SAHİH-İ MÜSLİM |
MUKADDİME |
باب
تغليظ الكذب
على رسول الله
صلى الله عليه
وسلم.
2- RESULULLAH (S.A.V.)'E
YALAN UYDURMANIN AĞIR VEBALİ OLDUĞU BABI
وحدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا غندر،
عن شعبة. ح
وحدثنا محمد
بن المثنى
وابن بشار.
قالا: حدثنا
محمد بن جعفر.
حدثنا شعبة،
عن منصور، عن
ربعي بن حراش؛
أنه سمع عليا
رضي الله عنه
يخطب. قال: قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: "لا
تكذبوا علي
فإنه من يكذب
علي يلج النار".
2- Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe rivayet etti: (Dediki:) Bize Şu'be'den naklen Gunder rivayet etti.
H. Bize: Muhammed b. el-Müsenna ile İbni
Beşşar'da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti.
(Dediki:) Bize Şu'be Mansur'dan o da Ribî b. Hıraş'dan rivayet etti ki: Rib'î b. Hıraş, Ali (r.a.) i hutbe okurken işitmiş. Alî
(radiyallahu anh) şöyle demiş: — Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) :
«Benîm üzerimden yalan
uydurmayınl Çünkü her kim benim üzerimden yalan uydurursa Cehennemi
boylar.» Buyurdular.
Diğer tahric: Buhari,
106; Tirmizi, 2660, 3715 (uzunca); İbn Mace, 31; Tuhfetu'I-Eşraf, 10087
AÇIKLAMA: Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'eYaIan Uydurmanın Ağır Vebal Olduğu Babı
Bu babta "Benim
adıma yalan uydurmayın çünkü benim adıma yalan uyduran kişi cehenneme
girer." Diğer rivayette (3 no'lu hadis) de: "Kasten bana yalan
uyduran cehennemdeki yerine hazırlansın." Bir başkasında (4) "kasıtlı
olarak bana yalan uyduran" bir diğerinde: (5) "Şüphesiz benim adıma
yalan uydurmak herhangi bir kimse adına yalan uydurmak gibi değildir. Kasten
bana yalan uyduran bir kimse cehennemdeki yerine hazırlansın" şeklindedir.
Bu hadisin senedlerine
gelince "Gunder" ismi ğayn ötreli, nun sakin, dal harfi fethalıdır.
Bu isimde meşhur olan okuyuş şekli budur. Cevheri Sihah'ında Gunder ve Gundur denileceğini
ifade etmektedir. Adı Muhammed b. Cafer el-Huzli'dir. Huzeyl oğullarının
azatlısı olup Basralı Ebu Abdullah künyelidir. Künyesinin Ebu Bekr olduğu da
söylenir. Gunder bir lakaptır, bu lakabı kendisine İbn Cureyc vermiştir.
Bizim Ubeydullah b.
Aişe'den rivayetimize göre o Bekr b. Külsum es-Sülemi'den şöyle dediğini
nakletmektedir: İbn Cureyc Basra'ya yanımıza geldi. Ahali onun etrafında
toplandı, Hasan-ı Basri'den bir hadis nakletti. Ahali onun bu rivayetine karşı
çıktı. İbn Aişe dedi ki: İşte İbn Cureyc o gün kendisine Gunder adını verdi
çünkü Gunder kendisine çokça itiraz edince İbn Cureyc ona:
Sus ey Gunder, dedi
çünkü Hicaz ahalisi kötülüğü körükleyen kimselere "Gunder" derler.
Gunder'in ilginç
hallerinden birisi de -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- elli yıl boyunca bir gün
oruç tutup, bir gün tutmamayı sürdürmesidir. 193 yılında Zilkade ayında vefat
etti. 194 yılında vefat ettiği de söylenmiştir. (1/65)
Senedinde Rib'i b.
Hiraş'da vardır. Ravehı harfleri kesrelidir. Mukaddimede son fasılda Buhari ve
Müslim'in Sahihlerinde onun dışında ismi noktasız ha ile başka bir ravinin
olmadığını, diğerlerinin ise noktalı hı ile olduğunu belirtmiş idik. Rib'i b.
Hiraş b. Cahş, Abs oğullarından olup Kufelidir. Künyesi Ebu Meryem olup
ölümünden sonra konuşan Mesud'un kardeşidir. Her ikisinin de kardeşinin adı
Rabi' dir. Rib'i tabiinin büyüklerinden ileri gelen birisidir. Asla yalan
söylememiştir. Ölümden sonra akıbetinde nereye gideceğini bilinceye kadar
gülmeyeceğine yemin etmiş ve ancak ölümünden sonra güldüğü tespit edilmişti.
Kardeşi Rabi' de aynı şekilde cennette mi yoksa cehennemde mi olacağını
bilinceye kadar gülmeyeceğine yemin etmişti. Onun cenazesini yıkayan kişi:
Teneşiri üzerinde biz onu yıkayıp bitirinceye kadar gülümseyip durdu, demiştir.
Rib'i 101 yılında vefat
etti. 104 yılında vefat ettiği söylendiği gibi Haccac'ın valiliği döneminde
vefat ettiği de söylenmiştir. Haccac da 94 yılında vefat etmiştir .
وحدثني
زهير بن حرب.
حدثنا
إسماعيل،
يعني ابن علية،
عن عبدالعزيز
بن صهيب، عن
أنس بن مالك؛
أنه قال: إنه
ليمنعني أن
أحدثكم حديثا
كثيرا - أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال: "من تعمد
علي كذبا
فليتبوأ
مقعده من
النار".
.
3- Bana Züheyr b. Harb'da
rivayet etti. (Dediki:) Bize İsmaîl yanî İbni Uleyye, Abdulazîz b. Suhayb'dan o
da Enes b. Malik'den naklen rivayet etti ki,
Enes; Sizlere çok hadîs rivayet etmeme Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
sellem)'in şu hadîsi cidden mani' olmaktadır. Her kim kasdî olarak benim
üzerimden bir yalan uydurursa hemen Cehennem'deki yerine hazır olsun.» buyurdular; demiştir.
Diğer tahric: Kütüb-i
Sirte arasında) yalnız Müslim rivayet etmiştir. ve Tuhfetu'l-fşraf, 1002
SENED AÇIKLAMASI: Müslim'in "bize İsmail -yani İbn
Uleyye- tahdis etti" ifadesinde "yani" demesinin sebebi
naklettiği rivayette "İbn Uleyye" bulunmadığından kendisi
"yani" lafzını eklemiştir. Mukaddimedeki fasıllarda buna dair
açıklamalar geçmiş ve bundan maksadın ne olduğunu orada açıklamış idik.
"Uleyye" İsmail'in annesidir. Babası, İbrahim b. Sehm b. Miksem
el-Esedi'dir. Esed nispeti Huzeyme'nin Esed kolunadır. Onların azatlısıdır.
İsmail'in kendisi Basralı'dır, aslı da Kufe'dendir. Künyesi Ebu Bişr' dir.
Şu'be dedi ki: İsmail b.
Uleyye, fukahanın reyhanı, muhaddislerin efendisidir. Muhammed b. Sa'd dedi ki:
Uleyye, İsmail'in annesidir. O da Şeyban oğullarının azatlısı Hassan kızı
Uleyye olup, aklı başında, dirayetli bir kadın imiş. Salih el-Murri ve ondan
başka Basra'nın ileri gelenleri ile fukahasından olan kimseler onun evine
gider, o da onların bulunduğu yere çıkar, onlarla konuşur, onlara soru sorardı.
İsmail b. Uleyye ile
ilgili hususlardan birisini de Hatib Bağdadi şöylece sözkonusu etmektedir:
İsmail b. Uleyye'den İbn Cureyc ve Musa b. Sehl el-Vişa hadis nakletmiş
bulunmaktadır. Bu ikisinin vefatları arasında 129 yıl vardır. 127 yıl olduğu da
söylenmiştir.
(Hatib devamla) dedi ki:
Yine İbn Uleyye'den, İbrahim b. Tahman hadis nakletmiştir. Onun vefatı ile
el-Vişa'nın vefatı arasında ise 120 yıl vardır. 125 yıl olduğu da söylenmiştir.
İbn Uleyye' den Şu'be de hadis rivayet etmiştir. Onun vefatı ile el-Vişa'nın
vefatı arasında ise 118 yıl vardır. Yine İbn Uleyye'den, Abdullah b. Vehb de
hadis rivayet etmiştir. Onun vefatı ile el-Vişa'nın vefatı arasında ise 81 yıl
vardır. el-Vişa ise 298 yılı Zülkade ayının cumaya rastIayan birinci günü vefat
etmiştir.
وحدثنا
محمد بن عبيد
الغبري. حدثنا
أبو عوانة، عن
أبي حصين، عن
أبي صالح، عن
أبي هريرة؛ قال:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم. "من كذب
علي متعمدا
فليتبوأ
مقعده من
النار".
