SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب بيان
أن الإسلام
بدأ غريبا
وسيعود غريبا،
وإنه يأرز بين
المسجدين
65- İSLAM'IN GARİP
BAŞLADIĞl, TEKRAR GARİPLİĞİNE DÖNECEĞİ VE İKİ MESCİT ARASINA ÇEKİLECEĞİNİ BEYAN
BABI
231 - (144) وحدثنا
محمد بن
عبدالله بن
نمير. حدثنا
أبو خالد،
يعني سليمان
بن حيان، عن
سعد بن طارق،
عن ربعي، عن
حذيفة؛ قال:
كنا عند عمر.
فقال: أيكم سمع
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يذكر
الفتن؟ فقال
قوم: نحن
سمعناه. فقال:
لعلكم تعنون
فتنة الرجل في
أهله وجاره؟
قالوا: أجل.
قال: تلك
تكفرها
الصلاة
والصيام
والصدقة. ولكن
أيكم سمع
النبي صلى
الله عليه
وسلم يذكر الفتن
التي تموج موج
البحر. قال
حذيفة: فأسكت
القوم. فقلت:
أنا. قال: أنت،
لله أبوك! قال
حذيفة: سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول: "تعرض
الفتن على
القلوب
كالحصير عودا
عودا. فأي قلب
أشربها نكت
فيه نكتة
سوداء. وأي قلب
أنكرها نكت
فيه نكتة
بيضاء. حتى
تصير على قلبين،
على أبيض مثل
الصفا. فلا
تضره فتنة ما
دامت
السماوات
والأرض.
والآخر أسود
مربادا، كالكوز
مجخيا لا يعرف
معروفا ولا
ينكر منكرا. إلا
ما أشرب من
مراه".قال
حذيفة:
وحدثته؛ أن
بينك وبينها
بابا مغلقا
يوشك أن يكسر.
قال عمر:
أكسرا، لا أبا
لك! فلو أنه
فتح لعله كان
يعاد. قلت: لا.
بل يكسر.
وحدثته؛ أن
ذلك الباب رجل
يقتل أو يموت.
حديثا ليس
بالأغاليط.قال
أبو خالد:
فقلت لسعد: يا
أبا مالك! ما
أسود مربادا؟
قال: شدة
البياض في
سواد. قال،
قلت: فما الكوز
مجخيا؟ قال:
منكوسا.
367- Bize Muhammed b.
Abdillâh b. Numeyr rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Hâlid yânı Süleyman b.
Hayyân, Sa'd b. Târik'dan, o da Ribi' bin Hiraş'tan, o
Huzeyfe'den şöyle dediğini nakletti: Ömer'in yanında idik. Hanginiz Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i fitnelerden söz ederken dinledi, dedi.
Birkaç kişi: Onu biz
duyduk, dediler. Ömer: Muhtemelen siz kişinin ailesi ve komşusu hakkındaki
fitnesini kastediyorsunuz, dedi. Onlar: Evet diye cevap verdi. Ömer: O fitneye
namaz, oruç ve sadaka kefaret olur ama hanginiz Nebi {Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i deniz dalgaları gibi dalgalanan fitneleri sözkonusu ederken dinledi,
dedi.
Huzeyfe: Meclistekiler
sustular, dedi. Ben: Ben (işittim) dedim. Ömer:
Seni doğuran babaya aşk
olsun, dedi.
Huzeyfe dedi ki: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim:
"Fitneler kalplere
hasır(ın dokunduğu gibi) çubuk çubuk arzedilir. Onlar hangi kalbe içirilirse o
kalpte siyah bir leke oluşur. Hangi kalp onları reddederse o kalpte de beyaz
bir leke oluşur. Nihayet iki kalbe yerleşirler. (Bu kalplerin) biri dümdüz bir
taş gibi bembeyazdır, gökler ve yer devam ettiği sürece hiçbir fitnenin ona bir
zararı olmaz, diğeri ise alacalı siyahtır, ters yüz olmuş bir testi gibidir.
-Kendisine hevasından içirilen dışında- ne bir marufu bilir, ne de bir münkeri
reddeder."
Huzeyfe dedi ki: Ben ona
seninle onun arasında neredeyse kırılmak üzere olan kapalı bir kapının
bulunduğunu da söyledim. Bu sefer Ömer: Kırılacak mı dedin? Hay Allah iyiliğini
versin eğer açılmış olsaydı belki o tekrar kapanabilirdi, dedi.
Ben: Hayır, kırılacak,
dedim sonra ona bu kapının öldürülecek yahut ölecek bir adam olduğunu anlattım.
Ben bunu mugalata olarak değil, apaçık bir söz olarak söyledim.
Ebu Halid dedi ki:
Sa'd'a: Ey Ebu Malik alacalı siyah ne
demektir dedim. O: Siyah içinde ileri derecede beyazlıktır, dedi. Ben: Peki baş
aşağı dönmüş testi nedir, dedim. O: Başı aşağı eğilmiş demektir, dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 3319
(144) وحدثني
ابن أبي عمر.
حدثنا مروان
الفزاري.
حدثنا أبو
مالك
الأشجعي، عن ربعي؛
قال: لما قدم
حذيفة من عند
عمر، جلس فحدثنا.
فقال: إن أمير
المؤمنين أمس
لما جلست إليه
سأل أصحابه:
أيكم يحفظ قول
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم في
الفتن؟ وساق
الحديث بمثل
حديث أبي
خالد. ولم
يذكر تفسير
أبي مالك لقوله
"مربادا
مجخيا".[ش
(إن أمير
المؤمنين أمس)
المراد بقوله:
أمس، الزمان
الماضي، لا
أمس يومه، وهو
اليوم الذي يلي
يوم تحديثه.
لأن مراده لما
قدم حذيفة
الكوفة، في
انصرافه من
المدينة من
عند عمر رضي
الله عنهما].
368- Bize İbn Ebi Ömer de
tahdis etti. Bize Mervan el-Fezari tahdis etti. Bize Ebu Malik el-Eşcai, Rib'i'den şöyle dediğini tahdis etti: Huzeyfe, Ömer'in
yanından gelince oturup bize hadis nakletti ve şöyle dedi: Müminlerin emiri dün
yanında oturduğum sırada arkadaşlarına: Hanginiz ResuluHah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in fitneler hakkında söylediklerini bellemiş bulunuyor, dedi. Sonra
da hadisi Ebu Halid'in hadisi ile aynı şekilde nakletti ancak Ebu Malik'in:
"Alacalı simsiyah" buyruğuna dair açıklamasını zikretmedi.
(144)م
وحدثني محمد
بن المثنى،
وعمرو بن علي،
وعقبة بن مكرم
العمى. قالوا:
حدثنا محمد بن
أبي عدي عن
سليمان
التيمي، عن
نعيم بن أبي
هند، عن ربعي
بن حراش، عن
حذيفة؛ أن عمر
قال: من
يحدثنا، أو
قال: أيكم
يحدثنا (وفيهم
حذيفة) ما قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم في الفتنة؟
قال حذيفة:
أنا. وساق
الحديث كنحو
حديث أبي مالك
عن ربعي. وقال
في الحديث: قال
حذيفة: حدثته
حديثا ليس
بالأغاليط.
وقال: يعني
أنه عن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
369- Bana Muhammed b.
el-Müsenna, Amr b. Ali ve Ukbe b. Mukrim el-Ammi de tahdis edip dediler ki:
Bize Muhammed b. Ebu Adiy b. Süleyman et-Teymi, Nuaym b. Ebi Hind'den tahdis
etti. O Rib'i b. Hiraş'dan, o
Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre Ömer: ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in fitne hakkında söylediklerini bize kim anlatacak yahut hanginiz
anlatacak, dedi.
Aralarında Huzeyfe de
vardı. Huzeyfe: Ben dedi ve hadisi Ebu Malik'in, Rib'i'den naklettiğine yakın
olarak sevketti. Hadiste şunları da söyledi: Huzeyfe dedi ki: Ben ona hiç de
mugalata olmayan bir hadis naklettim. Yine dedi ki:
Yani o, bu hadis
ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dendir, demek istiyordu.120
AÇIKLAMA: (365-369
numaralı hadisler): Bu babta Huzeyfe (r.a.)'ın (365): "ResuluHah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize iki hadis söyledi. .. " hadisi ile yine
Huzeyfe (r.a.)'ın fitneleri n arz edilmesine dair (367) diğer hadisi yer
almaktadır. Ben bu iki hadisin lafızlarının ve anlamlarının açıklamalarını yüce
Allah'ın izniyle sıralarına göre zikredeceğim.
Birinci hadiste Müslim
dedi ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti ...
Zeyd b. Vehb'den, o Huzeyfe
(r.a.}'dan" Bu isnattaki ravilerin tamamı Kufelidir. Huzeyfe ise Medainli
ve Kufelidir.
"Plmeş'ten, o
Zeyd'den" isnadındaki Plmeş tedlis yapan bir ravidir.
Daha önce tedlis yapan
ravinin "an" lafzını kullanarak naklettiği rivayetinin delil gösterilmeyeceğini
yazmıştık. Bunun da cevabı daha önce fasıllarda ve başka yerlerde defalarca
belirttiğimiz gibi (21167) şudur: Plmeş'in bu hadisi Zeyd' den bizzat dinlemiş
olduğu başka bir cihetten sabit olmuştur. Dolayısıyla bundan sonra onun bu
hadisi rivayet ederken "an" lafzını kullanmasının ona bir zararı
yoktur.
Huzeyfe (radıya1lahu
anh}'ın: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize iki hadis
söyledi" sözünün anlamı: Bize emanet hakkında iki hadis söyledi
şeklindedir yoksa Huzeyfe'nin yaptığı rivayetler Buhari ve Müslim'in
Sahihlerinde de, başka kaynaklarda da pek çoktur.
et-Tahrir sahibi dedi
ki: Bu iki hadisten birisi ile kastettiği: "Bize emanetin adamların
kalplerinin köküne indiğini tahdis etti" hadisi, diğeri ise: "Sonra
bize emanetin kaldırılmasını anlattı ... " hadisidir.
Hadislerdeki Lafızlarm
Anlamları
"Emanet adamların
kalplerinin köküne indi." Kök anlamındaki kelime cim harfi fethalı ve
kesreli olarak cezr ve cizr şekillerinde iki ayrı söyleyiştir.
