SAHİH-İ MÜSLİM

İMAN

 

باب الأمر بقتال الناس حتى يقولوا لا إله إلا الله محمد رسول الله. ويقيموا الصلاة ويؤتوا الزكاة، يؤمنوا بجميع ما جاء به النبي صلى الله عليه وسلم، وأن من فعل ذلك عصم نفسه وماله إلا بحقها، ووكلت سريرته إلى الله تعالى. وقتال من منع الزكاة أو غيرها من حقوق الإسلام، واهتمام الإمام بشعائر الإسلام

8- LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDURRASULULLAH DEYİNCEYE, NAMAZI DOSDOĞRU KILIP, ZEKATl VERİNCEYE NEBi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'İN GETiRDiKLERİNE TAMAMEN İNANINCAYA KADAR İNSANLARLA SAVAŞIN EMREDİLMESİ, BUNLARI YERİNE GETiRENİN -ONUN HAKKIYLA OLMASI DIŞINDA- CANINI VE MALINI KORUYACAĞI, HESABININ GÖRÜLMESİ İSE YÜCE ALLAH'A HAVALE EDİLECEĞİ, ZEKATI VE İSLAM'IN DİĞER HAKLARINI YERiNE GETİRMEYEN KİMSE İLE SAVAŞILACAĞI VE İMAM'IN İSLAM'IN ŞiARLARINA GEREKTİĞİ GİBİ iHTİMAM GÖSTERMESİ BABI

 

32 - (20) حدثنا قتيبة بن سعيد. حدثنا ليث بن سعد، عن عقيل، عن الزهري. قال: أخبرني عبيدالله بن عبدالله بن عتبة ابن مسعود، عن أبي هريرة؛ قال:

 لما توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم واستخلف أبو بكر بعده، وكفر من كفر من العرب، قال عمر بن الخطاب لأبي بكر: كيف تقاتل الناس، وقد قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "أمرت أن أقاتل الناس حتى يقولوا: لا إله إلا الله. فمن قال: لا إله إلا الله فقد عصم منى ماله ونفسه إلا بحقه. وحسابه على الله". فقال أبو بكر: والله! لأقتلن من فرق بين الصلاة والزكاة فإن الزكاة حق المال. والله! لو منعوني عقالا كانوا يؤدونه إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم لقاتلتهم على منعه. فقال عمر بن الخطاب: فوالله! ما هو إلا رأيت الله عز وجل قد شرح صدر أبي بكر للقتال. فعرفت أنه الحق.

 

124- Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti, (Dedi ki): Bize Leys b. Sa'd, Ukayl'den, o da Zühri'den naklen rivayet etti. Zühri de-miş ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b.Utbete'bni Mer'ud Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebu Hüreyre şöyle demiş: Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edip ondan sonra Ebu Bekir halifelik makamına seçilip Araplardan küfre sapanlar da kafir olunca Ömer b. el-Hattab, Ebu Bekir'e: İnsanlarla nasıl savaşırsın? Halbuki Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

"Ben insanlarla Ia ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah diyen bana karşı malını ve canını -onun hakkı ile olması dışında- korumuş olur, hesabını görmek de Allah'a aittir" buyurmuşken nasıl savaşırsın, dedi.

 

Ebu Bekr: Allah'a yemin ederim ki namaz ile zekat arasında fark gören kimselerle savaşırım çünkü zekat malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki eğer Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e O hayatta iken verdikleri bir yuları dahi bana vermeyecek olurlarsa onu bana vermemelerine karşılık andolsun onlarla savaşırım, dedi.

 

Sonra Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki sonunda aziz ve celil Allah'ın, Ebu Bekr'in kalbine savaşmak için bir genişlik vermiş olduğunu gördüm ve onun (bu halinin) hak olduğunu bildim.

 

Diğer tahric: Buhari, 1399, 1457,2946,6924,7284; Ebu Davud, 1556, 1557; Tirmizi, 2607; Nesai, 2442,3091-3093,3980,3981, 3983, 3985; Tuhfetu'l-Eşraf, 10666

 

 

33 - (21) وحدثنا أبو الطاهر وحرملة بن يحيى وأحمد بن عيسى قال: أحمد، حدثنا. وقال الآخران: أخبرنا ابن وهب. قال: أخبرني يونس، عن ابن شهاب. قال: حدثني سعيد بن المسيب؛ أن أبا هريرة أخبره؛ أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:

 "أمرت أن أقاتل الناس حتى يقولوا: لا إله إلا الله. فمن قال: لا إله إلا الله عصم منى ماله ونفسه إلا بحقه. وحسابه على الله".

 

125- Bize Ebu't-Tahir, Harmele b. Yahya ve Ahmed b. İsa tahdis edip, Ahmed haddesena derken, diğer ikisi ahberena diyerek İbn Vehb'den şöyle dediğini nakletti: Bana Yunus, İbn Şihab'dan şöyle dediğini haber verdi: Bana Said b. Müseyyeb'in tahdis ettiğine göre Ebu Hureyre kendisine RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Ben insanlarla Ia ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah diyen bana karşı malını ve canını -onun hakkı ile olması müstesna- korumuş olur, hesabını görmek de Allah'a aittir. "

 

Diğer tahric: Nesai, 3090; Tuhfetu'l-Eşraf, 13344

 

 

34 - (21) حدثنا أحمد بن عبدة الضبي. أخبرنا عبدالعزيز (يعني الداوردي)، عن العلاء. ح وحدثنا أمية بن بسطام، واللفظ له. حدثنا يزيد بن زريع. حدثنا روح عن العلاء بن عبدالرحمن بن يعقوب، عن أبيه، عن أبي هريرة، عن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:

 "أمرت أن أقاتل الناس حتى يشهدوا أن لا إله إلا الله. ويؤمنوا بي وبما جئت به. فإذا فعلوا ذلك عصموا منى دماءهم وأموالهم إلا بحقها. وحسابهم على الله".

 

126- Bize Ahmed b. Abde ed-Dabbi tahdis etti. Bize Abdulaziz -yani ed-Deraverdi- el-Ala'dan haber verdi. (H)  Bize Umeyye b. Bistam da -ki lafız onundur- tahdis etti. Bize Yezid b. Zurey" tahdis etti. Bize Ravh b. el-Ala b. Abdurrahman b. Yakub babasından tahdis etti. O Ebu Hureyre'den, o Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet edinceye ve bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu yerine getirecek olurlarsa kanlarını ve mallarını -onun hakkıyla olması dışında- bana karşı korumuş olurlar. Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir. "

 

Bunu yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14016

 

 

35 - (21) وحدثنا أبو بكر بن أبي شيبة. حدثنا حفص بن غياث، عن الأعمش، عن أبي سفيان، عن جابر. وعن أبي صالح، عن أبي هريرة. قالا: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم:

 "أمرت أن أقاتل الناس" بمثل حديث ابن المسيب عن أبي هريرة. ح وحدثني أبو بكر بن أبي شيبة. حدثنا وكيع. ح وحدثني محمد بن المثنى. حدثنا عبدالرحمن (يعني ابن مهدي) قالا جميعا: حدثنا سفيان عن أبي الزبير، عن جابر؛ قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "أمرت أن أقاتل الناس حتى يقولوا: لا إله إلا الله. فإذا قالوا: لا إله إلا الله عصموا منى دماءهم وأموالهم إلا بحقها. وحسابهم على الله". ثم قرأ: {إنما أنت مذكر. لست عليهم بمسيطر} [88 / الغاشية / آية 21، 22].