4- Bize Muhammed b. Ubeyd
el-Guberi rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ebu Avane, Ebu Hasîn'den o da Ebu
Salih'den o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti.Ebu Hureyre şöyle demiş: Resulllah (Sallallahu aleyhi ve
sellem): *Her kim benim üzerimden kasden yalan söylerse Cehennemdeki yerine
hazır olsun.* buyurdular.
Diğer tahric: Buhari, had. no: 6197
-uzunca-; Tuhfetu'l-Eşraf, 12852
SENED AÇIKLAMASI: Senetteki "Muhammed b. Ubeydullah
el-Gubari" deki" el-Gubari", Bekr b. Vail oğulları arasında
bilinen bir kabilenin atası olan "Guber"e nispettir. Sözünü ettiğimiz
Muhammed Basralıdır. Ebu Avane'nin adı,
Vaddah b. Abdullah el-Vasıti'dir.
Ebu Hasin isminin ha
harfi fethalı, sad kesreli okunacağı daha önceki fasılıarda geçmiş
bulunmaktadır. Orada belirttiğimiz üzere Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde
benzeri isim de başka bir ravi yoktur. Onun dışında aynı harflerle isimleri
yazılanların ismi ise ha ötreli, sad fethalı olmak üzere Husayn şeklindedir.
Bundan tek istisna ise dat harfi ile yazılan "Hudayn b.
el-Münzir"dir. Ebu Hasin'in adı Osman b. Asım el-Esedi el-Kufı'dir,
tabiindendir.
Ebu Salih ise es-Semman
diye bilinir. ez-Zeyyat da denilir. Adı Zekvan'dır. Kendisi Kufe'ye zeytinyağı
ve yağ getirirdi. Aslen Medineli'dir. 101 yılında vefat etmiştir. Her birisi
"Ebu Salih" diye anılan onun derecesinde ve ona yakın birkaç kişi
daha vardır.
Ebu Hureyre, bu künyeyi
alan ilk kişidir. Onun ve babasının adı hakkında yaklaşık otuz farklı görüş
vardır. Bunların en sahih olanları ise Abdurrahman b. Sahr olduğudur. Ebu Ömer
b. Abdilberr dedi ki: Bu hususta çokça ihtilaf edildiğinden ötürü bana göre
kendisine itimat edilecek sahih bir rivayet yoktur. Bundan Abdullah ve
Abdurrahman müstesnadır. Müslüman olduktan sonraki ismi hususunda kalbin daha
çok yattığı bu isimlerdir. (İbn Abdilberr devamla) dedi ki: Muhammed b. İshak
dedi ki: Adı Abdurrahman b. Sahr'dır. (İbn Abdilberr) dedi ki: İşte isimlere ve
künyelere dair eser tasnif etmiş bir kısım ilim adamı buna itimat
etmiştir. Hakim Ebu Ahmed de böyle
demiştir: Onun ismi hususunda bize göre en sahih kanaat Abdurrahman b. Sahr
olduğudur.
Ona "Ebu
Hureyre" künyesinin veriliş sebebine gelince, küçükken kendisiyle oynadığı
küçük bir kedisi varmış. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) pek büyük bir menkıbesi
bulunmaktadır. O da Raslilullah {sallallahu aleyhi ve sellem)'den en çok
rivayeti bulunan sahabinin kendisi olmasıdır. İmam, hafız Bakiy b. Mahled
el-Endelusi Müsned'inde Ebu Hureyre'nin 5374 hadisini rivayet etmektedir.
Ashab-ı Kiram (radıyallahu anh) arasında bu kadar hadis rivayeti bulunanı da,
buna yaklaşanı da yoktur.
İmam Şafii -Allah'ın
rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Ebu Hureyre kendi zamanında hadis rivayet
edenlerin en hafızıdır. Ebu Hureyre'nin Medine'nin Zu'l-huleyfe mıntıkasında
kaldığı bir evi vardı. 59 yılında 78 yaşında Medine' de vefat etti. Baki'de
defnedildi. Aişe (radıyallahu anha) da ondan kısa bir süre önce vefat etmişti.
Ebu Hureyre de onun cenaze namazını kıldırmıştı. Ebu Hureyre'nin 57 yılında
vefat ettiği söylendiği gibi 58 yılında vefat ettiği de söylenmiştir. Doğrusu
59 yılında vefat ettiğidir. Kendisi Suffe'de yaşayan ve oranın müdavimlerinden
idi. Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya adlı eserinde: Ebu Hureyre Suffa'da
yaşayanların arifi (onların temsilcisi) ve orada kalanların en ünlüsüdür. Allah
en iyi bilendir.
