SAHİH-İ MÜSLİM |
İMAN |
باب
الأمر بقتال
الناس حتى
يقولوا لا إله
إلا الله محمد
رسول الله.
ويقيموا
الصلاة
ويؤتوا الزكاة،
يؤمنوا بجميع
ما جاء به
النبي صلى الله
عليه وسلم،
وأن من فعل
ذلك عصم نفسه
وماله إلا
بحقها، ووكلت
سريرته إلى
الله تعالى.
وقتال من منع الزكاة
أو غيرها من
حقوق
الإسلام،
واهتمام الإمام
بشعائر
الإسلام
8- LA İLAHE İLLALLAH
MUHAMMEDURRASULULLAH DEYİNCEYE, NAMAZI DOSDOĞRU KILIP, ZEKATl VERİNCEYE NEBi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'İN GETiRDiKLERİNE TAMAMEN İNANINCAYA KADAR
İNSANLARLA SAVAŞIN EMREDİLMESİ, BUNLARI YERİNE GETiRENİN -ONUN HAKKIYLA OLMASI
DIŞINDA- CANINI VE MALINI KORUYACAĞI, HESABININ GÖRÜLMESİ İSE YÜCE ALLAH'A
HAVALE EDİLECEĞİ, ZEKATI VE İSLAM'IN DİĞER HAKLARINI YERiNE GETİRMEYEN KİMSE
İLE SAVAŞILACAĞI VE İMAM'IN İSLAM'IN ŞiARLARINA GEREKTİĞİ GİBİ iHTİMAM
GÖSTERMESİ BABI
32 - (20) حدثنا
قتيبة بن
سعيد. حدثنا
ليث بن سعد،
عن عقيل، عن
الزهري. قال:
أخبرني
عبيدالله بن
عبدالله بن
عتبة ابن
مسعود، عن أبي
هريرة؛ قال:
لما
توفي رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
واستخلف أبو
بكر بعده،
وكفر من كفر
من العرب، قال
عمر بن الخطاب
لأبي بكر: كيف
تقاتل الناس،
وقد قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم:
"أمرت أن
أقاتل الناس
حتى يقولوا:
لا إله إلا الله.
فمن قال: لا
إله إلا الله
فقد عصم منى
ماله ونفسه
إلا بحقه.
وحسابه على
الله". فقال
أبو بكر:
والله! لأقتلن
من فرق بين الصلاة
والزكاة فإن
الزكاة حق
المال. والله!
لو منعوني
عقالا كانوا
يؤدونه إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم
لقاتلتهم على
منعه. فقال
عمر بن
الخطاب:
فوالله! ما هو
إلا رأيت الله
عز وجل قد شرح
صدر أبي بكر
للقتال. فعرفت
أنه الحق.
124- Bize Kuteybetü'bnü
Said rivayet etti, (Dedi ki): Bize Leys b. Sa'd, Ukayl'den, o da Zühri'den
naklen rivayet etti. Zühri de-miş ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b.Utbete'bni
Mer'ud Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebu
Hüreyre şöyle demiş: Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edip ondan
sonra Ebu Bekir halifelik makamına seçilip Araplardan küfre sapanlar da kafir
olunca Ömer b. el-Hattab, Ebu Bekir'e: İnsanlarla nasıl savaşırsın? Halbuki
Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Ben insanlarla Ia
ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah diyen
bana karşı malını ve canını -onun hakkı ile olması dışında- korumuş olur,
hesabını görmek de Allah'a aittir" buyurmuşken nasıl savaşırsın, dedi.
Ebu Bekr: Allah'a yemin
ederim ki namaz ile zekat arasında fark gören kimselerle savaşırım çünkü zekat
malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki eğer Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e O hayatta iken verdikleri bir yuları dahi bana vermeyecek olurlarsa
onu bana vermemelerine karşılık andolsun onlarla savaşırım, dedi.
Sonra Ömer b. el-Hattab
şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki sonunda aziz ve celil Allah'ın, Ebu Bekr'in
kalbine savaşmak için bir genişlik vermiş olduğunu gördüm ve onun (bu halinin)
hak olduğunu bildim.
Diğer tahric: Buhari,
1399, 1457,2946,6924,7284; Ebu Davud, 1556, 1557; Tirmizi, 2607; Nesai,
2442,3091-3093,3980,3981, 3983, 3985; Tuhfetu'l-Eşraf, 10666
33 - (21) وحدثنا
أبو الطاهر
وحرملة بن
يحيى وأحمد بن
عيسى قال:
أحمد، حدثنا.
وقال الآخران:
أخبرنا ابن
وهب. قال:
أخبرني يونس،
عن ابن شهاب.
قال: حدثني
سعيد بن
المسيب؛ أن
أبا هريرة
أخبره؛ أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال:
"أمرت
أن أقاتل
الناس حتى
يقولوا: لا
إله إلا الله.
فمن قال: لا
إله إلا الله
عصم منى ماله
ونفسه إلا
بحقه. وحسابه
على الله".
125- Bize Ebu't-Tahir,
Harmele b. Yahya ve Ahmed b. İsa tahdis edip, Ahmed haddesena derken, diğer
ikisi ahberena diyerek İbn Vehb'den şöyle dediğini nakletti: Bana Yunus, İbn
Şihab'dan şöyle dediğini haber verdi: Bana Said b. Müseyyeb'in tahdis ettiğine
göre Ebu Hureyre kendisine RasuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Ben insanlarla Ia
ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah diyen
bana karşı malını ve canını -onun hakkı ile olması müstesna- korumuş olur,
hesabını görmek de Allah'a aittir. "
Diğer tahric: Nesai,
3090; Tuhfetu'l-Eşraf, 13344
34 - (21) حدثنا
أحمد بن عبدة
الضبي. أخبرنا
عبدالعزيز (يعني
الداوردي)، عن
العلاء. ح
وحدثنا أمية
بن بسطام،
واللفظ له.
حدثنا يزيد بن
زريع. حدثنا روح
عن العلاء بن
عبدالرحمن بن
يعقوب، عن
أبيه، عن أبي
هريرة، عن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال:
"أمرت
أن أقاتل
الناس حتى
يشهدوا أن لا
إله إلا الله.
ويؤمنوا بي
وبما جئت به.
فإذا فعلوا
ذلك عصموا منى
دماءهم
وأموالهم إلا
بحقها. وحسابهم
على الله".
126- Bize Ahmed b. Abde
ed-Dabbi tahdis etti. Bize Abdulaziz -yani ed-Deraverdi- el-Ala'dan haber
verdi. (H) Bize Umeyye b. Bistam da -ki
lafız onundur- tahdis etti. Bize Yezid b. Zurey" tahdis etti. Bize Ravh b.
el-Ala b. Abdurrahman b. Yakub babasından tahdis etti. O Ebu Hureyre'den, o Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: ''Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına şahadet edinceye ve bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar
insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu yerine getirecek olurlarsa kanlarını ve
mallarını -onun hakkıyla olması dışında- bana karşı korumuş olurlar.
Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir. "
Bunu yalnız Müslim
rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14016
35 - (21) وحدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا حفص بن
غياث، عن
الأعمش، عن
أبي سفيان، عن
جابر. وعن أبي
صالح، عن أبي
هريرة. قالا:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم:
"أمرت
أن أقاتل
الناس" بمثل
حديث ابن
المسيب عن أبي
هريرة. ح
وحدثني أبو
بكر بن أبي
شيبة. حدثنا
وكيع. ح
وحدثني محمد
بن المثنى.
حدثنا عبدالرحمن
(يعني ابن
مهدي) قالا
جميعا: حدثنا
سفيان عن أبي الزبير،
عن جابر؛ قال:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: "أمرت أن
أقاتل الناس
حتى يقولوا: لا
إله إلا الله.