 

127- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Hafs b. Ğıyas, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Süfyan'dan, o Cabir'den; yine (A'meş) Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den her ikisinin (Cabir ve Ebu Hureyre'nin) şöyle dediklerini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlarla..... savaşmakla emrolundum" deyip, İbnu'l-Müseyyeb'in Ebu Hureyre'den diye naklettiği hadisin aynısını zikretti.

 

Diğer tahric:Nesai, 3987; İbn Mace, 3927; Tuhfetu'l-Eşraf, 2298, 12367

 

 

127 ‘M’-  Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti, bize Vekl' tahdis etti (H) Bana Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. Bize Abdurrahman -yani b. Mehdi- tahdis etti. (1/52b) Her ikisi (Vekı' ile) birlikte dedi ki: Bize Süfyan, Ebu'z-Zubeyr'den tahdis etti. O Cabir'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah dedikleri takdirde -hakkıyla olması dışında- kanlarını ve mallarını bana karşı korumuş olurlar. Hesaplarını görmek Allah'a aittir."

 

Sonra: "Artık sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olan bir zorba değilsin. " (Ğaşiye, 21-22) buyruklarını okudu.

 

Diğer tahric: Tirmizi, 3341; Tuhfetu'l-Eşraf, 2744

 

 

36 - (22) حدثنا أبو غسان المسمعي، مالك بن عبدالواحد. حدثنا عبدالملك بن الصباح، عن شعبة، عن واقد بن محمد بن زيد بن عبدالله بن عمر، عن أبيه، عن عبدالله بن عمر؛ قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "أمرت أن أقاتل الناس حتى يشهدوا أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله. ويقيموا الصلاة. ويؤتوا الزكاة. فإذا فعلوا عصموا منى دماءهم وأموالهم إلا بحقها. وحسابهم على الله".

 

128- Bize Ebu Ğassan el-Mismaı, Malik b. Abdulvahid tahdis etti. Bize Abdulmelik b. es-Sabbah, Şube'den tahdis etti. O Vakid b. Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer'den, o babasından, o Abdullah b. Ömer'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ben, insanlarla Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şaMdet edinceye, namazı kılıncaya, zekatı tastamam ödeyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yerine getirecek olurlarsa böylelikle bana karşı kanlarını ve mallarını koruma altına almış olurlar. Onun hakkı ile olması müstesna. Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir. "

 

Diğer tahric: Buhari, 25; Tuhfetu'l-Eşraf, 7422

 

 

37 - (23) وحدثنا سويد بن سعيد وابن أبي عمر. قالا: حدثنا مروان (يعنيان الفزاري)، عن أبي مالك، عن أبيه؛ قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: "من قال: لا إله إلا الله، وكفر بما يعبد من دون الله، حرم ماله ودمه. وحسابه على الله".

 

129- Bize Suveyd b. Said ve İbn Ebİ Ömer de tahdis edip dediler ki: Bize Mervan -yani el-fezan- Ebu Malik'ten tahdis ettiler. O babasından şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "La ilahe illallah deyip, Allah'tan başka ibadet edilenleri red ve inkar eden kimsenin malı ve kanı haram olur. Hesabı da Allah'a aittir. "

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'1-Eşraf,4978

 

 

38 - (23) وحدثنا أبو بكر بن أبي شيبة. حدثنا أبو خالد الأحمر. ح وحدثنيه زهير بن حرب. حدثنا يزيد بن هارون. كلاهما عن أبي مالك عن أبيه؛ أنه سمع النبي صلى الله عليه وسلم يقول: "من وحد الله" ثم ذكر بمثله.

 

130- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Ebu Halid el-Ahmer tahdis etti. (H) Bunu bana ayrıca Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bize Yezid b. Harun tahdis etti. (Ebu Halid ile birlikte) her ikisi Ebu Malik'ten, onun babasından rivayet ettiğine göre o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i:  "Kim Allah'ı tevhid ederse" (dedikten) sonra hadisi aynen zikretti.

 

 

Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'1-Eşraf,4978

 

AÇIKLAMA:        Rivayetlerde Geçen Ravilerin İsimleri    "Ukayı, ez-Zührl'den" isnadına dair açıklamalar bundan önceki fasıllarda geçti. "Yunus" ile ilgili açıklamalar ve bunun altı türlü telaffuz edileceğine dair bilgiler de daha önceden geçti. "Said b. el-Müseyyeb" ismindeki ye harfinin meşhur olan kanaate göre fethalı olacağını, kesreli okunacağının da söylenmiş olduğunu önceden açıklamış bulunmaktayız.

 

"Ahmed b. Abde" be harfi sakin okunur.

 

"Umeyye b. Bistam" ile ilgiİi açıklamalar bundan önceki başlıkta geçti. "Hafs b. Gıyas, A'meş'den, o Ebu Süfyan'dan, o Cabir'den ve Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den" senedinde geçen "ve Ebu Salih'ten" ifadesi yine A'meş bunu Ebu Salih'ten de rivayet etmiştir, demektir.

Ebu Hureyre'nin adının, yaklaşık otuz görüş arasındaki en sahih görüşe göre Abdurrahman b. Sahr olduğu önceden geçmişti. Ayrıca Ebu Salih'in adının Zekvan es-Semman olduğu, Ebu Süfyan'ın adının Talha b. Nafi, A'meş'in adının Süleyman b. Mihran olduğu da geçmişti.

"Gıyas" ismindeki son harf peltek se' dir.

 

"Ebu Zubeyr" adının daha önce iman bölümünde Muhammed b. Müslim b. Tedrus olduğu geçmiş bulunmaktadır.

 

"Ebu Gassan el-Misma! Malik b. Abdulvahid", Misma' b. Rabia'ya mensuptur. "Gassan" isminin munsarıf ve gayr-i munsarıf olduğu, her iki vechin de caiz olduğu geçmiş bulunmaktadır.

'v-akid b. Muhammed"in ismi kaf'lıdır. Yine bundan önceki fasıllarda Buhari ve Müslim'in sahihlerinde fe harfi ile "Vafid" isminin geçmediği, bu şekilde yazılanların hepsinin kaf ile olduğu da geçmişti.

 

"Ebu Halid el-Ahmer ve Ebu Malik, babasından" isnadına gelince, Ebu Malik'in adı Sa'd b. Tarık'tır. Tarık da sahabidir, her ikisinden de İslam'ın rükünleri başlığında söz edilmişti. Yine o başlıkta geçtiği üzere Ebu Halid'in adı Süleyman b. Hayyan'dır.

 

Senetlerde bir diğer isim "Abdulaziz ed-Deraverdl'dir" nispetinin açıklanması hususunda görüş ayrılıkları vardır. Muhakkiklerin söyledikleri en sahih kanaate göre bu Derabecird' e nispettir. Bu, aralarında el-Asma! ve Ebu Hatim es-Sicistani'nin de bulunduğu Arapça ve dilbilginlerinden bir topluluğun görüşüdür. Muhaddislerden İmam Ebu Abdullah el-Buhari, Ebu Hatim b. Hibban el-Busti, Ebu Nasr el-Kelebazi ve başkaları da böyle demişlerdir. Ayrıca bu nesep (nispet ismi) hususunda şaz nispetlerdendir diye eklemişlerdir.

 

Ebu Hatim dedi ki: Bunun aslı ise Derabi yahut Cirdi' dir. Derabi nispeti ise daha güzeldir. Derabecird'in İran topraklarında bir şehir olduğu da söylenmiştir. Buhari ve Kelabazi burada adı geçen Abdulaziz'in dedesi o şehirdendi derken, el-Busti babası ordandır demiştir.