(METNİN MEŞHURLUĞU)
Hadisin metnine gelince, son derece sahih, pek muazzam bir hadistir, mütevatir
olduğu dahi söylenmiştir. Ebu Bekr el-Bezzar Müsnedinde bu hadisi Nebi
(s.a.v.)'den ashab-ı kiram da (r.a.) kırk'a yakın kişinin rivayet ettiğini
belirtmektedir. İmam Ebu Bekr es-Sayrafi de Şafii' nin Risalesini şerhinde
-Allah ikisine de rahmet buyursun- bu hadisin merfu olarak altmış sahabiden
daha fazla kişiden rivayet edildiğini nakletmektedir. Ebu'l-Kasım Abdurrahman
b. Mende ise bu hadisi rivayet edenlerin isimlerini zikretmiş ve onların yetmiş
sekiz kişiye kadar vardıklarını tespit etmiş, sonra da: Ve daha başkaları da
bunu rivayet etmiştir, demiştir.
Kimi hadis hafızı bunun
altmış iki sahabiden rivayet edildiğini belirtmektedir. Bunların arasında
cennetlik olduklarına tanıklık edilmiş aşere-i mübeşşere de vardır. Ayrıca şunu
eklemektedir: Aşere-i mübeşşere'nin tamamının bundan başka ittifakla rivayet
ettikleri bir hadis bilinmemektedir. Yine altmıştan daha fazla sahabi
tarafından rivayet edilen bunun dışında bir hadis de bilinmemektedir. Hatta
kimisi bunu ashabtan iki yüz kişi rivayet etmiştir demiş ve bunun daha
fazlasını söyleyenler de olmuştur.
Buhari ve Müslim bu
hadisi Sahihlerinde ittifakla Ali, Zubeyr, Enes, Ebu Hureyre ve başkalarından
tahric etmişlerdir. el-Cem'u beyne's-Sahihayn adlı eserin müellifi Ebu Abdullah
el-Humeydi'nin Enes'in rivayet ettiği hadisi Müslim'in tek başına naklettiği
münferid rivayetler arasında zikretmesi ise doğru değildir çünkü her ikisi de
bunu ittifakla rivayet etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
(LAFZI VE AÇIKLAMASI)
Nebi (sallallahu aleyhi ve selleml'in: "Cehennemdeki yerine
hazırlansın" buyruğu hakkında ilim adamları oraya yerleşsin, konaklasın
anlamında olduğunu söylemişlerdir. Cehennemdeki yerini edinsin diye de
açıklanmıştır. Hattabi dedi ki: Bunun asıl anlamı develerin çöktüğü yer ile
alakalıdır. Diğer taraftan bunun emir lafzı ile yapılmış bir (bed)dua olduğu da
söylenmiştir. Yani Allah onu böyle bir yere koysun, yerleştirsin demektir.
"Cehenneme girsin" ifadesi de böyledir. Bunun emir lafzında haber
olduğu da söylenmiştir. Yani: Böyle bir kişiye cehennemde kalacağı yere gitmesi
vacip olmuştur. O halde kendisini buna alıştırsın. Bu manaya "cehenneme
girsini boylasın" şeklindeki diğer rivayet de delildir. Bir başka rivayette
ise: "Onun için cehennemde bir ev bina edilir" denilmektedir.
Hadisin manasına
gelince, işte böyle birisinin cezası budur, bu ceza ile cezalandırılabilir,
kerim olan Allah onu af da edebilir. Kesin olarak cehenneme gireceği söylenmez.
İşte küfrün dışındaki bütün büyük günah sahipleri hakkında yapılmış cehennem
tehdidine dair bütün rivayetlerin durumu budur. (1/68) Bütün bu gibi günahlar
ile ilgili yapılmış tehditler hakkında bu kişinin cezası budur, bu cezayı
görebilir de, affedilebilir de. Ayrıca cezalandırılıp da cehenneme konulacak
olursa ebediyen orada bırakılmaz. Yüce Allah'ın lütuf ve rahmeti ile oradan
çıkması kaçınılmazdır. Tevhid üzere ölmüş hiçbir kimse cehennem ateşinde ebedi
kalmaz. Bu ehl-i sünnet tarafından ittifakla kabul edilmiş temel bir
kuraldır, Allah Teala'nın izniyle biraz
sonra iman bölümünde bunun delilleri gelecektir.
Yalan: Mezhebimize
mensup kelam alimlerine göre bir şey hakkında gerçek durumunun hilafına -kasten
ya da yanılarak- haber vermektir. Ehl-i sünnet mezhebine göre yalan budur.