فإذا قالوا:
لا إله إلا
الله عصموا
منى دماءهم
وأموالهم إلا
بحقها. وحسابهم
على الله". ثم
قرأ: {إنما أنت
مذكر. لست
عليهم بمسيطر}
[88 / الغاشية / آية
21، 22].
127- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe de tahdis etti, bize Hafs b. Ğıyas, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu
Süfyan'dan, o Cabir'den; yine (A'meş) Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den her
ikisinin (Cabir ve Ebu Hureyre'nin) şöyle
dediklerini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"İnsanlarla..... savaşmakla emrolundum" deyip, İbnu'l-Müseyyeb'in Ebu
Hureyre'den diye naklettiği hadisin aynısını zikretti.
Diğer tahric:Nesai,
3987; İbn Mace, 3927; Tuhfetu'l-Eşraf, 2298, 12367
127 ‘M’- Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti, bize Vekl' tahdis
etti (H) Bana Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. Bize Abdurrahman -yani b.
Mehdi- tahdis etti. (1/52b) Her ikisi (Vekı' ile) birlikte dedi ki: Bize
Süfyan, Ebu'z-Zubeyr'den tahdis etti. O Cabir'den şöyle
dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La
ilahe illallah dedikleri takdirde -hakkıyla olması dışında- kanlarını ve
mallarını bana karşı korumuş olurlar. Hesaplarını görmek Allah'a aittir."
Sonra: "Artık sen
hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olan bir zorba
değilsin. " (Ğaşiye, 21-22) buyruklarını okudu.
Diğer tahric: Tirmizi,
3341; Tuhfetu'l-Eşraf, 2744
36 - (22) حدثنا
أبو غسان
المسمعي،
مالك بن
عبدالواحد.
حدثنا
عبدالملك بن
الصباح، عن
شعبة، عن واقد
بن محمد بن
زيد بن
عبدالله بن
عمر، عن أبيه،
عن عبدالله بن
عمر؛ قال: قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: "أمرت
أن أقاتل
الناس حتى
يشهدوا أن لا
إله إلا الله
وأن محمدا
رسول الله. ويقيموا
الصلاة.
ويؤتوا
الزكاة. فإذا
فعلوا عصموا
منى دماءهم
وأموالهم إلا
بحقها.
وحسابهم على
الله".
128- Bize Ebu Ğassan
el-Mismaı, Malik b. Abdulvahid tahdis etti. Bize Abdulmelik b. es-Sabbah,
Şube'den tahdis etti. O Vakid b. Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer'den, o
babasından, o Abdullah b. Ömer'den
şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu: "Ben, insanlarla Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına,
Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şaMdet edinceye, namazı kılıncaya, zekatı
tastamam ödeyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yerine getirecek
olurlarsa böylelikle bana karşı kanlarını ve mallarını koruma altına almış
olurlar. Onun hakkı ile olması müstesna. Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir.
"
Diğer tahric: Buhari,
25; Tuhfetu'l-Eşraf, 7422
37 - (23) وحدثنا
سويد بن سعيد
وابن أبي عمر.
قالا: حدثنا
مروان (يعنيان
الفزاري)، عن
أبي مالك، عن
أبيه؛ قال:
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم يقول: "من
قال: لا إله
إلا الله،
وكفر بما يعبد
من دون الله،
حرم ماله
ودمه. وحسابه على
الله".
129- Bize Suveyd b. Said ve
İbn Ebİ Ömer de tahdis edip dediler ki: Bize Mervan -yani el-fezan- Ebu Malik'ten tahdis ettiler. O babasından şöyle dediğini
nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim:
"La ilahe illallah deyip, Allah'tan başka ibadet edilenleri red ve inkar
eden kimsenin malı ve kanı haram olur. Hesabı da Allah'a aittir. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'1-Eşraf,4978
38 - (23) وحدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا أبو
خالد الأحمر.
ح وحدثنيه
زهير بن حرب.
حدثنا يزيد بن
هارون. كلاهما
عن أبي مالك
عن أبيه؛ أنه
سمع النبي صلى
الله عليه
وسلم يقول: "من
وحد الله" ثم
ذكر بمثله.
130- Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe de tahdis etti, bize Ebu Halid el-Ahmer tahdis etti. (H) Bunu bana ayrıca
Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bize Yezid b. Harun tahdis etti. (Ebu Halid ile
birlikte) her ikisi Ebu Malik'ten, onun
babasından rivayet ettiğine göre o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Kim Allah'ı tevhid ederse"
(dedikten) sonra hadisi aynen zikretti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir; Tuhfetu'1-Eşraf,4978
AÇIKLAMA: Rivayetlerde Geçen Ravilerin
İsimleri "Ukayı,
ez-Zührl'den" isnadına dair açıklamalar bundan önceki fasıllarda geçti.
"Yunus" ile ilgili açıklamalar ve bunun altı türlü telaffuz
edileceğine dair bilgiler de daha önceden geçti. "Said b.
el-Müseyyeb" ismindeki ye harfinin meşhur olan kanaate göre fethalı
olacağını, kesreli okunacağının da söylenmiş olduğunu önceden açıklamış
bulunmaktayız.
"Ahmed b.
Abde" be harfi sakin okunur.
"Umeyye b.
Bistam" ile ilgiİi açıklamalar bundan önceki başlıkta geçti. "Hafs b.
Gıyas, A'meş'den, o Ebu Süfyan'dan, o Cabir'den ve Ebu Salih'ten, o Ebu
Hureyre'den" senedinde geçen "ve Ebu Salih'ten" ifadesi yine
A'meş bunu Ebu Salih'ten de rivayet etmiştir, demektir.
Ebu Hureyre'nin adının,
yaklaşık otuz görüş arasındaki en sahih görüşe göre Abdurrahman b. Sahr olduğu
önceden geçmişti. Ayrıca Ebu Salih'in adının Zekvan es-Semman olduğu, Ebu
Süfyan'ın adının Talha b. Nafi, A'meş'in adının Süleyman b. Mihran olduğu da
geçmişti.
"Gıyas"
ismindeki son harf peltek se' dir.
"Ebu Zubeyr"
adının daha önce iman bölümünde Muhammed b. Müslim b. Tedrus olduğu geçmiş
bulunmaktadır.
"Ebu Gassan
el-Misma! Malik b. Abdulvahid", Misma' b. Rabia'ya mensuptur.
"Gassan" isminin munsarıf ve gayr-i munsarıf olduğu, her iki vechin
de caiz olduğu geçmiş bulunmaktadır.
'v-akid b.
Muhammed"in ismi kaf'lıdır. Yine bundan önceki fasıllarda Buhari ve
Müslim'in sahihlerinde fe harfi ile "Vafid" isminin geçmediği, bu
şekilde yazılanların hepsinin kaf ile olduğu da geçmişti.
"Ebu Halid el-Ahmer
ve Ebu Malik, babasından" isnadına gelince, Ebu Malik'in adı Sa'd b.
Tarık'tır. Tarık da sahabidir, her ikisinden de İslam'ın rükünleri başlığında
söz edilmişti. Yine o başlıkta geçtiği üzere Ebu Halid'in adı Süleyman b.
Hayyan'dır.
Senetlerde bir diğer
isim "Abdulaziz ed-Deraverdl'dir" nispetinin açıklanması hususunda
görüş ayrılıkları vardır. Muhakkiklerin söyledikleri en sahih kanaate göre bu
Derabecird' e nispettir. Bu, aralarında el-Asma! ve Ebu Hatim es-Sicistani'nin
de bulunduğu Arapça ve dilbilginlerinden bir topluluğun görüşüdür.
Muhaddislerden İmam Ebu Abdullah el-Buhari, Ebu Hatim b. Hibban el-Busti, Ebu
Nasr el-Kelebazi ve başkaları da böyle demişlerdir. Ayrıca bu nesep (nispet
ismi) hususunda şaz nispetlerdendir diye eklemişlerdir.