 

İbn Kuteybe ve hadis ehlinden birçok kimse ise bu zat "Deraverd"ye nispet edilmiştir. Bundan sonra da Deraverd, Derabecird'in kendisidir demişler- dir. Hayır, bu Horasan'da bir kasabadır da denilmiştir. es-Sem'€mı, el-Ensab kitabında şöyle demektedir: Onun "Endarabe"den olduğu da söylenmiştir. Burası ise Belh'e bağlı bir şehirdir. es-Sem'anı'nin bu açıklaması ise nispeti hususunda "el-Endaraverdi" diyenlerin açıklamasına uygundur.

 

 

Babta Geçen Hadislerden Çıkartılan Fıkhi Hükümler ve Hadislerin Anlamları:

Ebu Bekir (r.a.) Dönemindeki İrtidadlar

 

(124) "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edip Ebu Bekr (r.a.) ondan sonra halifeliğe getirilince ... " (1/201) ibaresi hakkında Hattabi (rahimehullah) bu sözleri şerh ederken çok güzel açıklamalarda bulunmuş olup, bu açıklamaların ihtiva ettiği faydalı bilgiler dolayısıyla bunları kaydetmek bir zorunluluktur. Hattabi (rahimehullah) dedi ki: Bu hususta öncelikle bilinmesi gereken şudur: İrtidad edenler iki sınıftı.

 

Bir sınıf dinden döndüler ve İslam'dan çıkıp küfre geri girdiler. Ebu Hureyre (r.a.)'ın: "Araplardan küfre girenler kafir olunca" sözleriyle kastettikleri bunlardır. Bu sınıf da iki kesimdi. Bunların birisi Müseylime'yi ve onun nübuwet iddiasını doğrulayan Hanife oğullarından onların dışındaki kabilelerden olan taraftarları, Esved el-Ansı ile birlikte olup, YemenIilerden ve diğerlerinden onun çağrısını kabul edenlerdir. Bu kesim tamamıyla Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in nübuwetini inkar eden, ondan başkasının nübuwetini iddia eden bir kesimdi. Ebu Bekr (r.a.) onlarla savaştı. Nihayet Allah Yemame'de Müseylime'nin, San'a'da da el-Ansl'nin öldürülmesini sağladı. Onların toplulukları dağıldı ve çoğunlukla da ölüp gittiler.

 

Bu sınıfın diğer kesimi ise dinden irtidad ederek şer'i hükümleri inkar ettiler, namazı, zekatı ve dinin diğer emirlerini terk ettiler. Daha önce cahiliye dönemindeki eski hallerine geri döndüler. Hatta yeryüzünde üç mescit dışında Allah'a secde edilen mescit kalmadı: Mekke mescidi, Medine mescidi ve Bahreyn' de Cuvasa denilen bir kasabada Abdulkayslıların mescidi. İşte bu hususta el-A'ver eş-Şinni bununla övünerek şunları söylemiştir:

 

"Ve bizimdi doğu tarafındaki üçüncü mescit

Ve iki minber ile hutbeler arasında ayırt edici söz de (bizimdi)

Taybe {Medinel'de ve örtüleri bulunan o örtülü mescitteki (Mescid-i Haram)

Dışında, insanların bildiğimiz bir mesciilerinin bulunmadığı o günlerdi."

 

Ezdlilerden dinlerine sımsıkı sarılan bu kimseler, şanı yüce Allah Müslümanlara Yemame'yi fethetmeyi nasip edinceye kadar Cuvasa' da kuşatma altında idiler. Onlardan birisi olan Ebu Bekr b. Kilab oğullarından bir adam Ebu Bekr es-Sıddık (radıyalllihu anh)'ın imdada yetişmesini isteyerek şöyle demiştir:

 

"Bir elçi olarak Ebu Bekir' e bildir Hem de bütün Medine yiğitlerine

Şerefli bir topluluğun yardımına gitmez misiniz?

Cuvasa'da kuşatma altında bulunup oturan

Sanki onların kanları her bir geçitte gibi

Bakanların gözlerini kamaştıran develerin kanını andırıyor

Rahman' a tevekkül ettik, çünkü biz

Zaferin tevekkül edenlerin olduğunu gördük."

 

Diğer bir sınıf ise, namaz ile zekilt arasında ayırım yaparak namazı kabul ederken, zekiltın farz olduğunu ve imama ödenmesinin farziyetini inkar etmişlerdi. (1/202) Bunlar ise gerçekte bağy ehli kimselerdi. O zamanda onlara bu ismin özelolarak verilmeyiş sebebi riddet ehli dalgası kapsamı içerisinde olmalarından dolayı idi. Bu bakımdan genelolarak bunların isimleri riddete izafe edildi çünkü irtidad bu iki işin daha büyüğü ve daha önemli olanı idi.

 

Bağy ehli kimselerle savaşmanın tarihi Ali b. Ebu Talib (radıyalllihu anh)'ın zamanında başladığının kabul edilmesi ise, onun döneminde tek başlarına ayrı ve müşriklerle karışık bulunmamalarından dolayı olmuştur.

 

Zekatı vermeyen bu kimseler arasında zekiltı cömertçe veren ve onu engellemeyen kimseler de bulunuyordu. Ancak bunların başkanları bu kanaatlerinden onları alıkoymaya çalıştılar ve bu hususta ellerini (zekiltı teslim etmekten) engellediler. Yerbu oğulları gibi. Onlar zekiltıarını toplamış ve onu Ebu Bekr (radıyalllihu anh)'a göndermek istedikleri halde Malik b. Nuveyre bu işi yapmalarına engelolup, zekiltı aralarında dağıtmıştı.

 

İşte Ömer (radıyalllihu anh)'ın görüş ayrılığı ve onlarla savaşmak noktasındaki şüphe ve tereddüt bunların durumu dolayısıyla sözkonusu olmuş, o da Ebu Bekr (radıyalllihu anh)'a başvurmuş, onunla tartışmış, ona Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. La ilahe Wallah diyen bir kimse canını ve malını bana karşı korumuş olur" buyruğunu delil göstermişti. Bu şekilde bir delil gösterme Ömer (radıyalllihu anh)'ın bu karşı duruşu sözün sonuna bakmadan, şartları üzerinde düşünmeden yalnızca zahiri ne bağlı kalınarak ortaya ÇıkmıŞtı.

 

Ebu Bekr (r.a.) ise ona: "Şüphesiz zekat malın hakkıdır" diye cevap vermişti. Bu sözleriyle şunu söylemek istiyordu: Kanın ve malın korunması, şartlarının yerine getirilmesi haline bağlıdır. İki şarta bağlı olan bir hüküm ise biri ortada yokken yalnlZca birisiyle ortaya Çıkmaz. Sonra Ebu Bekr ona namazı kıyas etmesini ve zekatı da onun gibi değerlendirmesini söyledi. Onun bu sözleri söylemesinde aynı zamanda namaz kılmayan kimse ile savaşılacağına dair ashab-ı kiram tarafından icma olduğuna bir delildi. Aynı zamanda hakkında ihtilaf olunan bir hususun üzerinde ittifak bulunan bir hususa göre değerlendirebileceğinin de delili idi. Böylelikle bu meselede Ömer (radıyal1ahu anh) umumu delil gösterirken, Ebu Bekr (r.a.) da kıyası delil göstermiştir.

