SAHİH-İ MÜSLİM

İMAN

 

باب الدليل على أن من مات على التوحيد دخل الجنة قطعا

10- TEVHİD ÜZERE ÖLEN KİMSENİN KESİNLİKLE CENNETE GİRECEĞİNİN DELİLİ BABI

 

Bu Baptaki Hadisler ve Muvahhid Olarak Ölen Kimselerin Cehennemde Ebedi Kalmayacağı

Bu bapta çok sayıda hadis vardır. Bunlar el-Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.)'ın rivayet ettiği (150): "Rabb olarak Allah'tan razı olan ... imanın tadını almıştır" hadis-i şerifine kadar devam eder.

Bilelim ki ehl-i sünnet mezhebi ile selef ve halefren hak ehlinin benimsediği kanaat şudur: Eğer küçük çocuk, deli, deli olarak büluğa eren, şirkten yahut onun dışındaki masiyetlerden sahih bir şekilde tövbe edip, tövbesinden sonra asla bir masiyet işlemeyen ve hiçbir şekilde masiyet ile müptela olmayan ilahi tevfike mazhar olmuş kimseler gibi masiyetlerden esenliğe kavuşmuş kimseler -evet, sözünü ettiğimiz bütün bu türler- cennete girecek, cehennem ateşine asla girmeyeceklerdir. Şu kadar var ki bunlar -mürlır (uğramak) hakkında bilinen görüş ayrılıklarına göre- oraya uğrayacaklardır. Sahih olan kanaat ise oraya uğramaktan maksat cehennem üzerinde kurulu bulunan Sırat üzerinden geçmektir. -Allah bizi ondan ve hoşlanılmayan diğer hususlardan korusun.-

 

Büyük bir masiyeti (günahı) bulunup da tövbe etmeksizin ölen kimseye gelince, o da yüce Allah'ın meşietindedir. Allah dilerse onu affedip ta baştan beri cennete koyar ve onu birinci kısım gibi yapar, dilerse onu şanı yüce Allah'ın dilediği kadarı ile azaplandırır sonra onu cennete koyar ve dolayısıyla tevhid üzere ölen hiçbir kimse cehennem ateşinde eb edi olarak kalmaz. işlediği masiyetler ne olursa olsun. Aynı şekilde küfür üzere ölen hiç kimse de cennete asla girmeyecektir. iyilik namına hangi amelleri yapmış olursa olsun.

 

işte bu, bu meselede hak ehlinin kabul ettiği görüşün özetidir. Kitap, sünnet ve ümmet arasında sözü muteber kimselerin iemaından oluşan deliller hep bu temel ka ide üzerinde birbirini desteklemiş bulunmakta ve kesin bilginin elde edilmesini sağlayacak şekilde naslar bu manada mütevatir olarak ardı arkasına gelmişlerdir. Bu kural bu şekilde yerleşmiş olduğuna göre, gerek bu başlıkta, gerek başka baplarda varid olmuş bütün hadisler buna göre yorumlanır. Zahiri itibariyle buna aykırılığı bulunan bir hadis varid olursa, şeriatın naslarının birbirleriyle telif edilmesi için buna göre yorumlanması icap eder. Yüce Allah'ın izniyle bir kısmının tevilini sözkonusu ederek bununla geri kalanın tevilinin nasıl yapılacağı da öğrenilmiş olacaktır. Allah en iyi bilendir.

 

43 - (26) حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة، وزهير بن حرب. كلاهما عن إسماعيل بن إبراهيم. قال أبو بكر: حدثنا ابن علية عن خالد. قال: حدثني الوليد بن مسلم، عن حمران، عن عثمان؛ قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "من مات وهو يعلم أنه لا إله إلا الله دخل الجنة".

 

135- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Zuheyr b. Harb tahdis etti. Her ikisi İsmail b. İbrahim'den tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize İbn Uleyye, Halid'den şöyle dediğini tahdis etti: Bana Velid b. Müslim, Humran'dan tahdis etti. O Osman (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Her kim Allah'tan başka ilah olmadığını bildiği halde ölürse cennete girer. "

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9798

 

AÇIKLAMA:              Hadisin birinci senedinde "İsmail b. İbrahim'den" denilirken (1/217) (ikinci isnadı olan) Ebu Bekr b. Ebu Şeybe rivayetinde: "Bize İbn Uleyye, Halid'den şöyle tahdis etti. .. mutlaka cennete girer" denilmektedir.

 

İsmail b. İbrahim, İbn Uleyye'nin kendisidir. İşte bu da Müslim (rahimehullah)'ın ihtiyatındandır. Çünkü ravilerden birisi "İbn Uleyye" diğeri "İsmail b. İbrahim" demiş, kendisi her iki farklı rivayeti beyan edip, sadece birileriyle yetinmemiştir. Uleyye ise İsmail'in annesidir. Kendisine Uleyye'nin oğlu anlamında İbn Uleyye denilmesinden hoşlanmazdı, açıklaması daha önce geçti.

Halid denilen zat, Halid b. Mihran el-Hazza' dır. Nitekim ikinci rivayette bunu açıklamıştır. Künyesi Ebu'l-Munazil'dir. İ1im ehli der ki: Halid hiçbir zaman hazza (ayakkabıcı) olmamıştır ama o onlarla birlikte oturup kalktığı için ona el-Hazza denilmiştir. Meşhur olan budur. Fehd b. Hayyan dedi ki: O uhzu ala hazennahv: Bu şekilde yapınız derdi. Bundan ötürü ona "el-Hazza" lakabı verilmiştir. Halid tabiinden sayılır. Velid b. Müslim b. Şihab el-Anberi el-Basri Ebu Bişr'e gelince, o tabiinden bir topluluktan rivayet nakletmiştir. Ravi isimlerini bilmeyen bazı kimseler onun bu ismini bazen Velid b. Müslim el-Umevi ile karıştırabilir. O vela yoluyla Umevi' dir. Dimeşk'i Ebu'l-Abbas künyeli olup, el-Evzal'nin arkadaşıdır ama bu işi bilen raviler bunu karıştırmaz çünkü her ikisinin kabile ve belde nispetleri ile künyeleri -zikrettiğimiz gibi- farklıdır, tabakaları da farklıdır. Birincisinin tabakası daha öncedir. O ikincisinin büyük hocalarının tabakasındadır. Yine bu ikisi şöhret, ilim ve üstün mertebeleri bakımından da ayrıdırlar. İkincisi bütün bu hususlarda farklılık gösterir. İlim adamları der ki: Şam halkının ilmi hep onda ve İsmail b. Ayyaş'ta toplanmıştır. Kendisi İbn Ayyaş'tan daha da üstündü. Allah hepsine rahmet buyursun. Allah en iyi bilendir.

Humran'a gelince, adı Humran b. Eban olup, Osman b. Affan (r.a.)'ın azatlısıdır. Humran'ın künyesi Ebu Yezid'dir. Aynu't-Temr'den alınan esirlerdendi.

 

Bu hadisin ve benzerlerinin anlamına gelince,

 

Kadı Iyaz (rahimehullah) bu hadisin açıklaması ile ilgili gerçekten güzel bilgileri toplayıp, oldukça nefis açıklamaları bir araya getirmiştir. Ben de önce onun açıklamalarını muhtasar bir şekilde nakledecek sonra da ona hatırıma gelen daha başka eklemelerde bulunacağım. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki:

İki şahadet kelimesini getirenler arasından yüce Allah'a isyan eden kimselerin durumu hakkında insanlar farklı görüşlere sahiptir. Mürcie, İman ile birlikte masiyetin ona zararı olmaz derken, Hariciler ona zararı olur ve ondan dolayı kafir olur, Mutezile eğer masiyeti bÜyük ise ebedi olarak cehennemde kalır ama o ne mümin, ne de kafir olarak nitelendirilir, ona fasık niteliği verilir. (1/218) Eş'ariyye: Günahı ona mağfiret olunmasa ve azaba uğratılsa dahi o mümindir, kesinlikle ateşten çıkartılıp, cennete konulacaktır, demişlerdir.

 

(Kadı Iyaz devamla) dedi ki: Bu hadis Haricilerle Mutezile'ye karşı bir delildir. Mürciedlere gelince, eğer onlar hadisin zahirini delil gösterecek olurlarsa deriz ki: Hadis şöyle anlaşılır. Allah onun günahını bağışlar yahut şefaat ile ateşten çıkartıldıktan sonra cennete konulur. Buna göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Cennete girer" buyruğu azap ile cezalandırıldıktan sonra oraya girer demek olur. Bunun tevil edilmesi kaçınılmazdır çünkü bazı günahkar kimselerin azaba uğrayacakları ile ilgili çok sayıda açık zahir hüküm gelmiştir ki, şeriatın naslarının birbirleriyle çelişmemesi için tevili kaçınılmazdır. 

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' in: "Bildiği halde" buyruğunda da Mürcie'nin aşırıya kaçanlarının kalbinden inanmasa dahi zahiren şahadet kelimelerini söylemiş bir kimse cennete girer diyenlerin söyledikleri bu kanaatin reddolunduğuna işaret bulunmaktadır. Zaten bunu bir başka hadiste "ikisi (şahadet kelimeleri) hakkında şüphe etmeksizin" buyruğu ile kayıt getirmiştir ki, bu da bizim dediğimizi pekiştirmektedir.

 

Kadı Iyaz der ki: Şahadet kelimelerini sözlü olarak söylemeksizin yalnızca kalbin bilgisinin -hadiste sadece bilmekten söz edildiğinden ötürü- faydalı olacağı kanaatinde olan kimseler bunu görüşlerine delil gösterebilirler. Ancak ehl-i sünnetin mezhebine göre bilmek şahadet kelimeleri ile irtibat1ldır. Bunların biri olmadan diğerinin faydalı olması ve ateşten kurtarıcılığı sözkonusu değildir. Ancak dilindeki bir rahatsızlık dolayısıyla şahadet kelimelerini getiremeyen yahut onu söyleyecek kadar bir süre bulamadan eceli gelen bir kimse müstesnadır.

Ayrıca bu lafızı ileri sürerek cemaate muhalefet eden bir kimsenin lehine delil olacak bir taraf da yoktur çünkü bu bir başka hadiste müfesser olarak şöylece zikredilmiştir: "Kim la ilahe illailah deyip de Allah 'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet ederse ... " denilmiştir. Bu hadis ve benzeri pek çok hadis gelmiş olup, bunların lafızları arasında farklılık bulunmakla birlikte tahkik ehline göre bunların anlamları birbirleriyle örtüşmektedir. Bu hadiste ise bu hüküm bu laflZIa gelmiş bulunuyor.

 

Muaz (r.a.)'ın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği rivayetinde "Kimin son sözü la ilahe illailah olursa cennete girer." Ondan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen bir başka rivayette: "Kim Allah'ın huzuruna ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın çıkarsa cennete girer."; ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahadet eden her bir kulu Allah mutlaka cehenneme haram eder" buyurmuştur.

 

Ubade b. es-Samit ve Itban b. Malik'in rivayet ettikleri hadiste de buna benzer ifadeler vardır. Ayrıca Ubade (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste: "Ameli her ne olursa olsun" denilmektedir.

 

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadis de şöyledir: "Her iki (şahadet kelimesi}nde şüphe etmeksizin bunlarla yüce Allah'ın huzuruna çıkan her bir kul mutlaka cennete girer, isterse zina etmiş, hırsızlık yapmış olsun. "

Enes'in rivayet ettiği hadiste de: "La ilahe illailah deyip de bununla yüce Allah'ın nzasını isteyen bir kimseyi Allah ateşe haram eder" buyurmuştur. Bütün bu hadisleri Müslim (rahimehullah) kitabında serd etmiş bulunmaktadır.

Aralarında İbnu'l-Müseyyeb'in de bulunduğu seleften -Allah'ın rahmeti onlara olsun- bir topluluktan nakledildiği üzere bu tür hadislerde belirtilen hükümler farzların, emirlerin ve yasakların nüzulünden önce olmuştur.

 

Bazıları da: Bunlar açıklanmaya ihtiyacı olan mücmel hadislerdir. Bunun anlamı ise kim bu sözü söyleyip hakkını ve farizasını eksiksiz yerine getirirse demek olur. Bu da Hasan-ı Basrl'nin görüşüdür.

 

Bir diğer görüşe göre bu, pişmanlık ve tövbe halinde bu sözü söyleyip, bu hali üzere ölen kimseler hakkındadır. Bu da Buhari'nin görüşüdür. Bütün bu teviller ancak bu hadislerin zahirlerine göre anlaşılması halinde sözkonusu olur (11219) ama bunlar gerektiği gibi ele alınacak olursa, muhakkiklerin açıkladığı üzere tevil edilmelerinde herhangi bir problemle karşılaşılmaz. Böylelikle her şeyden önce şunu tespit etmeliyiz. Selef-i salihin, hadis ehlinin, fukahanın ve onların mezhepleri üzere ilerleyen Eş' ari kelamcılarının oluşturduğu ehl-i sünnetin tamamının kanaatine göre günahkarların durumu yüce Allah'ın meşietine kalmıştır. İman üzere ölüp kalbinden ihlas ile şahadet kelimelerini getiren herkes cennete girecektir. Eğer tövbe etmiş yahut masiyetlerden kurtulmuş birisi ise Rabbinin rahmetiyle cennete girer ve büsbütün cehenneme haram olur.

 

Şayet varid olmuş iki hadis lafzını bu şekilde bu niteliklere sahip olanlar hakkında yorumlayacak olursa her şeyaçık seçik anlaşılmış olur. İşte Hasan-ı Basri'nin ve Buhari'nin yaptıkları iki tevilin anlamı da budur. Eğer bu kişi (yani şahadet kelimelerini getirmiş kimse) yüce Allah'ın kendisine farz kıldıklarını zayi etmek yahut Allah'ın kendisine haram kıldıklarını işlemek suretiyle karıştırmış (amellerine günah katmış) kimselerden ise o takdirde o ilahi meşiet altındadır. Onun cehennem ateşine haram olacağı kesinlikle söylenemeyeceği gibi ilk anda cenneti hak ettiği de söylenemez. Bunun yerine onun, sonunda cennete girmesinin kaçınılmaz olduğu kesin olarak söylenebilir. Cennete girmeden önceki hali ise ilahi meşiet riski altındadır yani yüce Allah dilerse onu günahı sebebiyle azaplandmr, dilerse lütfuyla onu affeder.

 

Hadislerin tek tek bağımsız bir şekilde ele alınıp, aralarının cem ve telif edilmesi de mümkündür. Bu durumda cennetin hak edilmesinden kasıt, daha önce açıkladığımız üzere ehl-i sünnetin muvahhid olan herkesin cennete girmesinin kaçınılmaz olduğu üzerindeki kmaları olur ve bu cennete giriş ya (cehenneme girmeksizin) afiyet içerisinde erken olur yahut cezalandmlmasından sonra geç olur. Ateşin haram edilmesinden maksat da Haricilerle, Mutezileye -her iki meselede de- muhalif olarak, ebedi kalmanın haram oluşu söz konusu olur.

 

"Son sözü lo ilohe illailah olan cennete girer" hadisinin, söylediği son söz bu olup, sözlerini bununla sonlandıran kimse hakkında özel bir hadis olması mümkündür. İsterse bundan önce günah karıştırmış birisi olsun. Onun söylediği bu son söz, yüce Allah'ın kendisine rahmet buyurmasına ve doğrudan cehennemden kurtulup, ona haram kılınmasına sebep olur. Onun bu hali ise diğer günah karıştırmış muvahhidler arasında olup da son sözü böyle olmayan kimselerden farklı olur.