Ebu Hatim dedi ki: Bunun
aslı ise Derabi yahut Cirdi' dir. Derabi nispeti ise daha güzeldir.
Derabecird'in İran topraklarında bir şehir olduğu da söylenmiştir. Buhari ve
Kelabazi burada adı geçen Abdulaziz'in dedesi o şehirdendi derken, el-Busti
babası ordandır demiştir.
İbn Kuteybe ve hadis
ehlinden birçok kimse ise bu zat "Deraverd"ye nispet edilmiştir.
Bundan sonra da Deraverd, Derabecird'in kendisidir demişler- dir. Hayır, bu
Horasan'da bir kasabadır da denilmiştir. es-Sem'€mı, el-Ensab kitabında şöyle
demektedir: Onun "Endarabe"den olduğu da söylenmiştir. Burası ise
Belh'e bağlı bir şehirdir. es-Sem'anı'nin bu açıklaması ise nispeti hususunda
"el-Endaraverdi" diyenlerin açıklamasına uygundur.
Babta Geçen Hadislerden
Çıkartılan Fıkhi Hükümler ve Hadislerin Anlamları:
Ebu Bekir (r.a.)
Dönemindeki İrtidadlar
(124) "Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edip Ebu Bekr (r.a.) ondan sonra halifeliğe
getirilince ... " (1/201) ibaresi hakkında Hattabi (rahimehullah) bu
sözleri şerh ederken çok güzel açıklamalarda bulunmuş olup, bu açıklamaların
ihtiva ettiği faydalı bilgiler dolayısıyla bunları kaydetmek bir zorunluluktur.
Hattabi (rahimehullah) dedi ki: Bu hususta öncelikle bilinmesi gereken şudur:
İrtidad edenler iki sınıftı.
Bir sınıf dinden
döndüler ve İslam'dan çıkıp küfre geri girdiler. Ebu Hureyre (r.a.)'ın:
"Araplardan küfre girenler kafir olunca" sözleriyle kastettikleri
bunlardır. Bu sınıf da iki kesimdi. Bunların birisi Müseylime'yi ve onun nübuwet
iddiasını doğrulayan Hanife oğullarından onların dışındaki kabilelerden olan
taraftarları, Esved el-Ansı ile birlikte olup, YemenIilerden ve diğerlerinden
onun çağrısını kabul edenlerdir. Bu kesim tamamıyla Nebimiz Muhammed
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in nübuwetini inkar eden, ondan başkasının
nübuwetini iddia eden bir kesimdi. Ebu Bekr (r.a.) onlarla savaştı. Nihayet
Allah Yemame'de Müseylime'nin, San'a'da da el-Ansl'nin öldürülmesini sağladı.
Onların toplulukları dağıldı ve çoğunlukla da ölüp gittiler.
Bu sınıfın diğer kesimi
ise dinden irtidad ederek şer'i hükümleri inkar ettiler, namazı, zekatı ve
dinin diğer emirlerini terk ettiler. Daha önce cahiliye dönemindeki eski
hallerine geri döndüler. Hatta yeryüzünde üç mescit dışında Allah'a secde
edilen mescit kalmadı: Mekke mescidi, Medine mescidi ve Bahreyn' de Cuvasa
denilen bir kasabada Abdulkayslıların mescidi. İşte bu hususta el-A'ver
eş-Şinni bununla övünerek şunları söylemiştir:
"Ve bizimdi doğu
tarafındaki üçüncü mescit
Ve iki minber ile hutbeler
arasında ayırt edici söz de (bizimdi)
Taybe {Medinel'de ve
örtüleri bulunan o örtülü mescitteki (Mescid-i Haram)
Dışında, insanların
bildiğimiz bir mesciilerinin bulunmadığı o günlerdi."
Ezdlilerden dinlerine
sımsıkı sarılan bu kimseler, şanı yüce Allah Müslümanlara Yemame'yi fethetmeyi
nasip edinceye kadar Cuvasa' da kuşatma altında idiler. Onlardan birisi olan
Ebu Bekr b. Kilab oğullarından bir adam Ebu Bekr es-Sıddık (radıyalllihu
anh)'ın imdada yetişmesini isteyerek şöyle demiştir:
"Bir elçi olarak
Ebu Bekir' e bildir Hem de bütün Medine yiğitlerine
Şerefli bir topluluğun
yardımına gitmez misiniz?
Cuvasa'da kuşatma
altında bulunup oturan
Sanki onların kanları
her bir geçitte gibi
Bakanların gözlerini
kamaştıran develerin kanını andırıyor
Rahman' a tevekkül
ettik, çünkü biz
Zaferin tevekkül
edenlerin olduğunu gördük."
Diğer bir sınıf ise,
namaz ile zekilt arasında ayırım yaparak namazı kabul ederken, zekiltın farz
olduğunu ve imama ödenmesinin farziyetini inkar etmişlerdi. (1/202) Bunlar ise
gerçekte bağy ehli kimselerdi. O zamanda onlara bu ismin özelolarak verilmeyiş
sebebi riddet ehli dalgası kapsamı içerisinde olmalarından dolayı idi. Bu
bakımdan genelolarak bunların isimleri riddete izafe edildi çünkü irtidad bu
iki işin daha büyüğü ve daha önemli olanı idi.
Bağy ehli kimselerle
savaşmanın tarihi Ali b. Ebu Talib (radıyalllihu anh)'ın zamanında başladığının
kabul edilmesi ise, onun döneminde tek başlarına ayrı ve müşriklerle karışık
bulunmamalarından dolayı olmuştur.
Zekatı vermeyen bu
kimseler arasında zekiltı cömertçe veren ve onu engellemeyen kimseler de
bulunuyordu. Ancak bunların başkanları bu kanaatlerinden onları alıkoymaya
çalıştılar ve bu hususta ellerini (zekiltı teslim etmekten) engellediler. Yerbu
oğulları gibi. Onlar zekiltıarını toplamış ve onu Ebu Bekr (radıyalllihu anh)'a
göndermek istedikleri halde Malik b. Nuveyre bu işi yapmalarına engelolup,
zekiltı aralarında dağıtmıştı.
İşte Ömer (radıyalllihu
anh)'ın görüş ayrılığı ve onlarla savaşmak noktasındaki şüphe ve tereddüt
bunların durumu dolayısıyla sözkonusu olmuş, o da Ebu Bekr (radıyalllihu anh)'a
başvurmuş, onunla tartışmış, ona Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur deyinceye kadar insanlarla savaşmakla
emrolundum. La ilahe Wallah diyen bir kimse canını ve malını bana karşı korumuş
olur" buyruğunu delil göstermişti. Bu şekilde bir delil gösterme Ömer
(radıyalllihu anh)'ın bu karşı duruşu sözün sonuna bakmadan, şartları üzerinde
düşünmeden yalnızca zahiri ne bağlı kalınarak ortaya ÇıkmıŞtı.
Ebu Bekr (r.a.) ise ona:
"Şüphesiz zekat malın hakkıdır" diye cevap vermişti. Bu sözleriyle
şunu söylemek istiyordu: Kanın ve malın korunması, şartlarının yerine
getirilmesi haline bağlıdır. İki şarta bağlı olan bir hüküm ise biri ortada
yokken yalnlZca birisiyle ortaya Çıkmaz. Sonra Ebu Bekr ona namazı kıyas
etmesini ve zekatı da onun gibi değerlendirmesini söyledi. Onun bu sözleri
söylemesinde aynı zamanda namaz kılmayan kimse ile savaşılacağına dair ashab-ı
kiram tarafından icma olduğuna bir delildi. Aynı zamanda hakkında ihtilaf
olunan bir hususun üzerinde ittifak bulunan bir hususa göre
değerlendirebileceğinin de delili idi. Böylelikle bu meselede Ömer (radıyal1ahu
anh) umumu delil gösterirken, Ebu Bekr (r.a.) da kıyası delil göstermiştir.