 

Diğer taraftan bu umumun kıyas ile tahsis edileceğine ve belli bir hüküm hakkında varid olmuş bir hitabın muhtevasında bulunan şart ve istisnaya riayet edilip, o hükmün sıhhatinin bununla muteber olacağına da delil vardır. İşte Ömer, Ebu Bekr {r.a.)'ın kanaatinin doğruluğundan emin olup, onun isabetli olduğunu açıkça görünce bunlarla savaşmak hususunda ona uydu. İşte "Allah'ın Ebu Bekr'in kalbine savaşmak için genişlik vermiş olduğunu görünce onun (görüşünün) hak olduğunu bildim" sözünün anlamı budur. Bu sözleriyle ortaya koyduğu delil ve nas ve delalet bakımından kendisine gösterdiği belge ile kalbinin genişlemiş olduğuna işaret etmektedir.

 

Rafızilerden bazı kimseler Ebu Bekr {r.a.)'ın Müslüman çocukları esir alan ilk kişi olduğunu ve aslında bunların zekat ödememekte tevilci kimseler olduklarını, bunların yüce Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizleyip anndırmış olasın. Onlara dua da et, senin duan şüphesiz onlara huzur ve güvendir. Allah her şeyi işitendir, bi/endir." (Tevbe, 103) buyruğundaki hitabın sadece Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıya gelmeye ait özel bir hitap olduğunu ve bunun kendisi dışında hiç kimsede bulunmayan birtakım şartlarla kayıtlı olduğunu ileri sürüyorIardı. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zekat veren kimsenin arındırılıp, temizlenmesi ve ona dua edilmesi ile ilgili özelliği hiç kimsede yoktu. İşte böyle bir şüphesi bulunan kimselerin ve benzerlerinin bundan dolayı mazur görülmeleri ve bu şüphe sebebiyle de onlarla kılıçla savaşılmaması gerektiğini söylemişler, onlarla savaşmanın bir hakslZlık ve zulüm olduğunu iddia etmişlerdir.

 

Hattabi (rahimehullah) dedi ki: Sözünü ettiğimiz bu iddiayı ileri sürenler (1/203) din adına herhangi bir nasipleri olmayan, bütün sermayeleri iftira, yalanlamak ve selefe dil uzatmaktan ibaret olan bir topluluktur.

 

Bizler irtidad edenlerin birkaç sınıf olduklarını, onlardan bazılarının dinden dönüp, Müseylime ve başkalarının nübuvvetini kabul etmeye davet ettiklerini, kimilerinin namazı ve zekatı terk edip, şer'i hükümlerin tamamını inkar ettiklerini, ashab-ı kiram'ın kendilerine "kafir" adını verdiği kimselerin bunlar olduklarını belirtmiştik.

 

İşte bundan dolayı Ebu Bekr (r.a.) onların çoluk çocuklarının esir alınması gerektiği görüşünü benimsemiş ve bu hususta ashab-ı kiram'ın çoğu onları desteklemişlerdir. Ali b. Ebu Talib (radıyalIahu anh) da Hanife oğullarından alınan esirlerden bir cariyeden bir çocuk sahibi olmuş ve bu cariyenin ondan İbnu'l-Hanefiye diye bilinen Muhammed adındaki oğlu dünyaya gelmişti. Diğer taraftan ashab-ı kiram dönemi bitmeden mürtedin esir alınmayacağı üzerinde icma etmiş oldular.

 

Aralarından zekatı vermemekle birlikte dinin aslını kabul etmeye devam edenlere gelince, bunlar bağy ehli kimseler olup, onlardan ayrı olarak değerlendirilmeleri halinde bunlara kafir adı verilmemiştir. Her ne kadar riddet, dinin yerine getirmediği birtakım hakların yerine gelmesini engellemekte diğer mürtedlerle ortak olmaları dolayısıyla kendilerine de izafe edilmiş olsa bile bu böyledir. Buna sebep ise (buradaki) riddet (dönüş, irtidad)ın lugavi bir isim oluşudur. Buna göre önceleri bir işe yönelik iken ondan vazgeçen her kişi hakkında, ondan riddet etti, denilir. İşte bunlardan da itaatten yüz çevirmek, hakkı vermemek tavrı görülmüş ve böylelikle onlardan dine bağlılıkları sebebiyle övülmek ve methedilmek sıfatı da kesintiye uğramış, aksine gerçek anlamda irtidad etmiş olan topluluklarla ortaklıkları sebebiyle çirkin isim de onlara bulaşmış oldu.

 

Yüce Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al" buyruğuna ve burada hitabın Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e ait olduğu şeklindeki iddialarına gelince, şüphesiz yüce Allah'ın kitabındaki hitaplar üç türlüdür:

 

1- Genel hitaplar: Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! Namaz kılmak için kalktığınız zaman ... " (Maide, 6) buyruğu ile: "Ey iman edenler! Oruç üzerinize farz olarak yazıldı. " (Bakara, 183) buyrukları gibi.

 

2- Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e özel ve başkasının onunla ortak olmadığı hitap: Bu da özelolduğu belirtisi ve kimsenin ortak olmadığının alameti ile başkasından ayrı ve farklı olduğu belirtilen hitaptır. Yüce Allah'ın: "Gecenin bir kısmında da sana özel nafile olmak üzere onunla (Kur'an ile) gece namazı kıL." (İsra, 79) buyruğu ile: "Diğer müminler bir yana yalnız sana has olmak üzere" (Ahzab, SO) buyruklarında olduğu gibi.

 

3- Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yönelik olmakla birlikte muhatap olarak kendisi ile bütün ümmetinin eşit olduğu hitaplar. Yüce Allah'ın: "Güneşin (batıya doğru) kaymasından ... namazı dosdoğru kıl." (İsra, 78); "Kur'an'ı okuyacağın zaman o koğulmuş şeytandan Allah'a sığın." (Nahl, 98); "Sen de aralarında bulunup, onlara namaz kıldırdığında ... " (Nisa, 102) ve buna benzer Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e yönelik görünen diğer hitaplar böyledir. Bütün bunlar Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e özel buyruklar olmayıp, ümmet de bu buyruklarda onunla ortaktır. İşte yüce Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al" (Tevbe, 103) buyruğu da böyledir. Bu sebeple ondan sonra ümmetin işlerini yönetmekle görevli olan kimsenin zekatı onlardan almak hususunda onun izlediği yoldan gitmek görevi vardır. Hitabın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e yönelik olmasının anlamı da şudur: Yüce Allah'ın yoluna davet eden, onun adına muradının anlamını beyan eden odur. Dolayısıyla hitabın öncelikle ona yönelik olmasının sebebi, dinin şer'i hükümlerinde izlenecek yolun onun izlediği ve kendilerine beyan ettiği şekilde olması içindir. İşte yüce Allah'ın: "Ey Nebi, kadınları boşayacak olursanız, onları iddetlerine doğru boşayınız." (Talak, 1) buyruğu da bu türdendir. Hitap özelolarak onun adına nübüwet muhatap alınarak başlamakta sonra hem ona, hem de ümmetinin diğer fertlerine hükmün genelolduğuna dikkat çekilerek hitapta bulunulmuştur.

 

Bazen hitap ona yönelik olmakla birlikte maksat ondan başkası da olabilir. Yüce Allah'ın: "Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun ki hak sana Rabbinden gelmiştir. O halde sakın şüphe edenlerden olma" (Yunus, 94) buyruğunda olduğu gibi. Onun kendisine indirilenlerden herhangi birisi hakkında kesinlikle şüphe etmiş olması düşünülemez.

 

Zekat veren kimseye imam (İslam devlet yöneticisi) tarafından temizlenmesi ve arınması ile (11204) ona dua edilmesine gelince, şüphesiz bütün bunlara Allah'a ve Raslilüne zekat hususunda itaat etmek suretiyle nail olunur. Onun zamanında (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yapılan bir iyilik ameline karşı vaat edilmiş bütün sevaplar kesintisiz olarak kalıcıdır, devam etmektedir. Bu sebeple imamın ve zekat toplayan amilin zekatını veren kimsenin malının artması ve bereketlenmesi için dua etmesi müstehaptır. Allah'ın bunu kabul etmesi ve bu duayı karşılıksız bırakmaması da ümit edilir.

