et, ona
layık olmayan her husustan onu tazim et, demektir.
"Elbiselerini
tertemiz et. " Necasetlerden elbiselerini temizle demek olduğu,
elbiselerini kısa tut anlamında olduğu, elbiselerden kastın nefis olduğu da
söylenmiştir. Yani nefsini günahlardan ve diğer eksikliklerden arındır.
"Pislik"
anlamındaki "er-rucz" kelimesi çoğunluk tarafından re harfi kesreli
(er-ries) diye okunmuştur. Ama Hafs bunu ötreli (er-rucz) diye okumuş ve bunu
kitapta putlar olarak açıklamıştır,. Müfessirlerden pek çok kimse de böyle
demiştir. Sözlükte ise ricz azap demektir. Şirke, putlara tapmaya ricz
denilmesinin sebebi ise azaba neden olmalarıdır. Ayetteki "ricz" den
kastın şirk olduğu, günah olduğu, zulüm olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi
bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
74- RESULULLAH (S.A.V.)'İN (GECELEYİN) GÖKLERE YÜRÜTÜLMESİ (İSRA) VE NAMAZLARIN FARZ KILINMASI BABI