Diğer taraftan bu umumun
kıyas ile tahsis edileceğine ve belli bir hüküm hakkında varid olmuş bir
hitabın muhtevasında bulunan şart ve istisnaya riayet edilip, o hükmün
sıhhatinin bununla muteber olacağına da delil vardır. İşte Ömer, Ebu Bekr {r.a.)'ın
kanaatinin doğruluğundan emin olup, onun isabetli olduğunu açıkça görünce
bunlarla savaşmak hususunda ona uydu. İşte "Allah'ın Ebu Bekr'in kalbine
savaşmak için genişlik vermiş olduğunu görünce onun (görüşünün) hak olduğunu
bildim" sözünün anlamı budur. Bu sözleriyle ortaya koyduğu delil ve nas ve
delalet bakımından kendisine gösterdiği belge ile kalbinin genişlemiş olduğuna
işaret etmektedir.
Rafızilerden bazı
kimseler Ebu Bekr {r.a.)'ın Müslüman çocukları esir alan ilk kişi olduğunu ve
aslında bunların zekat ödememekte tevilci kimseler olduklarını, bunların yüce
Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizleyip
anndırmış olasın. Onlara dua da et, senin duan şüphesiz onlara huzur ve
güvendir. Allah her şeyi işitendir, bi/endir." (Tevbe, 103) buyruğundaki
hitabın sadece Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıya gelmeye ait
özel bir hitap olduğunu ve bunun kendisi dışında hiç kimsede bulunmayan
birtakım şartlarla kayıtlı olduğunu ileri sürüyorIardı. Çünkü Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in zekat veren kimsenin arındırılıp, temizlenmesi ve ona dua
edilmesi ile ilgili özelliği hiç kimsede yoktu. İşte böyle bir şüphesi bulunan
kimselerin ve benzerlerinin bundan dolayı mazur görülmeleri ve bu şüphe
sebebiyle de onlarla kılıçla savaşılmaması gerektiğini söylemişler, onlarla
savaşmanın bir hakslZlık ve zulüm olduğunu iddia etmişlerdir.
Hattabi (rahimehullah)
dedi ki: Sözünü ettiğimiz bu iddiayı ileri sürenler (1/203) din adına herhangi
bir nasipleri olmayan, bütün sermayeleri iftira, yalanlamak ve selefe dil
uzatmaktan ibaret olan bir topluluktur.
Bizler irtidad edenlerin
birkaç sınıf olduklarını, onlardan bazılarının dinden dönüp, Müseylime ve
başkalarının nübuvvetini kabul etmeye davet ettiklerini, kimilerinin namazı ve
zekatı terk edip, şer'i hükümlerin tamamını inkar ettiklerini, ashab-ı kiram'ın
kendilerine "kafir" adını verdiği kimselerin bunlar olduklarını
belirtmiştik.
İşte bundan dolayı Ebu
Bekr (r.a.) onların çoluk çocuklarının esir alınması gerektiği görüşünü
benimsemiş ve bu hususta ashab-ı kiram'ın çoğu onları desteklemişlerdir. Ali b.
Ebu Talib (radıyalIahu anh) da Hanife oğullarından alınan esirlerden bir
cariyeden bir çocuk sahibi olmuş ve bu cariyenin ondan İbnu'l-Hanefiye diye
bilinen Muhammed adındaki oğlu dünyaya gelmişti. Diğer taraftan ashab-ı kiram
dönemi bitmeden mürtedin esir alınmayacağı üzerinde icma etmiş oldular.
Aralarından zekatı
vermemekle birlikte dinin aslını kabul etmeye devam edenlere gelince, bunlar bağy
ehli kimseler olup, onlardan ayrı olarak değerlendirilmeleri halinde bunlara
kafir adı verilmemiştir. Her ne kadar riddet, dinin yerine getirmediği birtakım
hakların yerine gelmesini engellemekte diğer mürtedlerle ortak olmaları
dolayısıyla kendilerine de izafe edilmiş olsa bile bu böyledir. Buna sebep ise
(buradaki) riddet (dönüş, irtidad)ın lugavi bir isim oluşudur. Buna göre
önceleri bir işe yönelik iken ondan vazgeçen her kişi hakkında, ondan riddet
etti, denilir. İşte bunlardan da itaatten yüz çevirmek, hakkı vermemek tavrı
görülmüş ve böylelikle onlardan dine bağlılıkları sebebiyle övülmek ve
methedilmek sıfatı da kesintiye uğramış, aksine gerçek anlamda irtidad etmiş
olan topluluklarla ortaklıkları sebebiyle çirkin isim de onlara bulaşmış oldu.
Yüce Allah'ın:
"Mallarından bir sadaka al" buyruğuna ve burada hitabın Rasfılullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e ait olduğu şeklindeki iddialarına gelince,
şüphesiz yüce Allah'ın kitabındaki hitaplar üç türlüdür:
1- Genel hitaplar: Yüce
Allah'ın: "Ey iman edenler! Namaz kılmak için kalktığınız zaman ... "
(Maide, 6) buyruğu ile: "Ey iman edenler! Oruç üzerinize farz olarak
yazıldı. " (Bakara, 183) buyrukları gibi.
2- Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e özel ve başkasının onunla ortak olmadığı hitap: Bu da
özelolduğu belirtisi ve kimsenin ortak olmadığının alameti ile başkasından ayrı
ve farklı olduğu belirtilen hitaptır. Yüce Allah'ın: "Gecenin bir kısmında
da sana özel nafile olmak üzere onunla (Kur'an ile) gece namazı kıL."
(İsra, 79) buyruğu ile: "Diğer müminler bir yana yalnız sana has olmak
üzere" (Ahzab, SO) buyruklarında olduğu gibi.
3- Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e yönelik olmakla birlikte muhatap olarak kendisi ile bütün
ümmetinin eşit olduğu hitaplar. Yüce Allah'ın: "Güneşin (batıya doğru)
kaymasından ... namazı dosdoğru kıl." (İsra, 78); "Kur'an'ı
okuyacağın zaman o koğulmuş şeytandan Allah'a sığın." (Nahl, 98);
"Sen de aralarında bulunup, onlara namaz kıldırdığında ... " (Nisa,
102) ve buna benzer Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e yönelik görünen diğer
hitaplar böyledir. Bütün bunlar Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
özel buyruklar olmayıp, ümmet de bu buyruklarda onunla ortaktır. İşte yüce
Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al" (Tevbe, 103) buyruğu da böyledir.
Bu sebeple ondan sonra ümmetin işlerini yönetmekle görevli olan kimsenin zekatı
onlardan almak hususunda onun izlediği yoldan gitmek görevi vardır. Hitabın
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e yönelik olmasının anlamı da şudur: Yüce
Allah'ın yoluna davet eden, onun adına muradının anlamını beyan eden odur.
Dolayısıyla hitabın öncelikle ona yönelik olmasının sebebi, dinin şer'i
hükümlerinde izlenecek yolun onun izlediği ve kendilerine beyan ettiği şekilde
olması içindir. İşte yüce Allah'ın: "Ey Nebi, kadınları boşayacak
olursanız, onları iddetlerine doğru boşayınız." (Talak, 1) buyruğu da bu
türdendir. Hitap özelolarak onun adına nübüwet muhatap alınarak başlamakta
sonra hem ona, hem de ümmetinin diğer fertlerine hükmün genelolduğuna dikkat
çekilerek hitapta bulunulmuştur.
Bazen hitap ona yönelik
olmakla birlikte maksat ondan başkası da olabilir. Yüce Allah'ın: "Eğer
sana indirdiğimizden şüphede isen senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun
ki hak sana Rabbinden gelmiştir. O halde sakın şüphe edenlerden olma" (Yunus,
94) buyruğunda olduğu gibi. Onun kendisine indirilenlerden herhangi birisi
hakkında kesinlikle şüphe etmiş olması düşünülemez.