 

Eğer: Zekatı vermeyen kesimin durumunu nasıl yorumlayıp da kendilerini bağyler olarak değerlendirdin. Eğer günümüzde Müslümanlardan bir kesim zekatın farz olduğunu inkar edip, onu eda etmek istemeyecek olurlarsa onların da hükmü bağy edenlerin hükmü gibi olur mu, denilecek olursa şöyle cevap veririz: Hayır, çünkü bu zamanda zekatın farz olduğunu inkar eden kimse Müslümanların icmaı ile kafir olur. Günümüzde bu durumdakilerle onlar arasındaki farka gelince, onlar o çağda benzeri görülmeyen çeşitli sebep ve durumlardan ötürü mazur görülmüşlerdir. Nesh sebebiyle hükümlerde değişikliğin ortaya çıktığı şekliyle şeriat üzerinden henüz uzun bir zaman geçmemişti. Diğer taraftan onlar dinin emirlerini bilmeyen cahil kimselerdi ve yeni Müslüman olmuşlardı. Bu sebeple şüphenin etkisi altında kalmışlardı. Bundan dolayı mazur görüldüler. Günümüze gelince İslam dini yayılmış, özel genel (alim, cahil) herkesin bileceği şekilde zekatın farz olduğu bilgisi Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmış, bu hususta bilgili bilgisiz ortak imkana sahip olmuş bulunmaktadır. Bu sebeple zekatı inkar etmek üzere yapacağı herhangi bir tevil sebebiyle hiç kimse mazur görülemez. Ümmetin üzerinde icma edip, hükmüne dair bilgi yaygın olan emirlerden herhangi birisinin inkar edilmesinde de durum böyledir. Beş vakit namaz, ramazan ayı orucu, cünüplükten gusletmek, zina etmenin, içki içmenin, mahrem kadınları nikahlamanın haram olduğu ve benzeri hükümler böyledir. Ancak eğer kişi henüz yeni Müslüman olmuş, İslam'ın sınırlarını tanımayan birisi ise eğer bilmeden herhangi bir şey inkar edecek olursa, kafir olmaz onun durumu İslam dini adının üzerinde kalması bakımından o kimseler gibi olur. Hakkında icma bulunduğu ancak özel kimselerin bildiği türden hükümler ise, kadının halası ve teyzesi üzerine nikahlanmasının haram olduğu, kasten katilin mirasçı olamayacağı, ninenin mirastan payının altıda bir olduğu ve benzeri hükümlere gelince, bunları inkar eden bir kimse kafir olmaz. Aksine avam arasında bu gibi hükümlerin bilgisi yaygın olmadığından ötürü mazur görülür.

 

Hattabi (rahimehullah devamla) dedi ki: Bizim kendilerinden naklettiğimiz şekilde bu hadisi tevil eden kimselerin şüphe ve tereddütle karşı karşıya kalmalarının sebebi, hadisin Ebu Hureyre tarafından nakledilen rivayetinde çokça hazfedilmiş ifadeleri n bulunmasından dolayıdır çünkü o hadisi rivayet etmekten maksat onu olduğu gibi nakledip, aralarından irtidad edenlerin nasıl irtidad ettiklerine dair olayı zikretmek değildir. O hadisi rivayet etmekten maksadı, Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) arasında meydana gelen olay ve onlarla savaşmanın mubah görülmesi hususunda birbirleriyle tartışmalarını anlatmaktı. Ebu Hureyre'nin olayı tamamıyla zikretmeye önem vermeyişi muhatapların onu bildiğine güvenmiş olmasından dolayı olması da muhtemeldir. (1/205) Çünkü onun muhatapları olayın nasılolduğunu biliyorlardı.

 

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisin muhtasar olduğunu bize açıkça gösteren Abdullah b. Ömer ve Enes (r.a.uma)'nın bu hadisi Ebu Hureyre'nin sözünü etmediği bir fazlalıkla rivayet etmiş olmalarıdır. Mesela İbn Ömer (r.a.)'ın rivayet ettiği hadise göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben Allah 'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahadet getirinceye kadar, namazı dosdoğru kılıncaya, zekatı verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunlan yapacak olurlarsa benden kanlarını ve mallannı korumuş olurlar. İslam hakkıyla olması müstesna. Hesaplannı görmek ise Allah' a aittir. "

 

Enes (r.a.)'ın rivayetinde de şöyle denilmektedir: "Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şahadet edinceye, kıblemize yönelinceye, kestiklerimizi yiyinceye, bizim gibi namaz kılıncaya kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yapacak olurlarsa kanları ve malları bize haram olur, hakkı ile olması müstesna. Müslümanların lehine olan, onların da lehinedir. Müslümanların aleyhine olan onların da aleyhinedir." Allah en iyi bilendir. -Hattabi (rahimehullah)'ın ifadeleri burada sona ermektedir.-

 

Derim ki: Bu kitapta zikredilen üçüncü rivayet yolunda (126 no'lu hadiste) Ebu Hureyre'nin rivayetiyle Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu sabittir: "İnsanlarla Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahitlik edinceye, bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu yapacak olur/arsa bana karşı kanlannı ve mallannı korumuş olurlar. Onun hakkı ile olması müstesna. "

 

Ebu Bekr (r.a.)'ın (bu gibi buyrukları) delil göstermesi ve Ömer (r.a.)'ın itiraz etmesi her ikisinin de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den İbn Ömer'in, Enes'in ve Ebu Hureyre'nin hıfz edip bellediklerini bellememiş oldukları anlaşılmaktadır. Sanki bu üç kişi rivayetlerinde bulunan bu fazlalıkları bir başka mecliste iken dinlemiş gibidirler. Ömer (r.a.) eğer bunları işitmiş olsaydı muhalefet etmezdi ve hadisi delil göstermezdi çünkü hadis bu fazlalıkla ona karşı bir delildir. Şayet Ebu Bekr (r.a.) bu fazlalığı duymuş olsaydı bunu kesinlikle delil gösterir, kıyas ve genel durumu delil diye ortaya koymazdı. Allah en iyi bilendir.

 

(125) "La ilahe illailah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. La ilahe illailah diyen de bana karşı canını ve malını korumuş olur. Hakkı ile olması müstesna, hesabını görmek de Allah' a aittir" buyruğu hakkında Hattabi (rahimehullah) dedi ki: Bilindiği gibi bundan maksat kitap ehli dışarıda tutulan putperest kimselerdir çünkü kitap ehli Allah'tan başka ilah yoktur, derler. Bundan sonra da putperestlerle savaşılır ve (La ilahe illallah deyinceye kadar) kılıç üzerlerinden kalkmaz. (Devamla) dedi ki: "Hesabını görmek AlIah'a aittir" buyruğu da zahiren ihlal ettikleri farz hükümlerden ayrı olarak saklayıp, gizledikleri hususlarda hesaplarını görmek Allah'a aittir. (Devamla) dedi ki: Dışa Müslüman olduğunu gösterip de, dışa Müslüman olduğunu göstermeden önceki hükmünü gizleyen kimse hakkında olduğu da söylenmiştir ve bu ilim adamlarının çoğunluğunun görüşüdür. Malik zındık kimsenin tövbesinin kabul edilmeyeceği kanaatindedir. Aynı görüş Ahmed b. Hanbel' den de nakledilmiştir. Allah ikisinden de razı olsun. -Hattabi'nin ifadeleri burada sona ermektedir.-