 

Ubade (r.a.)'ın hadisinde bunun gibi zikredilen ve "cennetin dilediği kapısından gireceği" belirtilen hadis de aynı şekilde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sözünü edip, şahadet kelimeleri ile birlikte imanın hakikatini ve hadisinde sözkonusu ettiği tevhidi bir arada bulunduran ve günahlarından ağır basan ecir ve mükafatı bulunup, kendisi için mağfiretin, rahmetin ve cennete girişin -yüce Allah'ın dilemesi ile- icap edeceği kimseler hakkında özelolur. Allah en iyi bilendir. -Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın açıklamaları burada sona ermektedir. Bu açıklamalar son derece de güzeldir.-

 

İbnu'l-Müseyyeb'den ve başkalarından naklettiği açıklama zayıf ve batıldır çünkü bu hadisi rivayet edenlerden birisi Ebu Hureyre (r.a.)'dır. O da geç zamanlarda Müslüman olmuş birisidir. İttifakla Hayber'in fethedildiği yedinci yılda Müslüman olmuştur. Şeriatın hükümleri ise yerini bulmuş ve bu farzların pek çoğunun farziyeti de kesinleşmiş idi. Namaz, oruç, zekat ve diğer hükümlerin farz olduğu da anlaşılmış ve karar kılmıştl. Aynı şekilde beş ya da altıncı yılda farz olduğunu kabul edenlerin görüşüne göre hac da farz olmuştu. Bu iki görüş ise haccın dokuzuncu yılda farz olduğunu söyleyenlerin görüşlerinden daha tercih edilen bir görüştür. Allah en iyi bilendir.

 

Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) da yalnızca şahadet kelimesi ile cennete girileceğini belirten hadislerin zahirleri ile ilgili olarak bir başka tevili sözkonusu edip şöyle demiştir: Bunun bazı ravilerin hıfz ve zapttaki kusurundan kaynaklanan bir ihtisar olması, Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in kendisinden olmaması mümkündür. Bunun delili ise aynı hadisin başka kişi tarafından nakledilen rivayetinde tam olarak gelmiş olmasıdır. Buna yakın bir tevil az önce de geçmiş idi. (Devamla) der ki: Yüce Allah'ı tevhid ile birlikte Müslüman olmanın kendisine bağlı olduğu ve İslam'ın gerektirdiği sair hususlarla karışık bulunan puta tapıcı kafirlere yaptığı hitabında Rasülullahın muhtasar olarak kullandığı ifade olma ihtimali de vardır. Kafir, putperest ve iki tanrı ya tapıcılar gibi kimseler vahdaniyeti kabul etmezken, la ilahe illaIlah diyecek olurlarsa ve durumu anlattığımız gibi ise Müslüman olduğuna hüküm verilir, durum böyle iken bizler bazı mezhep alimlerimizin dediği la ilah e illailah diyen kimsenin Müslüman olduğuna hükmedilir sonra da diğer hükümleri kabul etmeye mecbur edilir şeklindeki görüşü benimsemiyoruz çünkü bu kanaatin neticesi böyle bir kimsenin o vakit İslam'ı tamamlamaya zorlanması neticesine varır. O takdirde hükmü de bizzat bu hususta ve ahiret ile ilgili ahkamda onun Müslüman olduğuna hüküm vermeden mürted olanın hükmü gibi kabul edilir. Halbuki niteliğini belirttiğimiz bir kimse hem bizatihi bu hususta, hem de ahiret ile ilgili hükümler bakımından müslümandır. Allah en iyi bilendir.

 

 

حدثنا محمد بن أبي بكر المقدمي. حدثنا بشر بن المفضل. حدثنا خالد الحذاء، عن الوليد أبي بشر؛ قال: سمعت حمران يقول: سمعت عثمان يقول: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول ... مثله سواء.

 

136- Bana Muhammed b. Ebu Bekr el-Mukaddemi de tahdis etti. Bize Bişr b. el-Mufaddal tahdis etti. Bize Halid el-Hazza, Velid b. Bişr'den şöyle dediğini tahdis etti: Humran'ı şöyle derken dinledim: Osman'ı şöyle derken dinledim: Rastılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim deyip, hadisi aynen nakletti.

 

 Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9798

 

 

44 - (27) حدثنا أبو بكر بن النضر بن أبي النضر. قال: حدثني أبو النضر هاشم بن القاسم. حدثنا عبيدالله الأشجعي، عن مالك بن مغول، عن طلحة بن مصرف، عن أبي صالح، عن أبي هريرة؛ قال: كنا مع النبي صلى الله عليه وسلم في مسير. قال فنفذت أزواد القوم. قال حتى هم بنحر بعض حمائلهم. قال فقال عمر: يا رسول الله! لو جمعت ما بقي من أزواد القوم، فدعوت الله عليها. قال ففعل. قال فجاء ذو البر ببره. وذو التمر بتمره. قال (وقال مجاهد وذو النواة بنواه) قلت: وما كانوا يصنعون بالنوى؟ قال: كانوا يمصونه ويشربون عليه الماء. قال فدعا عليها. حتى ملأ القوم أزودتهم. قال فقال عند ذلك: "أشهد أن لا إله إلا الله وأني رسول الله. لا يلقي الله بهما عبد، غير شاك فيهما، إلا دخل الجنة".

 

137- Bize Ebu Bekr b. en-Nadr b. Ebu'n-Nadr tahdis edip dedi ki:Bana Ebu'n-Nadr Haşim b. Kasım tahdis etti.Bize Ubeydullah el-Eşcai Malik b. Miğvel'den, o Talha b. Musanif'ten, o Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: Bir yolculukta Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik. Yolculukta bulunanların azığı bitti. (Resulullah s.a.v.'de) yük taşıyan develerinden bazısını boğazlamayı dahi düşündü.

 

(Ebu Hureyre devamla) dedi ki: Bunun üzerine Ömer (r.a.): Ey Allah'ın Rasulü, yolculukta bulunanların beraberlerinde kalmış bulunan azıklarını bir araya getirsen ve onlar üzerine Allah'a dua etsen, dedi. Allah Rasulü dediğini yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurması bulunan hurmasını getirdi. -(Talha) dedi ki: Mücahid de (rivayetinde): (Hurma) çekirdeği olan da çekirdeğini (getirdi), dedi.-

 

Ben (Talha) dedim ki: Peki, hurma çekirdeğini ne yapıyorlardı ki? O: Onu emiyor, üzerine su içiyorlardı, dedi. (Ebu Hureyre) dedi ki: Allah Rasulü (s.a.v.) onların üzerine dua etti, sonunda azıklarını (kaplarına) doldurdular. O zaman Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet ederim. Bu iki şahadet ile Allah'ın huzuruna çıkan ve haklarında hiçbir şüphe etmeyen her bir kul mutlaka cennete girer" buyurdu.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12806

 

AÇIKLAMA:        SENED BİLGİSİ: "Bize Ubeydullah el-Eşcaı, Malik b. Miğvel'den tahdis etti. .. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik ... " Diğer rivayette ise: "A'meş'ten, o Ebu Salih'ten ... Tebuk gazvesinde" Bu iki isnad Darakutni'nin istidrakte bulunduğu ve illetli olduğunu söylediği senetlerdir. Birincisi için Ebu Usame ve başkalarının Ubeydullah el-Eşcai'ye muhalefet etmeleri ve bunu Malik b. Miğvel'den, o Talha'dan, o Ebu Salih'ten mürselolarak rivayet etmiş olmaları ile illetli olduğunu söylemiştir. İkincisinin ise hadisin A'meş'ten rivayetinde ihtilafın bulunduğunu belirterek illetli olduğunu ifade etmiştir. Yine bu hadisin rivayetinde Ebu Salih'ten, o Cabir'den diye de nakledilmiştir. A'meş de zaten bu hususta şüphe ediyordu.

 

Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) dedi ki: Darakutni'nin bu iki istidraki (eleştirisi) ile birlikte onun Buhari ve Müslim'e yapmış olduğu istidraklerin çoğunluğu hakkında olduğu gibi bu senetler ile ilgili eleştirisi hadisin metinlerini sıhhat çerçevesinin dışına çıkartmamaktadır. Bu hadis hakkında Hafız Ebu Mesud İbrahim b. Muhammed ed-Dımeşki (1/221) Darakutni'nin, Müslim (rahimehullah)'e yaptığı eleştiriye verdiği cevap arasında şunları da söylemektedir: el-Eşcai sika ve rivayeti oldukça sağlam birisidir. Başkasının kusurlu rivayetinin bulunması halinde kendisi eğer güzel (ceyyid) bir rivayette bulunmuşsa bu hususta onun lehine hüküm verilir. Bununla birlikte hadisin Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den A'meş'in rivayetiyle müsned olarak sabit bir aslı vardır. Bu hadis ayrıca Yezid b. Ebu Ubeyd ve Iyas b. Selemee b. Ekva'ın Selemee'den rivayet ettiği bir aslı da bulunmaktadır. Şeyh (İbnu's-Salah) dedi ki: Bu hadisi Selemee'den, o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemı'den diye Buhari rivayet etmiştir. A'meş'in şüphe etmesi ise hadisin metninin tenkit edilmesini gerektirmez çünkü o bu hadisi rivayet eden sahabinin muayyen olarak kimliği hususunda şüphe etmiştir. Bu da tenkidi gerektiren bir hal değildir çünkü sahabe (r.anhum)'un hepSi adildir. -Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah)'ın ifadeleri burada bitiyor.-

 

Derim ki: (Darakutni'nin) bu iki tenkidinin hiçbirisi doğru dürüst bir tenkit değildir. Birincisini ele alalım: Bizler bundan önceki fasıllarda şunu belirtmiş idik: Sika ravilerden birisi bir hadisi mevsul, diğeri onu mürsel olarak rivayet etmiş ise, fukahanın, usul sahiplerinin, muhaddislerin muhakkiklerin söylediği sahih görüşe göre, hüküm mevsul rivayetin lehine verilir. O rivayeti nakleden ravi sayısının mürsel rivayetin ravilerinden daha az ya da eşit olması arasında bir fark yoktur çünkü bu fazlalık sika birisinin fazlalığıdır ve bu durum burada sözkonusudur. Hadisin durumu HaflZ Ebu Mesud ed-Dimeşki'nin dediği gibi ceyyid kabul edilmiştir ve böylelikle başkasının kusurlu naklettiği bir riv5.yet, bir diğeri tarafından hıfzedilmiştir.

 

İkinci istidrakine gelince muhaddisler şöyle demişlerdir: Eğer ravi "bana filan kişiyahut filan kişi tahdis etti" deyip de her ikisi de sika raviler ise görüş ayrılığı sözkonusu olmaksızın o rivayet delil kabul edilir çünkü maksat ismi verilen sika bir raviden nakletmektir, bu da böylece husule gelmiştir. Bu, Hatib Bağdadi'nin el-Kifaye'de sözünü ettiği, başkasının da dile getirdiği bir kaidedir. Bu kural ashabtan başkaları hakkında böyleyken, ashab hakkında öncelikle böyledir çünkü onların hepsi adaletlidir. O halde aralarından rivayette bulunanı tayin etmekte ayrıca gözetilen bir maksat yoktur. Allah en iyi bilendir.

 

LAFIZ BİLGİSİ:

 

Senetteki lafızların zaptına gelince, Miğvel kesreli mim ... iledir. Musarrif ise ötreli mim, fethalı sad ve kesreli re iledir. Muhaddislerin kitaplarında elMutelif ve Esmau'r-Rical eserlerinde ve başka kaynaklarda meşhur olan ve bilinen şekli budur. Ama Şafii fakihi İmam Ebu Abdullah el-Kila! "Elfazu'L Mühezzeb" adlı eserinde bunun re harfi kesreli (Musarrif) ve fethalı (Musa:-raf) diye rivayet edildiğini de nakletmektedir. Onun fethalı okunacağına dair yaptığı bu nakil garip, münker bir nakildir, sahih olacağını sanmıyorum. Bu hususta kimi fakihleri yahut bazı yazı şekillerini ve benzeri bir hususu taklit etmiş olacağından korkarım. Böyle bir uygulama ise fıkıh kitaplarında, fıkıhtaki lafz1 şerhlere dair kitaplarda çokça görülür. Bunlarda bir takım tashifler ve doğru olarak bilinmeyen garip nakiller görülebilir. Bu garip nakillerin çoğu ise onları nakledenlerin haklarında gerektiği gibi araştırma yapmamalarından kaynaklanan yanlışlıklardır.

 

"Hatta onların bazı yÜk develerini boğazlamak istedi." Burada "yük taşıyan develeri" anlamındaki (....) kelimesi hem ha, hem cim harfi ile rivayet edilmiştir. (11222) Şarihlerden bir topluluk her iki şekli nakletmiş olmakla birlikte bunların hangisinin tercih e değer olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Her iki şekli nakledenler arasında et-Tahrir sahibi ile Şeyh Ebu Amr b. es-Salah ve başkaları vardır. et-Tahrir sahibi cim harfi ile nakli tercih ederken, Kadı lyaz ha rivayetinin kesin olduğunu söylemiş ve başka bir şekilde zikretmemiştir. Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) der ki: Her ikisi de sahihtir çünkü ha harfi ile ha'nın fethalısı olarak "hamule"nin çoğuludur. Bunlar ise yük taşıyan develer demektir. Cim ise kesreli olarak "cimale"nin çoğuludur. Bu da (deve demek olan) "cemel"in çoğuludur. "Hacer ve hicare: Taş, taşlar" bunun benzer çoğul şeklidir. Deve anlamındaki "cemel" ise yalnızca erkeği için kullanılır.

 

HADİS'İN AÇIKLAMASI:

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yapmak istediği bu işte maslahatlara riayet önemli olanı önemine göre öne almak, daha büyük bir zararı önlemek için iki zararın daha hafif olanını işlemek ile ilgili bir beyan vardır. Allah en iyi bilendir.

 

"Ömer (r.a.) ey Allah'ın Rasuıü ... dedi." Bu ifadede daha az fazilet sahibi olan kimsenin daha faziletli gördüğü kimseye, daha faziletli olanın bu hususu incelemesi için maslahata uygun gördüğü hususu teklif etmesinin caiz olduğu açıklanmaktadır. Eğer daha faziletli olan bu teklifte bir masıahat görürse onu yapar.

 

"Buğdayı olan buğdayını getirdi. .. Hurma çekirdeği olan da hurma çekirdeğini (getirdi)." Son ibare (...) şeklinde olup, bizim asıllarımlZda da, başkalarında da böyledir. Yani birincisi sonunda yuvarlak te iledir. İkincisinde bu te hazfedilmiştir. Kadı lyaz da bütün asıllardan bunu böylece nakletmiş sonra da: Bunun izahı hurma sahibi hurmasını ibaresinde olduğu gibi "hurma çekirdeği sahibi de çekirdeğini getirdi" şeklinde açıklanır.

 

Şeyh Ebu Amr (İbnu's-Salah) dedi ki: Ben bunu Ebu Nuaym'ın elMuharrac (el-Mustahrec) ala Sahih-i Müslim adlı eserinde "(....): Hurma çekirdeği sahibi hurma çekirdeğini getirdi" şeklinde gördüm dedikten sonra da şu açıklamayı yapmaktadır: Müslim'in kitabındaki yazılış şeklinin de doğru bir açıklaması vardır. O da (tek çekirdek anlamındaki) (....) kelimesini hurma çekirdeği cinsini anlatan eS?i): Çekirdek türünden ayrı kalmış, bırakılmış çekirdeği anlatır. Nitekim kaside hakkında kelime ismi de kullanılmıştır yahut "tek çekirdek" anlamındaki lafız hem tekil, hem çoğul hakkında kullanılan laflZ türünden de olabilir.

 

Diğer taraftan "Mücahid dedi ki" diyen kişi Talha b. Musarrif'tir. Bu açıklamayı Hafız Abdulgani b. Said el-Mısri yapmıştır. Allah en iyi bilendir.

 

Bu hadisten yolcuların azıklarını karıştırıp, o karışımdan hep birlikte yemelerinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Biri diğerinden daha çok ye se bile. (Hatta) bizim mezhep alimlerimiz bunun sünnet olduğunu dahi ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

"Hatta azıklarını (kaplarına) doldurdular" anlamındaki ibare bütün asıl nüshalarda: (....) şeklinde rivayet edilmiştir. Kadı Iyaz ve başkaları da bunu yine bu şekilde rivayet etmişlerdir. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah der ki: (....) kelimesi "azık" demek olan (....)'in çoğuludur. Azık ise doldurulmaz. Aksine azıkların konulduğu kaplar azıkla doldurulur. Bana göre bunun uygun açıklaması nihayet onlar azıkkaplarını doldurdular kastı ile söylenmiş olabilir. Kadı lyaz der ki: Ravinin kaplara içindekilerin adını vermiş olma ihtimali de vardır, benzerlerinde görüldüğü gibi. Allah en iyi bilendir.

 

Hadis-i şerifte nübüvvetin pek açık delillerinden birisi bulunmaktadır. Toplamı tevatür şartını aşan ve kesin bilgi sağlayan benzerleri ne kadar da çoktur i ilim adamları ise bunları derleyip, bir araya getirmiş ve bu hususta meşhur kitapiar leiıf etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

 

45 - (27) حدثنا سهل بن عمان وأبو كريب محمد بن العلاء، جميعا عن أبي معاوية. قال أبو كريب: حدثنا أبو معاوية عن الأعمش، عن أبي صالح، عن أبي هريرة أو عن أبي سعيد (شك الأعمش) قال: لما كان غزوة تبوك، أصاب الناس مجاعة. قالوا: يا رسول الله! لو أذنت لنا فنحرنا نواضحنا فأكلنا وادهنا. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم "افعلوا" قال فجاء عمر، فقال: يا رسول الله! إن فعلت قل الظهر. ولكن ادعهم بفضل أزوادهم. وادع الله لهم عليها بالبركة. لعل الله أن يجعل في ذلك. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم "نعم" قال فدعا بنطع فبسطه. م دعا بفضل أزوادهم. قال فجعل الرجل يجيء بكف ذرة. قال ويجيء الآخر بكف تمر. قال ويجيء الآخر بكسرة. حتى اجتمع على النطع من ذلك شيء يسير. قال فدعا رسول الله صلى الله عليه وسلم بالبركة. م قال "خذوا في أوعيتكم" قال فأخذوا في أوعيتهم. حتى ما تركوا في العسكر وعاء إلا ملأوه. قال فأكلوا حتى شبعوا. وفضلت فضلة. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "أشهد أن لا إله إلا الله، وأني رسول الله. لا يلقى الله بهما عبد، غير شاك، فيحجب عن الجنة".

 

138- Bize Sehl b. Osman ve Ebu Kureyb Muhammed b. el-Ala tahdis etti ... A'meş, Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den yahut Ebu Said'den -şüphe eden A'meş'tir- şöyle dediğini nakletti: Tebuk gazvesinde insanlar açlıkla karşı karşıya kaldılar.

 

Ey Allah'ın Rasu!ü bize izin versen de su taşıyan develerimizi kessek, onları yesek ve yağlarını kullansak, dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yapabilirsiniz" buyurdu.   Derken Ömer geldi ve: Ey Allah'ın Rasulü, eğer böyle yaparsan yük taşıyan hayvanlarımız azalır. Bunun yerine artan azıklarını getirmelerini iste. Sonra onlar için o azıkları üzerine bereketlenmeleri için yüce Allah'a dua et. Olur ki yüce Allah bunu halk eder (yaratır), dedi.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Peki" buyurdu. Sonra Allah Rasulü deriden bir yaygı getirilmesini istedi, onu yaydı, sonra artan azıklarını getirmelerini istedi. (Ravi ) dedi ki: Kimisi bir avuç mısır, kimisi bir avuç kuru hurma, bir diğeri bir parça ekmek getirip geliyordu. Nihayet o deri yaygı üzerinde az miktarda bir şeyler toplandı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerine bereketlenmesi için dua etti. Sonra da onlara: "Kaplarmıza doldurunuz" buyurdu. Onlar da kaplarına yiyecek doldurdular. Öyle ki karargahta doldurmadıkları hiçbir kap bırakmadılar.  (Ravi sahabi) dedi ki: Doyuncaya kadar yediler ve bir miktar da arttı.

 

Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahit!ik ederim. Bir kul bunlarda şüphe etmeyerek bunlarla Allah'ın huzuruna çıkacak olursa asla cennete girmekten alıkonulmaz. "

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4010, 12535

 

AÇIKLAMA:              "Tebuk gazvesi günü ... " Bu şekilde "Tebuk gazvesi günü" diye zaptettik. Burada "gün"den maksat vakit ve zamandır. Yoksa tan yerinin ağarması ile güneş batımı arasındaki süre değildir. Usullerin çoğunda ya da çoğunluğunda burada "gün" den söz edilmemiştir.

 

"Gazve" lafzı bazen "gazat" diye de telaffuz edilir. Tebuk ise Şam topraklarının (Arap yarım adasına) en yakın olan yerlerindendir. O gün insanlar ileri derecede aç kalmışlardı (el-meca'e). (11224)  "Ey Allah'ın Resulü, bize ... izin versen ... " Hadiste geçen "nevadıh" su taşıyan develer demektir. Ebu Ubeyd bunların tekil erkeğine "nadıh" dişiline ise "nadıha" denir demiştir.

 

et-Tahrir sahibi der ki: "Yağından sürünsek" ifadesinden kasıt bilinen yağ sürmek değildir. Bu, onların iç yağlarından yağ çıkartalım, demektir. "Bize izin versen" ibaresi ise, büyüklere hitapta uyulması gereken en güzel edep ve onlardan en terbiyeli bir şekilde dilekte bulunmak ifadesidir. Keşke şunu yapsan yahut böyle bir emir versen, keşke buna izin versen, buna işaret buyursan, denilir. Yani böyle bir şey yaparsan hayırlı olur, doğru olur, sağlam bir görüş olur, açık bir faydası olur ve benzeri anlamlar ifade eder. Bu, Arapların bÜyüklere şunu yap diye emir kipi kullanmalarından daha güzel bir ifade şeklidir.

 

Bundan anlaşıldığı üzere Gazaya katılan askerlerin savaşta kendileri için destek olan bineklerini imam'ın izni olmadan telef etmemeleri gerektiği ve -açık bir masıahat görmesi yahut bir kötülükten korkması hali dışında- kendilerine istedikleri izni vermemesi gerektiği anlaşılmaktadır.

 

"Ömer gelip ... binekler azalır, dedi." Bu ifadeden imamlara ve başkanlara görüş belirtmenin caiz olduğu, fazileti daha az olanın eğer kendisince bir masiahat görülecek olursa, onların gördüklerinden farklı kanaatini kendilerine açıklayabileceği ve onlara yapılmasını emrettikleri bir işi iptal etmesini ona teklif etmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır.

 

Burada "ez-zahr (sırt)"den maksat, binek hayvanlarıdır. Onlara bu adın veriliş sebebi sırtlarına binilmesi yahut yolculukta onların yardımının ve desteğinin alınmasıdır. "Sonra onlar için ... dua et. Belki Allah bunda yaratır, takdir eder." Gördüğümüz asıl nüshalarda bu şekildedir. Bunda şu takdirde hazfedilmiş bir ifade vardır: Olur ki Allah bunda bir bereket yahut bir hayır -ya da buna benzer bir takdir- yaratır demektir. "Bereket"in asıl anlamı hayrın çokluğu ve sabit olmasıdır. "Tebarekallah" ise hayır onun nezdinde sabittir demektir, başka şekilde de açıklanmıştır. (11225)

 

 

46 - (28) حدثنا داود بن رشيد. حدثنا الوليد (يعني ابن مسلم) عن ابن جابر. قال: حدثني عمير بن هانئ. قال: حدثني جنادة بن أبي أمية. حدثنا عبادة بن الصامت؛ قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : "من قال: أشهد أن لا إله إلا الله وحده لا شريك له، وأن محمدا عبده ورسوله، وأن عيسى عبد الله وابن أمته وكلمته ألقاها إلى مريم وروح منه، وأن الجنة حق، وأن النار حق، أدخله الله من أي أبواب الجنة الثمانية شاء".  

 

139- Bize Davud b. Ruşeyd tahdis etti. Bize Velid -yani b. Müslim İbn Cabir'den şöyle dediğini tahdis etti: Bana Umeyr b. Hani tahdis edip dedi ki: Bana Cunade b. Ebu Umeyye tahdis etti. Bize Ubade b. es-Samit tahdis edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Her kim bir ve tek ve ortağı bulunmaksızın Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve ResuIü olduğuna, İsa'nın Allah'ın kulu, kadın kulunun oğlu ve Meryem'e bıraktığı kelimesi olup, ondan bir ruh olduğuna, cennetin hak, cehennem ateşinin hak olduğuna şahadet ederse cennetin sekiz kapısından hangisinden dilerse Allah onu cennete koyar. "

 

 

Diğer tahric: Buhari, 3435; Tuhfetu'l-Eşraf, 5075

 

AÇIKLAMA:              SENED BİLGİSİ: "Bize Davud b. Ruşeyd tahdis etti ... Bize Ubade b. es-Samit tahdis etti."

Senette geçen Velid b. Müslim ed-Dimeşki nispetli el-Evzaı'nin arkadaşıdır. Bu babın baş taraflarında bu açıklamayı da yapmıştık.

"Yani b. Müslim" ifadesinin ne gibi faydalı bir anlam ihtiva ettiğini rivayette nesebi geçmediğinden herhangi bir fazlalık rivayete katmaksızIn onu açıklamak istediğini de ifade etmiştik.

İbn Cabir'e gelince, o pek değerli Abdurrahman b. Yezid b. Cabir ed-Dimeşkl'dir. Hani isminin sonu hemzelidir. Cunade de Cunade b, Ebu Umeyye'dir. Ebu Umeyye'nin adı ise Kebir'dir. O da Oevsi ve Ezdi olup onlar arasında yerleşmiştir, Şami' dir. Cünade ve babası sahabidirler. Çoğunluğun söylediği sahih olan budur. Nesai onun Cuma günü orucu ile ilgili sadece bir hadisini rivayet etmiştir. Buna göre o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna hepsi de oruçlu olan sekiz kişi ile birlikte gitmişti. Onun sahabi olduğunu açıkça ifade eden rivayet ettiği başka hadis de vardır.

 

Ebu Said b. Yunus, Tarihu Mısr adlı eserinde dedi ki: Sahabedendi, Mısır fethinde hazır bulunmuştu. Başkası da böyle demiştir ama rivayetlerinin çoğunluğu sahabe-i kiram'dandır. el-Vakidı'nin katibi Muhammed b. Sa'd şöyle demektedir: İbn Abdullah el-İelı, o tabiinin büyüklerinden bir tabiidir demiştir.

Cünade'nin künyesi Ebu Abdullah'tır. Çokça gazalara katılmış birisidir.

Allah ondan razı olsun. Allah en iyi bilendir.

Bu senetteki ravilerin tamamı Davud b. Ruşeyd dışında Şamlıdırlar. Davud ise Bağdat'ta yerleşmiş. Huvarezmi (Harezmi)' dir.

 

HADİS'İN AÇIKLAMASI:

 

''Allah'tan başka ilah olmadığına ... şahadet ederim diyen ... girer." Bu (11226) pek önemli bir yeri olan muazzam bir hadistir. Bu hadis itikadi meseleleri kapsayan en kapsamlı bir hadis ya da en kapsamlı hadislerdendir çünkü bu hadiste inançlarının farklılığına ve birbirinden uzak oluşuna rağmen küfür olan bütün dinlerden neyin çıkmayı sağlayacağını birlikte ifade etmiş ve bütün dinlerin tamamından ayrı olacağını şu birkaç kelime ile oldukça kısa bir şekilde ifade etmiş bulunmaktadır.

 

İsa (aleyhisselam)'a "kelime" adını vermiştir çünkü o babasız olarak yalnızca "ol" kelimesi ile var olmuştur. Bu özelliği ile diğer Ademoğullarından farklıdır. el-Herevi dedi ki: Ona "kelime" denilmesinin sebebi onun bir kelimeden dolayı var olmasıdır. Bu sebeple ona yağmura rahmet denilmesi gibi bu isim verilmiştir. Yine el-Herevı der ki: "Yüce Allah'ın: "Ve ondan bir ruh" (Nisa, 171) buyruğu rahmet demektir." İbn Arefe dedi ki: Babasız yaratılacaktır. O ancak annesine ruh üflenerek var edilmiştir, demiştir. Başkası da: "Ve ondan bir ruh" yani onun tarafından yaratılmış bir ruh demektir. Buna göre ruhun Allah'a izafe edilmesi Allah'ın dişi devesi, Allah'ın evi gibi teşrif izafesi (şereflendirme izafesi)dir. Yoksa bütün alem (yaratılmışlar) yalnız yüce Allah'ındır ve onun tarafındandır. Allah en iyi bilendir.

 

 

(28) وحدني أحمد بن إبراهيم الدورقي. حدثنا مبشر بن إسماعيل، عن الأوزاعي، عن عمير بن هانئ، في هذا الإسناد بمثله غير أنه قال:

 "لأدخله الله الجنة على ما كان من عمل" ولم يذكر "من أي أبواب الجنة الثمانية شاء".

 

140- Bana Ahmed b. İbrahim ed-Devraki de tahdis etti. Bize Mubeşşir b. İsmail, el-Evzai'den tahdis etti. O Umeyr b. Hani'den bu senetle aynısını nakletti. Ancak o rivayetinde: "Ameli ne olursa olsun Allah onu cennete koyar" demiş ve "cennetin sekiz kapısından dilediği kapıdan" ibaresini zikretmemiştir.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 3435; Tuhfetu'l-Eşraf, 5075

 

AÇIKLAMA:              SENED BİLGİSİ: "Bize İbrahim ed-Devraki tahdis etti." Dal harfi fethalı olup, buna dair açıklama Mukaddime'de geçti. el-Evzal'nin adının, Abdurrahman b. Amr olduğu ve kendisine nispet olunduğu "el-Evzai" ile ilgili görüş ayrılıkları geçmiş bulunmaktadır.

 

HADİS'İN AÇIKLAMASI: ''Ameli ne olursa olsun Allah onu cennete koyar" ifadesi Allah'ın onu cennete girecekler arasında koyacağı şeklinde yorumlanır. Şayet büyük günahlardan olan masiyetleri varsa o Allah'ın meşietine (dilemesine) bağlıdır. Azap edilse bile sonunda cennete girer. Bu hususta Kadı Iyaz'ın ve diğerlerinin görüşleri bu husustaki görüş ayrılıklarıyla birlikte geniş bir şekilde daha önce geçti. Allah en iyi bilendir.

