SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب
الدليل على أن
من مات على
التوحيد دخل
الجنة قطعا
10- TEVHİD ÜZERE ÖLEN
KİMSENİN KESİNLİKLE CENNETE GİRECEĞİNİN DELİLİ BABI
Bu Baptaki Hadisler ve
Muvahhid Olarak Ölen Kimselerin Cehennemde Ebedi Kalmayacağı
Bu bapta çok sayıda
hadis vardır. Bunlar el-Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.)'ın rivayet ettiği (150):
"Rabb olarak Allah'tan razı olan ... imanın tadını almıştır" hadis-i
şerifine kadar devam eder.
Bilelim ki ehl-i sünnet
mezhebi ile selef ve halefren hak ehlinin benimsediği kanaat şudur: Eğer küçük
çocuk, deli, deli olarak büluğa eren, şirkten yahut onun dışındaki
masiyetlerden sahih bir şekilde tövbe edip, tövbesinden sonra asla bir masiyet
işlemeyen ve hiçbir şekilde masiyet ile müptela olmayan ilahi tevfike mazhar
olmuş kimseler gibi masiyetlerden esenliğe kavuşmuş kimseler -evet, sözünü
ettiğimiz bütün bu türler- cennete girecek, cehennem ateşine asla
girmeyeceklerdir. Şu kadar var ki bunlar -mürlır (uğramak) hakkında bilinen
görüş ayrılıklarına göre- oraya uğrayacaklardır. Sahih olan kanaat ise oraya
uğramaktan maksat cehennem üzerinde kurulu bulunan Sırat üzerinden geçmektir.
-Allah bizi ondan ve hoşlanılmayan diğer hususlardan korusun.-
Büyük bir masiyeti
(günahı) bulunup da tövbe etmeksizin ölen kimseye gelince, o da yüce Allah'ın
meşietindedir. Allah dilerse onu affedip ta baştan beri cennete koyar ve onu
birinci kısım gibi yapar, dilerse onu şanı yüce Allah'ın dilediği kadarı ile
azaplandırır sonra onu cennete koyar ve dolayısıyla tevhid üzere ölen hiçbir
kimse cehennem ateşinde eb edi olarak kalmaz. işlediği masiyetler ne olursa
olsun. Aynı şekilde küfür üzere ölen hiç kimse de cennete asla girmeyecektir.
iyilik namına hangi amelleri yapmış olursa olsun.
işte bu, bu meselede hak
ehlinin kabul ettiği görüşün özetidir. Kitap, sünnet ve ümmet arasında sözü
muteber kimselerin iemaından oluşan deliller hep bu temel ka ide üzerinde
birbirini desteklemiş bulunmakta ve kesin bilginin elde edilmesini sağlayacak
şekilde naslar bu manada mütevatir olarak ardı arkasına gelmişlerdir. Bu kural
bu şekilde yerleşmiş olduğuna göre, gerek bu başlıkta, gerek başka baplarda
varid olmuş bütün hadisler buna göre yorumlanır. Zahiri itibariyle buna
aykırılığı bulunan bir hadis varid olursa, şeriatın naslarının birbirleriyle
telif edilmesi için buna göre yorumlanması icap eder. Yüce Allah'ın izniyle bir
kısmının tevilini sözkonusu ederek bununla geri kalanın tevilinin nasıl
yapılacağı da öğrenilmiş olacaktır. Allah en iyi bilendir.
43 - (26) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة،
وزهير بن حرب.
كلاهما عن
إسماعيل بن
إبراهيم. قال
أبو بكر:
حدثنا ابن
علية عن خالد.
قال: حدثني
الوليد بن
مسلم، عن
حمران، عن
عثمان؛ قال:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: "من
مات وهو يعلم
أنه لا إله
إلا الله دخل
الجنة".
135- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe ve Zuheyr b. Harb tahdis etti. Her ikisi İsmail b. İbrahim'den tahdis
etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize İbn Uleyye, Halid'den şöyle dediğini tahdis etti:
Bana Velid b. Müslim, Humran'dan tahdis etti. O Osman
(r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki: "Her kim Allah'tan başka ilah olmadığını bildiği halde ölürse
cennete girer. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9798
AÇIKLAMA: Hadisin birinci senedinde
"İsmail b. İbrahim'den" denilirken (1/217) (ikinci isnadı olan) Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe rivayetinde: "Bize İbn Uleyye, Halid'den şöyle tahdis
etti. .. mutlaka cennete girer" denilmektedir.
İsmail b. İbrahim, İbn
Uleyye'nin kendisidir. İşte bu da Müslim (rahimehullah)'ın ihtiyatındandır.
Çünkü ravilerden birisi "İbn Uleyye" diğeri "İsmail b.
İbrahim" demiş, kendisi her iki farklı rivayeti beyan edip, sadece
birileriyle yetinmemiştir. Uleyye ise İsmail'in annesidir. Kendisine Uleyye'nin
oğlu anlamında İbn Uleyye denilmesinden hoşlanmazdı, açıklaması daha önce
geçti.
Halid denilen zat, Halid
b. Mihran el-Hazza' dır. Nitekim ikinci rivayette bunu açıklamıştır. Künyesi
Ebu'l-Munazil'dir. İ1im ehli der ki: Halid hiçbir zaman hazza (ayakkabıcı)
olmamıştır ama o onlarla birlikte oturup kalktığı için ona el-Hazza
denilmiştir. Meşhur olan budur. Fehd b. Hayyan dedi ki: O uhzu ala hazennahv:
Bu şekilde yapınız derdi. Bundan ötürü ona "el-Hazza" lakabı
verilmiştir. Halid tabiinden sayılır. Velid b. Müslim b. Şihab el-Anberi
el-Basri Ebu Bişr'e gelince, o tabiinden bir topluluktan rivayet nakletmiştir.
Ravi isimlerini bilmeyen bazı kimseler onun bu ismini bazen Velid b. Müslim
el-Umevi ile karıştırabilir. O vela yoluyla Umevi' dir. Dimeşk'i Ebu'l-Abbas
künyeli olup, el-Evzal'nin arkadaşıdır ama bu işi bilen raviler bunu
karıştırmaz çünkü her ikisinin kabile ve belde nispetleri ile künyeleri
-zikrettiğimiz gibi- farklıdır, tabakaları da farklıdır. Birincisinin tabakası
daha öncedir. O ikincisinin büyük hocalarının tabakasındadır. Yine bu ikisi şöhret,
ilim ve üstün mertebeleri bakımından da ayrıdırlar. İkincisi bütün bu
hususlarda farklılık gösterir. İlim adamları der ki: Şam halkının ilmi hep onda
ve İsmail b. Ayyaş'ta toplanmıştır. Kendisi İbn Ayyaş'tan daha da üstündü.
Allah hepsine rahmet buyursun. Allah en iyi bilendir.
Humran'a gelince, adı
Humran b. Eban olup, Osman b. Affan (r.a.)'ın azatlısıdır. Humran'ın künyesi
Ebu Yezid'dir. Aynu't-Temr'den alınan esirlerdendi.
Bu hadisin ve
benzerlerinin anlamına gelince,
Kadı Iyaz (rahimehullah)
bu hadisin açıklaması ile ilgili gerçekten güzel bilgileri toplayıp, oldukça
nefis açıklamaları bir araya getirmiştir. Ben de önce onun açıklamalarını
muhtasar bir şekilde nakledecek sonra da ona hatırıma gelen daha başka
eklemelerde bulunacağım. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki:
İki şahadet kelimesini
getirenler arasından yüce Allah'a isyan eden kimselerin durumu hakkında
insanlar farklı görüşlere sahiptir. Mürcie, İman ile birlikte masiyetin ona
zararı olmaz derken, Hariciler ona zararı olur ve ondan dolayı kafir olur,
Mutezile eğer masiyeti bÜyük ise ebedi olarak cehennemde kalır ama o ne mümin,
ne de kafir olarak nitelendirilir, ona fasık niteliği verilir. (1/218)
Eş'ariyye: Günahı ona mağfiret olunmasa ve azaba uğratılsa dahi o mümindir,
kesinlikle ateşten çıkartılıp, cennete konulacaktır, demişlerdir.
(Kadı Iyaz devamla) dedi
ki: Bu hadis Haricilerle Mutezile'ye karşı bir delildir. Mürciedlere gelince,
eğer onlar hadisin zahirini delil gösterecek olurlarsa deriz ki: Hadis şöyle
anlaşılır. Allah onun günahını bağışlar yahut şefaat ile ateşten çıkartıldıktan
sonra cennete konulur. Buna göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Cennete girer" buyruğu azap ile cezalandırıldıktan sonra oraya girer
demek olur. Bunun tevil edilmesi kaçınılmazdır çünkü bazı günahkar kimselerin
azaba uğrayacakları ile ilgili çok sayıda açık zahir hüküm gelmiştir ki,
şeriatın naslarının birbirleriyle çelişmemesi için tevili kaçınılmazdır.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)' in: "Bildiği halde" buyruğunda da Mürcie'nin aşırıya
kaçanlarının kalbinden inanmasa dahi zahiren şahadet kelimelerini söylemiş bir
kimse cennete girer diyenlerin söyledikleri bu kanaatin reddolunduğuna işaret
bulunmaktadır. Zaten bunu bir başka hadiste "ikisi (şahadet kelimeleri)
hakkında şüphe etmeksizin" buyruğu ile kayıt getirmiştir ki, bu da bizim
dediğimizi pekiştirmektedir.
Kadı Iyaz der ki:
Şahadet kelimelerini sözlü olarak söylemeksizin yalnızca kalbin bilgisinin
-hadiste sadece bilmekten söz edildiğinden ötürü- faydalı olacağı kanaatinde
olan kimseler bunu görüşlerine delil gösterebilirler. Ancak ehl-i sünnetin
mezhebine göre bilmek şahadet kelimeleri ile irtibat1ldır. Bunların biri
olmadan diğerinin faydalı olması ve ateşten kurtarıcılığı sözkonusu değildir.
Ancak dilindeki bir rahatsızlık dolayısıyla şahadet kelimelerini getiremeyen
yahut onu söyleyecek kadar bir süre bulamadan eceli gelen bir kimse
müstesnadır.
Ayrıca bu lafızı ileri
sürerek cemaate muhalefet eden bir kimsenin lehine delil olacak bir taraf da
yoktur çünkü bu bir başka hadiste müfesser olarak şöylece zikredilmiştir:
"Kim la ilahe illailah deyip de Allah 'tan başka ilah olmadığına ve benim
Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet ederse ... " denilmiştir. Bu hadis ve
benzeri pek çok hadis gelmiş olup, bunların lafızları arasında farklılık
bulunmakla birlikte tahkik ehline göre bunların anlamları birbirleriyle
örtüşmektedir. Bu hadiste ise bu hüküm bu laflZIa gelmiş bulunuyor.
Muaz (r.a.)'ın Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği rivayetinde "Kimin son
sözü la ilahe illailah olursa cennete girer." Ondan (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gelen bir başka rivayette: "Kim Allah'ın huzuruna ona hiçbir şeyi
ortak koşmaksızın çıkarsa cennete girer."; ''Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahadet eden her bir kulu
Allah mutlaka cehenneme haram eder" buyurmuştur.
Ubade b. es-Samit ve
Itban b. Malik'in rivayet ettikleri hadiste de buna benzer ifadeler vardır.
Ayrıca Ubade (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste: "Ameli her ne olursa
olsun" denilmektedir.
Ebu Hureyre'nin rivayet
ettiği hadis de şöyledir: "Her iki (şahadet kelimesi}nde şüphe etmeksizin
bunlarla yüce Allah'ın huzuruna çıkan her bir kul mutlaka cennete girer,
isterse zina etmiş, hırsızlık yapmış olsun. "
Enes'in rivayet ettiği
hadiste de: "La ilahe illailah deyip de bununla yüce Allah'ın nzasını
isteyen bir kimseyi Allah ateşe haram eder" buyurmuştur. Bütün bu
hadisleri Müslim (rahimehullah) kitabında serd etmiş bulunmaktadır.
Aralarında
İbnu'l-Müseyyeb'in de bulunduğu seleften -Allah'ın rahmeti onlara olsun- bir
topluluktan nakledildiği üzere bu tür hadislerde belirtilen hükümler farzların,
emirlerin ve yasakların nüzulünden önce olmuştur.
Bazıları da: Bunlar açıklanmaya
ihtiyacı olan mücmel hadislerdir. Bunun anlamı ise kim bu sözü söyleyip hakkını
ve farizasını eksiksiz yerine getirirse demek olur. Bu da Hasan-ı Basrl'nin
görüşüdür.
Bir diğer görüşe göre
bu, pişmanlık ve tövbe halinde bu sözü söyleyip, bu hali üzere ölen kimseler
hakkındadır. Bu da Buhari'nin görüşüdür. Bütün bu teviller ancak bu hadislerin
zahirlerine göre anlaşılması halinde sözkonusu olur (11219) ama bunlar
gerektiği gibi ele alınacak olursa, muhakkiklerin açıkladığı üzere tevil
edilmelerinde herhangi bir problemle karşılaşılmaz. Böylelikle her şeyden önce
şunu tespit etmeliyiz. Selef-i salihin, hadis ehlinin, fukahanın ve onların
mezhepleri üzere ilerleyen Eş' ari kelamcılarının oluşturduğu ehl-i sünnetin
tamamının kanaatine göre günahkarların durumu yüce Allah'ın meşietine
kalmıştır. İman üzere ölüp kalbinden ihlas ile şahadet kelimelerini getiren
herkes cennete girecektir. Eğer tövbe etmiş yahut masiyetlerden kurtulmuş
birisi ise Rabbinin rahmetiyle cennete girer ve büsbütün cehenneme haram olur.
Şayet varid olmuş iki
hadis lafzını bu şekilde bu niteliklere sahip olanlar hakkında yorumlayacak
olursa her şeyaçık seçik anlaşılmış olur. İşte Hasan-ı Basri'nin ve Buhari'nin
yaptıkları iki tevilin anlamı da budur. Eğer bu kişi (yani şahadet kelimelerini
getirmiş kimse) yüce Allah'ın kendisine farz kıldıklarını zayi etmek yahut
Allah'ın kendisine haram kıldıklarını işlemek suretiyle karıştırmış (amellerine
günah katmış) kimselerden ise o takdirde o ilahi meşiet altındadır. Onun
cehennem ateşine haram olacağı kesinlikle söylenemeyeceği gibi ilk anda cenneti
hak ettiği de söylenemez. Bunun yerine onun, sonunda cennete girmesinin
kaçınılmaz olduğu kesin olarak söylenebilir. Cennete girmeden önceki hali ise
ilahi meşiet riski altındadır yani yüce Allah dilerse onu günahı sebebiyle
azaplandmr, dilerse lütfuyla onu affeder.
Hadislerin tek tek
bağımsız bir şekilde ele alınıp, aralarının cem ve telif edilmesi de mümkündür.
Bu durumda cennetin hak edilmesinden kasıt, daha önce açıkladığımız üzere ehl-i
sünnetin muvahhid olan herkesin cennete girmesinin kaçınılmaz olduğu üzerindeki
kmaları olur ve bu cennete giriş ya (cehenneme girmeksizin) afiyet içerisinde
erken olur yahut cezalandmlmasından sonra geç olur. Ateşin haram edilmesinden
maksat da Haricilerle, Mutezileye -her iki meselede de- muhalif olarak, ebedi
kalmanın haram oluşu söz konusu olur.
"Son sözü lo ilohe
illailah olan cennete girer" hadisinin, söylediği son söz bu olup,
sözlerini bununla sonlandıran kimse hakkında özel bir hadis olması mümkündür.
İsterse bundan önce günah karıştırmış birisi olsun. Onun söylediği bu son söz,
yüce Allah'ın kendisine rahmet buyurmasına ve doğrudan cehennemden kurtulup,
ona haram kılınmasına sebep olur. Onun bu hali ise diğer günah karıştırmış
muvahhidler arasında olup da son sözü böyle olmayan kimselerden farklı olur.
Ubade (r.a.)'ın
hadisinde bunun gibi zikredilen ve "cennetin dilediği kapısından
gireceği" belirtilen hadis de aynı şekilde Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in sözünü edip, şahadet kelimeleri ile birlikte imanın hakikatini ve
hadisinde sözkonusu ettiği tevhidi bir arada bulunduran ve günahlarından ağır
basan ecir ve mükafatı bulunup, kendisi için mağfiretin, rahmetin ve cennete
girişin -yüce Allah'ın dilemesi ile- icap edeceği kimseler hakkında özelolur.
Allah en iyi bilendir. -Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın açıklamaları burada sona
ermektedir. Bu açıklamalar son derece de güzeldir.-
İbnu'l-Müseyyeb'den ve
başkalarından naklettiği açıklama zayıf ve batıldır çünkü bu hadisi rivayet
edenlerden birisi Ebu Hureyre (r.a.)'dır. O da geç zamanlarda Müslüman olmuş
birisidir. İttifakla Hayber'in fethedildiği yedinci yılda Müslüman olmuştur.
Şeriatın hükümleri ise yerini bulmuş ve bu farzların pek çoğunun farziyeti de
kesinleşmiş idi. Namaz, oruç, zekat ve diğer hükümlerin farz olduğu da
anlaşılmış ve karar kılmıştl. Aynı şekilde beş ya da altıncı yılda farz
olduğunu kabul edenlerin görüşüne göre hac da farz olmuştu. Bu iki görüş ise
haccın dokuzuncu yılda farz olduğunu söyleyenlerin görüşlerinden daha tercih
edilen bir görüştür. Allah en iyi bilendir.
Şeyh Ebu Amr b. es-Salah
(rahimehullah) da yalnızca şahadet kelimesi ile cennete girileceğini belirten
hadislerin zahirleri ile ilgili olarak bir başka tevili sözkonusu edip şöyle
demiştir: Bunun bazı ravilerin hıfz ve zapttaki kusurundan kaynaklanan bir
ihtisar olması, Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in kendisinden
olmaması mümkündür. Bunun delili ise aynı hadisin başka kişi tarafından
nakledilen rivayetinde tam olarak gelmiş olmasıdır. Buna yakın bir tevil az
önce de geçmiş idi. (Devamla) der ki: Yüce Allah'ı tevhid ile birlikte Müslüman
olmanın kendisine bağlı olduğu ve İslam'ın gerektirdiği sair hususlarla karışık
bulunan puta tapıcı kafirlere yaptığı hitabında Rasülullahın muhtasar olarak
kullandığı ifade olma ihtimali de vardır. Kafir, putperest ve iki tanrı ya
tapıcılar gibi kimseler vahdaniyeti kabul etmezken, la ilahe illaIlah diyecek
olurlarsa ve durumu anlattığımız gibi ise Müslüman olduğuna hüküm verilir,
durum böyle iken bizler bazı mezhep alimlerimizin dediği la ilah e illailah
diyen kimsenin Müslüman olduğuna hükmedilir sonra da diğer hükümleri kabul
etmeye mecbur edilir şeklindeki görüşü benimsemiyoruz çünkü bu kanaatin
neticesi böyle bir kimsenin o vakit İslam'ı tamamlamaya zorlanması neticesine
varır. O takdirde hükmü de bizzat bu hususta ve ahiret ile ilgili ahkamda onun
Müslüman olduğuna hüküm vermeden mürted olanın hükmü gibi kabul edilir. Halbuki
niteliğini belirttiğimiz bir kimse hem bizatihi bu hususta, hem de ahiret ile
ilgili hükümler bakımından müslümandır. Allah en iyi bilendir.
حدثنا محمد
بن أبي بكر
المقدمي.
حدثنا بشر بن المفضل.
حدثنا خالد
الحذاء، عن
الوليد أبي بشر؛
قال: سمعت
حمران يقول:
سمعت عثمان
يقول: سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول ...
مثله سواء.
136- Bana Muhammed b. Ebu Bekr el-Mukaddemi de tahdis etti. Bize Bişr
b. el-Mufaddal tahdis etti. Bize Halid el-Hazza, Velid b. Bişr'den şöyle
dediğini tahdis etti: Humran'ı şöyle derken dinledim: Osman'ı şöyle derken
dinledim: Rastılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim
deyip, hadisi aynen nakletti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9798
44 - (27) حدثنا
أبو بكر بن
النضر بن أبي
النضر. قال:
حدثني أبو
النضر هاشم بن
القاسم. حدثنا
عبيدالله الأشجعي،
عن مالك بن
مغول، عن طلحة
بن مصرف، عن
أبي صالح، عن
أبي هريرة؛
قال: كنا مع
النبي صلى
الله عليه
وسلم في مسير.
قال فنفذت
أزواد القوم.
قال حتى هم
بنحر بعض
حمائلهم. قال
فقال عمر: يا
رسول الله! لو
جمعت ما بقي
من أزواد
القوم، فدعوت
الله عليها.
قال ففعل. قال
فجاء ذو البر ببره.
وذو التمر
بتمره. قال (وقال
مجاهد وذو
النواة بنواه)
قلت: وما
كانوا يصنعون
بالنوى؟ قال:
كانوا يمصونه
ويشربون عليه
الماء. قال
فدعا عليها.
حتى ملأ القوم
أزودتهم. قال
فقال عند ذلك:
"أشهد أن لا
إله إلا الله
وأني رسول
الله. لا يلقي
الله بهما
عبد، غير شاك
فيهما، إلا
دخل الجنة".
137- Bize Ebu Bekr b.
en-Nadr b. Ebu'n-Nadr tahdis edip dedi ki:Bana Ebu'n-Nadr Haşim b. Kasım tahdis
etti.Bize Ubeydullah el-Eşcai Malik b. Miğvel'den, o Talha b. Musanif'ten, o
Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre (r.a.)'dan
şöyle dediğini nakletti: Bir yolculukta Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte idik. Yolculukta bulunanların azığı bitti. (Resulullah s.a.v.'de) yük
taşıyan develerinden bazısını boğazlamayı dahi düşündü.
(Ebu Hureyre devamla) dedi
ki: Bunun üzerine Ömer (r.a.): Ey Allah'ın Rasulü, yolculukta bulunanların
beraberlerinde kalmış bulunan azıklarını bir araya getirsen ve onlar üzerine
Allah'a dua etsen, dedi. Allah Rasulü dediğini yaptı. Buğdayı olan buğdayını,
hurması bulunan hurmasını getirdi. -(Talha) dedi ki: Mücahid de (rivayetinde):
(Hurma) çekirdeği olan da çekirdeğini (getirdi), dedi.-
Ben (Talha) dedim ki:
Peki, hurma çekirdeğini ne yapıyorlardı ki? O: Onu emiyor, üzerine su
içiyorlardı, dedi. (Ebu Hureyre) dedi ki: Allah Rasulü (s.a.v.) onların üzerine
dua etti, sonunda azıklarını (kaplarına) doldurdular. O zaman Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve
benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet ederim. Bu iki şahadet ile Allah'ın
huzuruna çıkan ve haklarında hiçbir şüphe etmeyen her bir kul mutlaka cennete
girer" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12806
AÇIKLAMA: SENED BİLGİSİ: "Bize Ubeydullah
el-Eşcaı, Malik b. Miğvel'den tahdis etti. .. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte idik ... " Diğer rivayette ise: "A'meş'ten, o
Ebu Salih'ten ... Tebuk gazvesinde" Bu iki isnad Darakutni'nin istidrakte
bulunduğu ve illetli olduğunu söylediği senetlerdir. Birincisi için Ebu Usame
ve başkalarının Ubeydullah el-Eşcai'ye muhalefet etmeleri ve bunu Malik b.
Miğvel'den, o Talha'dan, o Ebu Salih'ten mürselolarak rivayet etmiş olmaları
ile illetli olduğunu söylemiştir. İkincisinin ise hadisin A'meş'ten rivayetinde
ihtilafın bulunduğunu belirterek illetli olduğunu ifade etmiştir. Yine bu
hadisin rivayetinde Ebu Salih'ten, o Cabir'den diye de nakledilmiştir. A'meş de
zaten bu hususta şüphe ediyordu.
Şeyh Ebu Amr b. es-Salah
(rahimehullah) dedi ki: Darakutni'nin bu iki istidraki (eleştirisi) ile
birlikte onun Buhari ve Müslim'e yapmış olduğu istidraklerin çoğunluğu hakkında
olduğu gibi bu senetler ile ilgili eleştirisi hadisin metinlerini sıhhat
çerçevesinin dışına çıkartmamaktadır. Bu hadis hakkında Hafız Ebu Mesud İbrahim
b. Muhammed ed-Dımeşki (1/221) Darakutni'nin, Müslim (rahimehullah)'e yaptığı
eleştiriye verdiği cevap arasında şunları da söylemektedir: el-Eşcai sika ve
rivayeti oldukça sağlam birisidir. Başkasının kusurlu rivayetinin bulunması
halinde kendisi eğer güzel (ceyyid) bir rivayette bulunmuşsa bu hususta onun
lehine hüküm verilir. Bununla birlikte hadisin Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den A'meş'in rivayetiyle müsned olarak sabit bir aslı vardır. Bu hadis
ayrıca Yezid b. Ebu Ubeyd ve Iyas b. Selemee b. Ekva'ın Selemee'den rivayet ettiği
bir aslı da bulunmaktadır. Şeyh (İbnu's-Salah) dedi ki: Bu hadisi Selemee'den,
o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemı'den diye Buhari rivayet etmiştir.
A'meş'in şüphe etmesi ise hadisin metninin tenkit edilmesini gerektirmez çünkü
o bu hadisi rivayet eden sahabinin muayyen olarak kimliği hususunda şüphe
etmiştir. Bu da tenkidi gerektiren bir hal değildir çünkü sahabe (r.anhum)'un
hepSi adildir. -Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah)'ın ifadeleri burada
bitiyor.-
Derim ki:
(Darakutni'nin) bu iki tenkidinin hiçbirisi doğru dürüst bir tenkit değildir.
Birincisini ele alalım: Bizler bundan önceki fasıllarda şunu belirtmiş idik:
Sika ravilerden birisi bir hadisi mevsul, diğeri onu mürsel olarak rivayet
etmiş ise, fukahanın, usul sahiplerinin, muhaddislerin muhakkiklerin söylediği
sahih görüşe göre, hüküm mevsul rivayetin lehine verilir. O rivayeti nakleden
ravi sayısının mürsel rivayetin ravilerinden daha az ya da eşit olması arasında
bir fark yoktur çünkü bu fazlalık sika birisinin fazlalığıdır ve bu durum
burada sözkonusudur. Hadisin durumu HaflZ Ebu Mesud ed-Dimeşki'nin dediği gibi
ceyyid kabul edilmiştir ve böylelikle başkasının kusurlu naklettiği bir
riv5.yet, bir diğeri tarafından hıfzedilmiştir.
İkinci istidrakine
gelince muhaddisler şöyle demişlerdir: Eğer ravi "bana filan kişiyahut
filan kişi tahdis etti" deyip de her ikisi de sika raviler ise görüş
ayrılığı sözkonusu olmaksızın o rivayet delil kabul edilir çünkü maksat ismi
verilen sika bir raviden nakletmektir, bu da böylece husule gelmiştir. Bu,
Hatib Bağdadi'nin el-Kifaye'de sözünü ettiği, başkasının da dile getirdiği bir
kaidedir. Bu kural ashabtan başkaları hakkında böyleyken, ashab hakkında
öncelikle böyledir çünkü onların hepsi adaletlidir. O halde aralarından
rivayette bulunanı tayin etmekte ayrıca gözetilen bir maksat yoktur. Allah en
iyi bilendir.
LAFIZ BİLGİSİ:
Senetteki lafızların
zaptına gelince, Miğvel kesreli mim ... iledir. Musarrif ise ötreli mim,
fethalı sad ve kesreli re iledir. Muhaddislerin kitaplarında elMutelif ve Esmau'r-Rical
eserlerinde ve başka kaynaklarda meşhur olan ve bilinen şekli budur. Ama Şafii
fakihi İmam Ebu Abdullah el-Kila! "Elfazu'L Mühezzeb" adlı eserinde
bunun re harfi kesreli (Musarrif) ve fethalı (Musa:-raf) diye rivayet
edildiğini de nakletmektedir. Onun fethalı okunacağına dair yaptığı bu nakil
garip, münker bir nakildir, sahih olacağını sanmıyorum. Bu hususta kimi
fakihleri yahut bazı yazı şekillerini ve benzeri bir hususu taklit etmiş
olacağından korkarım. Böyle bir uygulama ise fıkıh kitaplarında, fıkıhtaki
lafz1 şerhlere dair kitaplarda çokça görülür. Bunlarda bir takım tashifler ve
doğru olarak bilinmeyen garip nakiller görülebilir. Bu garip nakillerin çoğu
ise onları nakledenlerin haklarında gerektiği gibi araştırma yapmamalarından
kaynaklanan yanlışlıklardır.
"Hatta onların bazı
yÜk develerini boğazlamak istedi." Burada "yük taşıyan develeri"
anlamındaki (....) kelimesi hem ha, hem cim harfi ile rivayet edilmiştir.
(11222) Şarihlerden bir topluluk her iki şekli nakletmiş olmakla birlikte bunların
hangisinin tercih e değer olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Her iki şekli
nakledenler arasında et-Tahrir sahibi ile Şeyh Ebu Amr b. es-Salah ve başkaları
vardır. et-Tahrir sahibi cim harfi ile nakli tercih ederken, Kadı lyaz ha
rivayetinin kesin olduğunu söylemiş ve başka bir şekilde zikretmemiştir. Şeyh
Ebu Amr (rahimehullah) der ki: Her ikisi de sahihtir çünkü ha harfi ile ha'nın
fethalısı olarak "hamule"nin çoğuludur. Bunlar ise yük taşıyan
develer demektir. Cim ise kesreli olarak "cimale"nin çoğuludur. Bu da
(deve demek olan) "cemel"in çoğuludur. "Hacer ve hicare: Taş,
taşlar" bunun benzer çoğul şeklidir. Deve anlamındaki "cemel"
ise yalnızca erkeği için kullanılır.
HADİS'İN AÇIKLAMASI:
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in yapmak istediği bu işte maslahatlara riayet önemli olanı önemine
göre öne almak, daha büyük bir zararı önlemek için iki zararın daha hafif
olanını işlemek ile ilgili bir beyan vardır. Allah en iyi bilendir.
"Ömer (r.a.) ey
Allah'ın Rasuıü ... dedi." Bu ifadede daha az fazilet sahibi olan kimsenin
daha faziletli gördüğü kimseye, daha faziletli olanın bu hususu incelemesi için
maslahata uygun gördüğü hususu teklif etmesinin caiz olduğu açıklanmaktadır.
Eğer daha faziletli olan bu teklifte bir masıahat görürse onu yapar.
"Buğdayı olan
buğdayını getirdi. .. Hurma çekirdeği olan da hurma çekirdeğini
(getirdi)." Son ibare (...) şeklinde olup, bizim asıllarımlZda da,
başkalarında da böyledir. Yani birincisi sonunda yuvarlak te iledir.
İkincisinde bu te hazfedilmiştir. Kadı lyaz da bütün asıllardan bunu böylece
nakletmiş sonra da: Bunun izahı hurma sahibi hurmasını ibaresinde olduğu gibi
"hurma çekirdeği sahibi de çekirdeğini getirdi" şeklinde açıklanır.
Şeyh Ebu Amr (İbnu's-Salah)
dedi ki: Ben bunu Ebu Nuaym'ın elMuharrac (el-Mustahrec) ala Sahih-i Müslim
adlı eserinde "(....): Hurma çekirdeği sahibi hurma çekirdeğini
getirdi" şeklinde gördüm dedikten sonra da şu açıklamayı yapmaktadır:
Müslim'in kitabındaki yazılış şeklinin de doğru bir açıklaması vardır. O da
(tek çekirdek anlamındaki) (....) kelimesini hurma çekirdeği cinsini anlatan
eS?i): Çekirdek türünden ayrı kalmış, bırakılmış çekirdeği anlatır. Nitekim
kaside hakkında kelime ismi de kullanılmıştır yahut "tek çekirdek"
anlamındaki lafız hem tekil, hem çoğul hakkında kullanılan laflZ türünden de
olabilir.
Diğer taraftan
"Mücahid dedi ki" diyen kişi Talha b. Musarrif'tir. Bu açıklamayı
Hafız Abdulgani b. Said el-Mısri yapmıştır. Allah en iyi bilendir.
Bu hadisten yolcuların
azıklarını karıştırıp, o karışımdan hep birlikte yemelerinin caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Biri diğerinden daha çok ye se bile. (Hatta) bizim mezhep
alimlerimiz bunun sünnet olduğunu dahi ifade etmişlerdir. Allah en iyi
bilendir.
"Hatta azıklarını
(kaplarına) doldurdular" anlamındaki ibare bütün asıl nüshalarda: (....)
şeklinde rivayet edilmiştir. Kadı Iyaz ve başkaları da bunu yine bu şekilde
rivayet etmişlerdir. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah der ki: (....) kelimesi
"azık" demek olan (....)'in çoğuludur. Azık ise doldurulmaz. Aksine
azıkların konulduğu kaplar azıkla doldurulur. Bana göre bunun uygun açıklaması
nihayet onlar azıkkaplarını doldurdular kastı ile söylenmiş olabilir. Kadı lyaz
der ki: Ravinin kaplara içindekilerin adını vermiş olma ihtimali de vardır,
benzerlerinde görüldüğü gibi. Allah en iyi bilendir.
Hadis-i şerifte
nübüvvetin pek açık delillerinden birisi bulunmaktadır. Toplamı tevatür şartını
aşan ve kesin bilgi sağlayan benzerleri ne kadar da çoktur i ilim adamları ise
bunları derleyip, bir araya getirmiş ve bu hususta meşhur kitapiar leiıf
etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
45 - (27) حدثنا
سهل بن عمان
وأبو كريب
محمد بن
العلاء، جميعا
عن أبي
معاوية. قال
أبو كريب:
حدثنا أبو معاوية
عن الأعمش، عن
أبي صالح، عن
أبي هريرة أو
عن أبي سعيد
(شك الأعمش)
قال: لما كان
غزوة تبوك،
أصاب الناس
مجاعة. قالوا: يا
رسول الله! لو
أذنت لنا
فنحرنا
نواضحنا فأكلنا
وادهنا. فقال
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
"افعلوا" قال
فجاء عمر،
فقال: يا رسول
الله! إن فعلت
قل الظهر.
ولكن ادعهم
بفضل أزوادهم.
وادع الله لهم
عليها
بالبركة. لعل
الله أن يجعل
في ذلك. فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
"نعم" قال
فدعا بنطع
فبسطه. م دعا
بفضل أزوادهم.
قال فجعل الرجل
يجيء بكف ذرة.
قال ويجيء
الآخر بكف
تمر. قال ويجيء
الآخر بكسرة.
حتى اجتمع على
النطع من ذلك
شيء يسير. قال
فدعا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بالبركة. م
قال "خذوا في
أوعيتكم" قال
فأخذوا في
أوعيتهم. حتى
ما تركوا في العسكر
وعاء إلا
ملأوه. قال
فأكلوا حتى
شبعوا. وفضلت
فضلة. فقال
رسول الله صلى
الله عليه وسلم:
"أشهد أن لا
إله إلا الله،
وأني رسول
الله. لا يلقى
الله بهما
عبد، غير شاك،
فيحجب عن
الجنة".
138- Bize Sehl b. Osman ve
Ebu Kureyb Muhammed b. el-Ala tahdis etti ... A'meş, Ebu Salih'ten, o Ebu
Hureyre'den yahut Ebu Said'den -şüphe eden
A'meş'tir- şöyle dediğini nakletti: Tebuk gazvesinde insanlar açlıkla karşı
karşıya kaldılar.
Ey Allah'ın Rasu!ü bize
izin versen de su taşıyan develerimizi kessek, onları yesek ve yağlarını
kullansak, dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Yapabilirsiniz" buyurdu.
Derken Ömer geldi ve: Ey Allah'ın Rasulü, eğer böyle yaparsan yük taşıyan
hayvanlarımız azalır. Bunun yerine artan azıklarını getirmelerini iste. Sonra
onlar için o azıkları üzerine bereketlenmeleri için yüce Allah'a dua et. Olur
ki yüce Allah bunu halk eder (yaratır), dedi.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Peki" buyurdu. Sonra Allah Rasulü deriden bir
yaygı getirilmesini istedi, onu yaydı, sonra artan azıklarını getirmelerini
istedi. (Ravi ) dedi ki: Kimisi bir avuç mısır, kimisi bir avuç kuru hurma, bir
diğeri bir parça ekmek getirip geliyordu. Nihayet o deri yaygı üzerinde az
miktarda bir şeyler toplandı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerine
bereketlenmesi için dua etti. Sonra da onlara: "Kaplarmıza
doldurunuz" buyurdu. Onlar da kaplarına yiyecek doldurdular. Öyle ki
karargahta doldurmadıkları hiçbir kap bırakmadılar. (Ravi sahabi) dedi ki: Doyuncaya kadar
yediler ve bir miktar da arttı.
Bunun üzerine Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahit!ik ederim. Bir kul bunlarda
şüphe etmeyerek bunlarla Allah'ın huzuruna çıkacak olursa asla cennete
girmekten alıkonulmaz. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4010, 12535
AÇIKLAMA: "Tebuk gazvesi günü ... "
Bu şekilde "Tebuk gazvesi günü" diye zaptettik. Burada
"gün"den maksat vakit ve zamandır. Yoksa tan yerinin ağarması ile
güneş batımı arasındaki süre değildir. Usullerin çoğunda ya da çoğunluğunda
burada "gün" den söz edilmemiştir.
"Gazve" lafzı
bazen "gazat" diye de telaffuz edilir. Tebuk ise Şam topraklarının
(Arap yarım adasına) en yakın olan yerlerindendir. O gün insanlar ileri
derecede aç kalmışlardı (el-meca'e). (11224)
"Ey Allah'ın Resulü, bize ... izin versen ... " Hadiste geçen
"nevadıh" su taşıyan develer demektir. Ebu Ubeyd bunların tekil
erkeğine "nadıh" dişiline ise "nadıha" denir demiştir.
et-Tahrir sahibi der ki:
"Yağından sürünsek" ifadesinden kasıt bilinen yağ sürmek değildir.
Bu, onların iç yağlarından yağ çıkartalım, demektir. "Bize izin
versen" ibaresi ise, büyüklere hitapta uyulması gereken en güzel edep ve
onlardan en terbiyeli bir şekilde dilekte bulunmak ifadesidir. Keşke şunu
yapsan yahut böyle bir emir versen, keşke buna izin versen, buna işaret
buyursan, denilir. Yani böyle bir şey yaparsan hayırlı olur, doğru olur, sağlam
bir görüş olur, açık bir faydası olur ve benzeri anlamlar ifade eder. Bu,
Arapların bÜyüklere şunu yap diye emir kipi kullanmalarından daha güzel bir
ifade şeklidir.
Bundan anlaşıldığı üzere
Gazaya katılan askerlerin savaşta kendileri için destek olan bineklerini
imam'ın izni olmadan telef etmemeleri gerektiği ve -açık bir masıahat görmesi
yahut bir kötülükten korkması hali dışında- kendilerine istedikleri izni
vermemesi gerektiği anlaşılmaktadır.
"Ömer gelip ...
binekler azalır, dedi." Bu ifadeden imamlara ve başkanlara görüş
belirtmenin caiz olduğu, fazileti daha az olanın eğer kendisince bir masiahat
görülecek olursa, onların gördüklerinden farklı kanaatini kendilerine
açıklayabileceği ve onlara yapılmasını emrettikleri bir işi iptal etmesini ona
teklif etmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Burada "ez-zahr
(sırt)"den maksat, binek hayvanlarıdır. Onlara bu adın veriliş sebebi
sırtlarına binilmesi yahut yolculukta onların yardımının ve desteğinin
alınmasıdır. "Sonra onlar için ... dua et. Belki Allah bunda yaratır,
takdir eder." Gördüğümüz asıl nüshalarda bu şekildedir. Bunda şu takdirde
hazfedilmiş bir ifade vardır: Olur ki Allah bunda bir bereket yahut bir hayır
-ya da buna benzer bir takdir- yaratır demektir. "Bereket"in asıl
anlamı hayrın çokluğu ve sabit olmasıdır. "Tebarekallah" ise hayır
onun nezdinde sabittir demektir, başka şekilde de açıklanmıştır. (11225)
46 - (28) حدثنا
داود بن رشيد.
حدثنا الوليد
(يعني ابن مسلم)
عن ابن جابر.
قال: حدثني
عمير بن هانئ.
قال: حدثني
جنادة بن أبي
أمية. حدثنا
عبادة بن الصامت؛
قال: قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم : "من
قال: أشهد أن
لا إله إلا
الله وحده لا
شريك له، وأن
محمدا عبده
ورسوله، وأن
عيسى عبد الله
وابن أمته
وكلمته
ألقاها إلى
مريم وروح
منه، وأن
الجنة حق، وأن
النار حق،
أدخله الله من
أي أبواب
الجنة
الثمانية شاء".
139- Bize Davud b. Ruşeyd
tahdis etti. Bize Velid -yani b. Müslim İbn Cabir'den şöyle dediğini tahdis
etti: Bana Umeyr b. Hani tahdis edip dedi ki: Bana Cunade b. Ebu Umeyye tahdis
etti. Bize Ubade b. es-Samit tahdis
edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Her
kim bir ve tek ve ortağı bulunmaksızın Allah'tan başka ilah olmadığına ve
Muhammed'in onun kulu ve ResuIü olduğuna, İsa'nın Allah'ın kulu, kadın kulunun
oğlu ve Meryem'e bıraktığı kelimesi olup, ondan bir ruh olduğuna, cennetin hak,
cehennem ateşinin hak olduğuna şahadet ederse cennetin sekiz kapısından
hangisinden dilerse Allah onu cennete koyar. "
Diğer tahric: Buhari,
3435; Tuhfetu'l-Eşraf, 5075
AÇIKLAMA: SENED BİLGİSİ: "Bize Davud b.
Ruşeyd tahdis etti ... Bize Ubade b. es-Samit tahdis etti."
Senette geçen Velid b.
Müslim ed-Dimeşki nispetli el-Evzaı'nin arkadaşıdır. Bu babın baş taraflarında
bu açıklamayı da yapmıştık.
"Yani b.
Müslim" ifadesinin ne gibi faydalı bir anlam ihtiva ettiğini rivayette
nesebi geçmediğinden herhangi bir fazlalık rivayete katmaksızIn onu açıklamak
istediğini de ifade etmiştik.
İbn Cabir'e gelince, o
pek değerli Abdurrahman b. Yezid b. Cabir ed-Dimeşkl'dir. Hani isminin sonu
hemzelidir. Cunade de Cunade b, Ebu Umeyye'dir. Ebu Umeyye'nin adı ise
Kebir'dir. O da Oevsi ve Ezdi olup onlar arasında yerleşmiştir, Şami' dir.
Cünade ve babası sahabidirler. Çoğunluğun söylediği sahih olan budur. Nesai
onun Cuma günü orucu ile ilgili sadece bir hadisini rivayet etmiştir. Buna göre
o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna hepsi de oruçlu olan sekiz
kişi ile birlikte gitmişti. Onun sahabi olduğunu açıkça ifade eden rivayet
ettiği başka hadis de vardır.
Ebu Said b. Yunus,
Tarihu Mısr adlı eserinde dedi ki: Sahabedendi, Mısır fethinde hazır
bulunmuştu. Başkası da böyle demiştir ama rivayetlerinin çoğunluğu sahabe-i
kiram'dandır. el-Vakidı'nin katibi Muhammed b. Sa'd şöyle demektedir: İbn
Abdullah el-İelı, o tabiinin büyüklerinden bir tabiidir demiştir.
Cünade'nin künyesi Ebu
Abdullah'tır. Çokça gazalara katılmış birisidir.
Allah ondan razı olsun.
Allah en iyi bilendir.
Bu senetteki ravilerin
tamamı Davud b. Ruşeyd dışında Şamlıdırlar. Davud ise Bağdat'ta yerleşmiş.
Huvarezmi (Harezmi)' dir.
HADİS'İN AÇIKLAMASI:
''Allah'tan başka ilah
olmadığına ... şahadet ederim diyen ... girer." Bu (11226) pek önemli bir
yeri olan muazzam bir hadistir. Bu hadis itikadi meseleleri kapsayan en
kapsamlı bir hadis ya da en kapsamlı hadislerdendir çünkü bu hadiste
inançlarının farklılığına ve birbirinden uzak oluşuna rağmen küfür olan bütün
dinlerden neyin çıkmayı sağlayacağını birlikte ifade etmiş ve bütün dinlerin
tamamından ayrı olacağını şu birkaç kelime ile oldukça kısa bir şekilde ifade
etmiş bulunmaktadır.
İsa (aleyhisselam)'a
"kelime" adını vermiştir çünkü o babasız olarak yalnızca
"ol" kelimesi ile var olmuştur. Bu özelliği ile diğer
Ademoğullarından farklıdır. el-Herevi dedi ki: Ona "kelime" denilmesinin
sebebi onun bir kelimeden dolayı var olmasıdır. Bu sebeple ona yağmura rahmet
denilmesi gibi bu isim verilmiştir. Yine el-Herevı der ki: "Yüce Allah'ın:
"Ve ondan bir ruh" (Nisa, 171) buyruğu rahmet demektir." İbn
Arefe dedi ki: Babasız yaratılacaktır. O ancak annesine ruh üflenerek var
edilmiştir, demiştir. Başkası da: "Ve ondan bir ruh" yani onun
tarafından yaratılmış bir ruh demektir. Buna göre ruhun Allah'a izafe edilmesi
Allah'ın dişi devesi, Allah'ın evi gibi teşrif izafesi (şereflendirme izafesi)dir.
Yoksa bütün alem (yaratılmışlar) yalnız yüce Allah'ındır ve onun tarafındandır.
Allah en iyi bilendir.
(28) وحدني
أحمد بن
إبراهيم
الدورقي.
حدثنا مبشر بن
إسماعيل، عن
الأوزاعي، عن
عمير بن هانئ،
في هذا
الإسناد
بمثله غير أنه
قال:
"لأدخله
الله الجنة على
ما كان من عمل"
ولم يذكر "من
أي أبواب
الجنة الثمانية
شاء".
140- Bana Ahmed b. İbrahim ed-Devraki de tahdis etti. Bize Mubeşşir
b. İsmail, el-Evzai'den tahdis etti. O Umeyr b. Hani'den bu senetle aynısını
nakletti. Ancak o rivayetinde: "Ameli ne olursa olsun Allah onu cennete koyar" demiş ve
"cennetin sekiz kapısından dilediği kapıdan" ibaresini
zikretmemiştir.
Diğer tahric: Buhari, 3435; Tuhfetu'l-Eşraf, 5075
AÇIKLAMA: SENED
BİLGİSİ: "Bize İbrahim ed-Devraki tahdis etti." Dal harfi fethalı olup,
buna dair açıklama Mukaddime'de geçti. el-Evzal'nin adının, Abdurrahman b. Amr
olduğu ve kendisine nispet olunduğu "el-Evzai" ile ilgili görüş
ayrılıkları geçmiş bulunmaktadır.
HADİS'İN AÇIKLAMASI: ''Ameli ne olursa olsun Allah onu cennete
koyar" ifadesi Allah'ın onu cennete girecekler arasında koyacağı şeklinde
yorumlanır. Şayet büyük günahlardan olan masiyetleri varsa o Allah'ın meşietine
(dilemesine) bağlıdır. Azap edilse bile sonunda cennete girer. Bu hususta Kadı
Iyaz'ın ve diğerlerinin görüşleri bu husustaki görüş ayrılıklarıyla birlikte
geniş bir şekilde daha önce geçti. Allah en iyi bilendir.
47 - (29) حدثنا
قتيبة بن
سعيد. حدثنا
ليث عن ابن
عجلان، عن
محمد بن يحيى
بن حيان، عن
ابن محيريز،
عن الصنابحي،
عن عبادة بن
الصامت؛ أنه
قال: دخلت عليه
وهو في الموت،
فبكيت فقال:
مهلا. لم
تبكي؟ فوالله!
لئن استشهدت
لأشهدن لك.
ولئن شفعت
لأشفعن لك.
ولئن استطعت
لأنفعنك. ثم
قال:
والله!
ما من حديث
سمعته من رسول
الله صلى الله
عليه وسلم لكم
فيه خير إلا
حدثتكموه إلا
حديثا واحدا.
وسوف
أحدثكموه
اليوم، وقد
أحيط بنفسي. سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول: "من
شهد أن لا إله
إلا الله، وأن
محمدا رسول
الله. حرم
الله عليه
النار".
141- Bize Kuteybe b. Said
de tahdis etti. (Dedi ki:) Bize Leys, İbni Aclan'dan,o da Muhammed b. Yahya b.
Habban'dan, o da İbni Muhayriz'den, o es-Sunabihı'den, o Ubade b. es-Samit (r.a.)'dan naklen (Sunabihı) dedi ki: Ölüm
halinde iken yanına girdim, ağladım.(İbn Adan:) Yavaş ol niye ağlıyorsun?
Allah'a yemin ederim ki eğer benim şahitliğim istenirse lehine şahitlik ederim.
Eğer şefaatime izin verilirse yemin ederim senin için şefaat ederim. Andolsun
gücüm yeterse mutlaka sana faydalı olurum, dedi sonra şunları ekledi: Allah'a
yemin ederim ki Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den dinleyip de kendisinde sizin için bir hayır bulunan her
bir hadisi mutlaka size nakletmişimdir. Bir tek hadis müstesna, onu da bugün
size ölüm etrafımı sarmışken rivayet edeceğim.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: ''Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasu/ü olduğuna şahadet eden kimseye Allah
cehennem ateşini haram eder. "
Diğer tahric: Tirmizi,
2638; Tuhfetu'I-Eşraf, 5099
AÇIKLAMA: SENED BİLGİSİ: "İbn Adan ...
ağladım, yavaş ol, dedi." (1/227) İbn Adan, İmam Ebu Abdullah Muhammed b.
Adan el-Medeni'dir. Velid b. Utbe b. Rabia kızı Fatıma'nın azatlısıdır. Abid ve
fakih birisi idi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in mescidinde bir
ders halkası vardı, fetva da verirdi, tabUnden birisidir. Ashab-ı Kiram'dan
Enes ve Ebu't-Tufayl'e yetişmiştir. Bu açıklamaları Ebu Nuaym yapmıştır. Ayrıca
Enes ve tabiinden rivayet nakletmiştir. Onunla ilgili ilginç haberlerden birisi
de annesinin karnında üç yıldan fazla kaldığıdır. Hakim Ebu Ahmed de el-Küna
adlı kitabında şöyle diyor: Muhammed b. Adan tabUn arasında sayılır. Kendisince
haflZ birisi olmamakla birlikte başkası onun sika bir ravi olduğunu
söylemiştir. Müslim burada onun rivayetini mutabaat olarak zikretmiştir.
Müslim'in asıl rivayetler arasında onun hiçbir rivayetini zikretmediği
söylenir. Allah en iyi bilendir.
Senette geçen Muhammed
b. Yahya b. Habban ismindeki "Habban"in ha harfi fethalıdır.
TabUndendir, Enes b. Malik (r.a.)'dan hadis dinle miştir.
İbn Muhayr"ız'in
adı ise Abdullah b. Muhayriı b. Cunade b. Vehb elKuraşi el-Cumahi' dir. Cumah
oğullarından olup Mekki' dir. Ebu Abdullah . künyeli tabUnden üstün bir zattır.
Aralarında Ubade b. es-Sam it, Ebu Mahzure, Ebu Said el-Hudri ve başkalarının
da bulunduğu ashab-ı kiram'dan bir topluluktan hadis dinlemiş,
Beytu'l-makdis'te yerleşmiştir. el-Evzai der ki: Kim Birilerine uyacaksa İbn
Muhayriz gibisine uysun çünkü yüce Allah, İbn MuhayrlZ gibi birisinin bulunduğu
bir ümmeti asla saptıracak değildir. Reca b. Hayve de İbn Muhayriı'in
vefatından sonra şunları söylemiştir: Allah'a yemin ederim ben İbn Muhayriı'in
hayatta kalmasını yeryüzündekiler için bir em an olarak değerlendiriyordum.
es-Sunabihi'nin adı ise
Ebu Abdullah Abdurrahman b. Useyle elMuradi'dir. es-Sunabih ise Muradlıların
bir koludur, kendisi de üstün bir tabUdir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'
in yanına gitmek üzere yolculuğa çıkmış, kendisi yolda iken Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ruhu kabzedilmişti. O sırada Cuhfe'de idi,
onun varışından beş ya da altı gün önce vefat etmişti. Bundan dolayı Ebu Bekr
es-Sıddık ve ashab-ı kiram' dan çok kişiden (Allah hepsinden razı olsun) hadis
dinlemiştir. Hadis ile uğraşmayan kimseler sözkonusu ettiği es-Sunabihi'nin
adını sahabi olan es-Sunabih b. el-A'ser (r.a.) ile karıştırabilirler. Allah en
iyi bilendir.
Şunu bil ki, bu isnatta
oldukça güzel isnat inceliklerinden bir incelik vardır. O da şudur: Hepsi de
birbirinden rivayette bulunan tabiundan dört kişi bu senette bir araya
gelmiştir: İbn Aclan, İbn Habban, İbn Muhayriz ve esSunabihı. Allah en iyi
bilendir.
"es-Sunabih]"den,
o Ubade'den, (es-Sunabihl) dedi ki: Onun yanına girdim ... " Bu benzeri
çokça görülen bir rivayet tarzıdır. Bunda güzel bir sanat ve incelik vardır.
Takdiri de şöyledir: es-Sunabih],' den rivayete göre o Ubade'den şunları
söylediği bir hadis nakletmiştir: (1/228) Onun yanına girdim ... Bunun bir
benzeri de biraz sonra yakında iman bölümünde: "Üç kişiye edrleri iki defa
verilir" hadisinde gelecektir. Müslim (rahimehullah) dedi ki: Bize Yahya
b. Yahya tahdis edip dedi ki: Bize Huşeym, Salih b. Salih'den, o
eşŞa'b]"den rivayetle dedi ki: Bir adamın eş-Şa'bi"ye soru sorduğunu
gördüm. Dedi ki: Ey Ebu Amr, bizim önümüzde Horasan ahalisinden şöyle diyen
kimseler vardır. eş-Şa'b]' dedi ki: Bana Ebu Burde babasından tahdis etti. ..
"(hadis 385 numara ile gelecektir.)
HADİS'İN AÇIKLAMASI:
İşte bu hadis de şu anda
üzerinde durmakta olduğumuz hadis türündedir. Takdiri şöyledir: Huşeym dedi ki:
Bana Salih, eş-Şa'bl' den bir hadis nakletti. Bu hadiste Salih dedi ki: Ben bir
adamı gördüm, eş-Şa'bl'ye sorup dedi ki ... Bunun benzeri pek çoktur. Bunların
çoğuna yüce Allah'ın izniyle yerinde dikkat çekeceğiz. Allah en iyi bilendir.
"Yavaş ol!"
Bana müsaade et, süre tanı demektir. Cevheri dedi ki: Bir kişiye: (.....):
Yavaş ol be adam" denilir ve her harfi sakin telaffuz edilir. İki kişiye,
çoğula ve müennese de böyle hitap edilir. Mühlet ver, süre tanı, anlamındadır.
Sana bu şekilde yavaş ol denilecek olursa sen (olumsuz olarak): "(...):
Allah'a yemin ederim süre tanımıyorum" diyebilirsin, olumsuz olarak: "(...):
Süre tanımak yok" demezsin. Yine "(~ ~ <4I)IJ J.p lo ~): Allah'a
yemin olsun ki hiçbir mühletin de sana hiçbir faydası olmaz" dersin. Allah
en iyi bilendir.
"Sizin için
kendisinde hayır bulunan her bir hadisi ... " Kadı lyaz (rahimehullah)
dedi ki: Bu hadiste herkesin aklının kaldıramayacağı, zarar ve fitne
verebileceğinden korktuğu hadisleri sakladığına delil vardır. Bu ise herhangi
bir ameli gerektirmeyen şeriatın hadlerinden herhangi bir haddin bulunmadığı
hadisler için sözkonusudur. Bir ameli gerektirmeyen, rivayeti zorunlu olmayan,
avamın aklının kaldıramayacağı, söyleyenine ya da dinleyenine zarar
verileceğinden korkulan, özellikle münafıklar ile ilgili haberleri ve emirlik
ile ilgili haberleri ihtiva eden, güzelolmayan birtakım niteliklerle nitelenmiş
bir topluluğun tayin edildiği, başkalarının yerilip lanetlendiği türden
hadisleri rivayet etmediklerine dair ashabdan (Allah hepsinden razı olsun)
gelmiş benzeri pek çok rivayet bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
"Ölüm etrafımı
sarmışken" tabirinin anlamı ölümüm yaklaşmışken, kurtuluştan, hayatımın
devam edeceğinden ümit kesmişken ... demektir. etTahrir sahibi der ki: Bu söz
aslında aleyhine düşmanları toplanmış ve üzerine geldikleri onun her bir
tarafını kurtuluş ümidi kalmayacak şekilde kuşatmaları halinde kullanılır. Onun
etrafını sardılar yani bütün yönlerinden onu kuşattılar denilir. (11229) Artık
ölümüm yaklaşmış bulunuyor, demek istemiştir. Allah en iyi bilendir.
48 - (30) حدثنا
هداب بن خالد
الأزدي. حدثنا
همام. حدثنا
قتادة. حدثنا
أنس بن مالك
عن معاذ بن
جبل؛ قال: كنت
ردف النبي صلى
الله عليه
وسلم. ليس
بيني وبينه
إلا مؤخرة
الرحل. فقال: "يا
معاذ بن جبل!"
قلت: لبيك
رسول الله
وسعديك. ثم
سار ساعة. ثم
قال "يا معاذ
بن جبل!" قلت:
لبيك رسول
الله وسعديك.
ثم سار ساعة.
ثم قال "يا
معاذ بن جبل!"
قلت: لبيك
رسول الله
وسعديك. قال:
"هل تدري ما حق
الله على العباد؟"
قال قلت: الله
ورسوله أعلم.
قال "فإن حق الله
على العباد أن
يعبدوه ولا
يشركوا به شيئا"
ثم سار ساعة.
ثم قال "يا
معاذ بن جبل!"
قلت: لبيك
رسول الله
وسعديك. قال:
"هل تدري ما حق
العباد على
الله إذا
فعلوا ذلك"
قال قلت: الله
ورسوله أعلم.
قال "أن لا
يعذبهم".
142- Bize Heddab b. Halid
el-Ezdi tahdis etti. (Dedi ki): Bize Hemmam rivayet etti. (Dediki): Bize Katade
rivayet etti. (Dediki): Bize Enes b. Malik, Muaz b.
Cebel'den şöyle dediğini tahdis etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
bineğinin arkasına binmiştim. Benimle onun arkasında semerin arka kaşından
başka hiçbir şey yoktu. Allah Resulü: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu.
Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk, dedim sonra bir süre daha yürüdü sonra: "Ey
Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk, dedim. Bir
süre daha yürüdükten sonra: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk
ya Resulullah ve sadeyk dedim.
O: ''Allah'ın kulları
üzerindeki hakkı nedir bilir misin" buyurdu. Ben: Allah ve Resulü daha iyi
bilir, dedim.
O: ''Allah'ın kulları
üzerindeki hakkı ona ibadet etmeleri ve ona hiçbir şeyi ortak
koşmamalarıdır" buyurdu. Sonra bir süre daha yol aldı. Arkasından:
"Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk
dedim. O: "Peki, kulları bunu yapacak olurlarsa onların Allah üzerindeki
haklarının ne olduğunu bilir misin" buyurdu. Ben: Allah ve Rasulü en iyi
bilir, dedim. O: "Kendilerini azaplandırmamasıdır" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
5967, 6267, 6500; Tuhfetu'l-Eşraf, 11308
AÇIKLAMA: SENED BİLGİSİ: "Heddab b.
Halid" adının Hudbe olduğu da söylenir. Müslim (rahimehullah) bunu
kitabının çeşitli yerlerinde zikretmiş olmakla birlikte bazı yerlerde Hudbe,
bazılarında da Heddab demektedir. İlim adamları ikisinden birisinin ismi, diğerinin
lakap olduğunu ittifakla kabul etmekle birlikte hangisinin isim olduğu hakkında
ihtilaf etmişlerdir. Ebu Ali el-Gassani, Ebu Muhammed Abdullah b. el-Hasan
et-Tabesi ve el-Metalib sahibi ile Hafız Abdulgani elMakdisi -müteahhir olan-
ismin Hudbe olduğunu, Heddab'ın lakap olduğunu söylerken başkaları Heddab
isimdir, Hudbe lakaptır demiştir. Şeyh Ebu Amr sonuncusunu tercih etmiş,
birincisini kabul etmemiştir. Hafız Ebu'l-Fadl el-Feleki ise şöyle demektedir:
O kendisine Hudbe denilecek olursa kızardı. Buhari Tarih'inde onu sözkonusu
ederek Hudbe b. Halid demiş, "Heddab"i sözkonusu etmemiştir. Bundan
açıkça anlaşıldığına göre o "Hudbe"nin isim olduğunu tercih
ettiğidir. Buhari ise (bu gibi hususları) başkalarından daha iyi bilir çünkü o
hem Buhari'nin, hem Müslim'in hocasıdır. Allah hepsine rahmetini ihsan
buyursun, Allah en iyi bilendir.
HADİS'İN AÇIKLAMASI:
"Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in terkisinde idim. Benimle onun arasında sadece
devenin arka kaşı vardı. .. Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedim."
Hadiste geçen "ridf: terkisinde binmek" şekli ravilerin çoğunlukla
tespit ettikleri meşhur rivayettir. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın naklettiğine
göre kitabın ravilerinden birisi olan Şafii fakih Ebu Ali et-Taberi bu kelimeyi
ra fethalı, dal kesreli "redif" olarak zaptetmiştir. Ridf ile redif
ise binicinin arkasında binen kişiye denilir. Fiilin mazi çekiminde dal harfi
kesreli, muzariinde ise fethalıdır. Kadı Iyaz dedi ki: Eğer Taberi' den gelen
rivayet sahih ise onun yaptığı bu açıklamanın açıklanabilir bir tarafı yoktur.
Buradaki "redif" kelimesinin aceleci anlamında acl ve kötürüm
anlamında zemim şeklinde ism-u fail olması hali müstesnadır.
"Benimle onun
arasında sadece semerin arka kaşı vardı." Bununla Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)' e yakınlığını ileri derecede anlatmak istemiştir. Böylelikle
dinleyen kişinin bunu daha iyi bellemesi için daha etkileyici bir ifade
kullanmak istemiştir. "(...): Semerin arka kaşı"nın okunuşu ile
ilgili Cevheri, es-Sıhah adlı eserinde allı okuyuş sözkonusu ebniştir. Bu ise
binicinin arkasında bulunan tahta (veya değnek) parçasına denir. "(.....):
Ey Muaı b. Cebel" hitabındaArap dilbilginlerinin "Muaz"
kelimesinin harekesinde iki farklı telaffuzlan vardır. Bunlann daha meşhur ve daha
tercihe değer olanları Muaz lafzının meftuh (ya Muaze şeklinde), İkincisi ise
ötreli (Muaıu şeklinde) okunmasıdır. Ancak ondan sonraki "İbn"
lafzımn nasb ile okunacağında görüş ayrılığı yoktur.
"Lebbeyk ve
sa'deyk" hitabındaki "lebbeyk"in anlamı ile ilgili çeşitli
görüşler vardır. Burada bunların bazılarına değineceğiz, yüce Allah'ın izniyle
açıklaması Hac bölümünde gelecektir. Daha güçlü görülen bunun, çağrım kabul
ettim, bir daha kabul ettim diye tekid için tekrar ebnektir. Anlamının:
Senin yanındayım ve sana
itaat ediyorum, ben senin itaatin üzere devam ediyorum, sevgim sanadır diye
açıklandığı gibi, başka açıklamalar da yapılmışlır.
"Sa'deyk"in
anlamına gelince, ben senin emrine ardı arkasına itaat etmeye devam ediyorum,
demektir.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Selleml'in Muaz (r.a.)'a defalarca seslenmesine gelince, bu da ona vereceği
habere gerektiği gibi önemi vurgulamak ve böylelikle Muaz'ın duyacaklanna tam
anlamıyla dikkat ebnesini sağlamak içindir. Sahih'te sabit olduğu üzere Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir söz söyledi mi -işte bundan dolayı- üç defa
tekrar ederdi. Allah en iyi bilendir.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Selleml'in: 'J1.11ah'ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin?
ve: Kulların yüce Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin?"
buyruklarına gelince,
et-Tahrir sahibi şu
açıklamayı yapmışlır: Bil ki hak kesin olarak, muhakkak olarak var olan her
şeye ya da kaçınılmaz olarak var edilecek şeylere denilir. Şam yüce Allah ise
ezeli var ve ebedi baki haktır. Ölüm, kıyamet, cennet, cehennem de haktır çünkü
bunlar kaçınılmaz olarak meydana geleceklerdir. Doğru söze "hak"
denilmesinin anlamı da bu şekilde hakkında haber verilen şeyin gerçekleşmiş ve
meydana geldiğinde hiçbir tereddüt bulunmayan bir husus olduğu anlamındadır.
Kul üzerinde herhangi
bir tereddüt ve bir şaşırına sözkonusu olmaksızın hak edilen hak da bu
şekildedir. Buna göre yüce Allah'ın kullar üzerindeki hakkının anlamı, onların
üzerinde kesin olarak görevolan ve onlann üzerinde hak ettiği şeydir. Kulların
yüce Allah üzerindeki haktanmn manası ise, kaçınılmaz olarak tahakkuk
ettiğidir. Bu et-Tahrir sahibinin açıklamasıdır.
Başkası ise şöyle
demektedir: Onların yüce Allah üzerindeki hakları ibaresini sadece onun onlar
üzerindeki hakları ibaresine mukabele (benzeri lafızlarla zikredilen bir
karşılık) olduğundan dolayıdır. Ayrıca bir kimsenin arkadaşına: Senin hakkın
benim üzerimde bir görevdir yani benim onu yerine getirmem artık
kesinleşmiştir, demesine de benzetilebilir. (11231) Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Her yedi günde bir gusletmek her müslümanın üzerine bir
haktır" buyruğu da bu türdendir. Allah en iyi bilendir.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in: "Ona, ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet
etmeleri" buyruğuna gelince, iman kitabının (bölümünün) ilk babının
sonlarında buna ve bu iki lafzın bir arada zikredilmesine dair açıklama geçmiş
bulunmaktadır.
49 - (30) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا أبو
الأحوص سلام
بن سليم، عن
أبي إسحاق، عن
عمرو بن ميمون،
عن معاذ بن
جبل؛ قال: كنت
ردف رسول الله
صلى الله عليه
وسلم. على
حمار يقال له
عفير. قال:
فقال: "يا
معاذ! تدري ما
حق الله على
العباد وما حق
الله على
العباد؟" قال
قلت: الله
ورسوله أعلم.
قال: "فإن حق
الله على
العباد أن
يعبدوا الله
ولا يشركوا به
شيئا. وحق
العباد على
الله عز وجل أن
لا يعذب من لا
يشرك به شيئا" قال
قلت: يا رسول
الله! أفلا
أبشر الناس؟
قال: "لا
تبشرهم.
فيتكلموا".
143- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe tahdis etti (Dedi ki): Bize Ebu'l-Ahvas Sellam b. Süleym, Ebu İshak'dan,
o da Amr b. Meymun'dan, o Muaz b. Cebel'den şöyle dediğini
nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in terkisinde Ufeyr adındaki
bir eşeğinin üzerine binmiştim. Allah Resulü: "Ey Muaz, Allah'ın kulları
üzerindeki hakkı nedir? Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir bilir
misin?" buyurdu. Ben: Allah ve Resulü en iyi bilir dedim.
O şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah'ın kulları üzerindeki hakkı Allah'a ibadet etmeleri, ona
hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların aziz ve celil olan Allah üzerindeki
hakkı ise kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir.
"
(Muaz) dedi ki: Ey
Allah'ın Resulü o halde insanlara bu müjdeyi vermeyeyim mi, dedim. O:
"Onlara bu müjdeyi verme, o vakit buna bel bağlar/ar" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
2701, 2856 -muhtasar olarak-; Tirmizi, 2643; Tuhfetu'l-Eşraf, 11351
AÇIKLAMA: SENED BİLGİSİ: "Ufeyr adındaki
bir eşeğin üzerinde ... " Bu rivayette ve itimat edilen asıllarda yine bu
hususa dair bilgilerin bulunduğu kitaplarda doğru söyleyiş "Ufeyr"
dir. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) dedi ki: Kadı Iyaz
(rahimehullah)'ın bunun gayn harfi ile "Gufeyr" olduğu ise
terkedilmiş bir kanaattir. Bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e ait bir eşe
ği n adı idi. Veda haccında öldüğü söylenir. Ayrıca şunları söyler: Bu hadis,
bu olayın bundan önceki hadiste geçen seferden başka, farklı bir seferde
tekrarlanmış olmasını gerektirmektedir. Çünkü semerin arka kaşı deve için
özeldir. Eşeğin üzerindeki semerde olmaz.
HADİS'İN AÇIKLAMASI:
Derim ki: Her iki hadiste anlatılanların aynı olay olma ve birinci hadiste deve
semerinin arka kaşı kadar bir uzaklık demek istemiş olması ihtimali de vardır.
Allah en iyi bilendir.
50 - (30) حدثنا
محمد بن
المثنى وابن
بشار. قال ابن
المثنى: حدثنا
محمد بن جعفر.
حدثنا شعبة،
عن أبي حصين
والأشعث ابن
سليك؛ أنهما
سمعا الأسود
بن هلال يحد ث
عن معاذ بن
جبل؛ قال: قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم" يا معاذ!
أتدري ماحق
الله على
العباد؟" قال:
الله ورسوله أعلم.
[قال؟؟] "أن
تعبد الله ولا
يشرك به شئ. قال:
"أتدري ما
حقهم عليه إذا
فعلوا ذلك؟"
فقال: الله
ورسوله أعلم. قال: "أن
لا يعذبهم.
144- Bize Muhammed b.
el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis etti. İbnu'l-Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b.
Cafer tahdis etti. Bize Şube, Ebu Huseyn'den ve el-Eş'as b. Suleym'den tahdis
etti. Her ikisi Esved b. Hilal'i (1/59a) Mua.z b.
Cebel'den şöyle dedi, diye tahdis ederken dinlediler: Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ey Muaz, Allah'ın kulları üzerindeki
hakkı nedir bilir misin?" O: Allah ve Rasulü en iyi bilir dedi. O:
"Allah'a ibadet edilmesi ve ona hiçbir şeyin ortak koşulmamasıdır"
buyurdu.
Sonra: "Eğer bunu
yapacak olurlarsa onun üzerindeki haklarının ne olduğunu bilir misin"
buyurdu. Muaz: Allah ve Rasulü en iyi bilir, dedi. Allah Rasulü: "On/arı
azap/andırmamasıdır" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
7373; Tuhfetu'l-Eşraf, 11306
AÇIKLAMA: "Ebu Husayn"in adı Asım'dır.
Buna dair açıklama kitabın Mukaddimesinin baş taraflarında (1/232) geçmiş
bulunmaktadır.
Muhammed b. el-Müsenna
ile İbn Beşşar'ın rivayet ettikleri bu hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Allah'a ona hiçbir şeyortak koşulmaksızın ibadet
edilmesi" ibaresinde "ibadet edilmesi" anlamındaki lafzı bu
şekilde ye harfi ötreli (edilgen bir mı olarak) "şey" anlamındaki
lafzı da merfu (edilgen fiilin sözde öznesi olarak) tespit etmişizdir. Bunun açıklaması
açıktır. Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Asıl yazmalarda "şey"
lafzı nasb ile de kaydedilmiştir. Bu da "(....) Allah'a ibadet edilmesi ve
ona hiçbir şeyin ortak koşulmaması" ifadesindeki üç ayrı vechin sözkonusu
olmasına göre sahihtir. Birincisi eril üçüncü şahıs için kullanılmış bir mı
olarak kulun Allah'a ibadet etmesi ve ona hiçbir şeyi ortak koşmaması demek
olur. Bu, bu husustaki şekillerin en uygun alanıdır.
2- Fiilin özellikle
Muaz'a hitap olmak üzere ikinci tekil şahıs olmak üzere te harfinin fethalı
okunmasıdır çünkü muhatap odur. Böylelikle de ondan başkasına da dikkat
çekilmiş olmaktadır.
3- Fiilin edilgen bir mı
olarak ye harfinin ötreli okunmasıdır. Bu durumda "şey" lafzı
mef'ulün bih'ten kinaye değil, mastardan (mef'ul-i mutlak mastarından) kinaye olması
sözkonusudur. Yani Allah'a hiçbir şekilde ortak koşmasın. (İbnu's-Salah) dedi
ki: Eğer rivayet bu şekillerden herhangi birisini tayin etmemiş ise bizden bu
hadisi rivayet eden kimsenin bunların hepsini biri diğerinin arkasında telaffuz
etmesi görevidir. Böylelikle bizzat söylenmiş olan lafzı kesin olarak zikretmiş
olacaktır. Allah en iyi bilendir.
Şeyh İbnu's-Salah'ın
ifadeleri bunlardır. Bizim ilk sözünü ettiğimiz okuyuş ise hem rivayet, hem
mana bakımından sahihtir. Allah en iyi bilendir.
1 - (30) حدثنا
القاسم بن
زكرياء. حدثنا
حسين، عن زائدة،
عن أبي حصين،
عن الأسود بن
هلال؛ قال:
سمعت معاذا
يقول: دعاني
رسول الله صلى
الله عليه وسلم
فأجبته. فقال"
هل تدري ماحق
الله على
الناس" نحو
حديثهم.
145- Bize el-Kasım b.
Zekeriya tahdis etti. Bize Huseyn, Zaide'den tahdis etti. O Ebu Hasın'den, o
Esved b. Hilal'den şöyle dediğini nakletti: Muaz'ı
şöyle derken dinledim: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni çağırdı,
ben de yanına gittim. ''Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı nedir bilir
misin?" buyurdu ve onların naklettiklerine yakın olarak hadisi
nakletti.487
144 numaralı hadisin
tahric bilgisi ile aynı.
AÇIKLAMA: Muaz b. Cebel (R.A.)'ın rivayet
ettiği hadisin sonuncu rivayetinde "onların rivayetlerine yakın"
ibaresi de şu demektir: Dördüncü rivayette Müs!im'in hocası el-Kasım b.
Zekeriya bu hadisi Müs!im'in bundan önceki üç rivayette geçen Heddab, Ebu Bekr
b. Ebu Şeybe, Muhammed b. Müsenna ve İbn Beşşar adındaki dört hocasının
rivayetlerine yakın olarak rivayet etmiştir demektir. Allah en iyi bilendir.
Kasım'ın bu rivayetinde
yer alan "bize Kasım tahdis etti, bize Huseyn, Zaide' den tahdis
etti" ibaresi bütün asıllarda bu şekildedir. Yani Huseyn ismi sin iledir,
doğrusu da budur. Kadı Iyaz dedi ki: (1/233) Bazı asıl nüshalarda sad ile
"Husayn" şeklinde geçmiş olup, bu yanlıştır. Adı Huseyn b. Ali
el-Cu'fI'dir. Bu kitapta Zaide' den rivayeti birkaç defa tekrarlanmıştır.
Zaide' den sad ile "Husayn"in rivayeti diye bir rivayet
bilinmemektedir. Allah en iyi bilendir.
52 - (31) حدثني
زهير بن حرب. حدثنا
عمر بن يونس
الحنفي. حدثنا
عكرمة بن عمار.
قال حدثني أبو
كثير قال:
حدثني أبو
هريرة؛ قال:
كنا
قعودا حول
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. معنا
أبو بكر وعمر،
في نفر. فقام
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم من بين
أظهرنا. فأبطأ
علينا. وخشينا
أن يقتطع
دوننا. وفزعنا
فقمنا. فكنت
أول من فزع.
فخرجت أبتغي
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. حتى
أتيت حائطا
للأنصار لبني
النجار. فدرت
به أجد له
بابا. فلم أجد.
فإذا ربيع
يدخل في جوف
حائط من بئر
خارجة (والربيع
الجدول)
فاحتفزت كما
يحتفز الثعلب.
فدخلت على
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فقال"
أبو هريرة؟"
فقلت: نعم. يا
رسول الله.
قال" ما
شأنك؟" قلت:
كنت بين
أظهرنا. فقمت
فأبطأت علينا.
فخشينا أن
تقطع دوننا.
ففزعنا. فكنت
أول من فزع.
فأتيت هذا
الحائط.
فاحتفزت كما
يحتفز الثعلب.
وهؤلاء الناس
ورائي. فقال:
"يا أبا هريرة!"
(وأعطاني
نعليه). قال:
"اذهب بنعلي
هاتين. فمن
لقيت من وراء
هذا الحائط يشهد
أن لا إله إلا
الله. مستيقنا
بها قلبه. فبشره بالجنة"
فكان أول من
لقيت عمر.
فقال: ما
هاتان النعلان
يا أبا هريرة!
فقلت: هاتان
نعلا رسول الله
صلى الله عليه
وسلم. بعثني
بهما. من لقيت يشهد
أن لا إله إلا
الله مستيقنا
بها قلبه،
بشرته بالجنة.
فضرب عمر بيده
بين ثديي.
فخررت لأستي.
فقال: ارجع يا
أبا هريرة. فرجعت
إلى رسول الله
صلى الله عليه
وسلم. فأجهشت
بكاء. وركبني
عمر. فإذا هو
على أثرى.
فقال لي رسول
الله عليه
وسلم: "ما لك
يا أبا هريرة؟
" قلت: لقيت
عمر فأخبرته
بالذي بعثتني
به. فضرب بين
ثديي ضربة.
خررت لأستي.
قال: ارجع. فقال
له رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: "يا عمر!
ما حملك على
ما فعلت؟" قال:
يا رسول الله!
بأبي أنت
وأمي. أبعثت
أبا هريرة
بنعليك، من
لقي يشهد أن
لا إله إلا
الله مستيقنا
بها قلبه،
بشره بالجنة؟
قال "نعم" قال:
فلا تفعل.
فإني أخشى أن
يتكل الناس
عليها. فخلهم
يعملون. قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم" فخلهم".
146- Bana Zuheyr b. Harb
tahdis etti (Dediki): Bize Ömer b. Yunus
el-Hanefi rivayet etti. (Dediki): Bize İkrime b. Ammar rivayet etti. Dediki:
Bana Ebu Kesir tahdis edip dedi ki: Bana Ebu
Hureyre tahdis edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
etrafında oturuyorduk. Bizimle birlikte birkaç kişi ile Ebu Bekr ve Ömer (r.a.)
da vardı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) derken aramızdan kalktı.
Yanımıza dönmesi gecikti. Biz de onun yanında değilken kendisine bir kötülük
yapılmasından korktuk. Bu sebeple korkuya kapılıp, kalktık. Korkuya ilk kapılan
kişi ben olmuştum. Derhal çıkıp Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i
aradım. Nihayet Ensar'dan Neccar oğullarına ait bir bahçeye vardım. O bahçenin
bir kapısını bulurmuyum diye etrafını dolaştım, bulamadım. Derken suyu taşıp
kaynayan bir kuyudan gelen bir akarsuyun bir kolunun içeri girdiğini gördüm.
-Kol cetvel, küçük kanal demektir.- Ben de tilkinin kendisini büzüp topladığı
gibi büzüldüm ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim.
Allah Rasulü:
"Ebu Hureyre
mi" buyurdu. Ben, evet ey Allah'ın Rasulü dedim. O: "Neden
geldin" buyurdu. Ben: Aramızda idin sonra kalkıp gittin ve yanımıza
dönmeyip geciktin. Biz de sana bir kötülük yapılmasından korktuk, bundan dolayı
korkuya kapıldık. Ben de o korkuyla hareket edenlerin ilki oldum. Bu bahçeye
geldim ve tilkinin büzüldüğü gibi büzüldüm. İşte insanlar da arkamdan
geliyorlar, dedim ..
Allah Rasulü: "Ey
Ebu Hureyre" dedi ve bana ayakkabılarını verdi. Sonra da: "Şu
ayakkabılarımı al git, bu duvarın gerisinde Allah'tan başka ilah olmadığına,
kalbi ona kesin inanarak şahitlik eder halde kiminle karşılaşırsan ona cenneti
müjdele" buyurdu.
İlk karşılaştığım kişi
Ömer oldu. O: Bu ayakkabılar ne oluyor ey Ebu Hureyre, dedi. Ben: Bunlar Allah
Rasulünün ayakkabılarıdır, onları benimle gönderdi. Kalbinden kesin inanarak
Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur diye şahitlik eden kiminle karşılaşırsam ona
cenneti müjdeleyeceğim, dedim.
(Ebu Hureyre) dedi ki:
Ömer eliyle göğsümün ortasına vurdu. Derhal kıçımın üstüne düştüm ve: Dön ey
Ebu Hureyre, dedi. Ben de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına döndüm.
Az kalsın ağlayacaktım. Hemen arkamdan da Ömer geldi. Meğer benim izimden
geliyormuş.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bana: "Neyin var Ebu Hureyre" dedi.
Ben: Ömer ile
karşılaştım. Benimle gönderdiğin haberi ona verince o göğsümün ortasına öyle
bir darbe indirdi ki kıçım üzerine düştüm. Dön dedi, dedim.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ona: "Ey Ömer, seni bu yaptğznz yapmaya iten nedir"
buyurdu. Ömer: Ey Allah'ın Resulü, babam anam sana feda olsun. Sen gerçekten
Ebu Hureyre ile ayakkabılarını gönderip, kalbinden kesin olarak inanarak
Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet getiren kiminle karşılaşırsa onu
cennetle müjdelemesini söyledin mi, dedi.
Allah Resulü:
"Evet" buyurdu. Ömer: Hayır, yapma çünkü ben insanların buna bel
bağlayacaklarından korkuyorum. Onları bırak da amel etsinler, dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "O halde onları bırak" buyurdu.
Bunu yalnız Müslim
tahriç etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 14843
AÇIKLAMA: "Bana Ebu Kesir tahdis
etti" de "Kesir" ismi peltek se iledir. Adı Vezid b. Abdurrahman
b. Uzeyne' dir. Bin Gufeyle denildiği gibi, bin Abdullah b. Uzeyne de
denilmiştir. Ebu'l-Avane el-İsferayini Müsned'inde: "Gufeyle" şekli
"Uzeyne"den daha sahihtir, demektedir.
"Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etrafında oturuyorduk. Beraberimizde Ebu Bekr
ve Ömer de vardı." Bu şekildeki anlatım fasih bir anlatım ve güzel bir
haber verme şeklidir. Çünkü Araplar bir topluluk hakkında haber vermek isteyip,
hepsini isimleriyle saymayı çok bulurlarsa onların şerefli olanlarını ya da
şereflilerinden birkaçını anar sonra da: Ve başkaları da vardı, derler.
"Meana: Bizimle
beraber" ayn harfi fethalı meşhur olan söyleyiştir. elMuhkem sahibi (İbn
Sıde), el-Cevheri ve başkalarının naklettiği bir söyleyişe göre sakin okunması
da caizdir, beraberlik anlamını ifade eder. el-Muhkem sahibi dedi ki:
****************
Burada beraberlik
anlamını ifade eden "mea" lafzının hangi hallerde ve şahıslar
tarafından ayn harfi fethalı ve hangilerinde sakin okunacağına dair anlam la
alakası olmayan sadece söyleyişi aktaran açıklamalar bulunmaktadır.
****************
"Ona bir kötülük
yapılmasından korktuk." (1/234) Yani bir düşmanın onu esir alarak yahut
başka bir suretle başına bir kötülük isabet etmiş olmasından korktuk.
"Telaşa kapılıp,
ayağa kalktık. ilk telaşa kapılan ben idim." Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi
ki: "Feza: telaşa kapılmak" korkmak anlamında da kullanılır, bir şey
için harekete geçmek ve onu önemsemek anlamında da, yardıma koşmak anlamında da
kullanılır. Böylelikle bu üç anlam Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
yanımıza gelmesinin gecikmesi dolayısıyla dehşete kapıldık, demek olur.
Nitekim: "Ona bir kötülük yapılmasından korktuk" dediğini
görmekteyiz. "İlk telaşa kapılan ben oldum" sözü de diğer iki anlama
delalet eder.
"Nihayet Ensar'a
ait bir bahçeye" bir bostana gittim. Bahçeye "hait (etran duvarla
çevrili) denilmesinin sebebi, tavanının olmayışından dolayıdır.
"Dışarıya akan bir
kuyudan (kaynak sudan) duvarın içinden giren bir rabi' gördüm. Rabi', cedvel
(su kanalı) demektir." er-Rabi lafzı bilinen mevsim olan er-rabi (bahar)
ile söyleyiş itibariyle aynıdır. Cedvel ise küçük nehir (kanal) demektir.
çoğulu "nebi ve enbiya gibi arbia" diye gelir.
"Dışarı akan bir
kuyu" anlamındaki iki kelimeyi de tenvin ile harekelemiş bulunmaktayız.
Buna göre suyu dışarı çıkan kuyunun sıfatı olur. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah da
Hafız Ebu Amir el-Abderi'nin hattı ile yazılmış bulunan ve el-Culfidl' den
alınmış asıldan böylece nakletmiştir. Hafız Ebu Musa elAsbahani ve başkaları
ise bunun üç şekilde rivayet edildiğini zikretmektedir. Birincisi bu şekil,
ikincisi duvarın dışındaki bir kuyudan anlamını verecek şekilde (~.;l> ? ır)
şeklinde, üçüncüsü ise bir adam adı olan Harice'ye izafe ederek: "(~l>
? ır)" Harice'nin kuyusundan" şeklindedir. Ancak meşhur ve açıkça
kuwetli görünen birinci şekildir. Fakat et-Tahrir sahibi buna muhalefet ederek
sahih olan üçüncü şekildir demiş, birincisi tashiftir diye eklemiştir. Ayrıca:
Bi'r (kuyu) ile bahçeyi kastederler.
Sonra da şunları
eklemektedir: Araplar bunu bu şekilde çokça kullanır, bahçelere bahçelerde
bulunan kuyuların adını verir ve mesela Eris kuyusu, Buzaa kuyusu, Ha kuyusu
derler ki bütün bunların hepsi bahçe idi. et-Tahrir sahibinin açıklamaları
bunlardır. Fakat bu açıklamaların çoğu ya da tamamı uygun görülmemiştir. Allah
en iyi bilendir.
Açıklamalann sonunda
Merhum Nevevi aynca: "Mea ile ilgili sözünü ettiğim bu açıklamalann yeri
burası olmamakla birlikte çokça kullanıldığı için ona dikkat çekmekte bir zarar
yoktur. Allah en iyi bilendir" diyerek bitirmektedir. (Çeviren)
"Bi'r (kuyu, kaynak
su)" kelimesi hemzeli olup, hemzenin tahfif edilmesi de (btr) denilmesi
caizdir. Kazıdı anlamındaki "beere" kökünden türetilmiştir. Azlık
çoğulu "eb'ur" ve "eb' M' diye gelir. Araplardan
"eb'fu"deki hemzeyi kalb edip, naklederek "abar" diyenler
de vardır. Çokluk çoğulu ise "biar" diye gelir. (11235) Allah en iyi
bilendir.
"Tilkinin kendisini
toplayıp, büzdüğü gibi büzüldüm" ibaresindeki "büzülmek" den
gelen fiiller iki şekilde rivayet edilmiştir. Biri ze harf ile diğeri re harfi
ile. Kadı Iyaz der ki: Genelolarak hocalarımız bunu el-Abderı ve başkalarından
re harfi ile rivayet etmişlerdir. Ayrıca el-Esedi'den, o Ebu'l-leys
eş-Şasl'den, o Abdulgafir el-farisl'den, o el-Cuhldl'den ze ile okuduğunu
dinledik. Doğrusu da budur. Anlamı ise oraya girebilmem için kendimi büzdüm,
topladım şeklindedir. Şeyh Ebu Amr da bu şekilde bunun Ebu Amir el-Abderi hattı
ile olan asıl nüshada ze ile olduğunu ifade etmiştir. Aynı şekilde el-Culudl'
den alınmış asılda da böyle olduğunu ve bunun çoğunluğun rivayeti olup, ze ile
rivayetin anlam bakımından da doğru olma ihtimalinin daha yüksek bulunduğunu
ifade etmiş ve tilkinin yaptığına benzetmesi de buna delildir, demektedir ki,
bu da tilkinin dar yerlerde kendini büzmesi anlamındadır. et-Tahrir sahibi ise
ze harfi ile rivayeti kabul etmeyip, bunu nakleden ravilerin hatalı olduğunu
belirtmiş, re harfi ile rivayeti tercih etmiştir fakat onun tercihi tercih
edilen bir kanaat değildir yüce Allah en iyi bilendir.
"RasuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna girdim, O: Ebu Hureyre mi, buyurdu.
Ben, evet dedim." Sen Ebu Hureyre misin demektir.
"Ey Ebu Hureyre
buyurup, bana ayakkabılarını verdi ve: Bu ayakkabılarım ile git, dedi." Bu
şekildeki bir konuşmada oldukça incelikli bir fayda, bir anlam vardır.
"Dedi" kelimesini iki defa tekrar etmiştir. Bunu tekrar etmesinin
sebebi ise sözün uzayıp "ey Ebu Hureyre, dedi ve bana ayakkabılarını
verdi" diyerek araya bir fasıla girmiş olmasıdır. Bu şekilde bir anlatım
güzeldir ve Arap dilinde görülen bir şeydir. Hatta aynı zamanda yüce Allah'ın
kelamında da benzeri anlatımlar vardır. Şanı yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Önceden kendisi
aracılığı ile kafirlere karşı zafer istedikleri ve ellerindekini doğrulayıcı
bir kitap onlara Allah 'tan gelince işte o tanıdıkları kendilerine gelince, onu
inkar ettiler. " (Bakara, 89)
İmam Ebu'l-Hasan
el-Vahidt dedi ki: Muhammed b. Yezid dedi ki: "Onlara gelince"
buyruğu sözün uzamasından dolayı ilk sözü tekrardır. Devamla dedi ki: Yüce
Allah'ın: '’Acaba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra (evet) siz muhakkak
çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minun, 35) buyruğu da
bunun gibidir. Söz uzadığı için "siz" lafzını yeniden zikretmiştir.
Allah en iyi bilendir.
Ebu Hureyre'ye
ayakkabılarını vermesi ise, bu vesile ile onun Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile karşılaştığını bilecekleri ve onlar tarafından bilinen açık bir
alSmet olması içindir. Bu da Allah Rasulünden kendilerine nakledeceği haberin
kendilerini daha bir etkilesin diyedir. Böyle bir uygulamanın ise -bu olmadan
dahi haberi kabul edilebilecek nitelikte olmakla birlikte- tekid ifade ettiği
inkar olunamaz. Allah en iyi bilendir. (11236)
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Bu duvann arkasında ... ona cenneti müjdele" buyruğu bu
nitelikte olan kimselere cennetliklerden olduklarını haber ver demektir yoksa
Ebu Hureyre kalplerinin kesin inanıp, inanmadığını bilemez.
İşte bu buyrukta hak
ehlinin mezhebi lehine açık bir delil vardır. Bu kanaate göre dil ile
söylemeden tevhidi itikat etmenin de itikat etmeksizin dil ile söylemenin de
faydası yoktur. Her ikisinin bir arada olması kaçınılmazdır. Birinci babta
bunun açıklaması geçmişti. Burada "kalb" sözcüğünün zikredilmesi tekid
ve mecazın kastedilmesinin sanılmasını önlemek içindir yoksa yakin (kesin
inanç) ancak kalb ile olur.
"(Ömer): Ey Ebu
Hureyre bu iki ayakkabı ne oluyor dedi. .. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onları benimle gönderdi." Bu iki ayakkabı Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in ayakkabılarıdır. Allah Rasulü ayakkabıları onunla bir
alamet olsunlar diye göndermişti. Allah en iyi bilendir.
"Ömer (r.a.)
göğsümün (iki mememin) ortasına vurdu, kıçım üstüne düştüm. Dön ey Ebu Hureyre,
dedi." İlim adamları memenin kadına özelolup olmadığı hususunda ihtilaf
etmişlerdir. Kimisi hem erkek, hem kadın için kullanılır derken, kimisi bu
kelime özelolarak kadın hakkında kullanılır. Bu durumda erkek hakkında
kullanılması mecaz ve istiare olur, demişlerdir. Hadis-i şeriflerde erkek için
çokça kullanıldığı görülmektedir. İnsanın kendisini öldürmesinin ağır bir haram
olduğu babında yüce Allah'ın izniyle buna dair daha çok açıklamalarda
bulunacağız.
"Kıçım
üstüne." Bu dubür için kullanılan isimlerden bir isimdir. Bu gibi hallerde
müstehap olan çirkin isimler yerine kinayeli lafızları ve mecazı kullanarak
maksadı ifade eden sözlerle anlatım yolunu seçmek, gerçek anlamın açıkça ifade
edilmesi halinde utandıran sözleri kullanmamaktır. Kur'an-ı azimuşşan ve
sünnetlerde bu edebe riayet edilmiştir. Şu buyruklarda olduğu gibi: (11237)
"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. "
(Bakara, 187); "Hem birbirinizle kaynaşmış ve onlar sizden kuvvetli bir
söz almışken onu nasıl alabilirsiniz?" (Nisa, 21); "O hanımları kendilerine
dokunmadan önce boşarsanız ... " (Bakara, 237); "Yahut herhangi
biriniz ayakyolundan gelirse" (Nisa, 43); '~y halinde iken kadınlardan
ayrı durun." (Bakara, 222)
Bazı hallerde ağırlıklı
bir masıahat sebebiyle açık ismi de kullanabilirler.
Bu ağırlıklı masıahat
ise ya karışıklık, ya farklı anlamların ortak bir lafızia dile getirilmesi
yahut mecazi anlamın hatıra gelmesinin önlenmesi veya benzeri bir maksat
olabilir. Yüce Allah'ın: "Zina eden kadın ve zina eden erkek" (Nur,
2) buyruğu ile Allah Resulünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onunla cima
ettin mi?"; "Şeytan arkasını dönüp osurarak gider." Ebu Hureyre
(r.a.)'ın: Hades denilen şey ise yellenmek yahut osurmaktır sözleri buna
örnektir. Bunların benzeri de çoktur. Burada Ebu Hureyre'nin "kıç (anlamındaki:
ist)" kelimesini kullanması da bu türdendir. Allah en iyi bilendir.
Ömer (r.a.)'ın onu
itmesine gelince, elbette bundan kastı onu yere yıkmak, ona eziyet etmek
değildir. Aksine yapmak istediği işten onu geri çevirmektir. Eliyle göğsüne
vurması ise onu bu işten vazgeçirmekte daha etkileyici olmasından dolayıdır.
Kadı lyaz ve ondan başka diğer alimler (Allah'ın rahmeti onlara olsun) şöyle
demişlerdir: Ömer (r.a.)'ın bu yaptığı ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'
e müracaatta bulunması ona bir itiraz ve emrini reddetmek değildir çünkü Ebu
Hureyre'nin söylemek üzere gönderdiği hususlarda ümmetin gönlünü hoş etmek ve
onlara müjde vermekten başka bir şey yoktu. Ömer (r.a.) ise bunun gizlenmesinin
onlar için daha faydalı ve ameli bırakıp, bel bağlamamaları açısından daha
yerinde olduğunu, böylesinin bu müjdenin kendilerine erkenden verilmesine göre
daha çok hayır sağlayacağını gördüğünden dolayı böyle yapmıştır. Bu kanaatini
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e arzedince Allah Resulü onu doğru bulmuş
oldu. Allah en iyi bilendir.
Bu hadisten anlaşıldığı
üzere imam ve mutlak olarak büyük olan zat bir kanaate sahip olup, ona tabi
olanlardan birisi farklı bir görüşe sahip olursa ona uyan kimsenin bu farklı
görüşünü hakkında düşünmesi için uyduğu kimseye arzetmesi gerekir. Kendisine
uyulan kişi eğer kendisine uyanın söylediğinin daha güçlü olduğunu, doğru
olduğunu görecek olursa ona döner. Öyle değilse kendisine uyan kimseye şüphe
ettiği hususun cevabını açıklaması gerekir.
"Nerede ise
ağlayacakbm. Ömer hemen arkamdan geldi. Meğer izimden geliyorınuş."
"Ağlamak üzere idim" anlamındaki fiilde hemze ve he fethalıdır.
Gördüğümüz asıllarda bu şekildedir. Kadı lyaz'ın (rahimehullah) kitabında ise
elifsiz olarak zikredilmiştir, her iki şekilde sahihtir. Dilbilginleri bu
fiilin hemzeli ve hemzesiz kullanıldığını belirtmiştir. Kadı lyaz
(rahimehullah) dedi ki: Bu insanın yüzü değişmiş, ağlamaya hazır ama henüz
ağlamamış halini ifade eder. (11238) Taberi dedi ki: Bu korkmak ve yardım
istemek demektir. Ebu Zeyd: Bu mı ağlamak, üzüntü ve özlem için kullanılır,
demiştir. Allah en iyi bilendir.
"Ağlamak"
anlamındaki mı mef'ulün leh olmak üzere mansuptur. Bir rivayette de lam harfi
ile: (...) diye gelmiştir.
"Ömer hemen
arkamdan geldi" ibaresinin anlamı ise hiç süre vermeden derhal beni takip
etti, arkamdan yürüyüp geldi.
"Babam anam sana
feda olsun" yani ben sana feda olayım yahut babamı annemi sana feda
edeyim, demektir.
Şunu bilelim ki, Ebu
Hureyre'nin rivayet ettiği bu hadis oldukça faydalı bilgiler ve hükümler
kapsamaktadır. Ona dair açıklamalar esnasında bunların bazıları daha önce
geçti. Diğerlerini de şöylece sıralayabiliriz:
1 - Alim kişi
arkadaşlarından olsun, diğerlerinden olsun fetva soranlar için oturur, onlara
ilim öğretir, onlara yararlı bilgilerden söz eder, onlara fetva verir.
2- Önceden de
açıkladığımız gibi çok sayıda bir topluluktan söz etmek isteyen bir kimse eğer
onların sadece bazılarından söz edecekse onların en şereflilerini yahut en
şereflilerinden birkaçını zikreder sonra da: ve diğerleri de, diye ekler.
3- Ashab (r.a.um)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haklarına uyarak onları yerine
getiriyor, ona ikramda bulunuyor, ona şefkat gösteriyor, karşı karşıya kaldığı
haller sebebiyle ileri derecede gayrete gelip tepki gösteriyorlardı.
4- Önderine uyan
kimseler önderlerinin haklarına gerektiği gibi riayet edip, önem gösterir, onun
maslahabna olan her bir işe gereken dikkati gösterir, ondan kötülükleri
uzaklaşbrmaya çalışır.
5- Aralarındaki bir sevgi
ya da başka bir sebepten dolayı rızasının olduğunu bilmesi halinde bir kimsenin
başkasının mülküne izni olmadan girmesi caizdir çünkü Ebu Hureyre (r.a.)
bahçeye girmiş, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun bu yaptığına tepki
göstermemiş, yaptığına karşı çıktığına dair de bir nakil gelmemiştir. Bununla
birlikte bu hüküm sadece araziye girmeye özel değildir, aksine o kimsenin
araçlarıyla yararlanması, yemeğini yemek, onun yemeklerinden bir kısmını kendi
evine götürmek, bineğine binmek ve buna benzer sahibi için ağır gelmeyeceğini
bildiği birtakım tasarruflarda bulunmak da caizdir. Selef ve halef alimlerinden
büyük toplulukların benimsediği sahih görüş budur. -Allah'ın rahmeti onlara
olsun- Bizim mezhep alimlerimiz de bunu açıkça ifade etmişlerdir.
Ebu Ömer b. Abdilberr
dedi ki: Yemek ve benzeri şeylerde tasarrufu aşarak dirhem, dinar ve
benzerlerinde tasarrufa kadar ileri gitmemesi gerektiğini icma ile kabul
etmişlerdir. Kendisinde tasarrufta bulunulan mal sahibinin bundan dolayı
gönlünün hoş olduğu kesin olarak bilinen kimseler hakkında icmaın sabit olduğu
ise su götürür. Belki de bu hüküm bu husustaki nzasının olup olmadığında şüphe
edilen yahut şüphe etme ihtimali bulunan çok miktardaki dirhemler hakkında
sözkonusu olabilir çünkü ilim adamları şüphe etmesi halinde nzası hususunda
şüphe edilen şeylerde tasarrufta bulunmak mutlak olarak caiz değildir.
Diğer taraftan bunun
caiz oluşunun delili kitap, sünnet, fiili uygulama ve ümmetin ileri
gelenlerinin sözleridir. (1/239) Kitaptan delili yüce Allah'ın:
"Gözü görmeyen için
bir vebal yoktur, topala sorumluluk yoktur, hastanın da bir sorumluluğu yoktur.
Kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden, analannızın evlerinden ... yahut
dostlarınızın evlerinden yemek yemenizde size de bir sakınca yoktur."
(Nur, 61) buyruğudur. Sünnetten delili bu hadis ve buna benzer bilinen çok
sayıda hadistir. Ayrıca selefin fiili uygulamaları ve bu husustaki sözleri
sayılamayacak kadar çoktur, yüce Allah en iyi bilendir.
6- İmamın yahut önder
kişinin kendisine uyan kimselere bu yolla güvenlerinin artması için tanıdıkları
bir alamet göndermesi caizdir.
7- Önceden de
açıkladığımız gibi ebedi olarak cehennem ateşinde kalmaktan kurtarıcı imanda
itikat ve dil ile söylemenin hak ehlinin benimsediği görüş olduğuna dair delil
ihtiva etmektedir.
8- Herhangi bir masIahat
için yahut bir fesattan korkulduğundan dolayı gerek duyulmayan bazı bilgileri
saklamak caizdir.
9- Öndere uyan bazı
kimseler önderlerine masıahat olduğunu gördükleri hususta görüşlerini
belirtebilir ve önder kişi de onun masIahat olduğunu görecek olursa buna
muvafakat eder ve onun görüşünü açıklaması sebebiyle vermiş olduğu emirden
dönmesi mümkündür.
10- Bir kimsenin
diğerine, babam anam sana feda olsun, demesi caizdir.
Kadı Iyaz (rahimehullah)
dedi ki: Bununla birlikte seleften bazı kimseler bunu hoş görmemiştir. Çünkü
bir Müslüman feda edilmez. Ancak sahih hadisler bunun caiz olduğuna delildir.
Sana feda olsun denilen kimsenin Müslüman ya da kafir olması, yaşayan ya da ölü
olması fark etmez. Hadiste bunun dışında başka hükümler de vardır. Allah en iyi
bilendir.
53 - (32) حدثنا
إسحاق بن
منصور. أخبرنا
معاذ بن هشام.
قال: حدثني
أبي، عن قتادة
قال: حدثنا
أنس بن مالك؛
أن نبي الله
صلى الله عليه
وسلم، ومعاذ
بن جبل رديفه
على الرحل، قال"
يا معاذ!" قال لبيك
رسول الله
وسعديك. قال:
"يا معاذ!" قال
لبيك رسول
الله وسعديك.
قال: "يا معاذ!"
قال: لبيك رسول
الله وسعديك.
قال: "ما من
عبد يشهد أن
لا إله إلا
الله، وأن
محمدا عبده
ورسوله، إلا
حرمه الله على
النار" قال: يا
رسول الله!
أفلا أخبر بها
الناس
فيستبشروا؟ قال: "إذا
يتكلوا"
فأخبر بها
معاذ عند
موته، تأثما.
147- Bana İshak b. Mansur
tahdis etti. (Dediki): Bize Muaz b. Hişam haber verdi. Dediki: Bana babam,
Katade'den rivayet ett. Demiş ki: Bize Enes b.
Malik (r.a.)'ın tahdis ettiğine göre; Allah'ın Nebisi -Muaz b. Cebel onun deve
üzerinde terkisinde bulunuyorken- "ey Muaz" buyurdu. Muaz: Lebbeyk ya
Rasulullah ve sadeyk dedi. Allah Rasulü: "Ey Muaz" buyurdu. O:
Lebbeyk ya Rasulullah ve sa'deyk dedi. Allah Rasulü: "Ey Muaz"
buyurdu. O: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedi.
Allah Rasulü:
"Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Resulü
olduğuna şahadet eden her bir kulu mutlaka Allah cehennem ateşine haram
eder" buyurdu. Muaz: Ey Allah'ın Rasulü bunu insanlara haber vermeyeyim
mi? Bundan dolayı seviniverirler, dedi. Allah Rasulü: "O vakit (buna) bel
bağlarlar" buyurdu.
Bu sebeple Muaz ölümüne
yakın günahtan kurtulmak için bunu haber verdi.
Diğer tahric: Buhari,
128; Tuhfetu'l-Eşraf, 1363
AÇIKLAMA: Müslim (rahimehullah) dedi ki:
"Bana İshak b. Mansur tahdis etti. .. Bize Enes b. Malik (r.a.) tahdis
etti." Bu senetteki ravilerin -İshak dışındatamamı Basralıdır, o ise
Neysaburludur. Bu durumda benimle Muaz b. Hişam arasında senette yer alanlar
Neysaburlu, geri kalanları ise Basralı demektir.
"Muaz ölümüne yakın
günahtan kurtulmak için bunu haber verdi." Dilciler der ki: Bir kimse
günahtan kendisiyle kurtulacağı bir iş yapacak olursa bunu anlatmak için
"teesseme" fiili kullanılır. "Teharrece" fiili ise
üzerinden hareci (vebali, zorluğu) izale etti. Tehannese ise üzerinden günahı
izale etti, demektir. "Muaz günahtan kurtulmak için" ifadesinin
anlamı da şudur: (1/240) Kendisi ölümü ile elden kaçırılacağından ve
kaybolacağından korktuğu bir bilgi bellemiş idi. İlmi gizleyen ve sünnetini
tebliğ hususunda Hasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in emrine uymayan bir
kişi olacağından ve buna bağlı olarak günaha gireceğinden korktu. Bundan dolayı
ihtiyatlı davranarak günaha girmek korkusuyla bu sünneti haber verdi, Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisine bunu haber vermesini yasaklamasının
haram anlamında olmadığını da bilerek bunu yaptı.
Kadı Iyaz (rahimehullah)
dedi ki: Muhtemelen Muaz, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bunu bildirmeyi
yasakladığı anlamını çıkarmamışlır. Aksine bu yasağı ile onun kendilerine müjde
vermek şeklindeki kararlılığını kırmak istediği manasını çıkarmıştır. Buna
delil de Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisteki: "Kalbinden kesin
inanarak Allah 'tan başka hiçbir ilah olmadığına şaMdet getiren kiminle karşılaşırsan
ona cenneti müjdele" ifadeleridir. (Kadı Iyaz devamla) dedi ki: Ya da
bunun anlamı şudur: Bundan sonra kendisine Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in Ebu Hureyre'ye verdiği emir ulaşınca bildiği bir bilgiyi gizlemekten
ve böylelikle günaha girmekten korktu. Yahut yasağı bunu etrafa yaygınlaştırmak
hakkında yorumlamış da olabilir. Bu güçlü bir açıklama şeklidir.
Şeyh Ebu Amr b. es-Salah
(rahimehullah) bunu tercih ederek şöyle demiştir: Onu genelolarak herkese müjde
vermekten alıkoyan bu sözü bilgisi ve doğru anlayışı bulunmayan kimselerin
duyup buna aldanarak bel bağlayacağından korkması alıkoydu. Fakat bu hususta
aldanmayacağından ve buna bel bağlamayacağından emin olduğu bilgi sahibi
kimselere de özelolarak bunu haber verdi. Böylelikle o bunu Muaz'a haber verdi,
Muaz da bu yolu izledi, buna ehil gördüğü özel kimselere bunu haber verdi.
(Devamla) dedi ki: Ebu
Hureyre (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ona müjdelemesini emretmesi ise, içtihadın değişmesi türünden bir tutumdur.
Muhakkiklere göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in içtihad etmesi caizdi
ve fiilen de içtihad etmiştir. Onun diğer müçtehitlerden içtihadında hata üzere
bırakılmaması gibi bir ayrıcalığı bulunmaktadır.
Bunu kabul ermeyip,
O'nun dini hususlarda vahye dayalı olmadan söz söylemesi caiz değildir
diyenlerin kanaatine gelince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Ömer (r.a.)
ile muhatap olduğu esnada ilk olarak söylediklerini kendisine bildiren vahyi
nesheden, ona verdiği cevabı teşkil eden bir başka vahiy inmiş demektir. Şeyh
İbnu's-Salah'ın açıklaması bunlardır. Bu mesele -yani onun (-sav-) içtihad
ermesi meselesi- ile ilgili bilinen etraflı açıklamalar vardır. Dünya ile
ilgili hususlara gelince ilim adamları (Allah onlardan razı olsun) bu
hususlarda O'nun içtihad ermesinin caiz olduğu ve fiilen de içtihad ettiği
üzerinde ittifak ermişlerdir.
Din ile ilgili hükümlere
gelince, ilim adamları çoğunlukla O'nun (saIlallahu aleyhi ve sellem) içtihad
ermesinin caiz olduğunu kabul ermişlerdir çünkü içtihad başkası için caiz
olduğuna göre onun için öncelikle caizdir. Bir topluluk ise: O kesin bir bilgi
sahibi olabilecek durumda olduğundan ötürü içtihad onun için caiz değildir,
demişlerdir. Bazıları da: Yalnız savaşlarda içtihad ermesi caizdir, başka
hususlarda değildir demiştir. Diğer başkaları ise bu hususta herhangi bir
kanaat belirrmekten kaçınmıştır.
İçtihad ermesinin caiz
olduğunu kabul eden cumhur ise bunun fiilen gerçekleşip, gerçekleşmediği
hususunda farklı kanaatlere sahiptir. Bunu kabul edenlerin çoğunluğu bu fiilen
olmuştur derken, diğerleri olmamıştır demiş, bir kısmı da herhangi bir
açıklamada bulunmamıştır. Caiz olup, fiilen gerçekleştiğini söyleyen çoğunluk
da ayrıca O'nun (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hata etmesi caiz miydi, değil miydi,
diye ihtilaf ermişlerdir. Muhakkikler O' nun hata ermesinin caiz olmadığı
kanaatindedirler. Çoğunluk ise caiz (mümkün) olduğu ama başkasından farklı
olarak hata üzere bırakılmadığı kanaatindedirler. (1/241) Burası ise bu
meselenin etraflı bir şekilde ele alınacağı yer değildir. Allah en iyi
bilendir.
54 - (33) حدثنا
بن فروخ.
حدثنا سليمان
(يعني ابن
المغيرة) قال:
حدثنا ثابت،
عن أنس بن
مالك؛ قال:
حدثني محمود
بن الربيع، عن
عتبان بن
مالك؛ قال:
قدمت المدينة.
فلقيت عتبان.
فقلت: حديث
بلغني عنك. قال:
أصابني
في بصري بعض
الشيء. فبعثت
إلى رسول الله
صلى الله عليه
وسلم أنى أحب
أن تأتيني
فتصلى في منزلي.
فأتخذه مصلى.
قال فأتى
النبي صلى اله
عليه وسلم ومن
شاء الله من
أصحابه. فدخل
وهو يصلى في
منزلي.