Mutezile ise bunun kastim olması şarttır, demişlerdir. Bu hadislerin hitap
delili ise bizim lehimizedir çünkü Nebi (s.a.v.) yalanı kasten yapmakla
kayıtlamış bulunmaktadır çünkü yalan söylemek kasten de olabilir, yanılarak da olabilir.
Bununla birlikte icma' ve Kitap ve Sünnette meşhur olan naslar unutanın ve
yanlışlık yapanın günah kazanmasının söz konusu olmadığı hususunda birbiriyle
uyumlu ve biri diğerini güçlendirecek şekilde gelmiş bulunmaktadır. Buna göre
Nebi (s.a.v.) eğer mutlak olarak yalan söylemeyi söz konusu etmiş olsaydı,
unutanın da aynı şekilde günahkar olacağı düşünülebilirdi. Bundan dolayı bunu
(kasti olmak) ile kayıtlamış bulunmaktadır. Mutlak olarak gelmiş rivayetler de
kasti olmakla kayıtlanarak gelmiş bulunan rivayetlere göre yorumlanır. Allah en
iyi bilendir.
Hadisten Çıkan Sonuçlar
Şunu da bilelim ki bu
hadis çeşitli faydalı hususları ve birtakım kuralları kapsamak:adır:
1- Ehl-i sünnetin,
yalan, bir şey hakkında bulunduğu durumun hilafına -kasten olsun, yanılarak
olsun- haber vermeyi kapsar şeklindeki kuralını tespit etmektedir.
2- Nebi (s.a.v.) adına
yalan söylemek, büyük çapta bir haramdır ve bu pek büyük bir hayasızlık ve
helak edici büyük bir günahtır. Bununla birlikte böyle bir yalan söylemeyi
helal kabul etmedikçe bundan dolayı kişi kafir olmaz. Çeşitli taifelere mensup
ilim adamlarının meşhur kanaati budur.
Mezhebimiz (Şafii)
mensubu imamlarından birisi olan İmamu'l-Harameyn Ebu'l-Meali'nin babası Şeyh
Ebu Muhammed el-Cuveyni şöyle diyor: Bir kimse Nebi (s.a.v.) aleyhine kasten
yalan uydurmak ile kafir olur. İmamu'l-Harameyn babasının bu görüşünü
nakletmekte ve derslerinde:
Kasten RasuluIlah
(s.a.v.) adına yalan uyduran kimse kafir olur ve kanının akıtılması hederdir,
dediğini nakletmektedir. Bununla birlikte İmamu'l-Harameyn bu görüşün zayıf
olduğunu belirterek şunları söylemiştir: Bizim mezhep alimlerimizden böyle bir
görüş ortaya atanı görmedim. Bu büyük bir yanlışlıktır, doğrusu da bizim az
önce kaydettiğimiz cumhurun kanaatidir. Allah en iyi bilendir.
Diğer taraftan bir tek
hadiste dahi RasuluIlah (s.a.v.) adına kasten yalan söyleyen bir kimsenin fasık
olduğuna hükmedilir ve bütün rivayetleri reddedilir, bütün rivayetlerinin delil
gösterilmesi de artık batıl olur.
Eğer tövbe eder de,
samimi bir .şekilde tövbesine bağlı kalırsa ilim adamlarından bir topluluk
-Ahmed b. Hanbel, Buhari'nin hocası ve İmam Şafii'nin arkadaşı Ebu Bekr
el-Humeydi, Şafii mezhebimize mensup fukahadan aralarında usul ve fıkıh da
ileri geçmiş muteber kimselerden olan Ebu Bekr esSayrafi'nin de bulunduğu- bir
topluluk bu hususta tövbesinin herhangi bir etkisinin olmayacağını, ebediyen
rivayetinin kabul edilmeyeceğini, aksine her zaman için cerh edilmiş bir ravi
olarak kalmaya devam edeceğini söylemişlerdir.
Hatta Ebu Bekr
es-Sayrafi mutlak bir ifade kullanarak şöyle demiştir (1/69): Aleyhine tespit
ettiğimiz bir yalan sebebiyle nakilcilerden haberini düşürüp, itibar
etmediğimiz herbir kimsenin ortaya çıkacak herhangi bir tövbesi dolayısıyla
haberini tekrar kabul etme cihetine gitmeyiz. Naklini zayıf kabul ettiğimiz bir
kimsenin artık bundan sonra (rivayetini) kabul etmemiz mümkün değildir. İşte
bu, rivayetin ve şahitliğin ayrıldığı hususlardandır.
Ben bu kanaate sahip
olanların lehine herhangi bir delil görmüş değilim. Bunun sebep olacağı fesadın
büyüklüğü sebebiyle Nebi (s.a.v.) adına yalan uydurmaktan ileri derecede
sakındırmak ve vebalinin ağırlığına dikkat çekmek maksadıyla söylendiği
şeklinde yorumlanması mümkündür. Çünkü böyle bir şey kabul edilecek olursa kıyamet
gününe kadar devamlı bir şeriat halini alır. Oysa başkasının adına yalan
uydurmak ve şahitlikte yalan söylemek böyle değildir. Bunların sebep olacağı
kötülük sınırlıdır, genel değildir.
Derim ki: Bu imamların
zikrettikleri bu kanaat zayıftır, şer'i temel kurallara aykırıdır. Tercih
edilen ise böyle bir durumda bu kimsenin tövbesinin sahih olacağını kesin
olarak kabul edip, bilinen şartları ile sahih bir şekilde tövbe ettiği ortaya
çıktıktan sonra rivayetlerinin kabul edileceğidir. Sözkonusu bu şartlar ise
masiyetten kesinlikle vazgeçmek, onu yaptığına pişman olmak ve bir daha o
masiyete dönmemek üzere kesin karar vermektir. İşte şeriatın temel kurallarına
paralel kanaat budur.
Diğer taraftan kafir
iken Müslüman olan kimsenin rivayetinin sahih olacağını icma ile kabul
etmişlerdir. Esasen ashab-ı kiram'ın çoğunluğunun da vasfı bu idi. Yine böyle
bir kimsenin şahitliğinin kabul edileceğini de icma ile kabul etmişlerdir. Bu
hususta ise şahitlik ile rivayet arasında bir fark yoktur. Allah en iyi bilendir.
3- Nebi (sallallahu
aleyhi ve sellem) adına yalan uydurmanın haram oluşu, ahkama dair olması ile
teşvik, korkutma, öğütler ve buna benzer hüküm ihtiva etmemesi arasında bir fark
yoktur. Bütün bu hallerde onun adına yalan uydurmak, icmaları muteber kabul
edilen Müslüman ilim adamlarının icmaı ile büyük günahların en büyüklerinden,
çirkin işlerin en çirkinlerinden haram bir iştir. Terğib ve Terhib (Teşvik ve
korkutma) ile ilgili hadis uydurmanın caiz olduğu şeklindeki batıl bir kanaate
sahip bulunan Kerramiye taifesinin kanaati ise bunun aksinedir. Kendilerinin
zahid olduğunu ileri süren yahut onlar gibi cahillerin zahid olduğunu söyleyen
pek çok bilgisiz kimse de bu hususta onların peşinden gitmiştir. Bu batıl
kanaate sahip olmaya kendilerini iten ise hadisin bir rivayetinin "bu
yolla saptırmak maksadıyla kasti olarak benim adıma yalan söyleyen kimse
cehennemdeki yerine hazırlansın" diye rivayet edilmiş olmasıdır.
Bazıları da böyle bir
yalan Nebi (s.a.v.)'in aleyhine değil, onun lehinedir demişlerdir fakat onların
bu tutumları bu işleri ve bu şekildeki delil göstermeleri en ileri derecede bir
bilgisizlik ve gafilliğin en son noktasıdır. Onların şeriatın temel
kurallarından herhangi bir şey bilmeyecek kadar alabildiğine uzak olduklarının
da en açık bir delilidir. Hatta bu kanaat sahipleri kendi sığ akıllarına ve
gerçekten uzak ve bozuk zihinlerine yakışan pek çok muğalatadan oluşan birtakım
sözler de bir araya getirip toplamışlar ve böylelikle aziz ve celil Allah'ın şu
buyruğuna da muhalefet etmişlerdir:
"Bilmediğin bir
şeyin ardına düşme çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur."
(İsra, 36) Diğer taraftan bunlar bu mütevatir hadislerin ayrıca yalan
şahitliğin büyük bir günah olduğunu açıkça ifade eden meşhur hadislerin açık
seçik ifadelerine, hal ve akd ehlinin icmaına muhalefet ettikleri gibi,
herhangi bir kimse aleyhine yalan uydurmanın haramlığını ortaya koyan daha
başka diğer kesin delillere de muhalefet etmişlerdir. Durum böyle iken sözü
şeriat, kelamı vahiy olan bir kimse adına yalan uydurmanın hükmü ne olur?