 

 

47 - (29) حدثنا قتيبة بن سعيد. حدثنا ليث عن ابن عجلان، عن محمد بن يحيى بن حيان، عن ابن محيريز، عن الصنابحي، عن عبادة بن الصامت؛ أنه قال: دخلت عليه وهو في الموت، فبكيت فقال: مهلا. لم تبكي؟ فوالله! لئن استشهدت لأشهدن لك. ولئن شفعت لأشفعن لك. ولئن استطعت لأنفعنك. ثم قال:

 والله! ما من حديث سمعته من رسول الله صلى الله عليه وسلم لكم فيه خير إلا حدثتكموه إلا حديثا واحدا. وسوف أحدثكموه اليوم، وقد أحيط بنفسي. سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: "من شهد أن لا إله إلا الله، وأن محمدا رسول الله. حرم الله عليه النار".

 

141- Bize Kuteybe b. Said de tahdis etti. (Dedi ki:) Bize Leys, İbni Aclan'dan,o da Muhammed b. Yahya b. Habban'dan, o da İbni Muhayriz'den, o es-Sunabihı'den, o Ubade b. es-Samit (r.a.)'dan naklen (Sunabihı) dedi ki: Ölüm halinde iken yanına girdim, ağladım.(İbn Adan:) Yavaş ol niye ağlıyorsun? Allah'a yemin ederim ki eğer benim şahitliğim istenirse lehine şahitlik ederim. Eğer şefaatime izin verilirse yemin ederim senin için şefaat ederim. Andolsun gücüm yeterse mutlaka sana faydalı olurum, dedi sonra şunları ekledi: Allah'a yemin ederim ki  Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den dinleyip de kendisinde sizin için bir hayır bulunan her bir hadisi mutlaka size nakletmişimdir. Bir tek hadis müstesna, onu da bugün size ölüm etrafımı sarmışken rivayet edeceğim. 

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasu/ü olduğuna şahadet eden kimseye Allah cehennem ateşini haram eder. "

 

 

Diğer tahric: Tirmizi, 2638; Tuhfetu'I-Eşraf, 5099

 

AÇIKLAMA:              SENED BİLGİSİ: "İbn Adan ... ağladım, yavaş ol, dedi." (1/227) İbn Adan, İmam Ebu Abdullah Muhammed b. Adan el-Medeni'dir. Velid b. Utbe b. Rabia kızı Fatıma'nın azatlısıdır. Abid ve fakih birisi idi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mescidinde bir ders halkası vardı, fetva da verirdi, tabUnden birisidir. Ashab-ı Kiram'dan Enes ve Ebu't-Tufayl'e yetişmiştir. Bu açıklamaları Ebu Nuaym yapmıştır. Ayrıca Enes ve tabiinden rivayet nakletmiştir. Onunla ilgili ilginç haberlerden birisi de annesinin karnında üç yıldan fazla kaldığıdır. Hakim Ebu Ahmed de el-Küna adlı kitabında şöyle diyor: Muhammed b. Adan tabUn arasında sayılır. Kendisince haflZ birisi olmamakla birlikte başkası onun sika bir ravi olduğunu söylemiştir. Müslim burada onun rivayetini mutabaat olarak zikretmiştir. Müslim'in asıl rivayetler arasında onun hiçbir rivayetini zikretmediği söylenir. Allah en iyi bilendir.

 

Senette geçen Muhammed b. Yahya b. Habban ismindeki "Habban"in ha harfi fethalıdır. TabUndendir, Enes b. Malik (r.a.)'dan hadis dinle miştir.

 

İbn Muhayr"ız'in adı ise Abdullah b. Muhayriı b. Cunade b. Vehb elKuraşi el-Cumahi' dir. Cumah oğullarından olup Mekki' dir. Ebu Abdullah . künyeli tabUnden üstün bir zattır. Aralarında Ubade b. es-Sam it, Ebu Mahzure, Ebu Said el-Hudri ve başkalarının da bulunduğu ashab-ı kiram'dan bir topluluktan hadis dinlemiş, Beytu'l-makdis'te yerleşmiştir. el-Evzai der ki: Kim Birilerine uyacaksa İbn Muhayriz gibisine uysun çünkü yüce Allah, İbn MuhayrlZ gibi birisinin bulunduğu bir ümmeti asla saptıracak değildir. Reca b. Hayve de İbn Muhayriı'in vefatından sonra şunları söylemiştir: Allah'a yemin ederim ben İbn Muhayriı'in hayatta kalmasını yeryüzündekiler için bir em an olarak değerlendiriyordum.

 

es-Sunabihi'nin adı ise Ebu Abdullah Abdurrahman b. Useyle elMuradi'dir. es-Sunabih ise Muradlıların bir koludur, kendisi de üstün bir tabUdir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' in yanına gitmek üzere yolculuğa çıkmış, kendisi yolda iken Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ruhu kabzedilmişti. O sırada Cuhfe'de idi, onun varışından beş ya da altı gün önce vefat etmişti. Bundan dolayı Ebu Bekr es-Sıddık ve ashab-ı kiram' dan çok kişiden (Allah hepsinden razı olsun) hadis dinlemiştir. Hadis ile uğraşmayan kimseler sözkonusu ettiği es-Sunabihi'nin adını sahabi olan es-Sunabih b. el-A'ser (r.a.) ile karıştırabilirler. Allah en iyi bilendir.

 

Şunu bil ki, bu isnatta oldukça güzel isnat inceliklerinden bir incelik vardır. O da şudur: Hepsi de birbirinden rivayette bulunan tabiundan dört kişi bu senette bir araya gelmiştir: İbn Aclan, İbn Habban, İbn Muhayriz ve esSunabihı. Allah en iyi bilendir.

"es-Sunabih]"den, o Ubade'den, (es-Sunabihl) dedi ki: Onun yanına girdim ... " Bu benzeri çokça görülen bir rivayet tarzıdır. Bunda güzel bir sanat ve incelik vardır. Takdiri de şöyledir: es-Sunabih],' den rivayete göre o Ubade'den şunları söylediği bir hadis nakletmiştir: (1/228) Onun yanına girdim ... Bunun bir benzeri de biraz sonra yakında iman bölümünde: "Üç kişiye edrleri iki defa verilir" hadisinde gelecektir. Müslim (rahimehullah) dedi ki: Bize Yahya b. Yahya tahdis edip dedi ki: Bize Huşeym, Salih b. Salih'den, o eşŞa'b]"den rivayetle dedi ki: Bir adamın eş-Şa'bi"ye soru sorduğunu gördüm. Dedi ki: Ey Ebu Amr, bizim önümüzde Horasan ahalisinden şöyle diyen kimseler vardır. eş-Şa'b]' dedi ki: Bana Ebu Burde babasından tahdis etti. .. "(hadis 385 numara ile gelecektir.)

 

HADİS'İN AÇIKLAMASI:

 

İşte bu hadis de şu anda üzerinde durmakta olduğumuz hadis türündedir. Takdiri şöyledir: Huşeym dedi ki: Bana Salih, eş-Şa'bl' den bir hadis nakletti. Bu hadiste Salih dedi ki: Ben bir adamı gördüm, eş-Şa'bl'ye sorup dedi ki ... Bunun benzeri pek çoktur. Bunların çoğuna yüce Allah'ın izniyle yerinde dikkat çekeceğiz. Allah en iyi bilendir.

"Yavaş ol!" Bana müsaade et, süre tanı demektir. Cevheri dedi ki: Bir kişiye: (.....): Yavaş ol be adam" denilir ve her harfi sakin telaffuz edilir. İki kişiye, çoğula ve müennese de böyle hitap edilir. Mühlet ver, süre tanı, anlamındadır. Sana bu şekilde yavaş ol denilecek olursa sen (olumsuz olarak): "(...): Allah'a yemin ederim süre tanımıyorum" diyebilirsin, olumsuz olarak: "(...): Süre tanımak yok" demezsin. Yine "(~ ~ <4I)IJ J.p lo ~): Allah'a yemin olsun ki hiçbir mühletin de sana hiçbir faydası olmaz" dersin. Allah en iyi bilendir.

 

"Sizin için kendisinde hayır bulunan her bir hadisi ... " Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu hadiste herkesin aklının kaldıramayacağı, zarar ve fitne verebileceğinden korktuğu hadisleri sakladığına delil vardır. Bu ise herhangi bir ameli gerektirmeyen şeriatın hadlerinden herhangi bir haddin bulunmadığı hadisler için sözkonusudur. Bir ameli gerektirmeyen, rivayeti zorunlu olmayan, avamın aklının kaldıramayacağı, söyleyenine ya da dinleyenine zarar verileceğinden korkulan, özellikle münafıklar ile ilgili haberleri ve emirlik ile ilgili haberleri ihtiva eden, güzelolmayan birtakım niteliklerle nitelenmiş bir topluluğun tayin edildiği, başkalarının yerilip lanetlendiği türden hadisleri rivayet etmediklerine dair ashabdan (Allah hepsinden razı olsun) gelmiş benzeri pek çok rivayet bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.

"Ölüm etrafımı sarmışken" tabirinin anlamı ölümüm yaklaşmışken, kurtuluştan, hayatımın devam edeceğinden ümit kesmişken ... demektir. etTahrir sahibi der ki: Bu söz aslında aleyhine düşmanları toplanmış ve üzerine geldikleri onun her bir tarafını kurtuluş ümidi kalmayacak şekilde kuşatmaları halinde kullanılır. Onun etrafını sardılar yani bütün yönlerinden onu kuşattılar denilir. (11229) Artık ölümüm yaklaşmış bulunuyor, demek istemiştir. Allah en iyi bilendir.

 

 

48 - (30) حدثنا هداب بن خالد الأزدي. حدثنا همام. حدثنا قتادة. حدثنا أنس بن مالك عن معاذ بن جبل؛ قال: كنت ردف النبي صلى الله عليه وسلم. ليس بيني وبينه إلا مؤخرة الرحل. فقال: "يا معاذ بن جبل!" قلت: لبيك رسول الله وسعديك. ثم سار ساعة. ثم قال "يا معاذ بن جبل!" قلت: لبيك رسول الله وسعديك. ثم سار ساعة. ثم قال "يا معاذ بن جبل!" قلت: لبيك رسول الله وسعديك. قال: "هل تدري ما حق الله على العباد؟" قال قلت: الله ورسوله أعلم. قال "فإن حق الله على العباد أن يعبدوه ولا يشركوا به شيئا" ثم سار ساعة. ثم قال "يا معاذ بن جبل!" قلت: لبيك رسول الله وسعديك. قال: "هل تدري ما حق العباد على الله إذا فعلوا ذلك" قال قلت: الله ورسوله أعلم. قال "أن لا يعذبهم".

 

142- Bize Heddab b. Halid el-Ezdi tahdis etti. (Dedi ki): Bize Hemmam rivayet etti. (Dediki): Bize Katade rivayet etti. (Dediki): Bize Enes b. Malik, Muaz b. Cebel'den şöyle dediğini tahdis etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bineğinin arkasına binmiştim. Benimle onun arkasında semerin arka kaşından başka hiçbir şey yoktu. Allah Resulü: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk, dedim sonra bir süre daha yürüdü sonra: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk, dedim. Bir süre daha yürüdükten sonra: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk dedim.

 

O: ''Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir bilir misin" buyurdu. Ben: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedim.

O: ''Allah'ın kulları üzerindeki hakkı ona ibadet etmeleri ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır" buyurdu. Sonra bir süre daha yol aldı. Arkasından: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedim. O: "Peki, kulları bunu yapacak olurlarsa onların Allah üzerindeki haklarının ne olduğunu bilir misin" buyurdu. Ben: Allah ve Rasulü en iyi bilir, dedim. O: "Kendilerini azaplandırmamasıdır" buyurdu.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 5967, 6267, 6500; Tuhfetu'l-Eşraf, 11308

 

AÇIKLAMA:              SENED BİLGİSİ: "Heddab b. Halid" adının Hudbe olduğu da söylenir. Müslim (rahimehullah) bunu kitabının çeşitli yerlerinde zikretmiş olmakla birlikte bazı yerlerde Hudbe, bazılarında da Heddab demektedir. İlim adamları ikisinden birisinin ismi, diğerinin lakap olduğunu ittifakla kabul etmekle birlikte hangisinin isim olduğu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Ebu Ali el-Gassani, Ebu Muhammed Abdullah b. el-Hasan et-Tabesi ve el-Metalib sahibi ile Hafız Abdulgani elMakdisi -müteahhir olan- ismin Hudbe olduğunu, Heddab'ın lakap olduğunu söylerken başkaları Heddab isimdir, Hudbe lakaptır demiştir. Şeyh Ebu Amr sonuncusunu tercih etmiş, birincisini kabul etmemiştir. Hafız Ebu'l-Fadl el-Feleki ise şöyle demektedir: O kendisine Hudbe denilecek olursa kızardı. Buhari Tarih'inde onu sözkonusu ederek Hudbe b. Halid demiş, "Heddab"i sözkonusu etmemiştir. Bundan açıkça anlaşıldığına göre o "Hudbe"nin isim olduğunu tercih ettiğidir. Buhari ise (bu gibi hususları) başkalarından daha iyi bilir çünkü o hem Buhari'nin, hem Müslim'in hocasıdır. Allah hepsine rahmetini ihsan buyursun, Allah en iyi bilendir.

 

HADİS'İN AÇIKLAMASI:

 

"Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in terkisinde idim. Benimle onun arasında sadece devenin arka kaşı vardı. .. Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedim." Hadiste geçen "ridf: terkisinde binmek" şekli ravilerin çoğunlukla tespit ettikleri meşhur rivayettir. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın naklettiğine göre kitabın ravilerinden birisi olan Şafii fakih Ebu Ali et-Taberi bu kelimeyi ra fethalı, dal kesreli "redif" olarak zaptetmiştir. Ridf ile redif ise binicinin arkasında binen kişiye denilir. Fiilin mazi çekiminde dal harfi kesreli, muzariinde ise fethalıdır. Kadı Iyaz dedi ki: Eğer Taberi' den gelen rivayet sahih ise onun yaptığı bu açıklamanın açıklanabilir bir tarafı yoktur. Buradaki "redif" kelimesinin aceleci anlamında acl ve kötürüm anlamında zemim şeklinde ism-u fail olması hali müstesnadır.

 

"Benimle onun arasında sadece semerin arka kaşı vardı." Bununla Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e yakınlığını ileri derecede anlatmak istemiştir. Böylelikle dinleyen kişinin bunu daha iyi bellemesi için daha etkileyici bir ifade kullanmak istemiştir. "(...): Semerin arka kaşı"nın okunuşu ile ilgili Cevheri, es-Sıhah adlı eserinde allı okuyuş sözkonusu ebniştir. Bu ise binicinin arkasında bulunan tahta (veya değnek) parçasına denir. "(.....): Ey Muaı b. Cebel" hitabındaArap dilbilginlerinin "Muaz" kelimesinin harekesinde iki farklı telaffuzlan vardır. Bunlann daha meşhur ve daha tercihe değer olanları Muaz lafzının meftuh (ya Muaze şeklinde), İkincisi ise ötreli (Muaıu şeklinde) okunmasıdır. Ancak ondan sonraki "İbn" lafzımn nasb ile okunacağında görüş ayrılığı yoktur.

 

"Lebbeyk ve sa'deyk" hitabındaki "lebbeyk"in anlamı ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Burada bunların bazılarına değineceğiz, yüce Allah'ın izniyle açıklaması Hac bölümünde gelecektir. Daha güçlü görülen bunun, çağrım kabul ettim, bir daha kabul ettim diye tekid için tekrar ebnektir. Anlamının:

Senin yanındayım ve sana itaat ediyorum, ben senin itaatin üzere devam ediyorum, sevgim sanadır diye açıklandığı gibi, başka açıklamalar da yapılmışlır.

 

"Sa'deyk"in anlamına gelince, ben senin emrine ardı arkasına itaat etmeye devam ediyorum, demektir.

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in Muaz (r.a.)'a defalarca seslenmesine gelince, bu da ona vereceği habere gerektiği gibi önemi vurgulamak ve böylelikle Muaz'ın duyacaklanna tam anlamıyla dikkat ebnesini sağlamak içindir. Sahih'te sabit olduğu üzere Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir söz söyledi mi -işte bundan dolayı- üç defa tekrar ederdi. Allah en iyi bilendir.

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: 'J1.11ah'ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? ve: Kulların yüce Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin?" buyruklarına gelince,

 

et-Tahrir sahibi şu açıklamayı yapmışlır: Bil ki hak kesin olarak, muhakkak olarak var olan her şeye ya da kaçınılmaz olarak var edilecek şeylere denilir. Şam yüce Allah ise ezeli var ve ebedi baki haktır. Ölüm, kıyamet, cennet, cehennem de haktır çünkü bunlar kaçınılmaz olarak meydana geleceklerdir. Doğru söze "hak" denilmesinin anlamı da bu şekilde hakkında haber verilen şeyin gerçekleşmiş ve meydana geldiğinde hiçbir tereddüt bulunmayan bir husus olduğu anlamındadır.

 

Kul üzerinde herhangi bir tereddüt ve bir şaşırına sözkonusu olmaksızın hak edilen hak da bu şekildedir. Buna göre yüce Allah'ın kullar üzerindeki hakkının anlamı, onların üzerinde kesin olarak görevolan ve onlann üzerinde hak ettiği şeydir. Kulların yüce Allah üzerindeki haktanmn manası ise, kaçınılmaz olarak tahakkuk ettiğidir. Bu et-Tahrir sahibinin açıklamasıdır.

 

Başkası ise şöyle demektedir: Onların yüce Allah üzerindeki hakları ibaresini sadece onun onlar üzerindeki hakları ibaresine mukabele (benzeri lafızlarla zikredilen bir karşılık) olduğundan dolayıdır. Ayrıca bir kimsenin arkadaşına: Senin hakkın benim üzerimde bir görevdir yani benim onu yerine getirmem artık kesinleşmiştir, demesine de benzetilebilir. (11231) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Her yedi günde bir gusletmek her müslümanın üzerine bir haktır" buyruğu da bu türdendir. Allah en iyi bilendir.

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ona, ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet etmeleri" buyruğuna gelince, iman kitabının (bölümünün) ilk babının sonlarında buna ve bu iki lafzın bir arada zikredilmesine dair açıklama geçmiş bulunmaktadır.

 

 

49 - (30) حدثنا أبو بكر بن أبي شيبة. حدثنا أبو الأحوص سلام بن سليم، عن أبي إسحاق، عن عمرو بن ميمون، عن معاذ بن جبل؛ قال: كنت ردف رسول الله صلى الله عليه وسلم. على حمار يقال له عفير. قال: فقال: "يا معاذ! تدري ما حق الله على العباد وما حق الله على العباد؟" قال قلت: الله ورسوله أعلم. قال: "فإن حق الله على العباد أن يعبدوا الله ولا يشركوا به شيئا. وحق العباد على الله عز وجل أن لا يعذب من لا يشرك به شيئا" قال قلت: يا رسول الله! أفلا أبشر الناس؟ قال: "لا تبشرهم. فيتكلموا".

 

143- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti (Dedi ki): Bize Ebu'l-Ahvas Sellam b. Süleym, Ebu İshak'dan, o da Amr b. Meymun'dan, o Muaz b. Cebel'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in terkisinde Ufeyr adındaki bir eşeğinin üzerine binmiştim. Allah Resulü: "Ey Muaz, Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir? Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" buyurdu. Ben: Allah ve Resulü en iyi bilir dedim.

 

O şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah'ın kulları üzerindeki hakkı Allah'a ibadet etmeleri, ona hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların aziz ve celil olan Allah üzerindeki hakkı ise kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir. "

 

(Muaz) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü o halde insanlara bu müjdeyi vermeyeyim mi, dedim. O: "Onlara bu müjdeyi verme, o vakit buna bel bağlar/ar" buyurdu.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 2701, 2856 -muhtasar olarak-; Tirmizi, 2643; Tuhfetu'l-Eşraf, 11351

 

AÇIKLAMA:              SENED BİLGİSİ: "Ufeyr adındaki bir eşeğin üzerinde ... " Bu rivayette ve itimat edilen asıllarda yine bu hususa dair bilgilerin bulunduğu kitaplarda doğru söyleyiş "Ufeyr" dir. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) dedi ki: Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın bunun gayn harfi ile "Gufeyr" olduğu ise terkedilmiş bir kanaattir. Bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e ait bir eşe ği n adı idi. Veda haccında öldüğü söylenir. Ayrıca şunları söyler: Bu hadis, bu olayın bundan önceki hadiste geçen seferden başka, farklı bir seferde tekrarlanmış olmasını gerektirmektedir. Çünkü semerin arka kaşı deve için özeldir. Eşeğin üzerindeki semerde olmaz.

 

HADİS'İN AÇIKLAMASI: Derim ki: Her iki hadiste anlatılanların aynı olay olma ve birinci hadiste deve semerinin arka kaşı kadar bir uzaklık demek istemiş olması ihtimali de vardır. Allah en iyi bilendir.

 

 

50 - (30) حدثنا محمد بن المثنى وابن بشار. قال ابن المثنى: حدثنا محمد بن جعفر. حدثنا شعبة، عن أبي حصين والأشعث ابن سليك؛ أنهما سمعا الأسود بن هلال يحد ث عن معاذ بن جبل؛ قال:  قال رسول الله صلى الله عليه وسلم" يا معاذ! أتدري ماحق الله على العباد؟" قال: الله ورسوله أعلم. [قال؟؟] "أن تعبد الله ولا يشرك به شئ.  قال: "أتدري ما حقهم عليه إذا فعلوا ذلك؟" فقال: الله ورسوله أعلم.  قال: "أن لا يعذبهم.

 

144- Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis etti. İbnu'l-Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis etti. Bize Şube, Ebu Huseyn'den ve el-Eş'as b. Suleym'den tahdis etti. Her ikisi Esved b. Hilal'i (1/59a) Mua.z b. Cebel'den şöyle dedi, diye tahdis ederken dinlediler: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ey Muaz, Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" O: Allah ve Rasulü en iyi bilir dedi. O: "Allah'a ibadet edilmesi ve ona hiçbir şeyin ortak koşulmamasıdır" buyurdu.

 

Sonra: "Eğer bunu yapacak olurlarsa onun üzerindeki haklarının ne olduğunu bilir misin" buyurdu. Muaz: Allah ve Rasulü en iyi bilir, dedi. Allah Rasulü: "On/arı azap/andırmamasıdır" buyurdu.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 7373; Tuhfetu'l-Eşraf, 11306

 

AÇIKLAMA:        "Ebu Husayn"in adı Asım'dır. Buna dair açıklama kitabın Mukaddimesinin baş taraflarında (1/232) geçmiş bulunmaktadır.

Muhammed b. el-Müsenna ile İbn Beşşar'ın rivayet ettikleri bu hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah'a ona hiçbir şeyortak koşulmaksızın ibadet edilmesi" ibaresinde "ibadet edilmesi" anlamındaki lafzı bu şekilde ye harfi ötreli (edilgen bir mı olarak) "şey" anlamındaki lafzı da merfu (edilgen fiilin sözde öznesi olarak) tespit etmişizdir. Bunun açıklaması açıktır. Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Asıl yazmalarda "şey" lafzı nasb ile de kaydedilmiştir. Bu da "(....) Allah'a ibadet edilmesi ve ona hiçbir şeyin ortak koşulmaması" ifadesindeki üç ayrı vechin sözkonusu olmasına göre sahihtir. Birincisi eril üçüncü şahıs için kullanılmış bir mı olarak kulun Allah'a ibadet etmesi ve ona hiçbir şeyi ortak koşmaması demek olur. Bu, bu husustaki şekillerin en uygun alanıdır.

 

2- Fiilin özellikle Muaz'a hitap olmak üzere ikinci tekil şahıs olmak üzere te harfinin fethalı okunmasıdır çünkü muhatap odur. Böylelikle de ondan başkasına da dikkat çekilmiş olmaktadır.

 

3- Fiilin edilgen bir mı olarak ye harfinin ötreli okunmasıdır. Bu durumda "şey" lafzı mef'ulün bih'ten kinaye değil, mastardan (mef'ul-i mutlak mastarından) kinaye olması sözkonusudur. Yani Allah'a hiçbir şekilde ortak koşmasın. (İbnu's-Salah) dedi ki: Eğer rivayet bu şekillerden herhangi birisini tayin etmemiş ise bizden bu hadisi rivayet eden kimsenin bunların hepsini biri diğerinin arkasında telaffuz etmesi görevidir. Böylelikle bizzat söylenmiş olan lafzı kesin olarak zikretmiş olacaktır. Allah en iyi bilendir.

 

Şeyh İbnu's-Salah'ın ifadeleri bunlardır. Bizim ilk sözünü ettiğimiz okuyuş ise hem rivayet, hem mana bakımından sahihtir. Allah en iyi bilendir.

 

 

1 - (30) حدثنا القاسم بن زكرياء. حدثنا حسين، عن زائدة، عن أبي حصين، عن الأسود بن هلال؛ قال: سمعت معاذا يقول: دعاني رسول الله صلى الله عليه وسلم فأجبته.  فقال" هل تدري ماحق الله على الناس" نحو حديثهم.

 

145- Bize el-Kasım b. Zekeriya tahdis etti. Bize Huseyn, Zaide'den tahdis etti. O Ebu Hasın'den, o Esved b. Hilal'den şöyle dediğini nakletti: Muaz'ı şöyle derken dinledim: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni çağırdı, ben de yanına gittim. ''Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" buyurdu ve onların naklettiklerine yakın olarak hadisi nakletti.487

 

 

144 numaralı hadisin tahric bilgisi ile aynı.

 

AÇIKLAMA:              Muaz b. Cebel (R.A.)'ın rivayet ettiği hadisin sonuncu rivayetinde "onların rivayetlerine yakın" ibaresi de şu demektir: Dördüncü rivayette Müs!im'in hocası el-Kasım b. Zekeriya bu hadisi Müs!im'in bundan önceki üç rivayette geçen Heddab, Ebu Bekr b. Ebu Şeybe, Muhammed b. Müsenna ve İbn Beşşar adındaki dört hocasının rivayetlerine yakın olarak rivayet etmiştir demektir. Allah en iyi bilendir.

 

Kasım'ın bu rivayetinde yer alan "bize Kasım tahdis etti, bize Huseyn, Zaide' den tahdis etti" ibaresi bütün asıllarda bu şekildedir. Yani Huseyn ismi sin iledir, doğrusu da budur. Kadı Iyaz dedi ki: (1/233) Bazı asıl nüshalarda sad ile "Husayn" şeklinde geçmiş olup, bu yanlıştır. Adı Huseyn b. Ali el-Cu'fI'dir. Bu kitapta Zaide' den rivayeti birkaç defa tekrarlanmıştır. Zaide' den sad ile "Husayn"in rivayeti diye bir rivayet bilinmemektedir. Allah en iyi bilendir.

 

 

52 - (31) حدثني زهير بن حرب. حدثنا عمر بن يونس الحنفي. حدثنا عكرمة بن عمار. قال حدثني أبو كثير قال: حدثني أبو هريرة؛ قال:

 كنا قعودا حول رسول الله صلى الله عليه وسلم. معنا أبو بكر وعمر، في نفر. فقام رسول الله صلى الله عليه وسلم من بين أظهرنا. فأبطأ علينا. وخشينا أن يقتطع دوننا. وفزعنا فقمنا. فكنت أول من فزع. فخرجت أبتغي رسول الله صلى الله عليه وسلم. حتى أتيت حائطا للأنصار لبني النجار. فدرت به أجد له بابا. فلم أجد. فإذا ربيع يدخل في جوف حائط من بئر خارجة (والربيع الجدول) فاحتفزت كما يحتفز الثعلب. فدخلت على رسول الله صلى الله عليه وسلم. فقال" أبو هريرة؟" فقلت: نعم. يا رسول الله. قال" ما شأنك؟" قلت: كنت بين أظهرنا. فقمت فأبطأت علينا. فخشينا أن تقطع دوننا. ففزعنا. فكنت أول من فزع. فأتيت هذا الحائط. فاحتفزت كما يحتفز الثعلب. وهؤلاء الناس ورائي. فقال: "يا أبا هريرة!" (وأعطاني نعليه). قال: "اذهب بنعلي هاتين. فمن لقيت من وراء هذا الحائط يشهد أن لا إله إلا الله. مستيقنا بها قلبه. فبشره بالجنة" فكان أول من لقيت عمر. فقال: ما هاتان النعلان يا أبا هريرة! فقلت: هاتان نعلا رسول الله صلى الله عليه وسلم. بعثني بهما. من لقيت يشهد أن لا إله إلا الله مستيقنا بها قلبه، بشرته بالجنة. فضرب عمر بيده بين ثديي. فخررت لأستي. فقال: ارجع يا أبا هريرة. فرجعت إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم. فأجهشت بكاء. وركبني عمر. فإذا هو على أثرى. فقال لي رسول الله عليه وسلم: "ما لك يا أبا هريرة؟ " قلت: لقيت عمر فأخبرته بالذي بعثتني به. فضرب بين ثديي ضربة. خررت لأستي. قال: ارجع. فقال له رسول الله صلى الله عليه وسلم: "يا عمر! ما حملك على ما فعلت؟" قال: يا رسول الله! بأبي أنت وأمي. أبعثت أبا هريرة بنعليك، من لقي يشهد أن لا إله إلا الله مستيقنا بها قلبه، بشره بالجنة؟ قال "نعم" قال: فلا تفعل. فإني أخشى أن يتكل الناس عليها. فخلهم يعملون. قال رسول الله صلى الله عليه وسلم" فخلهم".

 

146- Bana Zuheyr b. Harb tahdis etti  (Dediki): Bize Ömer b. Yunus el-Hanefi rivayet etti. (Dediki): Bize İkrime b. Ammar rivayet etti. Dediki: Bana Ebu Kesir tahdis edip dedi ki: Bana Ebu Hureyre tahdis edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etrafında oturuyorduk. Bizimle birlikte birkaç kişi ile Ebu Bekr ve Ömer (r.a.) da vardı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) derken aramızdan kalktı. Yanımıza dönmesi gecikti. Biz de onun yanında değilken kendisine bir kötülük yapılmasından korktuk. Bu sebeple korkuya kapılıp, kalktık. Korkuya ilk kapılan kişi ben olmuştum. Derhal çıkıp Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i aradım. Nihayet Ensar'dan Neccar oğullarına ait bir bahçeye vardım. O bahçenin bir kapısını bulurmuyum diye etrafını dolaştım, bulamadım. Derken suyu taşıp kaynayan bir kuyudan gelen bir akarsuyun bir kolunun içeri girdiğini gördüm. -Kol cetvel, küçük kanal demektir.- Ben de tilkinin kendisini büzüp topladığı gibi büzüldüm ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim. Allah Rasulü:

 

"Ebu Hureyre mi" buyurdu. Ben, evet ey Allah'ın Rasulü dedim. O: "Neden geldin" buyurdu. Ben: Aramızda idin sonra kalkıp gittin ve yanımıza dönmeyip geciktin. Biz de sana bir kötülük yapılmasından korktuk, bundan dolayı korkuya kapıldık. Ben de o korkuyla hareket edenlerin ilki oldum. Bu bahçeye geldim ve tilkinin büzüldüğü gibi büzüldüm. İşte insanlar da arkamdan geliyorlar, dedim ..