Zekat veren kimseye imam
(İslam devlet yöneticisi) tarafından temizlenmesi ve arınması ile (11204) ona
dua edilmesine gelince, şüphesiz bütün bunlara Allah'a ve Raslilüne zekat
hususunda itaat etmek suretiyle nail olunur. Onun zamanında (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yapılan bir iyilik ameline karşı vaat edilmiş bütün sevaplar
kesintisiz olarak kalıcıdır, devam etmektedir. Bu sebeple imamın ve zekat
toplayan amilin zekatını veren kimsenin malının artması ve bereketlenmesi için
dua etmesi müstehaptır. Allah'ın bunu kabul etmesi ve bu duayı karşılıksız
bırakmaması da ümit edilir.
Eğer: Zekatı vermeyen
kesimin durumunu nasıl yorumlayıp da kendilerini bağyler olarak değerlendirdin.
Eğer günümüzde Müslümanlardan bir kesim zekatın farz olduğunu inkar edip, onu
eda etmek istemeyecek olurlarsa onların da hükmü bağy edenlerin hükmü gibi olur
mu, denilecek olursa şöyle cevap veririz: Hayır, çünkü bu zamanda zekatın farz
olduğunu inkar eden kimse Müslümanların icmaı ile kafir olur. Günümüzde bu
durumdakilerle onlar arasındaki farka gelince, onlar o çağda benzeri görülmeyen
çeşitli sebep ve durumlardan ötürü mazur görülmüşlerdir. Nesh sebebiyle
hükümlerde değişikliğin ortaya çıktığı şekliyle şeriat üzerinden henüz uzun bir
zaman geçmemişti. Diğer taraftan onlar dinin emirlerini bilmeyen cahil
kimselerdi ve yeni Müslüman olmuşlardı. Bu sebeple şüphenin etkisi altında
kalmışlardı. Bundan dolayı mazur görüldüler. Günümüze gelince İslam dini
yayılmış, özel genel (alim, cahil) herkesin bileceği şekilde zekatın farz
olduğu bilgisi Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmış, bu hususta bilgili
bilgisiz ortak imkana sahip olmuş bulunmaktadır. Bu sebeple zekatı inkar etmek
üzere yapacağı herhangi bir tevil sebebiyle hiç kimse mazur görülemez. Ümmetin
üzerinde icma edip, hükmüne dair bilgi yaygın olan emirlerden herhangi
birisinin inkar edilmesinde de durum böyledir. Beş vakit namaz, ramazan ayı
orucu, cünüplükten gusletmek, zina etmenin, içki içmenin, mahrem kadınları
nikahlamanın haram olduğu ve benzeri hükümler böyledir. Ancak eğer kişi henüz
yeni Müslüman olmuş, İslam'ın sınırlarını tanımayan birisi ise eğer bilmeden
herhangi bir şey inkar edecek olursa, kafir olmaz onun durumu İslam dini adının
üzerinde kalması bakımından o kimseler gibi olur. Hakkında icma bulunduğu ancak
özel kimselerin bildiği türden hükümler ise, kadının halası ve teyzesi üzerine
nikahlanmasının haram olduğu, kasten katilin mirasçı olamayacağı, ninenin
mirastan payının altıda bir olduğu ve benzeri hükümlere gelince, bunları inkar
eden bir kimse kafir olmaz. Aksine avam arasında bu gibi hükümlerin bilgisi
yaygın olmadığından ötürü mazur görülür.
Hattabi (rahimehullah
devamla) dedi ki: Bizim kendilerinden naklettiğimiz şekilde bu hadisi tevil
eden kimselerin şüphe ve tereddütle karşı karşıya kalmalarının sebebi, hadisin
Ebu Hureyre tarafından nakledilen rivayetinde çokça hazfedilmiş ifadeleri n
bulunmasından dolayıdır çünkü o hadisi rivayet etmekten maksat onu olduğu gibi
nakledip, aralarından irtidad edenlerin nasıl irtidad ettiklerine dair olayı
zikretmek değildir. O hadisi rivayet etmekten maksadı, Ebu Bekir ve Ömer (r.a.)
arasında meydana gelen olay ve onlarla savaşmanın mubah görülmesi hususunda
birbirleriyle tartışmalarını anlatmaktı. Ebu Hureyre'nin olayı tamamıyla
zikretmeye önem vermeyişi muhatapların onu bildiğine güvenmiş olmasından dolayı
olması da muhtemeldir. (1/205) Çünkü onun muhatapları olayın nasılolduğunu
biliyorlardı.
Ebu Hureyre'nin rivayet
ettiği hadisin muhtasar olduğunu bize açıkça gösteren Abdullah b. Ömer ve Enes
(r.a.uma)'nın bu hadisi Ebu Hureyre'nin sözünü etmediği bir fazlalıkla rivayet
etmiş olmalarıdır. Mesela İbn Ömer (r.a.)'ın rivayet ettiği hadise göre
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben Allah
'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna
şahadet getirinceye kadar, namazı dosdoğru kılıncaya, zekatı verinceye kadar
savaşmakla emrolundum. Onlar bunlan yapacak olurlarsa benden kanlarını ve
mallannı korumuş olurlar. İslam hakkıyla olması müstesna. Hesaplannı görmek ise
Allah' a aittir. "
Enes (r.a.)'ın
rivayetinde de şöyle denilmektedir: "Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şahadet edinceye,
kıblemize yönelinceye, kestiklerimizi yiyinceye, bizim gibi namaz kılıncaya
kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yapacak olurlarsa kanları ve malları bize
haram olur, hakkı ile olması müstesna. Müslümanların lehine olan, onların da
lehinedir. Müslümanların aleyhine olan onların da aleyhinedir." Allah en
iyi bilendir. -Hattabi (rahimehullah)'ın ifadeleri burada sona ermektedir.-
Derim ki: Bu kitapta
zikredilen üçüncü rivayet yolunda (126 no'lu hadiste) Ebu Hureyre'nin rivayetiyle
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu sabittir:
"İnsanlarla Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahitlik edinceye, bana
ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu
yapacak olur/arsa bana karşı kanlannı ve mallannı korumuş olurlar. Onun hakkı
ile olması müstesna. "
Ebu Bekr (r.a.)'ın (bu
gibi buyrukları) delil göstermesi ve Ömer (r.a.)'ın itiraz etmesi her ikisinin
de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den İbn Ömer'in, Enes'in ve Ebu
Hureyre'nin hıfz edip bellediklerini bellememiş oldukları anlaşılmaktadır.
Sanki bu üç kişi rivayetlerinde bulunan bu fazlalıkları bir başka mecliste iken
dinlemiş gibidirler. Ömer (r.a.) eğer bunları işitmiş olsaydı muhalefet etmezdi
ve hadisi delil göstermezdi çünkü hadis bu fazlalıkla ona karşı bir delildir.
Şayet Ebu Bekr (r.a.) bu fazlalığı duymuş olsaydı bunu kesinlikle delil
gösterir, kıyas ve genel durumu delil diye ortaya koymazdı. Allah en iyi
bilendir.