Kadı İyaz (rahimehuIlah)
dedi ki: Emanetten kastedilen zahiren anlaşıldığı üzere yüce Allah'ın kullarını
yükümlü kıldığı teklif ile onlardan almış olduğu ah it (sözltir. İmam
Ebu'l-Hasan el-Vahidt (rahimehuIlah) yüce Allah'ın: "Muhakkak biz emaneti
göklere, yere ve dağlara arz ettik" (Ahzab, 72) buyruğu hakkında İbn Abbas
(radıyaIlahu anh) dedi ki: Bunlar yüce Allah'ın kullarına farz kıldığı
farzlardır, demiştir. Hasan, o dindir, dinin tümü emanettir, demiştir.
Ebu'l-Niye: Emanet onlara verilen emirlerle yasaklardır. Mukatil: Emanet,
itaattir demiştir. el-Vahidt dedi ki: Bu da müfessirlerin çoğunluğunun
görüşüdür. Buna göre emanet hepsinin görüşlerine göre itaat ve eda edilmelerine
bağlı olarak sevabın, edilmemeleri halinde ise cezanın sözkonusu olduğu farzlardır.
Allah en iyi bilendir.
et-Tahrir sahibi de
şöyle demektedir: Hadiste sözü edilen emanet yüce Allah'ın: "Biz emaneti.
.. arz ettik" (Ahzab, 72) buyruğunda geçmektedir. Bu da imanın ta
kendisidir. Emanet kulun kalbinde iyice yer edecek olursa o da o vakit
mükellefiyetieri eda eder ve bunlardan yapmak durumunda olduklarını ganinıet
bilir ve bunları bütün gayretiyle dosdoğru yerine getirmeye çalışır. Allah en
iyi bilendir.
Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellero)'in: "Kabarcık gibi izi kalır" ibaresindeki
"el-vekt" azıcık iz demektir. el-Herevi böyle açıklamıştır. Başkası
ise az miktardaki siyahlıktır diye açıklamıştır. Bunun önceki renkten farklı
olarak ortaya çıkan renk demek olduğu da söylenmiştir.
"el-Mecel:
kabarcık" ile ilgili olarak dilbilginleri ve hadisteki garip lafızlara
dair eser yazmış ilim adamları, balta ve benzeri aletlerle iş yapmaktan ötürü
elde meydana gelen ve içinde az su bulunup, yarım küre gibi meydana gelen
kabarcıktır.
"Sonra bir çakıl
taş! alıp, onu yuvarladı." Biz burada "hasa" kelimesini böylece
zaptettik, ne demek olduğu açıktır. yazmaların çoğunda ise "hasat"
şeklinde tekil olarak gelmiştir. Bu da sahihtir. O aldığını yahut o şeyi
yuvarladı demek olur ki yuvarladığı şey de çakıl taşıdır. Allah en iyi bilendir.
et-Tahrir sahibi dedi
ki: Hadisin anlamı şudur: Emanet kalplerden yavaş yavaş kalkacaktır. Onun ilk
bölümü kalkacak olursa nuru gider ve onun yerine küçük bir kabarcığı andıran
bir kabarcık oluşur. Bu ise önceki renkten farklı, yeni ortaya çıkan bir
renktir. Başka bir şey daha giderse bu sefer kabarcık izini andıran bir
halolur. Bu ise ancak bir süre sonra ortadan kalkabilen, kalıcı bir izdir.
Bunun karanlığı ise bundan öncekinden daha fazladır sonra kalbe yerleştikten
sonra bu nurun ortadan kalkıp, orda yer etmesinden sonra çıkmasını ve
arkasından karanlığın gelmesini, ayağının üzerine ayağında iz bırakacak şekilde
yuvarladığı bir kor ateşe benzetmektedir. O kor ateş oradan geçtikten sonra
geriye kabarması kalır. Bir çakıl taşını alıp, onu yuvarlaması ile de sözü geçen
hususa daha bir açıklık getirmek istemiştir. Allah en iyi bilendir.
Huzeyfe (r.a.)'ın:
"Üzerimden öyle bir zaman geçmişti ki, kiminle alışveriş yaptığı ma
aldırmazdım ... Bugüne gelince ise ancak filan ve filan ile alışveriş
yaparım." Burada kastedilen bildiğimiz alışveriştir. Şunu anlatmak
istiyor: Ben (o zamanlar) emanetin kaldırılmadığını, insanlarda ahitlerine vefa
ve bağlılık bulunduğunu biliyordum. Bundan dolayı durumunu araştırmadan
insanlara ve onların emin olduklarına güvenerek önüme gelenle alışveriş
yapardım, çünkü kendisiyle alışveriş yaptığım kişi eğer Müslüman ise dini ve
güvenilirliği onu hainlik etmekten alıkoyar ve emaneti eksiksiz yerine
getirmeye onu iter. Eğer kafir ise onu çalışmaya gönderen onun velisi olur. O
da aynı şekilde bu velayetini ifa ederken emaneti gereği gibi yerine getirir,
böylelikle benim o zimmı kimsedeki hakkımı çıkarıp alır.
Bugüne gelince, emanet
yok olup gitmiş bulunuyor. Artık kendisiyle alışveriş yaptığım kimseye de,
zimmı kimseden sorumlu olana da emaneti eksiksiz yerine getireceklerine güvenim
kalmamıştır. Bundan dolayı -belli sayıdaki kişileri kastederek- kendilerini
tanıyıp, güvendiğim filan ve filandan başkası ile alışveriş yapmıyorum.
et-Tahrir sahibi ve Kadı
İyaz -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle diyor: Bazı ilim adamları
buradaki mübayaayı (alışverişi) halifelik bey'ati ve bunun dışındaki din
hususları ile ilgili akitler ve ahitleşmeler hakkında yorumlamışlardır. Ancak
bu bir hatadır; çünkü hadiste bu görüşü çürüten bazı yerler vardır. Eğer hristiyan
yahut Yahudi olursa ibaresi bunlardan birisidir. Bilindiği gibi hristiyan ve
Yahudi ile din ile alakalı herhangi bir hususta akit yapılmaz. Allah en iyi
bilendir.
Fitnelerin arzedilmesi
hakkındaki ikinci hadise (367) gelince, senedinde geçen Süleyman b. Hayyan'ın
babasının adı Hayyan olup ye iledir, be ile değildir. "Rib'i"nin
babasının adı Hiraş'dır.
"Kişinin ailesi ve
komşusu hakkındaki fitnesine namaz, oruç ve sadaka kefaret olur" sözü ile
ilgili olarak dilbilginleri şöyle demişlerdir: Arap dilinde fitnenin asıl
anlamı ibtila, imtihan ve ihtibar (sınamak, denemekıdır.
Kadı İyaz dedi ki: Sonra
dil örfünde sınamanın açığa çıkardığı her türlü kötülük hakkında kullanılmaya
başlamıştır. Ebu Zeyd dedi ki: Bir kimse fitnenin içine düşüp de iyi bir halden
kötü bir hale geçecek olursa, adam fitneye düştü denilir.
Adamın aile halkı, malı
ve çocuğu hakkındaki fitnesi ise onlara beslediği aşırı sevgiden, onlara karşı
cimrilik etmekten tutun da onlarla uğraşırken pek çok hayrı yapacak fırsat
bulamamaya kadar çeşit çeşittir. Nitekim yüce Allah: "Muhakkak mallarınız
ve evlatlarınız bir fitnedir." (Enfal, 28) buyurmaktadır. Yahut onların
yerine getirmesi gereken hakları onları tedib edip, onlara ilim öğretınesi gibi
hususlardaki kusurları sebebiyle de fitneye maruz kalması sözkonusudur; çünkü
o, onların bir çobanıdır ve kendisi sürüsünden sorumludur. Kişinin komşusu
hakkındaki fitnesi de bu türdendir. İşte bütün bunlar hesaba çekilmeyi
gerektiren fitnelerdir. Bunların bir kısmı hasenat ile örtülüp, affedilmesi
ümit edilen küçük günahlardır. Nitekim yüce Allah: "Şüphesiz iyilikler
kötülükleri giderir" (Hud, 114) buyurmaktadır. "Denizin dalgalandığı
gibi dalgalanan" sözleri çalkalanan, biri diğerini iten demektir. O bu
fitneleri aşırı büyüklükleri ve ileri derecedeki yaygınlık1arı sebebiyle
denizin dalgasına benzemektedir. "Oradakiler sustu" ifadesindeki
susmak anlamını veren fiilin başında hemze vardır. Dilcilerin çoğunluğu bu
fiilin hemzeli ve hemzesiz kullanımının
susmak anlamında iki
ayrı söyleyiş olduğunu söylemişlerse de Esmaı hemzesiz, sustu, hemzeli ise
(susup) başını önüne eğdi, demektir diye açıklamışlır.
Oradakilerin susuş
sebepleri ise, bu tür fitne ile ilgili bir şey bellememiş olmaları, sadece birinci
tür ile ilgili bilgilerinin bulunmasından dolayıdır. "Babana aşk
olsun" diye tercüme ettiğimiz "lillahi Ebuke" Arapların övmek
için söylemeyi alışkanlık haline getirdikleri övücü bir ifadedir. Çünkü büyük
birisine yapılan bir izafe şereflendirmek anlamındadır. Bunun için Allah'ın evi
ve Allah'ın dişi devesi (beytullah, nakatullah) denilir. et-Tahrir sahibi der
ki: Şayet çocukta övülecek bir hal bulunacak olursa ona: Senin gibi bir evlada
sahip olduğu için babana aşk olsun, denilir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Fitneler kalplere hasır gibi çubuk çubuk
arzedilir" buyruğundaki (by by): Çubuk çubuk lafızları üç farklı şekilde
tespit edilmiş olup, bunların en açık anlaşılır ve en meşhur olanları ayn harfi
ötreli ve dal ile olanlarıdır.
İkincisi ise ayn harfi
fethalı ve yine dal ile üçüncüsü ise ayn harfi fethalı fakat zel ile gelmiştir.
Bununla birlikte et-Tahrir sahibi sadece birincisini zikretmiştir. Kadı İyaz
ise her üç şekli de kendi imamlarından söz etmiş ve o da birincisini tercih
ederek şöyle demiştir: Üstadımız Ebu'l-Huseyn b. Serrac "ayn"ın
fethalı ve dal harfi ile olanını tercih etmiştir.
(Devamla) dedi ki:
Sunulmasının anlamı ise hasınn uyuyan kişinin böğrüne yapışıp, sıkı
yapışmasından dolayı iz bıraktığı gibi kalplerin enine yani yanına yapışması
demektir. Çubuk çubuk ifadesinin anlamına gelince, bu fitneler peyderpey ve
tekrar tekrar arzedilir demektir. İbn Serrac dedi ki: Bunu noktalı zel ile
rivayet edenlerin rivayetinin manası ise, fitnelerden Allah'a sığınmayı dilemektir.
Yani bizler senden bizi bundan korumanı ve bize mağfiret buyurmanı dileriz,
demektir.
Üstad Ebu Abdullah b.
Süleyman dedi ki: Bunun anlamı, bu fitnelerin kalbin üzerinde görünmeleridir.
Yani fitneler kalplere biri diğerinin arkasından zuhur eder. "Hasır
gibi" ifadesi ise: Hasınn çubuk çubuk dokunması ve birinin diğerinin
arkasına konulması gibidir, demektir. Kadı İyaz der ki: Buna göre ise ayn
harfinin ötreli okunuşu ağırlık kazanmakta, tercih edilir hale gelmektedir;
çünkü Araplara göre hasın dokuyan bir kimse bir çubuğu yerleştirdikten sonra
bir diğerini alır ve onu da dokur. Fitnelerin kalplere birbiri arkasından arz
edilmesini, hasınn çubuklarının dokuyu cu tarafından birbiri arkasına
sıralanıp, dokunmasına benzetmektedir. Kadı der ki: Bana göre hadisin anlamı
budur. Lafızlarının akışı ve benzetmenin sıhhati de buna delildir. Allah en iyi
bilendir.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Bu fitneler hangi kalbe içirilirse ona siyah bir
leke konur. Hangi kalp de bunlara karşı çıkarsa onda da beyaz bir leke olur.
" Kalplere içirilmesinin anlamı içine tamamen girip, oradan ayrılmaması ve
adeta içilen bir şeyin yer etmesi gibi yer etmesi demektir. Yüce Allah:
"Ve kalplerine buzağı içirildi" (Bakara, 93) buyurmuştur ki buzağının
sevgisi içirildi, demektir. Arapların: Kırmızı içirilmiş elbise ifadeleri de
ayrılmayacak şekilde kırmızı rengin ona karışması demektir. "Bir leke
olur" ise bir nokta konur demektir. İbn Bureyd ve başkaları der ki: Bir
şeyde kendi asıl renginden farklı bulunan her bir noktayı anlatmak için
"nekt" denilir. "Onu inkar eden" onu reddeden anlamındadır.
Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Sonunda iki kalbin üzerinde yer ederler. Biri dümdüz bir taş gibi
bembeyazdır ... ve hiçbir münkere karşı çıkmaz ... :.' Kadı İyaz (rahimehullah)
dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dümdüz taşa benzetmesi
beyazlığını açıklamak için değildir. Ama bu onun imana bağlılığı ve herhangi
bir tutarsızlıktan yana esenlikte olması hususundaki sağlamlığının diğer bir
niteliğidir. Ayrıca fitnelerin ona yapışmadığı ve onu etkilemediğini anlatmak
istemiştir. Bu yönüyle tıpkı dümdüz taş (safa) gibidir. Safa ise ona hiçbir
şeyin yapışmadığı dümdüz taşa denir. ''Alaca siyah" anlamındaki lafız
bizim rivayetimizde ve ülkemizdeki asıllarda (b~r) şeklindedir, halalarak nasb
edilmiştir. Kadı İyaz (rahimehullah) bu lafzın tespitinde bir ihtilaftan söz
etmekte, bazılarının bizim dediğimiz gibi onu zaptetmiş olmakla birlikte
kimilerinin de bunu be' den sonra kesreli hemze ile (~r) diye rivayet ettiğini
ifade etmiştir.
Kadı İyaz der ki: Bu
hocalarımızın çoğunun rivayetidir. Ama bunun aslı "müsvedd ve muhmarr:
siyahlaşmış ve kırmızılaşmış" lafızları gibi "murbed" alacalı
siyah şeklinde olmasıdır. Ebu Ubeyd ve el-Herevi de bunu böylece zikretmiş,
hocalarımızın kimisi bunu Ebu Mervan b. Serrac'dan sahih olarak nakledildiğini
belirtmiştir. Çünkü bu lafız (....)'den gelmektedir. Ancak kırmızılaştı,
fiilini iki sakin arka arkaya geldiğinden ötürü mim'den sonra hemzeli olarak
... şeklinde kullananlar müstesna. O takdirde (....) ile (....) denilir. Her
iki görüşe göre de dal harfi şeddelidir, ileride bunun açıklaması gelecektir.
Mucahhı kelimesi
meyletmiş, yan yatmış demektir. el-Herevi ve başkaları böyle açıklamışlardır.
Hadisin ravisi kitapta bunu baş aşağı ifadesiyle açıklamıştır ki bu da eğilmiş,
yan yatmış anlamına yakındır.
Kadı lyaz dedi ki: İbn
Serrac bana dedi ki: Baş aşağı testi gibi sözü daha önce geçen siyahlığı ile
ilgili bir benzetme değildir. Bu onun baş aşağı dönmüş ve ters yüz olmuş
olmakla nitelendirildiği bir başka vasfıdır. Öyle ki herhangi bir hayır ve bir
hikmet ona erişmez. Ona baş aşağı dönmüş testiyi örnek gösterdikten sonra:
"Ne bir iyiliği tanır, ne de bir kötülüğü reddeder" diye
açıklamaktadır.
Kadı lyaz da, şöyle
demektedir: Hiçbir hayrı anlamayan kalbi eğilmiş ve içinde suyun kalamadığı
testiye benzetmiştir. et-Tahrir sahibi de şöyle demiştir: Hadisin anlamı şudur:
Kişi hevasına uyup, masiyetleri işleyecek olursa işlediği her bir masiyet
sebebiyle kalbine bir karanlık girer. Kalp bu hale ulaşınca fitneye dalar ve
ondan İslam'ın nuru zail olur. Kalp de testiye benzer. Baş aşağı dönerse içinde
ne varsa dökülür ve arlık bundan sonra içine hiçbir şey girmez. "Sa'd'a:
Esved murbad (alaca siyah) ne demektir? O siyah içinde şiddetli beyazdır,
dedi" ibaresi ile ilgili olarak Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki:
Üstatlarımızdan kimisi bu bir tashiftir derdi. Bu aynı zamanda Kadı Ebu'l-Velid
el-Kinani'nin de görüşüdür. O dedi ki: Benim görüşüme göre bunun doğrusu siyah
içinde beyaz gibidir şeklindedir. Çünkü siyah içinde ileri derecede beyazlığa
bu isim verilmez. Ona eğer vücutta ise ablak, gözde ise haver denilir. Bu
kelimenin kökü ise siyaha karışmış az miktardaki bir beyazlığı anlatmak için
kullanılır. Çoğu deve kuşunun rengi gibi. İşte deve kuşuna rebda denilmesi de
bundan dolayıdır. Doğrusu onun beyaz gibi olduğudur. Yoksa ileri derecede beyaz
gibi olduğu değildir.
Ebu Ubeyd, Ebu Amr'dan
ve başkasından şunu nakletmektedir: Rebde siyah ile bulanık renk arasındaki bir
renktir. İbn Bureyd ise rebde bulanık renk demektir. Başkası ise siyah ın
bulanıklığa karışımıdır diye açıklamışlır. el-Harbi de şöyle demiştir: Deve
kuşunun renginin bir kısmı siyah, bir kısmı beyazdır. İşte rengi değişip, ona
siyah karışacak olursa kullanılan "erbede levmuhu" ifadesi buradan
gelmektedir. Naftaveyh dedi ki: Murbed siyah ve beyaz ile parlayan renktir.
Renk renk olmasını anlatmak için kullanılan terebbede levnuh de buradan gelir.
Allah en iyi bilendir.
Huzeyfe (r.a.)'ın:
"Ben ona seninle o fitneler arasında kırılması yakın bir kapı vardır. diye
anlattım. Ömer (r.a.) da: Allah iyiliğini versin kırılacak mı (dedin). Eğer o
açılmış olsaydı belki eski haline dönerdi dedi" ibarelerinde:
"Seninle onlar (fitneler) arasında kapalı bir kapı vardır" sözleri
yani sen hayatta iken bu fitnelerin hiçbirisi ortaya çıkmayacaktır demektir.
"Kınlacak mı" sorusuna gelince, kınlanın tekrar eski haline gelmesi
-c:.çılanın aksine- imkansızdır çünkü kırmak çoğunlukla ancak bir zorlama,
galip gelme ve adeten ayrılıktan dolayı ortaya çıkar.
"La eba lek:
Babasız kalasın (Seni doğuran babaya aşk olsun, Allah iyiliğini versin)"
deyimi hakkında et-Tahrir sahibi şöyle diyor: Bu Arapların herhangi bir şeye
teşvik maksadıyla söyledikleri bir sözdür. Anlamı da şudur: İnsanın babası
varken bir sıkıntı ile karşı karşıya kalıp, bir darlığa düşecek olursa babası
ona yardım eder ve üzerinden bütün bunların bir kısmını kaldırır. Dolayısıyla
çocuk tek başına kaldığı ve yardımcı olan babasının bulunmadığı halde gerek
duyacağı çalışma ve gayrete ihtiyaç duymaz. Buna göre bu deyim kullanıldığı
vakit sen bu işe hiçbir yardımcısı bulunmayan bir kimse imişsin gibi ciddiyetle
sarıl, ona göre hazırlığını yap, demektir.
"Ben ona bu kapının
öldürülecek yahut ölecek bir adam olduğunu anlattım. Bu sözü mugalata olarak
değil, dosdoğru bir söz olarak naklettim" sözlerinde öldürüleceğini
belirttiği adam Sahihte onun Ömer b. el-Hattab (r.a.)'ın kendisi olduğu beyan
edilmiştir.
"Öldürülecek yahut
ölecek" ifadesine gelince, Huzeyfe (r.a.)'ın bunu Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)' den bu şekilde tereddüt üzere dinlemiş olma ihtimali vardır. Bundan
kasıt ise durumu Huzeyfe ve başkaları için belirsizleştirmektir. Huzeyfe'nin
öldürüleceğini bilmekle birlikte Ömer (r.a.)'a hitabında öldürüleceğini
söylemekten hoşlanmamış olma ihtimali de vardır. Çünkü Ömer (r.a.) bu kapının
kendisi olduğunu biliyordu. Nitekim bu husus Sahihte beyan edilmiş
bulunmaktadır. Buna göre Ömer yarından önce gecenin geleceğini bildiği gibi, o
kapının da kendisi olduğunu iyi biliyordu. Böylelikle Huzeyfe (r.a.) da Ömer'e
öldürüleceğini haber veren bir ifade kullanmamakla birlikte maksadın
gerçekleşeceği bir ifade kullanmış olmaktadır.
"Mugalata olmayan
bir söz" ibaresindeki "el-eğallt" uğluta'nın çoğuludur. Bu da
mugalata olarak söylenen söze denilir. Bu sözleri ben ona doğru ve kesin bir
söz olarak söyledim. Bu kitap ehlinin sahifelerinden alınmış bir söz de
değildi, görüş sahibi bir kimsenin içtihadı da değildi. Aksine o söylediğim
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hadisi idi, demektir.
Sonuç olarak, İslam ile
fitneler arasındaki engel Ömer (r.a.)'dır.
Önlerindeki kapı da
odur. O hayatta kaldığı sürece fitneler girmeyecek ama öldükten sonra fitneler
girecektir, demektir. Nitekim böyle oldu. Allah en iyi bilendir.
Diğer rivayetteki (368):
"Rib'i' den dedi ki: ... Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
fitneler hakkındaki sözünü kim bellemiştir. .. " "Dün"den kastı
o günün bir önceki günü değil, geçmiş zamandır çünkü önceki gün hadisi
naklettiği günden önceki gündür. Oysa onun kastettiği Huzeyfe, Ömer (r.a.)'ın
yanından Medine'den ayrıldığı sırada Kfıfe'ye geldiği zamandır.
(Dün anlamındaki)
"ems" lafzı üç türlü söylenir. el-Cevheri dedi ki: Bu lafzın sonuna
hareke gelmesi iki sakinin arka arkaya gelişinden dolayıdır. Ama Araplar bu
hususta ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğu bunun marife bir isim olarak kesre üzere
mebni olarak kullanır. Kimisi bunu marife bir isim olarak irablar. Bütün
Araplar ise başına elif lam geldiği yahut onu nekre ya da izafe yaptığı zaman
irablı okurlar. Mesela: (.....): Mübarek dün geçti, dünümüz geçti, her bir
yarın dün olacak denilir. 'Sibeveyh dedi ki: Şiirde fethalı olarak:
"(...): Dünden beri" şeklinde kullanılmıştır. Bu açıklamalar
el-Cevheri'ye aittir. el-Ezheri dedi ki: el-Ferra dedi ki: Araplardan başına
elif lam getirilse dahi "ems" lafzını kesreli söyleyenler vardır.
232 - (145) حدثنا
محمد بن عباد
وابن أبي عمر.
جميعا عن مروان
الفزاري. قال
ابن عباد:
حدثنا مروان
عن يزيد، يعني
ابن كيسان، عن
أبي حازم، عن
أبي هريرة؛
قال: قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم: "بدأ
الإسلام
غريبا وسيعود
كما بدأ
غريبا. فطوبى
للغرباء".
370- Bize Muhammed b. Abbad
ve İbn Ebi Ömer de birlikte Mervan el-Fezari'den tahdis ettiler. İbn Abbad:
Bize Mervan, Yezid'den -yani İbn Keysan'dan- tahdis, dedi. O Ebu Hazim'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Rasfılullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İslam garip olarak başladı,
başladığı gibi garip dönecektir, gariplere ne mutlu!"
Diğer tahric: İbn
Mace, 3986; Tuhfetu'l-Eşraf, 13447
(146) وحدثني
محمد بن رافع،
والفضل بن سهل
الأعرج قالا:
حدثنا شبابة
بن سوار.
حدثنا عاصم،
وهو ابن محمد
العمري، عن
أبيه، عن ابن
عمر، عن النبي
صلى الله عليه
وسلم قال: "إن
الإسلام بدأ
غريبا وسيعود
غريبا كما
بدأ. وهو يأرز
بين المسجدين
كما تأرز
الحية في
جحرها".
371- Bana Muhammed b. RMi'
ve el-Fadl b. Sehl el-A'rec tahdis edip dediler ki: Bize Şebabe b. Sevvar
tahdis etti. Bize Asım -b. Muhammed el-Umeri'dir- babasından tahdis etti. O İbn Ömer'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle
buyurduğunu nakletti: "Şüphesiz İslam garip olarak başladı ve başladığı
gibi garip dönecektir. O yılanın yuvasına çekildiği gibi iki mescidin arasına
çekilecektir. "
Yalnız Müslim rivilyet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 7430
233 - (147) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا
عبدالله بن
نمير وأبو
أسامة عن
عبيدالله بن
عمر. ح وحدثنا
ابن نمير.
حدثنا أبي
حدثنا
عبيدالله، عن
خبيب بن عبدالرحمن،
عن حفص بن
عاصم، عن أبي
هريرة؛ أن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم قال: "إن
الإيمان
ليأرز إلى
المدينة كما
تأرز الحية إلى
جحرها".
372- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe tahdis etti. Bize Abdullah b. Numeyr ve Ebu Usame, Ubeydullah b. Ömer'den
tahdis etti (H). Bize İbn Numeyr de tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bize
Ubeydullah, Hubeyb b. Abdurrahman'dan tahdis etti. O Hafs b. Asım'dan, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki yılan'ın yuvasına çekilmesi
gibi iman da Medine'ye çekilecektir. "
Diğer tahric: Buhari,
1876; İbn Mace, 3111; Tuhfetu'l-Eşraf, 12266
AÇIKLAMA: (370-372 numaralı hadisler):
Resulullah (s.a.v.) (371): "İslam garip olarak başladı. .. İki mescit
arasına çekilecektir" buyurmaktadır. Diğer rivayette (372) de:
"Şüphesiz ki iman ... çekilecektir" buyurmaktadır.