 

Allah Rasulü: "Ey Ebu Hureyre" dedi ve bana ayakkabılarını verdi. Sonra da: "Şu ayakkabılarımı al git, bu duvarın gerisinde Allah'tan başka ilah olmadığına, kalbi ona kesin inanarak şahitlik eder halde kiminle karşılaşırsan ona cenneti müjdele" buyurdu.

 

İlk karşılaştığım kişi Ömer oldu. O: Bu ayakkabılar ne oluyor ey Ebu Hureyre, dedi. Ben: Bunlar Allah Rasulünün ayakkabılarıdır, onları benimle gönderdi. Kalbinden kesin inanarak Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur diye şahitlik eden kiminle karşılaşırsam ona cenneti müjdeleyeceğim, dedim.

 

(Ebu Hureyre) dedi ki: Ömer eliyle göğsümün ortasına vurdu. Derhal kıçımın üstüne düştüm ve: Dön ey Ebu Hureyre, dedi. Ben de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına döndüm. Az kalsın ağlayacaktım. Hemen arkamdan da Ömer geldi. Meğer benim izimden geliyormuş.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Neyin var Ebu Hureyre" dedi.

Ben: Ömer ile karşılaştım. Benimle gönderdiğin haberi ona verince o göğsümün ortasına öyle bir darbe indirdi ki kıçım üzerine düştüm. Dön dedi, dedim.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Ey Ömer, seni bu yaptğznz yapmaya iten nedir" buyurdu. Ömer: Ey Allah'ın Resulü, babam anam sana feda olsun. Sen gerçekten Ebu Hureyre ile ayakkabılarını gönderip, kalbinden kesin olarak inanarak Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet getiren kiminle karşılaşırsa onu cennetle müjdelemesini söyledin mi, dedi.

Allah Resulü: "Evet" buyurdu. Ömer: Hayır, yapma çünkü ben insanların buna bel bağlayacaklarından korkuyorum. Onları bırak da amel etsinler, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "O halde onları bırak" buyurdu.

 

 

Bunu yalnız Müslim tahriç etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 14843

 

AÇIKLAMA:              "Bana Ebu Kesir tahdis etti" de "Kesir" ismi peltek se iledir. Adı Vezid b. Abdurrahman b. Uzeyne' dir. Bin Gufeyle denildiği gibi, bin Abdullah b. Uzeyne de denilmiştir. Ebu'l-Avane el-İsferayini Müsned'inde: "Gufeyle" şekli "Uzeyne"den daha sahihtir, demektedir.

"Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etrafında oturuyorduk. Beraberimizde Ebu Bekr ve Ömer de vardı." Bu şekildeki anlatım fasih bir anlatım ve güzel bir haber verme şeklidir. Çünkü Araplar bir topluluk hakkında haber vermek isteyip, hepsini isimleriyle saymayı çok bulurlarsa onların şerefli olanlarını ya da şereflilerinden birkaçını anar sonra da: Ve başkaları da vardı, derler.

 

"Meana: Bizimle beraber" ayn harfi fethalı meşhur olan söyleyiştir. elMuhkem sahibi (İbn Sıde), el-Cevheri ve başkalarının naklettiği bir söyleyişe göre sakin okunması da caizdir, beraberlik anlamını ifade eder. el-Muhkem sahibi dedi ki:

****************

Burada beraberlik anlamını ifade eden "mea" lafzının hangi hallerde ve şahıslar tarafından ayn harfi fethalı ve hangilerinde sakin okunacağına dair anlam la alakası olmayan sadece söyleyişi aktaran açıklamalar bulunmaktadır.

****************

 

"Ona bir kötülük yapılmasından korktuk." (1/234) Yani bir düşmanın onu esir alarak yahut başka bir suretle başına bir kötülük isabet etmiş olmasından korktuk.

"Telaşa kapılıp, ayağa kalktık. ilk telaşa kapılan ben idim." Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: "Feza: telaşa kapılmak" korkmak anlamında da kullanılır, bir şey için harekete geçmek ve onu önemsemek anlamında da, yardıma koşmak anlamında da kullanılır. Böylelikle bu üç anlam Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanımıza gelmesinin gecikmesi dolayısıyla dehşete kapıldık, demek olur. Nitekim: "Ona bir kötülük yapılmasından korktuk" dediğini görmekteyiz. "İlk telaşa kapılan ben oldum" sözü de diğer iki anlama delalet eder.

"Nihayet Ensar'a ait bir bahçeye" bir bostana gittim. Bahçeye "hait (etran duvarla çevrili) denilmesinin sebebi, tavanının olmayışından dolayıdır.

 

"Dışarıya akan bir kuyudan (kaynak sudan) duvarın içinden giren bir rabi' gördüm. Rabi', cedvel (su kanalı) demektir." er-Rabi lafzı bilinen mevsim olan er-rabi (bahar) ile söyleyiş itibariyle aynıdır. Cedvel ise küçük nehir (kanal) demektir. çoğulu "nebi ve enbiya gibi arbia" diye gelir.

"Dışarı akan bir kuyu" anlamındaki iki kelimeyi de tenvin ile harekelemiş bulunmaktayız. Buna göre suyu dışarı çıkan kuyunun sıfatı olur. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah da Hafız Ebu Amir el-Abderi'nin hattı ile yazılmış bulunan ve el-Culfidl' den alınmış asıldan böylece nakletmiştir. Hafız Ebu Musa elAsbahani ve başkaları ise bunun üç şekilde rivayet edildiğini zikretmektedir. Birincisi bu şekil, ikincisi duvarın dışındaki bir kuyudan anlamını verecek şekilde (~.;l> ? ır) şeklinde, üçüncüsü ise bir adam adı olan Harice'ye izafe ederek: "(~l> ? ır)" Harice'nin kuyusundan" şeklindedir. Ancak meşhur ve açıkça kuwetli görünen birinci şekildir. Fakat et-Tahrir sahibi buna muhalefet ederek sahih olan üçüncü şekildir demiş, birincisi tashiftir diye eklemiştir. Ayrıca: Bi'r (kuyu) ile bahçeyi kastederler.

 

Sonra da şunları eklemektedir: Araplar bunu bu şekilde çokça kullanır, bahçelere bahçelerde bulunan kuyuların adını verir ve mesela Eris kuyusu, Buzaa kuyusu, Ha kuyusu derler ki bütün bunların hepsi bahçe idi. et-Tahrir sahibinin açıklamaları bunlardır. Fakat bu açıklamaların çoğu ya da tamamı uygun görülmemiştir. Allah en iyi bilendir.

 

Açıklamalann sonunda Merhum Nevevi aynca: "Mea ile ilgili sözünü ettiğim bu açıklamalann yeri burası olmamakla birlikte çokça kullanıldığı için ona dikkat çekmekte bir zarar yoktur. Allah en iyi bilendir" diyerek bitirmektedir. (Çeviren)

 

"Bi'r (kuyu, kaynak su)" kelimesi hemzeli olup, hemzenin tahfif edilmesi de (btr) denilmesi caizdir. Kazıdı anlamındaki "beere" kökünden türetilmiştir. Azlık çoğulu "eb'ur" ve "eb' M' diye gelir. Araplardan "eb'fu"deki hemzeyi kalb edip, naklederek "abar" diyenler de vardır. Çokluk çoğulu ise "biar" diye gelir. (11235) Allah en iyi bilendir.

 

"Tilkinin kendisini toplayıp, büzdüğü gibi büzüldüm" ibaresindeki "büzülmek" den gelen fiiller iki şekilde rivayet edilmiştir. Biri ze harf ile diğeri re harfi ile. Kadı Iyaz der ki: Genelolarak hocalarımız bunu el-Abderı ve başkalarından re harfi ile rivayet etmişlerdir. Ayrıca el-Esedi'den, o Ebu'l-leys eş-Şasl'den, o Abdulgafir el-farisl'den, o el-Cuhldl'den ze ile okuduğunu dinledik. Doğrusu da budur. Anlamı ise oraya girebilmem için kendimi büzdüm, topladım şeklindedir. Şeyh Ebu Amr da bu şekilde bunun Ebu Amir el-Abderi hattı ile olan asıl nüshada ze ile olduğunu ifade etmiştir. Aynı şekilde el-Culudl' den alınmış asılda da böyle olduğunu ve bunun çoğunluğun rivayeti olup, ze ile rivayetin anlam bakımından da doğru olma ihtimalinin daha yüksek bulunduğunu ifade etmiş ve tilkinin yaptığına benzetmesi de buna delildir, demektedir ki, bu da tilkinin dar yerlerde kendini büzmesi anlamındadır. et-Tahrir sahibi ise ze harfi ile rivayeti kabul etmeyip, bunu nakleden ravilerin hatalı olduğunu belirtmiş, re harfi ile rivayeti tercih etmiştir fakat onun tercihi tercih edilen bir kanaat değildir yüce Allah en iyi bilendir.

"RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna girdim, O: Ebu Hureyre mi, buyurdu. Ben, evet dedim." Sen Ebu Hureyre misin demektir.

 

"Ey Ebu Hureyre buyurup, bana ayakkabılarını verdi ve: Bu ayakkabılarım ile git, dedi." Bu şekildeki bir konuşmada oldukça incelikli bir fayda, bir anlam vardır. "Dedi" kelimesini iki defa tekrar etmiştir. Bunu tekrar etmesinin sebebi ise sözün uzayıp "ey Ebu Hureyre, dedi ve bana ayakkabılarını verdi" diyerek araya bir fasıla girmiş olmasıdır. Bu şekilde bir anlatım güzeldir ve Arap dilinde görülen bir şeydir. Hatta aynı zamanda yüce Allah'ın kelamında da benzeri anlatımlar vardır. Şanı yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

 

"Önceden kendisi aracılığı ile kafirlere karşı zafer istedikleri ve ellerindekini doğrulayıcı bir kitap onlara Allah 'tan gelince işte o tanıdıkları kendilerine gelince, onu inkar ettiler. " (Bakara, 89)

İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidt dedi ki: Muhammed b. Yezid dedi ki: "Onlara gelince" buyruğu sözün uzamasından dolayı ilk sözü tekrardır. Devamla dedi ki: Yüce Allah'ın: '’Acaba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra (evet) siz muhakkak çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minun, 35) buyruğu da bunun gibidir. Söz uzadığı için "siz" lafzını yeniden zikretmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

Ebu Hureyre'ye ayakkabılarını vermesi ise, bu vesile ile onun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile karşılaştığını bilecekleri ve onlar tarafından bilinen açık bir alSmet olması içindir. Bu da Allah Rasulünden kendilerine nakledeceği haberin kendilerini daha bir etkilesin diyedir. Böyle bir uygulamanın ise -bu olmadan dahi haberi kabul edilebilecek nitelikte olmakla birlikte- tekid ifade ettiği inkar olunamaz. Allah en iyi bilendir. (11236)

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu duvann arkasında ... ona cenneti müjdele" buyruğu bu nitelikte olan kimselere cennetliklerden olduklarını haber ver demektir yoksa Ebu Hureyre kalplerinin kesin inanıp, inanmadığını bilemez.

İşte bu buyrukta hak ehlinin mezhebi lehine açık bir delil vardır. Bu kanaate göre dil ile söylemeden tevhidi itikat etmenin de itikat etmeksizin dil ile söylemenin de faydası yoktur. Her ikisinin bir arada olması kaçınılmazdır. Birinci babta bunun açıklaması geçmişti. Burada "kalb" sözcüğünün zikredilmesi tekid ve mecazın kastedilmesinin sanılmasını önlemek içindir yoksa yakin (kesin inanç) ancak kalb ile olur.

 

"(Ömer): Ey Ebu Hureyre bu iki ayakkabı ne oluyor dedi. .. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları benimle gönderdi." Bu iki ayakkabı Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ayakkabılarıdır. Allah Rasulü ayakkabıları onunla bir alamet olsunlar diye göndermişti. Allah en iyi bilendir.

 

"Ömer (r.a.) göğsümün (iki mememin) ortasına vurdu, kıçım üstüne düştüm. Dön ey Ebu Hureyre, dedi." İlim adamları memenin kadına özelolup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimisi hem erkek, hem kadın için kullanılır derken, kimisi bu kelime özelolarak kadın hakkında kullanılır. Bu durumda erkek hakkında kullanılması mecaz ve istiare olur, demişlerdir. Hadis-i şeriflerde erkek için çokça kullanıldığı görülmektedir. İnsanın kendisini öldürmesinin ağır bir haram olduğu babında yüce Allah'ın izniyle buna dair daha çok açıklamalarda bulunacağız.

"Kıçım üstüne." Bu dubür için kullanılan isimlerden bir isimdir. Bu gibi hallerde müstehap olan çirkin isimler yerine kinayeli lafızları ve mecazı kullanarak maksadı ifade eden sözlerle anlatım yolunu seçmek, gerçek anlamın açıkça ifade edilmesi halinde utandıran sözleri kullanmamaktır. Kur'an-ı azimuşşan ve sünnetlerde bu edebe riayet edilmiştir. Şu buyruklarda olduğu gibi: (11237) "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. " (Bakara, 187); "Hem birbirinizle kaynaşmış ve onlar sizden kuvvetli bir söz almışken onu nasıl alabilirsiniz?" (Nisa, 21); "O hanımları kendilerine dokunmadan önce boşarsanız ... " (Bakara, 237); "Yahut herhangi biriniz ayakyolundan gelirse" (Nisa, 43); '~y halinde iken kadınlardan ayrı durun." (Bakara, 222)

Bazı hallerde ağırlıklı bir masıahat sebebiyle açık ismi de kullanabilirler.

 

Bu ağırlıklı masıahat ise ya karışıklık, ya farklı anlamların ortak bir lafızia dile getirilmesi yahut mecazi anlamın hatıra gelmesinin önlenmesi veya benzeri bir maksat olabilir. Yüce Allah'ın: "Zina eden kadın ve zina eden erkek" (Nur, 2) buyruğu ile Allah Resulünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onunla cima ettin mi?"; "Şeytan arkasını dönüp osurarak gider." Ebu Hureyre (r.a.)'ın: Hades denilen şey ise yellenmek yahut osurmaktır sözleri buna örnektir. Bunların benzeri de çoktur. Burada Ebu Hureyre'nin "kıç (anlamındaki: ist)" kelimesini kullanması da bu türdendir. Allah en iyi bilendir.

 

Ömer (r.a.)'ın onu itmesine gelince, elbette bundan kastı onu yere yıkmak, ona eziyet etmek değildir. Aksine yapmak istediği işten onu geri çevirmektir. Eliyle göğsüne vurması ise onu bu işten vazgeçirmekte daha etkileyici olmasından dolayıdır. Kadı lyaz ve ondan başka diğer alimler (Allah'ın rahmeti onlara olsun) şöyle demişlerdir: Ömer (r.a.)'ın bu yaptığı ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e müracaatta bulunması ona bir itiraz ve emrini reddetmek değildir çünkü Ebu Hureyre'nin söylemek üzere gönderdiği hususlarda ümmetin gönlünü hoş etmek ve onlara müjde vermekten başka bir şey yoktu. Ömer (r.a.) ise bunun gizlenmesinin onlar için daha faydalı ve ameli bırakıp, bel bağlamamaları açısından daha yerinde olduğunu, böylesinin bu müjdenin kendilerine erkenden verilmesine göre daha çok hayır sağlayacağını gördüğünden dolayı böyle yapmıştır. Bu kanaatini Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e arzedince Allah Resulü onu doğru bulmuş oldu. Allah en iyi bilendir.