 

Kadı Iyaz bu anlamdaki açıklamaları zikretmekle birlikte bunlara ek açıklamalarda bulunup, ifadelere daha da açıklık getirmiş (11106) ve şöyle demiştir: Mal ve canın koruma alhnda olmasının özelolarak la ilahe illallah diyenler hakkında sözkonusu edilmesi iman davetini kabul etmenin ifadesidir. Bundan maksat ise Arap müşrikleri, putperestler ve tevhide inanmayan kimselerdir. Bunlar İslam'a ilk davet olunan ve İslam'ı kabul etmeleri için kendileri ile savaşılan ilk kimselerdi. Tevhidi kabul eden onların dışındakilere gelince, can ve mallarının koruma altına alınması için la ilah e illallah demesi ile yetinilmez çünkü o bunu kafir iken de söylüyordu ve bu onun inancının bir parçasıdır. Bundan dolayı diğer hadiste de: "Ve benim Allah'ın Resulü olduğuma şahadet getirinceye, namazı dosdoğru kılıp, zekah verinceye kadar" buyurulmuştur. -Kadı Iyaz'ın sözleri bunlardır.-

 

Derim ki: Bununla birlikte Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in getirdiklerinin tamamına iman etmek de zorunludur. Nitekim Ebu Hureyre'nin diğer rivayetinde böyle ifade edilmiştir. Bu rivayet kitapta da: '1ilIah 'tan başka ilah olmadığına şaMdet getirip, bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar ... " diye zikredilmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

Zındığın Tövbesi

 

Derim ki: Mezhebimize mensup ilim adamları zındığın tövbesinin kabulü hususunda farklı görüşlere aittir. Zındık, şeriah tamamen inkar eden kimsedir. Onun ile ilgili olarak mezhep alimlerimizin beş farklı görüşünü nakletmişlerdir.

 

Bunların en sahih ve doğru olanı tövbesinin kayıtsız ve şartsız olarak kabul edileceğidir. Bunun gerekçesi ise mutlak olarak rivayet edilmiş sahih hadislerdir.

 

İkincisi, tövbesi kabul edilmez ve kesinlikle öldürülür. Ama samimi bir şekilde tövbe etmişse bu ahiret yurdunda ona fayda verir ve cennetliklerden olur demişlerdir .

 

Üçüncü görüşe göre, bir defa tövbe ederse kabul edilir. Fakat aynı inkarı tekrar edecek olursa tövbesi kabul edilmez.

 

Dördüncü görüşe göre, Müslüman olması istenmeksizin kendiliğinden Müslüman olursa bu (tövbesi ve Müslüman olması) kabul edili. Eğer kılıcın altında iken Müslüman olmuşsa kabul edilmez.

 

Beşincisi ise, şayet dalalete davet eden propagandacı birisi ise, bu tövbesi kabul edilmez. Aksi takdirde tövbesi (Müslüman olması) kabul edilir. Allah en iyi bilendir.

 

Ebu Bekr (r.a.)'ın: "Allah'a yemin olsun ki namaz ile zekat arasında ayırım gözetenlerle savaşacağım" sözüne gelince, ayırım gözetmek anlamındaki (J)) lafzının re harfini şeddeli ve şeddesiz olarak zaptetmiş bulunmaktayız. Bu da: Namaz hususunda itaat edip, zekatı inkar eden yahut onu vermeyen kimse anlamındadır. Buna göre hakimin meclisinde olmasa bile yemin etmenin caiz olduğu ve eğer bir durumun önemini anlatmak ve buna benzer bir ihtiyaç sebebi ile yapılmışsa mekruh olmadığı hükmü de anlaşılmaktadır.

 

Ebu Bekr (r.a.)'ın: "Allah'a yemin ederim ki hayatta iken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ödedikleri bir yuları bana vermeyecek olurlarsa onu vermedikleri için onlarla savaşırım." Müslim'de bu şekilde: (....) bir yular olarak zikredilmiştir. Buhari' deki bazı rivayetlerde de böyledir. Bazı lafızlarında ise (....) şeklinde ayn harfi fethalı ve nun ile dişi keçi oğlağı demektir. Her ikisi de doğrudur. Bu farklı rivayetler onun bu sözleri iki defa tekrarladığı ve bir seferinde yular diğerinde ise keçi oğlağı tabirini kullandığı şeklinde yorumlanmıştır. Bundan dolayı ondan bu iki lafız rivayet edilmiştir.

 

Keçi oğlağı rivayeti zekatı verilen koyun türünden olan bütün hayvanların yaşının küçük olması hali ile açıklanır. Senenin bir vaktinde annelerinin ölmesi ihtimalinde olduğu gibi. Annelerin zekatının ödenme senesi dolduğu vakit annelerin dolan senesi sebebiyle küçüklerin (yavrularının) zekatı ödenir. Annelerinden bazılarının kalıp kalmamış olması arasında fark yoktur. Sahih ve meşhur olan budur. (1/207) Mezhep alimlerimizden Ebu'l-Kasım el-Enmati dedi ki: Annelerinin üzerinden senenin geçmiş olması sebebiyle annelerden nisaba tabi olacak sayıda koyun kalmadığı sürece yavruların zekatı ödenmez. Bazı mezhep alimlerirniz annelerden geriye bir şey kalmadığı sürece demişlerdir. Bu da büyüklerin çoğunlukla ölüp, küçük yavruların doğması, büyükleri n için hesap edilen senenin hem geri kalan büyükler, hem de küçükler üzerinden geri kalan sürenin tamamlanması halinde sözkonusu olur. Allah en iyi bilendir. "Yular" rivayetine gelince, eski yeni ilim adamları bunun hakkında görüş aynlığı içindedirler. Alimlerden bir topluluğun kanaatine göre bundan maksat bir yıllık zekattır. Dilde de bu böyle bilinir. Nesai, en-Nadr b. Şumeyl, Ebu Ubeyde, el-Müberred ve onların dışındaki diğer dilcilerin görüşü de budur, fukahadan bir topluluğun görüşü de budur. Bunlar (yular anlamı verilen) "el-ikal"in bir yılın zekah hakkında kullanılacağına Amr b. el-Adda'nın şu beyitini delil göstermişlerdir:

 

"Bir ikal (sene boyunca) sa'y etti (zekat topladı) ve bize bir tutam saç dahi bırakmadı.

Peki ya Amr iki ikal (yıl) boyunca sa'y etmiş (zekat toplamış) olsaydı ne olurdu?"

Bu sözleriyle bir ikal (yıllık) süreyi kastettiğinden dolayı zarf olarak bu lafzı nasbetmiştir. Burada sözü geçen sai (sa'yeden zekat toplayıcısı) Amr'ın adı Amr b. Utbe b. Ebu Süfyan'dır. Amcası Muaviye b. Ebu Süfyan (r.a.) onu Kelblilerin zekatlarını toplamak üzere görevlendirmişti. İşte onların şairi onun hakkında bu beyiti söylemiştir:

 

Bu görüş sahipleri derler ki: Aynca devenin kendisiyle bağlandığı ipin adı olan yuların zekat olarak ödenmesi icap etmez. Dolayısıyla onun için savaşmak da caiz değildir. O halde hadisin ona göre yorumlanması sahih olamaz.

 

Muhakkiklerden pek çok kimse ise ikal denilen yulardan maksadın devenin kendisiyle bağlandığı ip olduğu kanaatindedir. Bu açıklama Malik, İbn Ebu Zi'b ve başkalarından nakledilmektedir. Bu görüş aynı zamanda et-Tahrir sahibi ile ileri gelen müteahhir alimlerden bir topluluğun da tercih ettiği kanaattir. et-Tahrir sahibi der ki: Bu sözden maksadın bir yıllık zekattır diyenlerin bu açıklaması bir zorlamadır ve Arapların anlahm yolundan bir uzaklaşışhr çünkü ifade daraltma, işi sıkı tutma ve mübalağa olmak üzere söylenmiştir. O halde savaşın kendisine bağlı gösterilecek olan sebebin az ve değersiz olması gerekmektedir. Eğer bir yıllık sadaka hakkında yorumlanacak olursa bu anlam ortaya çıkmaz. Ben bu açıklamayı ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bir yumurtayı çalıp da bundan dolayı eli kesilen hırsıza, bir ipi çalıp da eli kesilen hırsıza lanet olsun" hadisini açıklarken yumurtadan kasıt savaşta başın kendisiyle örtüldüğü yumurta (miğfer) dır, ipten kasıt ise gemi halatlarından birisidir. Bunların her birisi ise çok miktarda dinar değerindedir şeklindeki açıklamalarından başka bir açıklamaya benzetemiyorum. Bazı muhakkikler der ki: Böyle bir açıklama dili bilen ve Arapların sözlerini nasıl kullandıklarından haberdar olan bir kimseye göre caiz değildir çünkü buradaki anlatım hırsızlık yapan kimsenin çalacağı şeyin çokluğu nu anlatacak yer değildir ki sözü geçen yumurta, birkaç dinara değen miğfer ve sözü geçen ip hırsızın taşımayacağı kadar ağır olan ip olarak yorumlansın.

 

Arapların da, Arap olmayanların da: "Mücevher bir gerdanlık sebebiyle kendisini dövülmeye maruz bırakan yahut koca bir misk torbası çaldığı için ganimet hırsızlığı cezasına kendisini maruz bırakan kimseyi Allah kahretsin" demek adetleri yoktur. Bu gibi hallerde söylenmesi adet olan ise: İşe yaramayan, değersiz bir ip yahut bir top kıl dolayısıyla elinin kesilmesi ile karşı karşıya bırakana Allah lanet etsin, demektir. Bu türden kullanılan ifade ne kadar değersiz bir şeyi anlatıyorsa o kadar belağatlı olur. (11208) O halde burada sahih olan onun bununla kastettiği kendisiyle devenin bağlandığı yu lar olmasıdır. Ancak bu sözleri ile yuların kendisini değil, onun değeri kadarı basit bir meblağı kastetmiştir. Buna delil de bu söz ile mubalağayı kastetmiş olduğu gösterilir. Bundan dolayıdır ki diğer rivayette "bir oğlak" derken, kimisinde de: "Ağzı ve sakalı küçük bir oğlağı ban21 vermeyecek olsalar dahi" demiştir.- et-Tahrir sahibinin ifadeleri buraya kadardır.-

İşte onun bu tercih ettiği, başkasının göz önÜnde bulundurulmamasını gerektiren, sahih olan görüştür.

 

Buna binaen de "bana bir yular vermeyecek olsalar" dan neyin kastedildiği hususunda da farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bunun değeri kadar vermeyecek olurlarsa diye açıklanmıştır. Altın, gümüş, öşür türü zekatlar, maden, zekat, fıtır sadakası ve bazı hallerde davarlarda düşünülebilen açık anlam budur. Nitekim bir kimsenin belli yaşta bir hayvanı zekat olarak ödemesi gerekirken yanında o yaşta hayvan bulunmayıp, bir alttaki yaşa iner ve bunun karşılığında da yirmi dirhem ödemeyi seçerse o yirmi dinardan bir yular değerini vermeyecek olması hali buna örnektir. Aynı şekilde onun koyun türü davarları keçi olup, aralarında dişi bir keçi zekat vermesi gerekirken bir yular değerinde olan o keçiyi vermek istememesi hali de buna örnektir. Sözünü ettiğim bu örneklerin benzeri fıkıh kitaplarında çoktur ve bilinmektedir. Bu şekli sözkonusu ederek diğerlerine dikkat çekmek istedim.

 

Ayrıca böyle bir şeyin düşünülmesinin zor olmadığını da anlatmaya çalıştım çünkü ben fıkıhla uğraşmayan pek çok kimsenin bunun ne şekilde olacağını düşünmekte zorlandığını ve sonunda bazılarının bunu mübalağaya yorumlayarak böyle bir şeyin düşünülemeyeceğini söylediğini, hatta bazı mütekaddimun alimlerinin de ona muvafakat ettiklerini gördüm. Bu türlü bir kanaat ise çirkin bir hata ve açık bir bilgisizliktir.

      

Hattabi kimi ilim adamından şu anlamda bir kanaat nakletmiştir: -Ticaret mallarından olması halinde- bir yulara düşen zekatı dahi bana vermeyecek olurlarsa ... Bu da doğru bir tevildir ve bana bir yular vermeyecek olurlarsa ifadesi ile değerin zekat olarak ödenmesini kabul edenlerin kanaatine göre yuların kendisini vermeyecek olurlarsa demek olur. Bu şekli de Şafii (rahimehullah)'ın mezhebindeki görüşlerinden birisine göre tasawur olunabilir çünkü İmam Şafii'nin ticaret mallarının zekatı hakkında üç görüşü vardır. 1- Bir görüşe göre o ticaret malından ayni olarak ip yahut başkasını alması sözkonusu olur. Nitekim davarlardan türünden zekat alındığı gibi. 2- Ancak değerinin kırkta biri karşılığı dirhem yahut dinar alır. -Altın ve gümüşte olduğu gibi-o 3- Ticaret malı ya da nakit almaktan birisini seçmekte serbest bırakılır. Allah en iyi bilendir.

 

Hattabi bazı ilim ehlinden, yuların zekat olarak ödenmesinin farz olan hayvan ile birlikte alınacağını söylediğini nakletmektedir çünkü o hayvanı zekat vermekle yükümlü olan kişi onu teslim etmekle yükümlüdür. Zekat olarak verilen hayvanın tam anlamıyla kabzedilmesi ise bağı ve yuları ile alınması halinde sözkonusu olur.

 

Hattabi dedi ki: İbn Aişe dedi ki: Zekat tahsildarının zekatı aldığı vakit bir ip alıp onunla iki deveyi bağlaması adet idi. Yani o ipi develer kaçmasın diye ikisinin boynuna bağlardı. Ebu Ubeyd dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muhammed b. Mesleme'yi zekat toplamak üzere göndermişti. O da zekat olarak ödenen her iki davar ile birlikte onların yularlarını ve iplerini de alırdı. Ömer (r.a.) da: Zekat olarak alınan her bir davar ile birlikte bir de yularını alır, demiştir.

"Bir de baktım ki yüce Allah savaş için Ebu Bekr'in kalbine genişlik vermiş bulunuyor. Böylelikle onun hak olduğunu anladım." (11209) Kalbine genişlik vermesi (şerh}nin anlamı kalbini açması, ona genişlik ve bu hususta yumuşaklık vermesi demektir. Yani ben onun yüce Allah'ın kalbine bu iş için rahat ve huzur vermiş olduğunu ve onun bunu doğru görmesini sağladığı için savaşmakta kararlı olduğunu anladım.

 

"Onun hak olduğunu bildim" sözleri de şu demektir: Ortaya koyduğu delil ve belge sebebiyle ben de onun benimsediği bu görüşün hak olduğunu bildim. Yoksa bu Ömer (r.a.)'ın Ebu Bekr (r.a.)'ı taklit ettiği anlamına gelmez çünkü müçtehid, müçtehidi taklit etmez. Rafıziler Ömer (r.a.)'ın Ebu Bekir'i taklit ederek ona muvafakat ettiğini ileri sürmüş ve bunu imamların masum olması gerektiği şeklindeki bozuk mezhebi anlayışlarına dayandırmıştır. Bu ise onların cahillik olduğu açıkça görülen bir kanaatleridir, Allah en iyi bilendir.

 

(126) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in diğer rivayetteki: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet edinceye ve bana ve getirdiklerime iman edinceye kadar insanlarla savaşmakla ... " buyruğu da diğer rivayetlerde zikredilen sadece "Allah'tan başka ilah olmadığı" şeklindeki kısa kesilen ibare açıklanmış olmaktadır. Buna dair açıklama daha önce de geçti. Ayrıca bunda selef ve haleften muhakkiklerin ve büyük çoğunluğun mezhebi olan şu kanaatin lehine de bir delalet bulunmaktadır: Bir kimse İslam dinine herhangi bir tereddüt sözkonusu olmaksızın kesinlikle inanacak olursa bu inancı ona yeterlidir ve o muvahhidlerden bir mümindir. Onun ayrıca kelamcıların delillerini öğrenmesine ve bu deliller yoluyla Allah'ı bilmesine ihtiyacı yoktur. Bu kanaat de bunu vacip (farz) gören ve o kimsenin kıble ehlinden olmasının şartı olduğunu söyleyen (11210) ve ancak bununla Müslümanların hükmünde sayılacağını ileri sürenlerin kanaatine aykırıdır. Bu aykırı kanaat ise Mutezile'nin birçoğunun ve mezhebimize mensup bazı kelamcıların görüşüdür, açık bir hatadır. Çünkü maksat kesin tasdiktir, bu da gerçekleşmiş bulunmaktadır. Diğer taraftan Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de getirdiklerinin tasdik edilmesini yeterli görmüş, delile bağlı olarak bilgiyi şart koşmamıştır.

 

Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde bu hususta birbirini destekleyip, pekiştiren pek çok hadisler gelmiştir ki bunların toplamı aslının mütevatir olduğunu ve kesin bilgi ifade ettiklerini göstermektedir. İman bölümünün baş taraflarında bu kural daha önceden zikredilmiş idi.

 

(127m): "Sonra: Hatırlat, çünkü sen ancak bir hatırlatıcısın, onların üzerinde bir zorba değilsin, buyruğunu okudu." Müfessirler der ki: Buyruğun anlamı şudur: Sen ancak öğüt veren birisisin. O sırada sadece hatırlatmak emri verilmişti. Bundan sonra savaş emri verildi. Zorlayıcı, baskı kuran, zorlayan demektir. Zorba diye açıklandığı gibi, rab diye de açıklanmıştır. Allah en iyi bilendir.

 

Bu Hadisin (ve Rivayetlerinin) Muhtevası

 

Bil ki, bu hadis çeşitli rivayet yollarıyla türlü ilimleri ve birtakım kaideleri kapsamaktadır. Ben kısa bir şekilde bunların ana başlıklarına işaret edeceğim.

 

1- Ebu Bekr (r.a.)' ın kahramanlığı ve kahramanlıkta ve bilgide diğerlerinden önde olduğuna dair en açık ve kesin bir delil bulunmaktadır çünkü o yüce Allah'ın Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra Müslümanlara ihsan etmiş olduğu en büyük nimet olan bu pek muazzam halde savaşmak hususunda sebat göstermiştir. (1/211)

 

2- Kendisi (r.a.) da incelikli bakışı ve sağlam düşüncesi sebebiyle önceleri kendisinden başka kimsenin kendisiyle paylaşmadığı bir bilgiyi istinbat etmiş (çıkarmış) tır. İşte bu ve bunun dışında yüce Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu lütuflar sebebiyle hak ehli onun Rasulullah (s.a.v.)'in ümmetinin en faziletlisi olduğu üzerinde icma etmişlerdir. İlim adamları onun üstünlüğünün bilinmesi ile ilgili usule dair kaynaklarda ve başkalarında meşhur pek çok eser tasnif etmişlerdir. Bunların en güzellerinden birisi de İmam Ebu'l-Muzaffer Mansur b. Muhammed es-Sem'€mı eşŞafii'nin: "Fedailu's-Sahabe (r.a.um)" adlı eseridir.

 

3- Hakkın ortaya çıkması için imamlara, büyük şahsiyetlere soru sormak ve onlarla tartışmak caizdir.

 

4- İmanın şartı şahadet kelimelerini -onlara inanmakla birlikte- itikat etmek ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' in bütün getirdiklerine inanmaktır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu hususu: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik edinceye, bana ve getirdiklerime iman edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum" buyruğu ile bir arada ifade etmiş olmaktadır.

 

5- Cihad vaciptir.

 

6- Tevhid kelimesini söyleyeni n -kılıç zoru altında iken dahi malının ve canının korunması (himaye altına alınması)- sözkonusudur.

 

7- Hükümler zahire göre uygulanır. İç dünyadaki halin hesabı Allah'a aittir.

 

8- Kıyas yapmak ve kıyas ile amel etmek caizdir.

 

9- Zekatı, namazı ya da bunların dışındakidiğer İslam vecibelerini az ya da çok olsun engelleyenlerle savaşmak farzdır çünkü Ebu Bekr (r.a.): "Bana bir yular -yahut bir oğlak- vermeyecek olsalar dahi" buyurmuştur.

 

10- Genel hükümlere delil olarak sarılmak caizdir çünkü Ebu Bekr (r.a.): "Zekat malın hakkıdır" demiştir.

 

11- Bağy ehli (İslam devletinin meşru yönetimine) baş kaldıranlarla savaşmak icap ed~r.

 

12- Annelerine tabi olarak oğlaklara da zekat vaciptir.

 

13- Yeni karşı karşıya kalınan hallerde imamların içtihad etmeleri, karşı karşıya kaldıkları bu meseleleri asli meseleler dışında ele almaları, bunlar hakkında ilim ehli kimselerle tartışmaları, hak kendisine açıkça belli olup, hakkı gören kimsenin arkadaşının görüşüne dönmesi gerektiği de ifade edilmektedir.

 

14- Şer'i meselelerde birbirleriyle ihtilaf içerisinde bulunan müçtehidlerin hatalı olduklarını söylemeyi terk etmek gerekir.

 

15- Hal ve akd ehlinden bir kişinin muhalefet etmesi halinde icma gerçekleşmez, sahih ve meşhur olan kanaat budur. Bazı usul bilginleri bu hususta muhalefet etmişlerdir.

 

16- Zındığın tövbesi kabul edilir. Buna dair görüş ayrılıkları açıkça daha önce gösterilmiştİ.

 

Doğruyu en iyi bilen yüce Allah'tır. Hamd, nimet, lütuf, minnet onundur.

Başarıyı veren odur, hatadan koruyan odur.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

9- [ÖLÜMÜ YAKLAŞAN KİMSENİN GARGARA HALİ OLAN RUHUN ALINMA (NEZ') HALİNE BAŞLAMADAN MÜSLÜMAN OLMASININ SAHİH OLDUĞUNUN DELİLİ, MÜŞRİKLERE MAĞFİRET DİLEMENİN CAİZ OLUŞUNUN NESH EDİLMESi, ŞİRK ÜZERE ÖLEN KİMSENİN CEHENNEMLİKLERDEN OLACAĞININ VE ONU BUNDAN HİÇBİR ŞEYİN KURTARAMAYACAĞININ DELİLİ] BABI