Bu babtaki lafızlara
gelince: (370) "Ebu Hazim, Ebu Hureyre'den" de geçen Ebu Hazim'in adı
Azze el-Eşcaiyye'nin azatlısı Selman el-Eşcai'dir. Ebu Hureyre'nin adının ise
yaklaşık otuz görüşün en sahih olanına göre Abdurrahman b. Sahr olduğu da
geçmişti.
Resulullah (s.a.v.)'in:
"İslam garip olarak başladı" buyruğunda ibtida kökünden gelen
"bedee: başladı" diye harekelemiş bulunmaktayız. "Tuba: Ne
mutlu"nun anlamına gelince, müfessirler "tubu onlara, güzel dönüş
yeri de onlarındır" (Ra'd, 29) buyruğunun anlamı hakkında farklı görüşlere
sahiptir. İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre sevinç ve göz aydınlığı
anlamındadır. İkrime: Onlara ne güzel şeyler vardır. Dahhak: Onlar imrenilecek
durumdadırlar, Katade: Onlara güzellik vardır diye açıklamışlardır. Yine
Katade'den gelen rivayete göre bu, onlar hayır elde etmişlerdir, anlamındadır.
İbrahim ise: Onlara hayır, şeref ve ikram vardır. İbn Aclan hayrın sürekliliği
vardır, diye açıklamışlardır. Cennet diye açıklandığı gibi, cennetteki bir ağaç
olduğu da söylenmiştir. İşte bütün bu açıklamalar hadisin anlamı olarak ihtimal
dahilindedir. Allah en iyi bilendir.
İsnatta (371) Şebabe b.
Sewar da vardır. Şebabe bir lakaptır, adı Mervan' dır, açıklaması daha önce de
geçmişti. Aynı hadiste Asım b. Muhammed
el-Umeri'nin nesebi: Asım b. Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer b. Hattab
-Allah onlardan razı olsun- şeklindedir.
Resulullah (s.a.v.)'in
(371): "Çekilir" fiili ye, hemze, kesreli re ve ze iledir. Meşhur
olan budur. Bunu Metaliu'l-Envar sahibi çoğu raviden bu şekilde nakletmiş ve
şunları söylemiştir: Ebu'l-Huseyn b. Serrac dedi ki: Re harfi ötrelidir.
el-Kabusi ise re harfinin fethalı okunacağını nakletmektedir. Toplanır, bir
araya gelir anlamındadır. Dilbilginleri ve Garibu'l-Hadis alimlerine göre
meşhur olan anlamı budur. Bunun dışında pek kuwetli olmayan anlamlar da
söylenmiştir. Resulullah (s.a.v.)'in: "İki mescit arası" buyruğundan
kasıt ise, Mekke ve Medine mescitleridir.
Diğer isnatta (372)
Hubeyb b. Abdurrahman vardır. Buna dair açıklama daha önce geçmişti. Allah en
iyi bilendir.
Hadisin anlamına
gelince:
Kadı İyaz (rahimehullah)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Garip olarak" buyruğu
hakkında dedi ki: İbn Ebu Uveys'in, Malik (rahimehullah)'den rivayet ettiğine
göre Medine'de (böyle başladı) demektir. İslam orada garip olarak başladı ve
tekrar ona dönecektir. Kadı İyaz dedi ki: Hadisin zahiri anlamın genelolduğunu
ve İslam'ın birkaç sayıda kişi ve bir azınlık arasında başladığını, sonra
yayılıp, güçlendiğini sonra tekrar eksilip, ihlal edileceği ve nihayet yine başladığı
gibi birkaç kişi ve bir azınlık arasında kalacağı anlamındadır. Hadis-i şerifte
"garip/er" ile ilgili açıklama gelmiş bulunmaktadır. Bunlar ise
kabilelerden çekilip, ayrılanlardır. el-Herevi dedi ki: Bu sözleriyle yüce
Allah için vatanıarını terk eden Muhacir'leri kastetmektedir demiştir.
Kadı dedi ki: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "O Medine'ye çekilecektir"
buyruğunun anlamı, iman ilkinde de, sonunda da bu niteliğe sahiptir. Çünkü
İslam'ın ilk zamanlarında imanı ihlaslı ve İslam'ı sahih olan herkes Medine' de
idi. Ya orayı yurt edinmiş Muhacir idi yahut Resulullah (sallallil.hu aleyhi ve
sellem)'i görmek isteyen, ondan öğrenen ve onun yakınında durmak isteyen
kimselerdi. Ondan sonra halifeler zamanında da hem bu şekilde, hem de onlardan
adaletli uygulamayı öğrenip, orada bulunan ashabın çoğunluğuna (Allah onlardan
razı olsun) uymak için bulunurlardı. Daha sonra ise zamanın kandilleri ve
hidayet imamları olan alimlerden Medine' de yaygın bulunan sünnetleri alıp
öğrenmek için giderlerdi. Bundan sonraki her zamanda ve şu zamanımıza kadar
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kabrini ziyaret etmek için ve Onun önemli
olaylar yaşadığı yerler ile Onun ve ashab-ı kiramın izlerinin bereketinden
yararlanmak için hep oraya giderler. Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır. Allah
doğruyu en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
66- AHİR ZAMANDA
İMAN'IN GİTMESİ BABI