 

Bu hadisten anlaşıldığı üzere imam ve mutlak olarak büyük olan zat bir kanaate sahip olup, ona tabi olanlardan birisi farklı bir görüşe sahip olursa ona uyan kimsenin bu farklı görüşünü hakkında düşünmesi için uyduğu kimseye arzetmesi gerekir. Kendisine uyulan kişi eğer kendisine uyanın söylediğinin daha güçlü olduğunu, doğru olduğunu görecek olursa ona döner. Öyle değilse kendisine uyan kimseye şüphe ettiği hususun cevabını açıklaması gerekir.

 

"Nerede ise ağlayacakbm. Ömer hemen arkamdan geldi. Meğer izimden geliyorınuş." "Ağlamak üzere idim" anlamındaki fiilde hemze ve he fethalıdır. Gördüğümüz asıllarda bu şekildedir. Kadı lyaz'ın (rahimehullah) kitabında ise elifsiz olarak zikredilmiştir, her iki şekilde sahihtir. Dilbilginleri bu fiilin hemzeli ve hemzesiz kullanıldığını belirtmiştir. Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu insanın yüzü değişmiş, ağlamaya hazır ama henüz ağlamamış halini ifade eder. (11238) Taberi dedi ki: Bu korkmak ve yardım istemek demektir. Ebu Zeyd: Bu mı ağlamak, üzüntü ve özlem için kullanılır, demiştir. Allah en iyi bilendir.

 

"Ağlamak" anlamındaki mı mef'ulün leh olmak üzere mansuptur. Bir rivayette de lam harfi ile: (...) diye gelmiştir.

"Ömer hemen arkamdan geldi" ibaresinin anlamı ise hiç süre vermeden derhal beni takip etti, arkamdan yürüyüp geldi.

"Babam anam sana feda olsun" yani ben sana feda olayım yahut babamı annemi sana feda edeyim, demektir.

Şunu bilelim ki, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bu hadis oldukça faydalı bilgiler ve hükümler kapsamaktadır. Ona dair açıklamalar esnasında bunların bazıları daha önce geçti. Diğerlerini de şöylece sıralayabiliriz:

 

1 - Alim kişi arkadaşlarından olsun, diğerlerinden olsun fetva soranlar için oturur, onlara ilim öğretir, onlara yararlı bilgilerden söz eder, onlara fetva verir.

 

2- Önceden de açıkladığımız gibi çok sayıda bir topluluktan söz etmek isteyen bir kimse eğer onların sadece bazılarından söz edecekse onların en şereflilerini yahut en şereflilerinden birkaçını zikreder sonra da: ve diğerleri de, diye ekler.

 

3- Ashab (r.a.um) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haklarına uyarak onları yerine getiriyor, ona ikramda bulunuyor, ona şefkat gösteriyor, karşı karşıya kaldığı haller sebebiyle ileri derecede gayrete gelip tepki gösteriyorlardı.

 

4- Önderine uyan kimseler önderlerinin haklarına gerektiği gibi riayet edip, önem gösterir, onun maslahabna olan her bir işe gereken dikkati gösterir, ondan kötülükleri uzaklaşbrmaya çalışır.

 

5- Aralarındaki bir sevgi ya da başka bir sebepten dolayı rızasının olduğunu bilmesi halinde bir kimsenin başkasının mülküne izni olmadan girmesi caizdir çünkü Ebu Hureyre (r.a.) bahçeye girmiş, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun bu yaptığına tepki göstermemiş, yaptığına karşı çıktığına dair de bir nakil gelmemiştir. Bununla birlikte bu hüküm sadece araziye girmeye özel değildir, aksine o kimsenin araçlarıyla yararlanması, yemeğini yemek, onun yemeklerinden bir kısmını kendi evine götürmek, bineğine binmek ve buna benzer sahibi için ağır gelmeyeceğini bildiği birtakım tasarruflarda bulunmak da caizdir. Selef ve halef alimlerinden büyük toplulukların benimsediği sahih görüş budur. -Allah'ın rahmeti onlara olsun- Bizim mezhep alimlerimiz de bunu açıkça ifade etmişlerdir.

 

Ebu Ömer b. Abdilberr dedi ki: Yemek ve benzeri şeylerde tasarrufu aşarak dirhem, dinar ve benzerlerinde tasarrufa kadar ileri gitmemesi gerektiğini icma ile kabul etmişlerdir. Kendisinde tasarrufta bulunulan mal sahibinin bundan dolayı gönlünün hoş olduğu kesin olarak bilinen kimseler hakkında icmaın sabit olduğu ise su götürür. Belki de bu hüküm bu husustaki nzasının olup olmadığında şüphe edilen yahut şüphe etme ihtimali bulunan çok miktardaki dirhemler hakkında sözkonusu olabilir çünkü ilim adamları şüphe etmesi halinde nzası hususunda şüphe edilen şeylerde tasarrufta bulunmak mutlak olarak caiz değildir.

Diğer taraftan bunun caiz oluşunun delili kitap, sünnet, fiili uygulama ve ümmetin ileri gelenlerinin sözleridir. (1/239) Kitaptan delili yüce Allah'ın:

 

"Gözü görmeyen için bir vebal yoktur, topala sorumluluk yoktur, hastanın da bir sorumluluğu yoktur. Kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden, analannızın evlerinden ... yahut dostlarınızın evlerinden yemek yemenizde size de bir sakınca yoktur." (Nur, 61) buyruğudur. Sünnetten delili bu hadis ve buna benzer bilinen çok sayıda hadistir. Ayrıca selefin fiili uygulamaları ve bu husustaki sözleri sayılamayacak kadar çoktur, yüce Allah en iyi bilendir.

 

6- İmamın yahut önder kişinin kendisine uyan kimselere bu yolla güvenlerinin artması için tanıdıkları bir alamet göndermesi caizdir.

 

7- Önceden de açıkladığımız gibi ebedi olarak cehennem ateşinde kalmaktan kurtarıcı imanda itikat ve dil ile söylemenin hak ehlinin benimsediği görüş olduğuna dair delil ihtiva etmektedir.

 

8- Herhangi bir masIahat için yahut bir fesattan korkulduğundan dolayı gerek duyulmayan bazı bilgileri saklamak caizdir.

 

9- Öndere uyan bazı kimseler önderlerine masıahat olduğunu gördükleri hususta görüşlerini belirtebilir ve önder kişi de onun masIahat olduğunu görecek olursa buna muvafakat eder ve onun görüşünü açıklaması sebebiyle vermiş olduğu emirden dönmesi mümkündür.

 

10- Bir kimsenin diğerine, babam anam sana feda olsun, demesi caizdir.

Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Bununla birlikte seleften bazı kimseler bunu hoş görmemiştir. Çünkü bir Müslüman feda edilmez. Ancak sahih hadisler bunun caiz olduğuna delildir. Sana feda olsun denilen kimsenin Müslüman ya da kafir olması, yaşayan ya da ölü olması fark etmez. Hadiste bunun dışında başka hükümler de vardır. Allah en iyi bilendir.

 

 

53 - (32) حدثنا إسحاق بن منصور. أخبرنا معاذ بن هشام. قال: حدثني أبي، عن قتادة قال: حدثنا أنس بن مالك؛ أن نبي الله صلى الله عليه وسلم، ومعاذ بن جبل رديفه على الرحل،  قال" يا معاذ!" قال لبيك رسول الله وسعديك. قال: "يا معاذ!" قال لبيك رسول الله وسعديك. قال: "يا معاذ!" قال: لبيك رسول الله وسعديك. قال: "ما من عبد يشهد أن لا إله إلا الله، وأن محمدا عبده ورسوله، إلا حرمه الله على النار" قال: يا رسول الله! أفلا أخبر بها الناس فيستبشروا؟  قال: "إذا يتكلوا" فأخبر بها معاذ عند موته، تأثما.

 

147- Bana İshak b. Mansur tahdis etti. (Dediki): Bize Muaz b. Hişam haber verdi. Dediki: Bana babam, Katade'den rivayet ett. Demiş ki: Bize Enes b. Malik (r.a.)'ın tahdis ettiğine göre; Allah'ın Nebisi -Muaz b. Cebel onun deve üzerinde terkisinde bulunuyorken- "ey Muaz" buyurdu. Muaz: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedi. Allah Rasulü: "Ey Muaz" buyurdu. O: Lebbeyk ya Rasulullah ve sa'deyk dedi. Allah Rasulü: "Ey Muaz" buyurdu. O: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedi.

 

Allah Rasulü: "Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şahadet eden her bir kulu mutlaka Allah cehennem ateşine haram eder" buyurdu. Muaz: Ey Allah'ın Rasulü bunu insanlara haber vermeyeyim mi? Bundan dolayı seviniverirler, dedi. Allah Rasulü: "O vakit (buna) bel bağlarlar" buyurdu.

Bu sebeple Muaz ölümüne yakın günahtan kurtulmak için bunu haber verdi.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 128; Tuhfetu'l-Eşraf, 1363

 

AÇIKLAMA:              Müslim (rahimehullah) dedi ki: "Bana İshak b. Mansur tahdis etti. .. Bize Enes b. Malik (r.a.) tahdis etti." Bu senetteki ravilerin -İshak dışındatamamı Basralıdır, o ise Neysaburludur. Bu durumda benimle Muaz b. Hişam arasında senette yer alanlar Neysaburlu, geri kalanları ise Basralı demektir.

 

"Muaz ölümüne yakın günahtan kurtulmak için bunu haber verdi." Dilciler der ki: Bir kimse günahtan kendisiyle kurtulacağı bir iş yapacak olursa bunu anlatmak için "teesseme" fiili kullanılır. "Teharrece" fiili ise üzerinden hareci (vebali, zorluğu) izale etti. Tehannese ise üzerinden günahı izale etti, demektir. "Muaz günahtan kurtulmak için" ifadesinin anlamı da şudur: (1/240) Kendisi ölümü ile elden kaçırılacağından ve kaybolacağından korktuğu bir bilgi bellemiş idi. İlmi gizleyen ve sünnetini tebliğ hususunda Hasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in emrine uymayan bir kişi olacağından ve buna bağlı olarak günaha gireceğinden korktu. Bundan dolayı ihtiyatlı davranarak günaha girmek korkusuyla bu sünneti haber verdi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisine bunu haber vermesini yasaklamasının haram anlamında olmadığını da bilerek bunu yaptı.

 

Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Muhtemelen Muaz, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bunu bildirmeyi yasakladığı anlamını çıkarmamışlır. Aksine bu yasağı ile onun kendilerine müjde vermek şeklindeki kararlılığını kırmak istediği manasını çıkarmıştır. Buna delil de Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisteki: "Kalbinden kesin inanarak Allah 'tan başka hiçbir ilah olmadığına şaMdet getiren kiminle karşılaşırsan ona cenneti müjdele" ifadeleridir. (Kadı Iyaz devamla) dedi ki: Ya da bunun anlamı şudur: Bundan sonra kendisine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Ebu Hureyre'ye verdiği emir ulaşınca bildiği bir bilgiyi gizlemekten ve böylelikle günaha girmekten korktu. Yahut yasağı bunu etrafa yaygınlaştırmak hakkında yorumlamış da olabilir. Bu güçlü bir açıklama şeklidir.

 

Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) bunu tercih ederek şöyle demiştir: Onu genelolarak herkese müjde vermekten alıkoyan bu sözü bilgisi ve doğru anlayışı bulunmayan kimselerin duyup buna aldanarak bel bağlayacağından korkması alıkoydu. Fakat bu hususta aldanmayacağından ve buna bel bağlamayacağından emin olduğu bilgi sahibi kimselere de özelolarak bunu haber verdi. Böylelikle o bunu Muaz'a haber verdi, Muaz da bu yolu izledi, buna ehil gördüğü özel kimselere bunu haber verdi.

(Devamla) dedi ki: Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ona müjdelemesini emretmesi ise, içtihadın değişmesi türünden bir tutumdur. Muhakkiklere göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in içtihad etmesi caizdi ve fiilen de içtihad etmiştir. Onun diğer müçtehitlerden içtihadında hata üzere bırakılmaması gibi bir ayrıcalığı bulunmaktadır.

 

Bunu kabul ermeyip, O'nun dini hususlarda vahye dayalı olmadan söz söylemesi caiz değildir diyenlerin kanaatine gelince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Ömer (r.a.) ile muhatap olduğu esnada ilk olarak söylediklerini kendisine bildiren vahyi nesheden, ona verdiği cevabı teşkil eden bir başka vahiy inmiş demektir. Şeyh İbnu's-Salah'ın açıklaması bunlardır. Bu mesele -yani onun (-sav-) içtihad ermesi meselesi- ile ilgili bilinen etraflı açıklamalar vardır. Dünya ile ilgili hususlara gelince ilim adamları (Allah onlardan razı olsun) bu hususlarda O'nun içtihad ermesinin caiz olduğu ve fiilen de içtihad ettiği üzerinde ittifak ermişlerdir.

 

Din ile ilgili hükümlere gelince, ilim adamları çoğunlukla O'nun (saIlallahu aleyhi ve sellem) içtihad ermesinin caiz olduğunu kabul ermişlerdir çünkü içtihad başkası için caiz olduğuna göre onun için öncelikle caizdir. Bir topluluk ise: O kesin bir bilgi sahibi olabilecek durumda olduğundan ötürü içtihad onun için caiz değildir, demişlerdir. Bazıları da: Yalnız savaşlarda içtihad ermesi caizdir, başka hususlarda değildir demiştir. Diğer başkaları ise bu hususta herhangi bir kanaat belirrmekten kaçınmıştır.

 

İçtihad ermesinin caiz olduğunu kabul eden cumhur ise bunun fiilen gerçekleşip, gerçekleşmediği hususunda farklı kanaatlere sahiptir. Bunu kabul edenlerin çoğunluğu bu fiilen olmuştur derken, diğerleri olmamıştır demiş, bir kısmı da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Caiz olup, fiilen gerçekleştiğini söyleyen çoğunluk da ayrıca O'nun (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hata etmesi caiz miydi, değil miydi, diye ihtilaf ermişlerdir. Muhakkikler O' nun hata ermesinin caiz olmadığı kanaatindedirler. Çoğunluk ise caiz (mümkün) olduğu ama başkasından farklı olarak hata üzere bırakılmadığı kanaatindedirler. (1/241) Burası ise bu meselenin etraflı bir şekilde ele alınacağı yer değildir. Allah en iyi bilendir.

 

 

54 - (33) حدثنا بن فروخ. حدثنا سليمان (يعني ابن المغيرة) قال: حدثنا ثابت، عن أنس بن مالك؛ قال: حدثني محمود بن الربيع، عن عتبان بن مالك؛ قال: قدمت المدينة. فلقيت عتبان. فقلت: حديث بلغني عنك. قال:

 أصابني في بصري بعض الشيء. فبعثت إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم أنى أحب أن تأتيني فتصلى في منزلي. فأتخذه مصلى. قال فأتى النبي صلى اله عليه وسلم ومن شاء الله من أصحابه. فدخل وهو يصلى في منزلي. وأصحابه يتحدثون بينهم. ثم أسندوا عظم ذلك وكبره إلى مالك بن دخشم. قالوا: ودوا أنه دعا عليه فهلك. وودوا أنه أصابه شر. فقضى رسول الله صلى الله عليه وسلم الصلاة. وقال: "أليس يشهد أن لا إله إلا الله وأني رسول الله؟" قالوا: إنه يقول ذلك. وما هو في قلبه. قال: "لا يشهد أحد أن لا إله إلا الله وأني رسول الله فيدخل النار، أو تطعمه". قال أنس فأعجبني هذا الحديث. فقلت لابني: اكتبه. فكتبه.

 

148- Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti. Bize Süleyman b. Muğire tahdis edip dedi ki: Bize Sabit, Enes b. Malik'ten tahdis etti. Enes dedi ki: Bana Mahmud b. er-Rabi, İtban b. Malik'ten tahdis etti. (Mahmud) dedi ki: Medine'ye geldim. İtban ile karşılaştım. (Ona): Bana senden gelen bir hadis var, dedim. O dedi ki: Gözüme bir şeyler olmuştu da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'e benim yanıma gelerek evimde namaz kılmanı ve (namaz kıldığın) o yeri namaz kılacağım yer edinmeyi seviyorum (arzu ediyorum) diye haber gönderdim.

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabından Allah'ın dilediği kimseler geldi. Kendisi içeri girip, evimde namaz kıldı. Ashabı ise aralarında konuşuyorlardı. Sonra bunların en büyüğünü ve en ağır olanını Malik b. Duhşum'a isnad ettiler. (İtban) dedi ki: Keşke (Allah Resulü) ona beddua etse de helak olsa diye arzu ettiler. Ona bir kötülüğün isabet etmesini de çok istediler.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazını bitirdi ve şöyle buyurdu:

 

"O kişi Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet etmiyor mu" buyurdu. Onlar: Evet, o bunu söylüyor ama bu onun kalbinde yok, dediler.

Allah Rasulü: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet eden bir kimse cehenneme girmez, yahut cehennem onu tatmaz" buyurdu.

 

Enes dedi ki: Bu hadis benim hoşuma gitti. Bunun üzerine oğluma: Onu yaz dedim, o da onu yazdı.

 

 

Diğer tahric: Buhari, 424, 425, 667, 686, 838, 840, 1186, 4009, 5401, 6423 -muhtasar olarak-, 6938 -muhtasar olarak-; Müslim, 1494, 1495, 1496; Nesai, 787, 1326 -uzunca-; İbn Mace, 754 -uzunca-; Tuhfetu'I-Eşraf, 9750

 

AÇIKLAMA:              "Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti." Bu kelime ucme (Arapça olmayan) ve alem (özel isim) olduğundan dolayı munsarıf değildir. Kitabu'l-Ayn sahibi der ki: Ferruh, İbrahim el-Halil'in oğlunun adıdır ve o acemlerin babasıdır. Sahibu'l-Metali ve başkaları da aynı şekilde Ferruh'un, İbrahim (aleyhisselam}'ın oğlu olduğu ve onun Acemlerin atası olduğunu da nakletmiş bulunmaktadırlar. İmamlardan bir topluluk da sözünü ettiğimiz gerekçelerden ötürü mu nsarıf olmadığını açıkça ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.

 

"Bana Sabit, Enes b. Malik (r.a.)'dan şöyle dediğini tahdis etti. .. Senden bana ulaşan bir hadis (sebebiyle) dedim." Buradaki lafızlar daha önce bu başlıkta (babta) geçmiş bulunan İbn Muhayrız' den, o esSunabihl'den, o Ubade b. es-Samit (r.a.)'dan şeklindeki lafızlanna benzemektedir. Buna dair açıklamayı açık bir şekilde daha önce kaydetmiş bulunmaktayız.

Üzerinde durmakta olduğumuz hadisin senedine gelince: Bana Mahmud b. er-Rabi, İtban'dan bir hadis tahdis etti. O hadiste Mahmud dedi ki:

 

Medine'ye geldim. İtban ile karşılaştım. Bu isnatta iki incelik vardır. Bunlardan birisi bunda üç tane sahabi birbirinden rivayet nakletmektedir. Üç sahabi ise Enes, Mahmud ve İtban' dır. İkincisi ise bu hadis yaşça büyük olanların küçüklerden rivayeti türündendir. Enes yaşça da, ilimce de, mertebe itibariyle de Mahmud' dan daha büyüktür. (Allah hepsinden razı olsun)

İkinci rivayette de "Sabit, Enes'ten şöyle dediğini nakletti: Bana İtban b.

Malik tahdis etti" demektedir. Bu ise birincisine muhalif değildir çünkü Enes bunu önce Mahmud' dan, o İtban' dan diye dinlemiş sonra Enes, İtban ile bir araya gelince hadisi ondan dinlemiştir. Allah en iyi bilendir.

 

İtban isminde ayn harfinin kesreli okunması cumhurun başka türlüsünü sözkonusu etmedi, sahih ve meşhur olan telaffuzdur. Sahibu'l-Metali ise şöyle demektedir: Biz bunu İbn Sehl yoluyla ötreli olarak da (Utban şeklinde) zapt etmiş bulunmaktayız. Allah en iyi bilendir.

"Gözüm bir parça rahatsızland!." Diğer rivayette ise "görmez oldu, kör oldu" demiştir. (11242) Bir parça demekle de gözlerinin kör olmasını kastetmiş olabilir. Körlük ise görmenin tamamen gitmesidir. Bu ifadeleriyle görmesinin zayıfladığını ve büyük ölçüde azaldığını kastetmiş olma ihtimali de vardır. Diğer rivayette buna körlük demesinin sebebi ise ona yakın olması ve sağlıklı iken yapabildiklerinin bir kısmını gerçekleştirememesinden ötürü körlükle ortak yanı olduğundan ve ona yakınlığı dolayısıyla bu ismi vermiş olabilir. Allah en iyi bilendir.

"Sonra bunun en ağırını ve en büyüğünü Malik b. Duhşum'a isnad ettiler." "Büyük" anlamındaki "uzm" lafzında ayn harfi ötrelidir. Büyük çoğunluğu büyük bir kısmı demektir. "Ağır olan" anlamındaki "kubr" lafzı ise kef harfi hem ötreli, hem kesreli okunabilir. Her ikisi de fasih ve meşhur iki söyleyiştir. Bu hadiste her ikisini de Kadı lyaz ve başkaları da zikretmiştir ama onlar ötreli okuyuşu tercih etmişlerdir. "Aralarına sözün en büyüğünü söyleyene gelince" (Nur, 11) ayetindeki "kibr" lafzı kaf harfi kesreli ve ötreli olarak da okunmuştur. Kesreli okuyuş yedi imam'ın kıraatidir, ötreli okuyuş ise şaz kıraat1er arasındadır. Müfessir İmam Ebu İshak (rahimehullah) dedi ki: Genelin kıraati kesrelidir. Humeyd el-A'rec ve Yakub el-Hadramı ise ötreli okumuşlardır. Ebu Amr b. el-Ala o hatadır derken, el-Kisai her ikisi ayrı söyleyişlerdir, demiştir. Allah en iyi bilendir.

 

"Bunun en büyüğünü ve en ağır olanını. .. isnad ettiler." Yani onlar kendi aralarında konuşup, münafıkların durumunu, çirkin işlerini, onlardan çektiklerini sözkonusu ettiler ve bunların büyük bir bölümünü Malik'in kendisine nispet ettiler.

"Bin Duhşum" lafzına gelince, birinci rivayette bunu bu şekilde zaptetmiş bulunmaktayız, ikincisinde ise küçültme ismi olarak hı' dan sonra ye fazlalığı ile (bin Duhayşim şeklinde) zaptetmiş bulunuyoruz. çoğu asıl nüshada da bu şekildedir. Bazılarında ikinci rivayette de küçültme ismi şeklinde değildir. Diğer taraftan birinci rivayette (Duhşum) ismi (elif, lamsız) ikincisinde ise elif lam'lı (ed-Duhşum)dır.

 

Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Biz "Duhşum" ismini aynı zamanda "Duhayşim" şeklinde küçültme ismi olarak da rivayet etmiş bulunmaktayız. Yine biz bu ismi Müslim' den başka kaynaklarda mim yerine nun ile hem küçültme ismi, hem büyüitme ismi olarak rivayet etmiş bulunuyoruz. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah dedi ki: Aynı zamanda "b. ed-Dıhşin" de denilir.

Bil ki, burada adı geçen Malik b. Duhşum Ensar'dandır. Ebu Ömer b. Abdilberr bu zatın Akabe' de bulunup bulunmadığı hususunda ilim adamları arasında ihtilaf bulunduğundan söz etmekte ve şöyle demektedir: Ancak onun Bedir' e ve Bedir' den sonraki diğer önemli olaylara katıldığı hakkında ayrılık içinde değildirler. Onun münafık olduğu sahih değildir çünkü onun itham edilmesine imkan vermeyen İslam' a güzel bir şekilde bağlandığını ortaya koyan pek çok halleri görülmüştür. Ebu Ömer (b. Abdilberr) (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir.

Derim ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) batınen de onun iman etmiş olduğunu ve nifaktan uzak bulunduğunu, Buhari (rahimehullah)'ın rivayetinde yer alan şu buyruklarıyla açıkça ifade etmiş bulunmaktadır: "Sen onun la ilahe illallah dediğini ve bununla yüce Allah'ın rızasını aradığını görmüyor musun?"

 

İşte bu (11243) Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in onun bu sözünü tasdik ederek, doğruluğuna inanarak, onunla yüce Allah'a yakınlaşmak amacıyla söylemiş olduğuna bir tanıklığıdır. Ayrıca yine onun lehine Bedir ehli hakkında bilinen şahitliği ile de şahitlikte bulunmuştur. O halde onun imanının samimiyetinde şüphe etmemek gerekir (r.a.).

Ayrıca bu fazlalıkta imanda itikat olmaksızın dil ile söylemek de yeterlidir, diyen aşırı mürciecilerin kanaati de reddedilmektedir. Çünkü onlar bunun gibi hadisleri delil diye almışlar fakat bu fazlalık ise onların kanaatlerini çürütmektedir. Allah en iyi bilendir.

"Keşke ona beddua etse de helak olsa, diye arzu ettiler, ona keşke bir kötülük isabet etse diye temenni ettiler." Bazı nüshalarda "şer/kötülük", bazılarında başına be cer harfi ziyadesi ile gelmiş, bazılarında ise "şey" diye yazılmıştır. Hepsi sahihtir.

Rivayetin bu kısmında münafık, ayrılıkçı kimselerin helak edilmelerini ve hoşlanılmayan olayların başlarına gelmesini temenni etmenin caiz olduğuna bir delil vardır .

 

 

55 - (33) حدثني أبو بكر بن نافع العبدي. حدثنا بهز. حدثنا حماد. حدثنا ثابت، عن أنس؛ قال: حدثني عتبان بن مالك؛ أنه عمي . فأرسل إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال:

 تعالى فخط لي مسجدا. فجاء رسول الله صلى الله عليه وسلم.وجاء قومه. ونعت رجل منهم يقال له مالك بن الدخشم. ثم ذكر نحو حديث سليمان بن المغيرة.

 

149- Bana Ebu Bekr b. Nafi el-Abdi tahdis etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes dedi ki: Bana İtban b. Malik tahdis ettiğine göre gözleri kör olmuştu. Bu sebeple Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e haber gönderip: Gel de benim için bir mesdt yeri tayin et, dedi.

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi. Onunla birlikte kavmi (ashabı) da geldi. Onlardan Malik b. ed-Ouhşum denilen bir adamın niteliklerinden söz edildi sonra hadisi Süleyman b. el-Muğire'nin hadisine yakın olarak zikretti.

 

 

Tahric bilgisi 148 nolu hadis ile aynıdır.

 

AÇIKLAMA:              "Bana bir mesdt yeri göster" yani orayı mesdt edinmek üzere bir yeri bana alametlendirerek tespit et. Bu da senin eserini bereket bilerek orada namaz kılacağı m bir yer bana göster demektir.

 

Bu hadiste türlü bilgiler vardır ki, bunların pek çoğu daha önce geçti. Bu Hadisten Çıkartılan Hükümler:

 

1- Salihlerin eserleri ile teberrük caizdir.

2- Aıimleri, fazilet sahiplerini ve büyük kimseleri onlara uyan kişilerin ziyaret etmeleri, onları tebrik etmeleri caizdir.

3- Ortaya çıkan bir masıahat sebebiyle fazileti daha az olanın, daha faziletli olanı davet etmesi, çağırması caizdir.

4- Nafile namazın cemaatle kılınması caizdir.

5- Gündüzün kılınan nafile namazıarda sünnet olan gece gibi ikişer ikişer rekat olarak kılınmalarıdır.

6- Namaz kılanların yanında onları uğraştırmadığı ve namazıarını karıştırmalarına ve benzeri hallere sebep olmadığı sürece konuşmak ve bir şeylerden söz etmek caizdir.

7- Ziyaret eden bir kimsenin ziyaret edilene rızası ile imamlık yapması caizdir.

8- Hakkında şüphe bulunup, zan altında kalmış olan ya da benzeri hallerde bulunan bir kimseden yöneticilerin önünde ve diğerleri önünde -onun tehlikelerinden korunulması için- söz etmek.

9- Hadisi ve diğer şer'i ilimleri yazmak caizdir. Çünkü Enes oğluna: Bunu yaz, demiştir. Hatta bu hallerde yazmak müstehaptır.

Hadiste ise hadisin yazılmasının yasaklandığı da sözkonusudur, yazılmasına izin verdiği de zikredilmiştir. Bu da şöyle açıklanmıştır (1/244): Yasak yalnızca yazdığına bel bağlayıp, imkanı bulunduğu halde hıfz etmekte kusurlu hareket edeceğinden korkulan kimseler içindi. İzin ise hıfz etme imkanı bulunmayan kimselere verilmişti. Hadislerin ilk olarak yazılmasının yasaklanış sebebi Kur'an-ı Kerim'e karıştırılma korkusundan dolayı idi. Ondan sonra yazmaya izin verilmesi ise bu hususta emin olunmasından sonra idi. Ashab ve tabiinden olan selef arasında hadis yazmanın caiz olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Sonra ümmet bunun caiz ve müstehap olduğu üzerinde icma etti. Allah en iyi bilendir.

Yine hadiste işleri önem sırasına göre koyup, daha önemlisinden başlamaya delil vardır. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) burada zikrettiğimiz İtban hadisinde, gelir gelmez ilk olarak namaz kılmakla başlamış sonra yemek yemiştir. Um Suleym' e yaptığı ziyareti ile ilgili hadiste ise önce yemek yemiş sonra namaz kılmıştır çünkü İtban'ın hadisinde önemli olan namaz idi, çünkü onu namaz kılması için davet etmişti. Um Suleym'in hadisinde ise onu yemek yemeye davet etmişti. Her iki hadiste de belirtildiği üzere ne için davet olunmuşsa onunla başladığı görülmektedir. Allah en iyi bilendir.

 

İmamın ve alim kimsenin bir ziyarete, bir ziyafete ya da benzeri bir işe giderken arkadaşlarını yanına alması caizdir. Bu hadisten daha önce sözünü ettiğimiz daha başka hükümler ile yazmadığımız başka hükümler de anlaşılmaktadır. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Hamd ona mahsustur, nimet, lütuf ondandır, minnet onadır, başarı ondandır, hatadan koruyan yalnız odur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

11- RAB OLARAK ALLAH'I, DİN OLARAK İSLAM'I, RESUL OLARAK MUHAMMED (S.A.V.)'İ RıZA İLE / GÖNÜL HOŞLUĞU İLE KABUL EDEN KİMSENİN -BÜYÜK MASİYETLERİ İŞLEMİŞ OLSA DAHİ- MÜMİN OLDUĞUNUN DELİLİ BABI