Ayrıca bir kimse onların
söylediklerine bakacak olursa yüce Allah'a da iftira etmiş olduklarını görür
çünkü yüce Allah: "O hevadan konuşmaz, o(nun sözü) ancak vahyedilen bir
vahiydir." (Necm, 3-4) buyurmaktadır. En şaşırtıcı husus ise onların bu
onun lehine bir yalandır demeleridir. Bu ise onların Arapçayı ve şeriatın hitap
tarzını bilmediklerini göstermektedir çünkü bütün bunlar bu işi bilenlere göre
onun aleyhine (onun adına) bir yalandır.
Onların delil diye
sarıldıkları hadise de ilim adamları çeşitli şekillerde cevap vermişlerdir.
Bunların en güzeli ve en kısa olanları hadiste zikredilen "onunla
insanları saptırmak için" şeklindeki fazlalıktır. Bu, hadis hafızlarının
batıl olduğunu ittifakla kabul ettikleri ve hiçbir şekilde sahih olarak
bilinmediğini ifade ettikleri batıl bir fazlalıktır.
İkinci cevap ise Ebu
Ca'fer Tahavi'nin verdiği cevaptır. Eğer bu ibare sahih dahi olsaydı, tekid
için olurdu. Yüce Allah'ın: "İnsanları saptırmak için bir bilgiye
dayanmaksızın Allah'a iftira eden kimseden daha zalim kim olabilir?"
(En'am, 144)
Üçüncü cevaba gelince
"saptırmak için" anlamındaki buyruğun başına getirilen
"lam" harfi ta'lil lam'ı değildir. Aksine bu lam akıbeti bildiren ve
sonunda varılacak yeri anlatmak için kullanılan lam harfidir. Bunun da anlamı:
Söylediği yalanın
akıbeti ve varacağı nokta onunla insanları saptırmaktır şeklindedir. Yüce
Allah'ın: "Sonra Firavun hanedanı onu aldılar çünkü sonunda onlara bir
düşman, bir tasa olacaktı." (Kasas, 8) Gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerek Arap
dilinde bunun benzerleri sayılamayacak kadar çoktur. Buna göre hadisin anlamı
da şöyle olur:
Onun söylediği yalan
sonunda saptırıcı olur. Özetle
söyleyecek olursak onların bu kanaatleri ayrıca zikredilmeye değmeyecek kadar
tutarsız, bunun püskürtülmesi için uğraşmayı gerektirmeyecek kadar önemsiz,
çürütülmesine gerek olmayacak kadar da çürük ve bozuktur.
4- Uydurma hadisin
uydurma olduğunu bilen yahut ağırlıklı kanaati ile uydurma olduğunu zanneden
kimse tarafından rivayet edilmesi haramdır. Uydurma olduğunu bilen yahut
zanneden bir kimse böyle bir hadisi rivayet edip de ravilerinin durumunu ve
zayıflığını açıkça ortaya koymayan bir kimse de bu tehdidin kapsamına girer.
Rasulullah (s.a.v.) adına yalan uyduranlar arasında sayılır. Yine buna daha
önce geçen: "Kim benden yalan olduğunu gördüğü bir hadisi nakledecek
olursa o yalancılardan birisidir" hadisi de delildir.
Bundan dolayı ilim
adamları şöyle demişlerdir: Bir hadis rivayet etmek yahut zikretmek isteyen bir
kimsenin hadise bakması lazım. Eğer sahih ya da hasense Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu yahut şunu yaptı ya da buna benzer kat'i bir ifade kullanarak
rivayet eder. Şayet hadis zayıf ise buyurdu, yaptı, emretti ya da yasakladı
şeklindeki bir ifadeyi ya da buna benzer kesinlik anlatan herhangi bir ifadeyi
kullanmayarak aksine ondan şu rivayet nakledilmiştir yahut ondan şu rivayet
gelmiştir ya da rivayet edilmektedir, zikredilmektedir, nakledilmektedir, denilmektedir
ya da bize ulaştığına göre ve benzeri bir ifade kullanmalıdır. Şanı yüce Allah
en iyi bilendir.
Yine ilim adamları şöyle
demiştir: Hadis okuyan bir kimsenin nahv, lugat ve ravilerin isimlerini, onun
söylemediği sözleri söylemiş gibi nakletmeyecek derecede bilmesi gerekir. Şayet
hata olduğunu bildiği bir husus rivayet yoluyla sahih olarak nakledilmiş ise
selef ve haleften büyük çoğunluğun kabul ettiği doğru kanaat, onun hadisi doğru
şekliyle rivayet edeceği fakat kitapta bunu değiştirmeyeceği ancak haşiyede
rivayette bu şekilde geldiğini ama doğru olanın farklı bir şekil olan şu şeklin
olduğunu yazması ve rivayetin bulunduğu yerde bu hadiste bu şekilde vaki
olmuştur yahut rivayetimizde böyledir ancak doğrusu da budur, demesi gerekir.
Çünkü böyle bir yol izlemek, maslahata daha uygundur. Kendisi hatalı olduğuna
inanmakla birlikte başkasının bildiği uygun bir açıklaması da bulunabilir.
Şayet yazılı kitabın değiştirilmesi yolunu açacak olursa ehil olmayan kimseler
de bu işe kalkışmak cesaretini gösterebilir.
İlim adamları der ki:
Hadis rivayet eden ve okuyan kimse, bir lafzı okumakta tereddüt gösterecek olup
da onu şüphe ettiği bir surette okuyacak olursa, hemen onun akabinde "ev
kema kal: yahut nasıl buyurduysa öyle" demesi gerekir. Allah en iyi bilendir.
Bundan önceki fasıllarda
bilgisi tam bir kimsenin mana yoluyla rivayet nakletmesinin caiz olup
olmadığına dair görüş ayrılıklarını da zikretmiş bulunmaktayız.
İlim adamları şöyle
demişlerdir: Mana yoluyla rivayet nakleden kimsenin rivayeti naklettikten
sonra: Ev kema kal, ev nahvu haza: yahut buyurduğu gibi ya da buna yakın demesi
müstehaptır. Nitekim ashab ve onlardan sonra gelenler böyle yapmıştır. Allah en
iyi bilendir.
Zubeyr, Enes ve diğer sahabilerin
(Allah onlardan razı olsun) Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet nakletmekten ve
ondan çokça rivayette bulunmaktan çekinmelerine gelince, yanlış yapmaktan ve
unutmuş olmaktan korkmalarından dolayıdır. Yanlış yapan ve unutan bir kimsenin
günahkar olması sözkonusu olmasa dahi bu hususta ihtiyatı elden bıraktığından
ötürü kusurlu hareket edebilir ya da benzeri bir tutum ona nispet edilebilir.
Unutan kimse ile ilgili birtakım şer'i hükümler de bulunmaktadır. Telef
edilenlerin tazminatının ödenmesi, taharetin bozulması ve buna benzer bilinen
hükümler gibi. Şanı yüce Allah en iyi bilendir.
حدثنا
محمد بن
عبدالله بن
نمير. حدثنا
أبي. حدثنا
سعيد بن عبيد.
حدثنا علي بن
ربيعة؛ قال:
أتيت المسجد.
والمغيرة
أمير الكوفة.
قال فقال المغيرة:
سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
يقول: "إن كذبا
علي ليس ككذب
على أحد. فمن
كذب علي
متعمدا
فليتبوأ
مقعده من
النار".
5- Bize Muhammed b. Abdillah b. Numeyr rivayet etti.
(Dediki): Bize babam rivayet etti. (Dediki:) Bize Said b. Ubeyd rivayet etti.
(Dediki:) Bize Ali b. Rabîa rivayet
etti dedi ki: «Mugîre Küfe emîri iken mescide geldim. Az sonra Muğîre şunları
söyledi: Ben Resûlüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem): — Şüphesiz ki benim
üzerimden söylenen bir yalan başka bîrinin üzerinden söylenen yalan gibi
değildir. İmdi her kim kasden benim üzerimden yalan söylerse Cehennem'deki
yerine hazır olsun!- buyururken işittim.
وحدثني
علي بن حجر
السعدي. حدثنا
علي بن مسهر. أخبرنا
محمد بن قيس
الأسدي، عن
علي بن ربيعة
الأسدي، عن
المغيرة بن
شعبة، عن
النبي صلى الله
عليه وسلم
بمثله ولم
يذكر "إن كذبا
علي ليس ككذب
على أحد".
6- Bana Ali b. Hucr es-Sa'dî de rivayet etti. (Dediki:) Bize
Ali b. Müshir rivayet etti. (Dedikki:) Bize Muhammed b. Kays el-Esedî, Ali b. Rabıate'l Esed’den o da Muğiretü'bnü Şu'be'den o da
Peygamber (S.A.V.)'den naklen bu hadîsin bir benzerini haber verdi; ama: «—
Şüphesiz ki benim üzerimden söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden
söylenen yalan gibi değildir.» cümlesini
zikretmedi.»
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
3- HER İŞİTTİĞİNİ
SÖYLEMENİN NEHİY BABI