(125) "La ilahe
illailah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. La ilahe illailah
diyen de bana karşı canını ve malını korumuş olur. Hakkı ile olması müstesna,
hesabını görmek de Allah' a aittir" buyruğu hakkında Hattabi
(rahimehullah) dedi ki: Bilindiği gibi bundan maksat kitap ehli dışarıda
tutulan putperest kimselerdir çünkü kitap ehli Allah'tan başka ilah yoktur,
derler. Bundan sonra da putperestlerle savaşılır ve (La ilahe illallah
deyinceye kadar) kılıç üzerlerinden kalkmaz. (Devamla) dedi ki: "Hesabını
görmek AlIah'a aittir" buyruğu da zahiren ihlal ettikleri farz hükümlerden
ayrı olarak saklayıp, gizledikleri hususlarda hesaplarını görmek Allah'a
aittir. (Devamla) dedi ki: Dışa Müslüman olduğunu gösterip de, dışa Müslüman
olduğunu göstermeden önceki hükmünü gizleyen kimse hakkında olduğu da
söylenmiştir ve bu ilim adamlarının çoğunluğunun görüşüdür. Malik zındık
kimsenin tövbesinin kabul edilmeyeceği kanaatindedir. Aynı görüş Ahmed b.
Hanbel' den de nakledilmiştir. Allah ikisinden de razı olsun. -Hattabi'nin
ifadeleri burada sona ermektedir.-
Kadı Iyaz bu anlamdaki
açıklamaları zikretmekle birlikte bunlara ek açıklamalarda bulunup, ifadelere
daha da açıklık getirmiş (11106) ve şöyle demiştir: Mal ve canın koruma alhnda
olmasının özelolarak la ilahe illallah diyenler hakkında sözkonusu edilmesi
iman davetini kabul etmenin ifadesidir. Bundan maksat ise Arap müşrikleri,
putperestler ve tevhide inanmayan kimselerdir. Bunlar İslam'a ilk davet olunan
ve İslam'ı kabul etmeleri için kendileri ile savaşılan ilk kimselerdi. Tevhidi
kabul eden onların dışındakilere gelince, can ve mallarının koruma altına
alınması için la ilah e illallah demesi ile yetinilmez çünkü o bunu kafir iken
de söylüyordu ve bu onun inancının bir parçasıdır. Bundan dolayı diğer hadiste
de: "Ve benim Allah'ın Resulü olduğuma şahadet getirinceye, namazı
dosdoğru kılıp, zekah verinceye kadar" buyurulmuştur. -Kadı Iyaz'ın
sözleri bunlardır.-
Derim ki: Bununla
birlikte Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in getirdiklerinin tamamına
iman etmek de zorunludur. Nitekim Ebu Hureyre'nin diğer rivayetinde böyle ifade
edilmiştir. Bu rivayet kitapta da: '1ilIah 'tan başka ilah olmadığına şaMdet
getirip, bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar ... " diye
zikredilmiştir. Allah en iyi bilendir.
Zındığın Tövbesi
Derim ki: Mezhebimize
mensup ilim adamları zındığın tövbesinin kabulü hususunda farklı görüşlere
aittir. Zındık, şeriah tamamen inkar eden kimsedir. Onun ile ilgili olarak
mezhep alimlerimizin beş farklı görüşünü nakletmişlerdir.
Bunların en sahih ve
doğru olanı tövbesinin kayıtsız ve şartsız olarak kabul edileceğidir. Bunun
gerekçesi ise mutlak olarak rivayet edilmiş sahih hadislerdir.
İkincisi, tövbesi kabul
edilmez ve kesinlikle öldürülür. Ama samimi bir şekilde tövbe etmişse bu ahiret
yurdunda ona fayda verir ve cennetliklerden olur demişlerdir .
Üçüncü görüşe göre, bir
defa tövbe ederse kabul edilir. Fakat aynı inkarı tekrar edecek olursa tövbesi
kabul edilmez.
Dördüncü görüşe göre,
Müslüman olması istenmeksizin kendiliğinden Müslüman olursa bu (tövbesi ve
Müslüman olması) kabul edili. Eğer kılıcın altında iken Müslüman olmuşsa kabul
edilmez.
Beşincisi ise, şayet
dalalete davet eden propagandacı birisi ise, bu tövbesi kabul edilmez. Aksi
takdirde tövbesi (Müslüman olması) kabul edilir. Allah en iyi bilendir.
Ebu Bekr (r.a.)'ın:
"Allah'a yemin olsun ki namaz ile zekat arasında ayırım gözetenlerle
savaşacağım" sözüne gelince, ayırım gözetmek anlamındaki (J)) lafzının re
harfini şeddeli ve şeddesiz olarak zaptetmiş bulunmaktayız. Bu da: Namaz
hususunda itaat edip, zekatı inkar eden yahut onu vermeyen kimse anlamındadır.
Buna göre hakimin meclisinde olmasa bile yemin etmenin caiz olduğu ve eğer bir
durumun önemini anlatmak ve buna benzer bir ihtiyaç sebebi ile yapılmışsa
mekruh olmadığı hükmü de anlaşılmaktadır.
Ebu Bekr (r.a.)'ın:
"Allah'a yemin ederim ki hayatta iken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e ödedikleri bir yuları bana vermeyecek olurlarsa onu vermedikleri için
onlarla savaşırım." Müslim'de bu şekilde: (....) bir yular olarak
zikredilmiştir. Buhari' deki bazı rivayetlerde de böyledir. Bazı lafızlarında
ise (....) şeklinde ayn harfi fethalı ve nun ile dişi keçi oğlağı demektir. Her
ikisi de doğrudur. Bu farklı rivayetler onun bu sözleri iki defa tekrarladığı
ve bir seferinde yular diğerinde ise keçi oğlağı tabirini kullandığı şeklinde
yorumlanmıştır. Bundan dolayı ondan bu iki lafız rivayet edilmiştir.
Keçi oğlağı rivayeti
zekatı verilen koyun türünden olan bütün hayvanların yaşının küçük olması hali
ile açıklanır. Senenin bir vaktinde annelerinin ölmesi ihtimalinde olduğu gibi.
Annelerin zekatının ödenme senesi dolduğu vakit annelerin dolan senesi
sebebiyle küçüklerin (yavrularının) zekatı ödenir. Annelerinden bazılarının
kalıp kalmamış olması arasında fark yoktur. Sahih ve meşhur olan budur. (1/207)
Mezhep alimlerimizden Ebu'l-Kasım el-Enmati dedi ki: Annelerinin üzerinden
senenin geçmiş olması sebebiyle annelerden nisaba tabi olacak sayıda koyun
kalmadığı sürece yavruların zekatı ödenmez. Bazı mezhep alimlerirniz annelerden
geriye bir şey kalmadığı sürece demişlerdir. Bu da büyüklerin çoğunlukla ölüp,
küçük yavruların doğması, büyükleri n için hesap edilen senenin hem geri kalan
büyükler, hem de küçükler üzerinden geri kalan sürenin tamamlanması halinde
sözkonusu olur. Allah en iyi bilendir. "Yular" rivayetine gelince,
eski yeni ilim adamları bunun hakkında görüş aynlığı içindedirler. Alimlerden
bir topluluğun kanaatine göre bundan maksat bir yıllık zekattır. Dilde de bu
böyle bilinir. Nesai, en-Nadr b. Şumeyl, Ebu Ubeyde, el-Müberred ve onların
dışındaki diğer dilcilerin görüşü de budur, fukahadan bir topluluğun görüşü de
budur. Bunlar (yular anlamı verilen) "el-ikal"in bir yılın zekah
hakkında kullanılacağına Amr b. el-Adda'nın şu beyitini delil göstermişlerdir:
"Bir ikal (sene
boyunca) sa'y etti (zekat topladı) ve bize bir tutam saç dahi bırakmadı.
Peki ya Amr iki ikal
(yıl) boyunca sa'y etmiş (zekat toplamış) olsaydı ne olurdu?"