وأصحابه
يتحدثون
بينهم. ثم
أسندوا عظم
ذلك وكبره إلى
مالك بن دخشم.
قالوا: ودوا
أنه دعا عليه
فهلك. وودوا
أنه أصابه شر.
فقضى رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
الصلاة. وقال:
"أليس يشهد أن
لا إله إلا
الله وأني رسول
الله؟" قالوا:
إنه يقول ذلك.
وما هو في
قلبه. قال: "لا
يشهد أحد أن
لا إله إلا
الله وأني
رسول الله
فيدخل النار،
أو تطعمه". قال
أنس فأعجبني
هذا الحديث.
فقلت لابني:
اكتبه. فكتبه.
148- Bize Şeyban b. Ferruh
tahdis etti. Bize Süleyman b. Muğire tahdis edip dedi ki: Bize Sabit, Enes b.
Malik'ten tahdis etti. Enes dedi ki: Bana Mahmud
b. er-Rabi, İtban b. Malik'ten tahdis etti. (Mahmud) dedi ki: Medine'ye geldim.
İtban ile karşılaştım. (Ona): Bana senden gelen bir hadis var, dedim. O dedi
ki: Gözüme bir şeyler olmuştu da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'e
benim yanıma gelerek evimde namaz kılmanı ve (namaz kıldığın) o yeri namaz
kılacağım yer edinmeyi seviyorum (arzu ediyorum) diye haber gönderdim.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ve ashabından Allah'ın dilediği kimseler geldi. Kendisi içeri girip,
evimde namaz kıldı. Ashabı ise aralarında konuşuyorlardı. Sonra bunların en
büyüğünü ve en ağır olanını Malik b. Duhşum'a isnad ettiler. (İtban) dedi ki:
Keşke (Allah Resulü) ona beddua etse de helak olsa diye arzu ettiler. Ona bir
kötülüğün isabet etmesini de çok istediler.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) namazını bitirdi ve şöyle buyurdu:
"O kişi Allah'tan
başka hiçbir ilah olmadığına, benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet etmiyor
mu" buyurdu. Onlar: Evet, o bunu söylüyor ama bu onun kalbinde yok,
dediler.
Allah Rasulü:
''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma
şahadet eden bir kimse cehenneme girmez, yahut cehennem onu tatmaz"
buyurdu.
Enes dedi ki: Bu hadis
benim hoşuma gitti. Bunun üzerine oğluma: Onu yaz dedim, o da onu yazdı.
Diğer tahric: Buhari,
424, 425, 667, 686, 838, 840, 1186, 4009, 5401, 6423 -muhtasar olarak-, 6938
-muhtasar olarak-; Müslim, 1494, 1495, 1496; Nesai, 787, 1326 -uzunca-; İbn
Mace, 754 -uzunca-; Tuhfetu'I-Eşraf, 9750
AÇIKLAMA: "Bize Şeyban b. Ferruh tahdis
etti." Bu kelime ucme (Arapça olmayan) ve alem (özel isim) olduğundan
dolayı munsarıf değildir. Kitabu'l-Ayn sahibi der ki: Ferruh, İbrahim
el-Halil'in oğlunun adıdır ve o acemlerin babasıdır. Sahibu'l-Metali ve
başkaları da aynı şekilde Ferruh'un, İbrahim (aleyhisselam}'ın oğlu olduğu ve
onun Acemlerin atası olduğunu da nakletmiş bulunmaktadırlar. İmamlardan bir
topluluk da sözünü ettiğimiz gerekçelerden ötürü mu nsarıf olmadığını açıkça
ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
"Bana Sabit, Enes
b. Malik (r.a.)'dan şöyle dediğini tahdis etti. .. Senden bana ulaşan bir hadis
(sebebiyle) dedim." Buradaki lafızlar daha önce bu başlıkta (babta) geçmiş
bulunan İbn Muhayrız' den, o esSunabihl'den, o Ubade b. es-Samit (r.a.)'dan
şeklindeki lafızlanna benzemektedir. Buna dair açıklamayı açık bir şekilde daha
önce kaydetmiş bulunmaktayız.
Üzerinde durmakta
olduğumuz hadisin senedine gelince: Bana Mahmud b. er-Rabi, İtban'dan bir hadis
tahdis etti. O hadiste Mahmud dedi ki:
Medine'ye geldim. İtban
ile karşılaştım. Bu isnatta iki incelik vardır. Bunlardan birisi bunda üç tane
sahabi birbirinden rivayet nakletmektedir. Üç sahabi ise Enes, Mahmud ve İtban'
dır. İkincisi ise bu hadis yaşça büyük olanların küçüklerden rivayeti
türündendir. Enes yaşça da, ilimce de, mertebe itibariyle de Mahmud' dan daha
büyüktür. (Allah hepsinden razı olsun)
İkinci rivayette de
"Sabit, Enes'ten şöyle dediğini nakletti: Bana İtban b.
Malik tahdis etti"
demektedir. Bu ise birincisine muhalif değildir çünkü Enes bunu önce Mahmud'
dan, o İtban' dan diye dinlemiş sonra Enes, İtban ile bir araya gelince hadisi
ondan dinlemiştir. Allah en iyi bilendir.
İtban isminde ayn
harfinin kesreli okunması cumhurun başka türlüsünü sözkonusu etmedi, sahih ve
meşhur olan telaffuzdur. Sahibu'l-Metali ise şöyle demektedir: Biz bunu İbn
Sehl yoluyla ötreli olarak da (Utban şeklinde) zapt etmiş bulunmaktayız. Allah
en iyi bilendir.
"Gözüm bir parça
rahatsızland!." Diğer rivayette ise "görmez oldu, kör oldu"
demiştir. (11242) Bir parça demekle de gözlerinin kör olmasını kastetmiş
olabilir. Körlük ise görmenin tamamen gitmesidir. Bu ifadeleriyle görmesinin
zayıfladığını ve büyük ölçüde azaldığını kastetmiş olma ihtimali de vardır.
Diğer rivayette buna körlük demesinin sebebi ise ona yakın olması ve sağlıklı
iken yapabildiklerinin bir kısmını gerçekleştirememesinden ötürü körlükle ortak
yanı olduğundan ve ona yakınlığı dolayısıyla bu ismi vermiş olabilir. Allah en
iyi bilendir.
"Sonra bunun en
ağırını ve en büyüğünü Malik b. Duhşum'a isnad ettiler." "Büyük"
anlamındaki "uzm" lafzında ayn harfi ötrelidir. Büyük çoğunluğu büyük
bir kısmı demektir. "Ağır olan" anlamındaki "kubr" lafzı
ise kef harfi hem ötreli, hem kesreli okunabilir. Her ikisi de fasih ve meşhur
iki söyleyiştir. Bu hadiste her ikisini de Kadı lyaz ve başkaları da
zikretmiştir ama onlar ötreli okuyuşu tercih etmişlerdir. "Aralarına sözün
en büyüğünü söyleyene gelince" (Nur, 11) ayetindeki "kibr" lafzı
kaf harfi kesreli ve ötreli olarak da okunmuştur. Kesreli okuyuş yedi imam'ın
kıraatidir, ötreli okuyuş ise şaz kıraat1er arasındadır. Müfessir İmam Ebu
İshak (rahimehullah) dedi ki: Genelin kıraati kesrelidir. Humeyd el-A'rec ve
Yakub el-Hadramı ise ötreli okumuşlardır. Ebu Amr b. el-Ala o hatadır derken,
el-Kisai her ikisi ayrı söyleyişlerdir, demiştir. Allah en iyi bilendir.
"Bunun en büyüğünü
ve en ağır olanını. .. isnad ettiler." Yani onlar kendi aralarında
konuşup, münafıkların durumunu, çirkin işlerini, onlardan çektiklerini
sözkonusu ettiler ve bunların büyük bir bölümünü Malik'in kendisine nispet
ettiler.
"Bin Duhşum"
lafzına gelince, birinci rivayette bunu bu şekilde zaptetmiş bulunmaktayız,
ikincisinde ise küçültme ismi olarak hı' dan sonra ye fazlalığı ile (bin
Duhayşim şeklinde) zaptetmiş bulunuyoruz. çoğu asıl nüshada da bu şekildedir.
Bazılarında ikinci rivayette de küçültme ismi şeklinde değildir. Diğer taraftan
birinci rivayette (Duhşum) ismi (elif, lamsız) ikincisinde ise elif lam'lı
(ed-Duhşum)dır.
Kadı lyaz (rahimehullah)
dedi ki: Biz "Duhşum" ismini aynı zamanda "Duhayşim"
şeklinde küçültme ismi olarak da rivayet etmiş bulunmaktayız. Yine biz bu ismi
Müslim' den başka kaynaklarda mim yerine nun ile hem küçültme ismi, hem
büyüitme ismi olarak rivayet etmiş bulunuyoruz. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah dedi
ki: Aynı zamanda "b. ed-Dıhşin" de denilir.
Bil ki, burada adı geçen
Malik b. Duhşum Ensar'dandır. Ebu Ömer b. Abdilberr bu zatın Akabe' de bulunup
bulunmadığı hususunda ilim adamları arasında ihtilaf bulunduğundan söz etmekte
ve şöyle demektedir: Ancak onun Bedir' e ve Bedir' den sonraki diğer önemli
olaylara katıldığı hakkında ayrılık içinde değildirler. Onun münafık olduğu
sahih değildir çünkü onun itham edilmesine imkan vermeyen İslam' a güzel bir
şekilde bağlandığını ortaya koyan pek çok halleri görülmüştür. Ebu Ömer (b. Abdilberr)
(rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir.
Derim ki: Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) batınen de onun iman etmiş olduğunu ve nifaktan
uzak bulunduğunu, Buhari (rahimehullah)'ın rivayetinde yer alan şu
buyruklarıyla açıkça ifade etmiş bulunmaktadır: "Sen onun la ilahe
illallah dediğini ve bununla yüce Allah'ın rızasını aradığını görmüyor
musun?"
İşte bu (11243)
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in onun bu sözünü tasdik ederek,
doğruluğuna inanarak, onunla yüce Allah'a yakınlaşmak amacıyla söylemiş
olduğuna bir tanıklığıdır. Ayrıca yine onun lehine Bedir ehli hakkında bilinen
şahitliği ile de şahitlikte bulunmuştur. O halde onun imanının samimiyetinde
şüphe etmemek gerekir (r.a.).
Ayrıca bu fazlalıkta
imanda itikat olmaksızın dil ile söylemek de yeterlidir, diyen aşırı
mürciecilerin kanaati de reddedilmektedir. Çünkü onlar bunun gibi hadisleri
delil diye almışlar fakat bu fazlalık ise onların kanaatlerini çürütmektedir.
Allah en iyi bilendir.
"Keşke ona beddua
etse de helak olsa, diye arzu ettiler, ona keşke bir kötülük isabet etse diye
temenni ettiler." Bazı nüshalarda "şer/kötülük", bazılarında
başına be cer harfi ziyadesi ile gelmiş, bazılarında ise "şey" diye
yazılmıştır. Hepsi sahihtir.
Rivayetin bu kısmında
münafık, ayrılıkçı kimselerin helak edilmelerini ve hoşlanılmayan olayların
başlarına gelmesini temenni etmenin caiz olduğuna bir delil vardır .
55 - (33) حدثني
أبو بكر بن
نافع العبدي.
حدثنا بهز.
حدثنا حماد.
حدثنا ثابت،
عن أنس؛ قال:
حدثني عتبان
بن مالك؛ أنه
عمي . فأرسل إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم فقال:
تعالى
فخط لي مسجدا.
فجاء رسول
الله صلى الله
عليه
وسلم.وجاء
قومه. ونعت
رجل منهم يقال
له مالك بن
الدخشم. ثم
ذكر نحو حديث
سليمان بن المغيرة.
149- Bana Ebu Bekr b. Nafi
el-Abdi tahdis etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes dedi ki: Bana İtban b. Malik tahdis ettiğine göre
gözleri kör olmuştu. Bu sebeple Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
haber gönderip: Gel de benim için bir mesdt yeri tayin et, dedi.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) geldi. Onunla birlikte kavmi (ashabı) da geldi. Onlardan
Malik b. ed-Ouhşum denilen bir adamın niteliklerinden söz edildi sonra hadisi
Süleyman b. el-Muğire'nin hadisine yakın olarak zikretti.
Tahric bilgisi 148
nolu hadis ile aynıdır.
AÇIKLAMA: "Bana bir mesdt yeri
göster" yani orayı mesdt edinmek üzere bir yeri bana alametlendirerek
tespit et. Bu da senin eserini bereket bilerek orada namaz kılacağı m bir yer
bana göster demektir.
Bu hadiste türlü
bilgiler vardır ki, bunların pek çoğu daha önce geçti. Bu Hadisten Çıkartılan
Hükümler:
1- Salihlerin eserleri
ile teberrük caizdir.
2- Aıimleri, fazilet sahiplerini
ve büyük kimseleri onlara uyan kişilerin ziyaret etmeleri, onları tebrik
etmeleri caizdir.
3- Ortaya çıkan bir
masıahat sebebiyle fazileti daha az olanın, daha faziletli olanı davet etmesi,
çağırması caizdir.
4- Nafile namazın
cemaatle kılınması caizdir.
5- Gündüzün kılınan
nafile namazıarda sünnet olan gece gibi ikişer ikişer rekat olarak
kılınmalarıdır.
6- Namaz kılanların
yanında onları uğraştırmadığı ve namazıarını karıştırmalarına ve benzeri
hallere sebep olmadığı sürece konuşmak ve bir şeylerden söz etmek caizdir.
7- Ziyaret eden bir
kimsenin ziyaret edilene rızası ile imamlık yapması caizdir.
8- Hakkında şüphe
bulunup, zan altında kalmış olan ya da benzeri hallerde bulunan bir kimseden
yöneticilerin önünde ve diğerleri önünde -onun tehlikelerinden korunulması
için- söz etmek.
9- Hadisi ve diğer şer'i
ilimleri yazmak caizdir. Çünkü Enes oğluna: Bunu yaz, demiştir. Hatta bu
hallerde yazmak müstehaptır.
Hadiste ise hadisin
yazılmasının yasaklandığı da sözkonusudur, yazılmasına izin verdiği de
zikredilmiştir. Bu da şöyle açıklanmıştır (1/244): Yasak yalnızca yazdığına bel
bağlayıp, imkanı bulunduğu halde hıfz etmekte kusurlu hareket edeceğinden
korkulan kimseler içindi. İzin ise hıfz etme imkanı bulunmayan kimselere
verilmişti. Hadislerin ilk olarak yazılmasının yasaklanış sebebi Kur'an-ı
Kerim'e karıştırılma korkusundan dolayı idi. Ondan sonra yazmaya izin verilmesi
ise bu hususta emin olunmasından sonra idi. Ashab ve tabiinden olan selef
arasında hadis yazmanın caiz olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır.
Sonra ümmet bunun caiz ve müstehap olduğu üzerinde icma etti. Allah en iyi
bilendir.
Yine hadiste işleri önem
sırasına göre koyup, daha önemlisinden başlamaya delil vardır. Çünkü Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) burada zikrettiğimiz İtban hadisinde, gelir
gelmez ilk olarak namaz kılmakla başlamış sonra yemek yemiştir. Um Suleym' e
yaptığı ziyareti ile ilgili hadiste ise önce yemek yemiş sonra namaz kılmıştır
çünkü İtban'ın hadisinde önemli olan namaz idi, çünkü onu namaz kılması için
davet etmişti. Um Suleym'in hadisinde ise onu yemek yemeye davet etmişti. Her
iki hadiste de belirtildiği üzere ne için davet olunmuşsa onunla başladığı
görülmektedir. Allah en iyi bilendir.
İmamın ve alim kimsenin
bir ziyarete, bir ziyafete ya da benzeri bir işe giderken arkadaşlarını yanına
alması caizdir. Bu hadisten daha önce sözünü ettiğimiz daha başka hükümler ile
yazmadığımız başka hükümler de anlaşılmaktadır. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Hamd ona mahsustur, nimet, lütuf ondandır, minnet onadır, başarı ondandır,
hatadan koruyan yalnız odur.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: