بَاب
النَّهْيِ
عَنْ
الْجِدَالِ
وَاتِّبَاعِ
الْمُتَشَابِهِ
مِنْ
الْقُرْآنِ
2. Sapık Kimselerden
Uzak Kalmak [(Sapık Kimselerle) Tartışmak Ve Kur'an'da Bulunan Müteşabih
Ayetlere Sarılmak Yasaklanmıştır.]
حَدَّثَنَا
الْقَعْنَبِيُّ
حَدَّثَنَا يَزِيدُ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ
التَّسْتُرِيُّ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
أَبِي
مُلَيْكَةَ
عَنْ
الْقَاسِمِ
بْنِ مُحَمَّدٍ
عَنْ
عَائِشَةَ
رَضِيَ
اللَّهُ عَنْهَا
قَالَتْ
قَرَأَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
هَذِهِ الْآيَةَ
هُوَ الَّذِي
أَنْزَلَ
عَلَيْكَ
الْكِتَابَ
مِنْهُ آيَاتٌ
مُحْكَمَاتٌ
إِلَى أُولُو
الْأَلْبَابِ
قَالَتْ
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَإِذَا رَأَيْتُمْ
الَّذِينَ
يَتَّبِعُونَ
مَا تَشَابَهَ
مِنْهُ
فَأُولَئِكَ
الَّذِينَ
سَمَّى
اللَّهُ
فَاحْذَرُوهُمْ
Aişe (r.a.)'den (rivayet
olunmuştur:) Dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) "Kitabı sana o indirdi. Onun
bazı âyetleri açık anlamlıdır"[Al-i İmran 7] (mealindeki) ayeti,
"Akl-i selim sahibleri(nden başkası düşünüp anlamaz)"[Al-i İmran 7]
sözüne kadar okudu ve: Kur'an-ı Kerinı'den, müteşabih olan ayetlere sarılanları
gördüğünüz zaman (şunu unutmayınız ki); onlar Allah'ın, (Al-i İmran suresinin
yedinci ayetinde kendilerini "kalplerinde eğrilik olanlar" diye)
isimlendirdiği kimselerdir. Binaenaleyh, onlar (la oturup konuşmak)dan kaçınınız."
buyurdu.
İzah:
Buhari, tefsir sure;
Müslim, ilim; Tirmizi, tefsir; Daıimi, mukaddime
Muhkem kelimesinin aslı
olan "ihkâm" sözlükte bir şeyi kuvvetli dayanıklı ve metanetli yapmak
anlamındadır. "Muhkem" de "ihkâm" masdanndan türetilmiş
bir ism-i mef'ul olup, güzelleştirilmiş, sağlamlaştırılmış, metin kılınmış,
yerli yerince yapılmış anlamına gelir. "Teşabûh" ve
"İştibâh" ise, iki şeyin birbirinden ayrılamayacak şekilde birbirine
benzemesidir. Terim olarak bu iki kelimenin anlamı, kısa ve özlü olarak şöyle
ifade edilebilir: Muhkem, manası kolaylıkla anlaşılan, harici bir tesire
ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetlerdir. Müteşabih ise, bir çok
manaya ihtimali olup bu manalardan birini tayin veya tercih edebilmek için
harici bir delile ihtiyacı olan ayetlerdir. [Lisanu'l-Arab, XII, 140-144: XII,
503-505; el-Burhan, II, 67-71.]
Muhkem Ve Müteşabih
Konusunda Âlimlerin Görüşleri
Görüldüğü gibi bu iki
kelimenin sözlük manalarında bir zıtlık bahis konusu değilken, Al-i İmran
süresindeki ayette bu iki kelime terim manasında birbirinin karşıtı olarak
kullanılmaktadır. Bu iki kelimenin tarifinde çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür. Genel olarak, manası açık olan ayetlere muhkem, manasını Allah'tan
başka kimsenin bilemeyeceği ayetlere de müteşabih demişlerdir. Biz burada her
iki kelimenin sözlük manalarından ziyade, terim manası üzerinde duracağız.
Muhkem terimi de açık ve vazıh manasını ifade ettiğinden daha fazla
miiteşabihat üzerinde durulacaktır.
Müteşabih olan ayetler
hakkında alimler iki kısma ayrılmışlardır:
a) Selef mezhebi:
Genellikle müteşabih ayetler, Allah'ın sıfatları üzerinde cereyan eder. Bu
mezhebe göre Allah'ın müteşabih sıfatları bilinir (ma'lum) gibi görünürse de,
bu sıfatların Allah'a verilmesini (isnadını) mümkün görmediklerinden, bunların
tayini hususunu Allah'a havale (tefviz) etmişlerdir. Onlara sadece inanmak
gerekir. Bu konuda imam Malik b. Enes (öl. 179/795)'in şu sözü, selef mezhebi
görüşünün bir formülü olmuştur. İmam Malik "Allah Arşa istiva etti"
[Taha 5] ayetindeki "istiva" kelimesi hakkında soru soran kimseye:
"İstiva ma'lumdur,
onun nasıl olduğu (keyfiyeti) bilinemez, buna dair som sormak bid'attir. Senin
kötü bir insan olduğunu zannederim. Onu benim yanımdan çıkarın" demiştir.
İlk devirde bu müteşabih ayetler olduğu gibi kabul edilir, onlara inanılır,
fakat onların bilinmesi Allah'a bırakılır, onlar üzerinde durulmazdı. Çünkü
Kur'an bu gibi ayetleri kurcalayanların kalblerinin hasta olduğunu beyan
etmektedir.
Bu işi Hz. Ömer de sıkı
tutmuştur. Sabiğ adında biri, bir gün Medine'ye gelmiş ve Kur'an'ın
müteşabihatı hakkında sorular soruyormus. Bunu haber alan Hz. Ömer, onu
çağırtıp yaş hurma dallarıyla başını ka-natıncaya kadar dövmüş ve onu
Medine'den memleketine göndermiş, bu şahısla kimsenin görüşmemesini Ebu Musa
El-Eş'ari (Öl. 44/664)'ye emretmiş.[İsabe, II. 191; İtkan, M, 4;
Tefsiru'l-Kasımî, I. 99-100.]
b) Halef mezhebine göre
ise müteşabih ayetleri, Allah'ın zatına sıfatlarına ve Kur'an-ı Kerim'iri genel
mevzuatına yakışır bir şekilde te'vil etmek caizdir. Halef ulemasından
bazılarının bu mevzudaki görüşleri şöyledir:
İmam-! Maturidî
(v.333/944): Şeriata muhalif olmayan noktalarda aklın hükmünü esas kabul eder.
Fakat Şeriata muhalif düşerse elbette Şeriatın hükmüne boyun eğmek
gerekeceğini söyler. İşte bu yol yani nass-lardan yardım istemekle beraber aklî
düşüncenin şart oluşu hususu, onun Kur'an'ı tefsir konusundaki, ilkesidir.
Bunun içindir ki, Kur'an'ı tefsir ederken müteşabih ayetleri muhkem ayetlere
hamletmekte ve böylece müteşabihleri muhkemlerin delaletiyle te'vil etmektedir.
Nazari mevzularda
te'vile en çok yönelen mezhep Mıf tezile olmuştur. Eş'ariler de bazı konularda
te'vil yolunu tutmuşlardır. Mesela "Amellerin terazi ile tartılması"
hakkındaki nasları te'vil eden İmam el-Eş'arî (v. 324/936) "Ameller değil
amellerin yazıldığı kağıtlar tartılacak ve Allah bu kağıtlar üzerinde amellerin
derecesine ve miktarına göre ağırlık yaratacaktır” demiştir. Mu'tezile ise
terazinin kendisini te'vil ederek "Terazi, herkese amelinin miktarının
bildirilmesinden ibarettir." demiştir.
İmam el-Gazzali
(v.505/11 ll)'de aklın imkansız olarak gödüğü meselelerde varid olan nassları
te'vil etmenin gereğine inanır. Çünkü "nas-sın akla uygun olmayan hükümler
ihtiva etmesi düşünülemez." der.
Müteahhir, selef
ulemasından İbn Teynıiyye (v. 738/1328) ise reddo-lunan ve kötülenen te'vilin,
sözün zahiri manasından, zahirine muhalif bir başka manaya aktarılması
şeklindeki te'vil olduğunu söyler.
Rumeli kazaskerlerinden
Kemaleddîn el- Beyâdî (v. 1098/1687) ise ehl-i sünnetin hem akla, hem de diğer
naklî delillere kat'iyyetle zıt gibi görünen nassları zaruri olarak te'vil
yoluna gittiğini kaydederek, Allah'ın hüccetleri arasında zıtlık ve çelişkinin
bulunmadığını zikreder.
Te'vile aklen zaruret
vardır. Kur'an ve hadislerde zahirleri itibariyla birbirleriyle çelişkili
görünen nasslar vardır. Allah'ı yarattıklarına benzetmeye götüren lafızlar
bulunmaktadır. Bu lafızlarda zahiren görülen çelişkinin te'vil yoluyla uzlaş tın
İmasın a duyulan ihtiyaç ortadadır. Te'vilin gereğine inanan Ebu Zehra şöyle
der: "Kur'an'da geçen "eli", kudret ve nimet; yüzü, zat; hadiste
geçen dünya semasına inmeyi, hesabın yaklaşması veya Allah'ın kullarına yakın
olması manasında tefsir ve te'vil etmek doğru olur. Nitekim Kelam
alimlerinden, fukaha ve muhaddislerden pek çoğu böyle yapmıştır. Bu tip bir
davranış onların keyfiyetini bilememekten, harfi harfine zahiri mana vermekten
daha uygundur. Mesela "Allah'ın eli vardır. Fakat biz onu bilemeyiz. O el
mahlukatmki gibi değildir" demek ve bu tip bir anlayışta olmak, işi
nereden nereye gidecğim kestiremediğimiz meçhuller alemine aktarmaktır.
Selef görüşünün
kuvvetli ve çilekeş müdafılerinden ve te'vil yapmaktan en uzak kalmış bir zat
olan Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) bile Allah'ın insanlara yakın ve onlarla
beraber olduğunu ifade eden ayetleri "ilm" ile te'vil etmeye mecbur
kalmıştır. Aynı şekilde İmam Es-Sevri (v. 161/778) de "nerede olursanız o
sizinle beraberdir." ayetindeki 'maiy-yeti' "onun ilmi" diye
te'vil etmiştir.[Kılavuz Ahmed Sairiı, İıııan-Küfür Sınırı, s. 99,100.]
Metinde geçen ayet-i
kerimenin tamamı meâlen şöyledir: "Sana kitabı indiren O'dur. Ondan bir
kısım ayetler muhkemdir ki bunlar kitabın anası (temeli) dir. Diğer bir kısmı
da müteşabihdirler. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve
onun te'viline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki
onun te'vilini Allah'dan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler ise - Biz
ona inandık. Hepsi rabbimiz katındandır- derler. (Bunları) salim akıllılardan
başkası iyice düşünmez."[Al-i İmran 7]
Müteşabih ayetlerin
tevilini caiz gören ulema "er-Rasihun" kelimesini
"İlla]lah"daki lafza-i celale.atf ederek bu ayete, "onun
te'vilini Allah'dan ve bir de ilimde râsıh olanlardan başkası bilmez."
diye mana vermişlerdir. Müteşabih ayetlerin tevilini caiz görmeyen ulema ise
sözko-nusu ayette bulunan lafza-i celal üzerinde durmuşlar ve lafza-i celali
taki-beden vav'i istinafiyye kabul ederek âyete; "...müteşabihin manasını
Allah'dan başkası bilmez. İlimde rusuh sahibi olanlar da -biz ona inandık hepsi
Rabbimiz katındadır derler" diye mana vermişlerdir.
Mevzuumuzu teşkil eden
Hadis-i şerif, kalblerinde bozukluk olan sapık insanların, sahih akide
sahiplerinin inançlarını bozmak için her zaman Kur'an-i Kerim'in müteşabih
ayetlerinden yararlanmak isteyeceklerini haber vermekte ve bu gibi kimselerden
uzak durmayı emretmektedir.