Bu sözleriyle bir ikal (yıllık)
süreyi kastettiğinden dolayı zarf olarak bu lafzı nasbetmiştir. Burada sözü
geçen sai (sa'yeden zekat toplayıcısı) Amr'ın adı Amr b. Utbe b. Ebu
Süfyan'dır. Amcası Muaviye b. Ebu Süfyan (r.a.) onu Kelblilerin zekatlarını
toplamak üzere görevlendirmişti. İşte onların şairi onun hakkında bu beyiti
söylemiştir:
Bu görüş sahipleri
derler ki: Aynca devenin kendisiyle bağlandığı ipin adı olan yuların zekat
olarak ödenmesi icap etmez. Dolayısıyla onun için savaşmak da caiz değildir. O
halde hadisin ona göre yorumlanması sahih olamaz.
Muhakkiklerden pek çok
kimse ise ikal denilen yulardan maksadın devenin kendisiyle bağlandığı ip
olduğu kanaatindedir. Bu açıklama Malik, İbn Ebu Zi'b ve başkalarından
nakledilmektedir. Bu görüş aynı zamanda et-Tahrir sahibi ile ileri gelen
müteahhir alimlerden bir topluluğun da tercih ettiği kanaattir. et-Tahrir
sahibi der ki: Bu sözden maksadın bir yıllık zekattır diyenlerin bu açıklaması
bir zorlamadır ve Arapların anlahm yolundan bir uzaklaşışhr çünkü ifade
daraltma, işi sıkı tutma ve mübalağa olmak üzere söylenmiştir. O halde savaşın
kendisine bağlı gösterilecek olan sebebin az ve değersiz olması gerekmektedir.
Eğer bir yıllık sadaka hakkında yorumlanacak olursa bu anlam ortaya çıkmaz. Ben
bu açıklamayı ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bir yumurtayı
çalıp da bundan dolayı eli kesilen hırsıza, bir ipi çalıp da eli kesilen
hırsıza lanet olsun" hadisini açıklarken yumurtadan kasıt savaşta başın
kendisiyle örtüldüğü yumurta (miğfer) dır, ipten kasıt ise gemi halatlarından
birisidir. Bunların her birisi ise çok miktarda dinar değerindedir şeklindeki
açıklamalarından başka bir açıklamaya benzetemiyorum. Bazı muhakkikler der ki:
Böyle bir açıklama dili bilen ve Arapların sözlerini nasıl kullandıklarından
haberdar olan bir kimseye göre caiz değildir çünkü buradaki anlatım hırsızlık
yapan kimsenin çalacağı şeyin çokluğu nu anlatacak yer değildir ki sözü geçen
yumurta, birkaç dinara değen miğfer ve sözü geçen ip hırsızın taşımayacağı
kadar ağır olan ip olarak yorumlansın.
Arapların da, Arap
olmayanların da: "Mücevher bir gerdanlık sebebiyle kendisini dövülmeye
maruz bırakan yahut koca bir misk torbası çaldığı için ganimet hırsızlığı
cezasına kendisini maruz bırakan kimseyi Allah kahretsin" demek adetleri
yoktur. Bu gibi hallerde söylenmesi adet olan ise: İşe yaramayan, değersiz bir
ip yahut bir top kıl dolayısıyla elinin kesilmesi ile karşı karşıya bırakana
Allah lanet etsin, demektir. Bu türden kullanılan ifade ne kadar değersiz bir
şeyi anlatıyorsa o kadar belağatlı olur. (11208) O halde burada sahih olan onun
bununla kastettiği kendisiyle devenin bağlandığı yu lar olmasıdır. Ancak bu
sözleri ile yuların kendisini değil, onun değeri kadarı basit bir meblağı
kastetmiştir. Buna delil de bu söz ile mubalağayı kastetmiş olduğu gösterilir.
Bundan dolayıdır ki diğer rivayette "bir oğlak" derken, kimisinde de:
"Ağzı ve sakalı küçük bir oğlağı ban21 vermeyecek olsalar dahi"
demiştir.- et-Tahrir sahibinin ifadeleri buraya kadardır.-
İşte onun bu tercih
ettiği, başkasının göz önÜnde bulundurulmamasını gerektiren, sahih olan
görüştür.
Buna binaen de
"bana bir yular vermeyecek olsalar" dan neyin kastedildiği hususunda
da farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bunun değeri kadar vermeyecek olurlarsa
diye açıklanmıştır. Altın, gümüş, öşür türü zekatlar, maden, zekat, fıtır
sadakası ve bazı hallerde davarlarda düşünülebilen açık anlam budur. Nitekim
bir kimsenin belli yaşta bir hayvanı zekat olarak ödemesi gerekirken yanında o
yaşta hayvan bulunmayıp, bir alttaki yaşa iner ve bunun karşılığında da yirmi
dirhem ödemeyi seçerse o yirmi dinardan bir yular değerini vermeyecek olması
hali buna örnektir. Aynı şekilde onun koyun türü davarları keçi olup,
aralarında dişi bir keçi zekat vermesi gerekirken bir yular değerinde olan o
keçiyi vermek istememesi hali de buna örnektir. Sözünü ettiğim bu örneklerin
benzeri fıkıh kitaplarında çoktur ve bilinmektedir. Bu şekli sözkonusu ederek
diğerlerine dikkat çekmek istedim.
Ayrıca böyle bir şeyin
düşünülmesinin zor olmadığını da anlatmaya çalıştım çünkü ben fıkıhla
uğraşmayan pek çok kimsenin bunun ne şekilde olacağını düşünmekte zorlandığını
ve sonunda bazılarının bunu mübalağaya yorumlayarak böyle bir şeyin
düşünülemeyeceğini söylediğini, hatta bazı mütekaddimun alimlerinin de ona
muvafakat ettiklerini gördüm. Bu türlü bir kanaat ise çirkin bir hata ve açık
bir bilgisizliktir.
Hattabi kimi ilim
adamından şu anlamda bir kanaat nakletmiştir: -Ticaret mallarından olması
halinde- bir yulara düşen zekatı dahi bana vermeyecek olurlarsa ... Bu da doğru
bir tevildir ve bana bir yular vermeyecek olurlarsa ifadesi ile değerin zekat
olarak ödenmesini kabul edenlerin kanaatine göre yuların kendisini vermeyecek
olurlarsa demek olur. Bu şekli de Şafii (rahimehullah)'ın mezhebindeki
görüşlerinden birisine göre tasawur olunabilir çünkü İmam Şafii'nin ticaret
mallarının zekatı hakkında üç görüşü vardır. 1- Bir görüşe göre o ticaret
malından ayni olarak ip yahut başkasını alması sözkonusu olur. Nitekim
davarlardan türünden zekat alındığı gibi. 2- Ancak değerinin kırkta biri
karşılığı dirhem yahut dinar alır. -Altın ve gümüşte olduğu gibi-o 3- Ticaret
malı ya da nakit almaktan birisini seçmekte serbest bırakılır. Allah en iyi
bilendir.
Hattabi bazı ilim
ehlinden, yuların zekat olarak ödenmesinin farz olan hayvan ile birlikte
alınacağını söylediğini nakletmektedir çünkü o hayvanı zekat vermekle yükümlü
olan kişi onu teslim etmekle yükümlüdür. Zekat olarak verilen hayvanın tam
anlamıyla kabzedilmesi ise bağı ve yuları ile alınması halinde sözkonusu olur.
Hattabi dedi ki: İbn
Aişe dedi ki: Zekat tahsildarının zekatı aldığı vakit bir ip alıp onunla iki
deveyi bağlaması adet idi. Yani o ipi develer kaçmasın diye ikisinin boynuna
bağlardı. Ebu Ubeyd dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muhammed b.
Mesleme'yi zekat toplamak üzere göndermişti. O da zekat olarak ödenen her iki
davar ile birlikte onların yularlarını ve iplerini de alırdı. Ömer (r.a.) da:
Zekat olarak alınan her bir davar ile birlikte bir de yularını alır, demiştir.
"Bir de baktım ki
yüce Allah savaş için Ebu Bekr'in kalbine genişlik vermiş bulunuyor. Böylelikle
onun hak olduğunu anladım." (11209) Kalbine genişlik vermesi (şerh}nin
anlamı kalbini açması, ona genişlik ve bu hususta yumuşaklık vermesi demektir.
Yani ben onun yüce Allah'ın kalbine bu iş için rahat ve huzur vermiş olduğunu
ve onun bunu doğru görmesini sağladığı için savaşmakta kararlı olduğunu
anladım.
"Onun hak olduğunu
bildim" sözleri de şu demektir: Ortaya koyduğu delil ve belge sebebiyle
ben de onun benimsediği bu görüşün hak olduğunu bildim. Yoksa bu Ömer (r.a.)'ın
Ebu Bekr (r.a.)'ı taklit ettiği anlamına gelmez çünkü müçtehid, müçtehidi
taklit etmez. Rafıziler Ömer (r.a.)'ın Ebu Bekir'i taklit ederek ona muvafakat
ettiğini ileri sürmüş ve bunu imamların masum olması gerektiği şeklindeki bozuk
mezhebi anlayışlarına dayandırmıştır. Bu ise onların cahillik olduğu açıkça
görülen bir kanaatleridir, Allah en iyi bilendir.
(126) Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in diğer rivayetteki: ''Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına şahadet edinceye ve bana ve getirdiklerime iman edinceye kadar
insanlarla savaşmakla ... " buyruğu da diğer rivayetlerde zikredilen
sadece "Allah'tan başka ilah olmadığı" şeklindeki kısa kesilen ibare
açıklanmış olmaktadır. Buna dair açıklama daha önce de geçti. Ayrıca bunda
selef ve haleften muhakkiklerin ve büyük çoğunluğun mezhebi olan şu kanaatin
lehine de bir delalet bulunmaktadır: Bir kimse İslam dinine herhangi bir
tereddüt sözkonusu olmaksızın kesinlikle inanacak olursa bu inancı ona
yeterlidir ve o muvahhidlerden bir mümindir. Onun ayrıca kelamcıların
delillerini öğrenmesine ve bu deliller yoluyla Allah'ı bilmesine ihtiyacı
yoktur. Bu kanaat de bunu vacip (farz) gören ve o kimsenin kıble ehlinden
olmasının şartı olduğunu söyleyen (11210) ve ancak bununla Müslümanların
hükmünde sayılacağını ileri sürenlerin kanaatine aykırıdır. Bu aykırı kanaat
ise Mutezile'nin birçoğunun ve mezhebimize mensup bazı kelamcıların görüşüdür,
açık bir hatadır. Çünkü maksat kesin tasdiktir, bu da gerçekleşmiş
bulunmaktadır. Diğer taraftan Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de
getirdiklerinin tasdik edilmesini yeterli görmüş, delile bağlı olarak bilgiyi
şart koşmamıştır.
Buhari ve Müslim'in
Sahihlerinde bu hususta birbirini destekleyip, pekiştiren pek çok hadisler
gelmiştir ki bunların toplamı aslının mütevatir olduğunu ve kesin bilgi ifade
ettiklerini göstermektedir. İman bölümünün baş taraflarında bu kural daha
önceden zikredilmiş idi.
(127m): "Sonra:
Hatırlat, çünkü sen ancak bir hatırlatıcısın, onların üzerinde bir zorba
değilsin, buyruğunu okudu." Müfessirler der ki: Buyruğun anlamı şudur: Sen
ancak öğüt veren birisisin. O sırada sadece hatırlatmak emri verilmişti. Bundan
sonra savaş emri verildi. Zorlayıcı, baskı kuran, zorlayan demektir. Zorba diye
açıklandığı gibi, rab diye de açıklanmıştır. Allah en iyi bilendir.
Bu Hadisin (ve
Rivayetlerinin) Muhtevası
Bil ki, bu hadis çeşitli
rivayet yollarıyla türlü ilimleri ve birtakım kaideleri kapsamaktadır. Ben kısa
bir şekilde bunların ana başlıklarına işaret edeceğim.
1- Ebu Bekr (r.a.)' ın
kahramanlığı ve kahramanlıkta ve bilgide diğerlerinden önde olduğuna dair en
açık ve kesin bir delil bulunmaktadır çünkü o yüce Allah'ın Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra Müslümanlara ihsan etmiş olduğu en
büyük nimet olan bu pek muazzam halde savaşmak hususunda sebat göstermiştir.
(1/211)
2- Kendisi (r.a.) da
incelikli bakışı ve sağlam düşüncesi sebebiyle önceleri kendisinden başka
kimsenin kendisiyle paylaşmadığı bir bilgiyi istinbat etmiş (çıkarmış) tır.
İşte bu ve bunun dışında yüce Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu lütuflar
sebebiyle hak ehli onun Rasulullah (s.a.v.)'in ümmetinin en faziletlisi olduğu
üzerinde icma etmişlerdir. İlim adamları onun üstünlüğünün bilinmesi ile ilgili
usule dair kaynaklarda ve başkalarında meşhur pek çok eser tasnif etmişlerdir.
Bunların en güzellerinden birisi de İmam Ebu'l-Muzaffer Mansur b. Muhammed
es-Sem'€mı eşŞafii'nin: "Fedailu's-Sahabe (r.a.um)" adlı eseridir.
3- Hakkın ortaya çıkması
için imamlara, büyük şahsiyetlere soru sormak ve onlarla tartışmak caizdir.
4- İmanın şartı şahadet
kelimelerini -onlara inanmakla birlikte- itikat etmek ve Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)' in bütün getirdiklerine inanmaktır. Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bu hususu: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik
edinceye, bana ve getirdiklerime iman edinceye kadar insanlarla savaşmakla
emrolundum" buyruğu ile bir arada ifade etmiş olmaktadır.
5- Cihad vaciptir.
6- Tevhid kelimesini
söyleyeni n -kılıç zoru altında iken dahi malının ve canının korunması (himaye
altına alınması)- sözkonusudur.
7- Hükümler zahire göre
uygulanır. İç dünyadaki halin hesabı Allah'a aittir.
8- Kıyas yapmak ve kıyas
ile amel etmek caizdir.
9- Zekatı, namazı ya da
bunların dışındakidiğer İslam vecibelerini az ya da çok olsun engelleyenlerle
savaşmak farzdır çünkü Ebu Bekr (r.a.): "Bana bir yular -yahut bir oğlak-
vermeyecek olsalar dahi" buyurmuştur.
10- Genel hükümlere
delil olarak sarılmak caizdir çünkü Ebu Bekr (r.a.): "Zekat malın hakkıdır"
demiştir.
11- Bağy ehli (İslam
devletinin meşru yönetimine) baş kaldıranlarla savaşmak icap ed~r.
12- Annelerine tabi
olarak oğlaklara da zekat vaciptir.
13- Yeni karşı karşıya kalınan
hallerde imamların içtihad etmeleri, karşı karşıya kaldıkları bu meseleleri
asli meseleler dışında ele almaları, bunlar hakkında ilim ehli kimselerle
tartışmaları, hak kendisine açıkça belli olup, hakkı gören kimsenin arkadaşının
görüşüne dönmesi gerektiği de ifade edilmektedir.
14- Şer'i meselelerde
birbirleriyle ihtilaf içerisinde bulunan müçtehidlerin hatalı olduklarını
söylemeyi terk etmek gerekir.
15- Hal ve akd ehlinden
bir kişinin muhalefet etmesi halinde icma gerçekleşmez, sahih ve meşhur olan
kanaat budur. Bazı usul bilginleri bu hususta muhalefet etmişlerdir.
16- Zındığın tövbesi
kabul edilir. Buna dair görüş ayrılıkları açıkça daha önce gösterilmiştİ.
Doğruyu en iyi bilen
yüce Allah'tır. Hamd, nimet, lütuf, minnet onundur.
Başarıyı veren odur,
hatadan koruyan odur.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: