DEVAM: 1. Sünnet (in
Mahiyeti) Hakkında Açıklama
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
حَنْبَلٍ
وَمُحَمَّدُ
بْنُ يَحْيَى
قَالَا
حَدَّثَنَا
أَبُو
الْمُغِيرَةِ
حَدَّثَنَا
صَفْوَانُ ح و
حَدَّثَنَا
عَمْرُو بْنُ
عُثْمَانَ
حَدَّثَنَا
بَقِيَّةُ
قَالَ
حَدَّثَنِي
صَفْوَانُ
نَحْوَهُ
قَالَ
حَدَّثَنِي
أَزْهَرُ
بْنُ عَبْدِ اللَّهِ
الْحَرَازِيُّ
عَنْ أَبِي
عَامِرٍ
الْهَوْزَنِيِّ
عَنْ
مُعَاوِيَةَ
بْنِ أَبِي
سُفْيَانَ
أَنَّهُ
قَامَ فِينَا
فَقَالَ
أَلَا إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَامَ فِينَا
فَقَالَ
أَلَا إِنَّ
مَنْ
قَبْلَكُمْ
مِنْ أَهْلِ
الْكِتَابِ افْتَرَقُوا
عَلَى
ثِنْتَيْنِ
وَسَبْعِينَ
مِلَّةً
وَإِنَّ
هَذِهِ
الْمِلَّةَ
سَتَفْتَرِقُ
عَلَى
ثَلَاثٍ
وَسَبْعِينَ
ثِنْتَانِ
وَسَبْعُونَ
فِي النَّارِ
وَوَاحِدَةٌ
فِي
الْجَنَّةِ
وَهِيَ
الْجَمَاعَةُ
زَادَ ابْنُ
يَحْيَى وَعَمْرٌو
فِي
حَدِيثَيْهِمَا
وَإِنَّهُ سَيَخْرُجُ
مِنْ
أُمَّتِي
أَقْوَامٌ
تَجَارَى
بِهِمْ
تِلْكَ
الْأَهْوَاءُ
كَمَا يَتَجَارَى
الْكَلْبُ
لِصَاحِبِهِ
وَقَالَ عَمْرٌو
الْكَلْبُ
بِصَاحِبِهِ
لَا يَبْقَى
مِنْهُ
عِرْقٌ وَلَا
مَفْصِلٌ
إِلَّا
دَخَلَهُ
Ebû Âmir el-Hevzenî'den
(rivayet edilmiştir), dedi ki: (Bugün) Muaviye İbn Ebi Süfyan, aramızda (ayağa)
kalkarak dedi ki: Şunu iyi bilin ki Rasûlullah (s.a.v.) (birgün) bize bir hutbe
okumak üzere aramızda (ayağa) kalkıp (şöyle) buyurdu:
"Dikkat ediniz!
Sizden önceki kitap ehli yetmiş iki dini fırkaya ayrılmışlardı. Bu (İslam)
ümmet (i) de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır (Bunlardan) yetmiş iki fırka
cehennemlik bir tanesi de cennetliktir. Bu (cennetlik olan fırka) ehl-i sünnet
ve'I-cemaattir."
(Bu hadisin
ravilerinden) İbn Yahya ile Amr b. Osman rivayetlerine (şu sözleri de)
eklemişlerdir. "Benim ümmetimden bir takım cemaatlar zuhur edecektir ki
onlara bu bid'atlar, kuduz hastalığının sahibin(in için)e, işlediği gibi
işleyecek, işlemediği bir damar ve eklem kalmayacak."
İzah:
Hadis-i şerifte
kasdedilen ve yerilen ayrılıklar inançta meydana gelen ayrılıklar ve
bölünmelerdir. Amelde ve teferruatta meydana gelen ayrılıklar ve bölünmeler
değildir. Çünkü amelde meydana gelen farklılıklar İslamiyyette yerilmemiş, bilakis
övülmüştür. Esasen İslamî manada yapılan ictihadlar neticesinde meydana gelen
amelî ayrılıklar asılda değil, sadece ayrıntılarda meydan gelmiş olmaları
cihetiyle bunlar kökte yine bir olduklarından amelî ayrılıkları gerçek manada
bir ayrılık veya bölünme olarak kabul etmek doğru değildir. Zira zahirde ayrı
gibi görünen bu ayrılıklar asılda birleşmektedirler.
Bir başka ifadeyle
İslamiyeün yapısında bulunan fikrî hareketliliğin doğurduğu ve sadece
ayrıntılarda kendini gösteren bölünmeleri bir asılda birleştirmek mümkündür.
Dolayısıyla bu nevi fırkalar arasında herhangi bir münaferet ve tekfir
sözkonusu değildir.
Ama inanç sahasında
ortaya çıkan fırkalar genellikle münaferet, asıldan kopma va karşılıklı tekfir
ile neticelendiğinden mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Hz. Nebiin diliyle
verilmiştir.
Bu nedenle dini
ihtilafları değerlendirirken bu ihtilafların dinin usulü veya fürûunu alakadar
edişinin gözönünde bulundurulması ayrı bir ehemmiyet arzeder. Ümmet-i
Muhammed'in furii-ı dinde, yani fıkhı meselelerde ihtilaf etmesi en
muhafazakâr zümreler tarafından bile müsamaha ile karşılanmış, hatta rahmet
telakki edilerek tevsik edilmiştir. Çünkü fıkhı meselelerin hükmünü tayin
etmekteki fikri hareket daima İslam hukukunu işlemekle ve onu her zaman ve her
yerde kabil-i tatbik bir hukuk istemi haline getirmektedir. Bunun aksi, birçok
dini hükmün meçhul kalmasını ve dolayısıyla tatbikat ve hayat sahnesinden
çekilmesini doğurur ki Kur'an-ı KerimMe bunun için "küfür, zulüm ve
fisk" tabiri kullanılmıştır. Nitekim Rasul-i zişan efendimiz: "Hakim,
hükmünü vereceği sırada ictihad eder de doğru olanı bulabilirce iki sevap
alır."[Buhari, İ'tisam: Müslim, akdiye] buyurarak müctehidlerin hayatın
her dalında, şu'belerinde bütün ayrıntılara inerek ictihadda bulunmalarını
teşvik etmiştir.
Akaid dalında ise fırka
ve mezheblere ayrılmak asla caiz değildir. Zira "cemaat" hak ve
isabetli olan yegane yoldur. Bu babdaki tefrika ise dalâlet ve azab
vesilesidir.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte, akaid sahasında cemaat ehli dışında meydana gelecek fırka ve
mezheblerin tümünün cehennemlik oldukları bildirilirken, cemaat ehlinden
kopmamanın, cemaat ehli dışında oluşan fırkalardan da kaçınmanın lüzum ve önemi
çok veciz bir şekilde vurgulanmıştır.
Cemaat ehlinden maksat
"ehl-i sünnet ve'I-cemaat" dediğimiz, gerçek müslümanlardır. Bu
mevzuda İslam ulemasının açıklaması şöyledir: "Ehl-i sünnet ve'1-cemaat kelimesi
Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabının akaid sahasında takib ettikleri yolu
izleyenler[15] manasına gelen; "ehlü sünneti rasûlillah ve ve
cemaati'1-ashâb fî bâbi'l-itikad" teriminin kısaltılmış şeklidir. Bazan
bu mefhumu ifade etmek üzere" ehl-i hakk" terimi de kullanılır.
Bk. Taftazani,
Şerhu'l-Akaid. s. 16-17; Şerhu'l-Mekasıd, II. 199; Şaiıbî, el-Muvafakat, IV.
48-52.
İslam tarihi boyunca
olduğu gibi bugün de akaid sahasında isabetli yolu takibettiği kabul edilen ve
müslümanların büyük çoğunluğunu sinesinde toplayan ehl-i sünnet, Abdülkadir
el-Bağdadî'ye (vef. 429/1037) göre şu sekiz zümreden teşekkül eder:
1- Ehl-i bid'atın
hatalarına düşmeyen kelam alimleri
2- Sevrî, Evzaî,
Davud-i Zahirî dahil büyük fakihler ve mensubları.
3- Muhaddisler.
4- Ehl-i bid'ate
meyletmeyen sarf-nahiv, lügat ve edebiyat alimleri.
5- Ehl-i sünnet
görüşlerine sadık kalan kıraat imamları ile müfessirler.
6- Müteşerri Sûfiyye
7- Ehl-i sünnet
yolundan ayrılmayan müslüman mücahitler.
8- Ehl-i sünnet
akidesinin yayıldığı memleket ahalisi.
Ümmet-i Muhammed'in
fırkalara ayrılacağı hususunda nakledilen hadisin bazı rivayetlerine göre
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize kurtuluşa erecek fırkanın (fırka-i nâciye'nin)
hangisi olduğu sorulmuş, o da: "Benim ve ashabımın yolunu takibedenler"
buyurmuştur. Hakikaten kelam mezheplerinin prensip ve görüşleri incelendiği
takdirde görülecektir ki itikad sahasında kitab ve sünnete bağlı kalan, bu iki
kaynakta mevcud, akaide ait delilleri îslamın ana prensiplerine ve ruhuna uygun
bir şekilde yorumlayan bilhassa sem'iyyat bahislerinde nassa teslimiyet
gösteren zümreler ehl-i sünnet cemaatleridir. Ehl-i sünnet ayrıca Mu'tezile,
Havaric, Şia ve diğer bid'aî fırkaları hilafına ashab-i kiramın (Allah
cümlesinden razı olsun) hepsine hürmet ve muhabbetle bağlı kalmış, onları
hayırda önder bilmiş, rivayetlerini kabul etmiş, dinin diğer sahalarında
olduğu gibi akaid mevzuunda da Rasulullah'tan sonra onların yolunu
takibetmiştir. Binaenaleyh hadis-i şerifte: "Benim ve ashabımın yolunu
takibedenler" ifadesine en çok yaklaşan, bu payeye en çok yakışan ehl-i
sünnet olmuştur.[Topaloğlu Bekir. Kelam ilmine Giriş, s. 109-110.]
Metinde geçen;
"Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır"
mealindeki cümlenin
anlamı üzerinde ulema ihtilaf etmişlerdir.
1- Ulemâdan bir kısmına
göre burada "yetmişüç" kelimesiyle kasdedi-len yetmişüç kelimesinin
ifade ettiği gerçek mana değildir. Bu sayıyla "çokluk"
kasdedilmiştir. Bir başka ifadeyle "ümmetim birçok fırkalara
ayrılacak" denmek istenmiştir. Yetmişüç kelimesinin ifade ettiği sayı kastedilmmiştir.
2- Bu kelime ile
kasdedilen "yetmişüç" sayısıdır.
Meseleye hem fıkhî, hem
de itikadi mezhepler açısından baktığımız zaman birinci görüş doğrudur. Çünkü fıkhî
ve itikadi mezheblerin toplam sayısı yüzü aşkın olduğundan, onları yetmişüç
fırka içerisine sığdırmak mümkün değildir. Esasen hadis-i şerifte kasdedilen ve
kotüîenen bölünmenin itikadi bölünme olup, ameli bölünme olmadığı da
düşünülürse meseleyi hem nkhi hem de ameli mezhepler açısından ele almanın
doğru olmadığı yine kolayca anlaşılır.
Meseleyi ikinci görüş
açısından ele aldığımız zaman yetmiş üç sayısıyla kasdedilen yetmişüç itikadi
fırkadır. Binaenaleyh, mevzumuzu teşkil eden bu babdaki hadis-i şeriflere göre
Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Yani bu ümmet
arasında meydana gelen itikadi fırkaların sayısı- mutlak yetmişüçe
ulaşacaktır. Yetmişüçten aşağıda kalmayacaktır. Bu fırkaların zamanla yetmişüçü
geçmesi bu gerçeğe aykırı değildir. Çünkü hadis-i şerifte bildirilen bu
fırkaların sayısının yetmişüçü geçmemesi değil, yetmişüçe ulaşmasıdır.
Bilindiği gibi ümmet-i
Muhammed, ümmet-i davet, ümmet-i icabet olmak üzere iki kısımdır. Ümmct-i
davet, Hz. Muhammed'in kendilerine İslamı tebliğ ile gönderildiği insanların
tümüdür. Ümmet-i icabet ise bu daveti kabul edenlerdir. Hanefi ulemasından
Aliyyü'1-Kari hadis-i şerifte kasdedilen ümmetin "Ümmet-i icabet"
olduğunu söylemiştir. Ulemadan bazılarına göre ümmet-i Muhammed arasında
görülen itikadi bölünmeler sonucu ortaya çıkan itikadi fırkaların sayısı ehl-i
sünnetle birlikte yetmişüçe ulaşmıştır. Ehl-i sünnetin dışındaki sapık
fırkaları anahatlarıyla ve kısaca vermeye çalışacağız:
Sözü geçen sapık
fırkaların aslı yedi fırkadır:
I. Mu'tezile, II. Şia,
III. Hariciler, IV. Mürcie, V. Neccariyye, VI. Cebriyye, VII. Müşebbihe
I) Mutezile kendi
arasında ve aşağıda görüldüğü şekilde yirmi fırkaya ayrılmıştır:
1. Vâsiliyye, 2.
Hüzeyliyye, 3. Nazzâmiyye, 4. Hâıtiyye, 5. Büşriyye, 6. Ma'meriyye, 7.
Müzdariyye,
8. Semamiyye, 9.
Hişamiyye 10. Câhzıyye, 11. Hayatıyye, 12. Ka'biyye, 13. Cübâiyye, 14.
Behşemiyye,
15. Amriyye, 16.
Esvariyye, 17. Eskafiyye, 18. Caferiyye, 19. Salihiyye, 20. Hudbiyye
II- Şîa: Şianın aslı üç
fırkadır:
a) Gulat-ı şia, b)
Zeydiyye, c) İmamiyye
Bunlardan Gulat-ı Şia
kendi arasında şu şekilde onsekiz fırkaya ayrılmıştır:
1. Sebeiyye, 2.
Kâmiliyye, 3. Ulyâiyye, 4. Muğayriyye, 5. Mansuriyye, 6. Hattabiyye, 7.
Hişamiyye,
8. Nu'maniyye, 9. Yunusiyye,
10. Nusayriyye, 11. Cenahiyye, 12. Gurabiyye, 13. Rezzamiyye 14. Zerariyye
15. Müfavvize, 16.
Bedaiyye, 17. Benaniyye, 18. İsmailiyye
Ayrıca Zeydiyye de
kendi arasında üç fırkaya ayrılmıştır: 1- Carûdiyye, 2- Süleymaniyye, 3-
Salihiyye
Gulat-ı Şia'ya ait
bütün bu fırkaların toplam sayısı İmamiyye ile birlikte yirmi ikiye
ulaşmaktadır.
III - Hariciler
Bu fırkanın;
1. Muhakkime-i ûlâ, 2.
Ezarıka, 3. Acaride 4. Yezidiyye, 5. Sufriyye gibi kollan vardır.[Bak Kılavuz
Ahmed Saim, İman-Küfür Sınırı, 167-169.]
Hariciler de kendi
aralarında çok fırkalara ayrılmışlardır. Hatta bazı tarihçiler onlardan yirmi
kadar fırka saymışlardır.
IV- Murcie: Bu mezhebin
salikleri de Hariciyyenin tam zıddı bir iti-kad taşırlar, "insan hakkıyla
inandıktan sonra ona ma'siyet (büyük ve küçük günah) zarar vermez" der ve
amellere, hareketlere hiç önem vermezler.
V- Cebriyye: Bu
mezhebin taraftarları kullardan fiilleri selbedip bütün fiilleri Allah'a isnad
ederler.
VI- Neccariyye: Bunlar
Hasan İbn Muhammed İbn en-Neccar'm tabileridirler.
VII- Müşebbihe; Bunlar
cenab-ı hakkı mahlükata benzetirler.
Buraya kadar
zikrettiğimiz batıl mezheplerin toplam sayısı tam yetmiş iki eder. Bunların
düşünceleri hakkında geniş malumat Şehristani'nin "el-Milel
ve'n-Nihal" isimli eserinde mevcuttur.
İşte mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şeriflerde çıkacaklarından bahsedilen batıl mezheplerin günümüze
kadar zuhur etmiş olanlarının isimleri bunlardır. Bunlara ilaveten ve bunlardan
tamamen farklı olan bir de ehl-i sünnet ve'1-cemaat ismiyle bilinen bir fırka
daha vardır ki, hadis-i şerifte efendimizin "fırka-i naciye" ismini
verdiği ve kendilerini "Benim ve ashabımın yolunu takib edenler"[Bak.
Tirmizi, İman; İbn Mace. fiten; Darimi: siyer] diye nitelendirdiği bu fırka ile
üm-met-i Muhammed'in ayrıldığı fırka sayısı yetmişüçe ulaşmıştır.
Binaenaleyh, mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifler, Hz. Peygamberin istikbale ait hadiselerden haber
vererek ortaya koyduğu mucizelerden birini teşkil etmektedir.
Şimdi de yine kısaca İslamin
gerçek mümessillerinin ve çoğunluğunun mensub olduğu ehl-i sünnet hakkında
kısaca bilgi vermekte fayda ümid ediyoruz:
"Ehl-i sünnet
(Mütekaddimîn-öncekiier) ve (Müteahhirîn-sonrakiler) diye iki kısma ayrılır.
I- Mütekaddimûn -ki
bunlara selef de denir- takriben hicri 300 yılına kadar yaşayan, sırayla,:
Ashab, tabiin, etbaııttabiin ile onların izinden giden bilginler, fakih ve
miictehidler, muhaddisler çoğunluğudur.
Bunlar, Allah'ı kemal
sıfatlarıyla muttasif, noksan sıfatlardan münezzeh bilmişler, kitap ve
sünnette varid olan müteşabih nakilleri tevil etmeden gerçek manalarını
Allah'a ısmarlayarak kabul etmişlerdir.
II- Müteahhirûne
gelince;, bunlar da iki kısma ayrılmıştır: Matüridi-ler, Eş'ariler.
Matüridiler:
Fıkıh ve füruat
bakımından Tmam-ı A'zam'a tabi, i'tikadi konularda ise, onun görüş ve
delillerini, kendi zamanındaki icaba göre düzenleyip genişleterek, i'tikadi
mezheb meydana getirmiş bulunan Türkistanlı Ebu Mansur-i Matüridî'ye tabi
olanlardır ki, başlıca salikleri Hanefî mezhebinin salikîeridir. Bu zat
(H.333)te vefat etmiştir. Matüridi onun doğduğu köyün adı olup Semerkand'a
bağlıdır.
Eş'ariler:
İmam Şafii mezhebinde
yetişerek, onun fıkıh esaslarından mülhem bir itikadı mezhep meydana getiren ve
(H. 330 veya 320)de vefat eden EbVl-Hasen'il-Eş'arî'ye mensup olanlardır. Bu
zat da, ashabdan meşhur Ebu Mus'se'I-Eşari'nin soyundandır.
Matüridî mezhebi, daha
ziyade Türkistan taraflarında ve hanefiler arasında yayılmış olduğu halde,
Eş'ari mezhebi, Mısır, Afrika ve Endülüs taraflarında yayılmıştır. Salikleri
arasında Şafiilerden başka bir kısım Maliki ve Hanbeliler de vardır. Sayıca
Eş'ariler, Matüridilerden çoktur. Tağ-lib yoluyla her ikisine
"Eşâire" dendiği de olur.
İki mezheb arasında
tabii olarak bazı görüş ve anlayış farkları vardır. Fakat ana meselelerde
ittifak halinde olduklarından birbirlerini ehl-i sünnet haricinde telakki
etmezler. Öncekilerle sonrakiler de böyledir.
Biz bu mezhepler
arasındaki talî farkları kelam tarihi derslerine bırakarak, bilhassa fıkıh
usulü bakımından, bid'at mezheplere karşı bulunan esaslarını (ki bu meselelerde
üçü de ittifak halindedir) görelim:
Ehl-i Sünnet
Prensipleri:
1- Bütün kainat ve
olaylar hadis (sonradan olma) dir.
2- Onların yaratıcısı
tek yaratıcı olan Allah'tır.
3- Allah birdir,
kadimdir, vacibü'l-vücııttur (varlığı gerekli ve zaruridir), kendinden başka
yaratıcı yoktur, ortağı benzeri ve hiç bir vecihle eşi yoktur. Doğmamış
doğurmanuştır. Zaman, mekan, cisim ve her nevi cis-maniyetten münezzehtir.
Kemal sıfatlarıyla muttasıf, eksik sıfatlardan münezzeh ve beridir. Ondan başka
tanrı, ibadete layık ma'bud ve yaratmada müessir yoktur...
4- Sebepleri ve
sebeplerin meydana getirdiği olayları (müsebbebat) tabiata ait müessirlerle
(tesir ve etki yapan) bu tesirlerin meydana getirdiği eserleri yaratan, bütün
kainat ve olaylar arasındaki münasebet ve irtibatı, takdir, tayin ve tesbit
eden ancak Allah'tır.
5- Hiç bir şeye ve
-isterse Nebi ve veli olsun- hiç bir kimseye hulul (içine girme) etmemiştir.
Bütün Nebi ve veliler bizim gibi birer beşer ve insandırlar. Hiç birinde
zerrece ulûhiyyet (tanrılık) eseri yoktur.
6- Her kim ve her ne
olursa olsun birine ulûhiyyet hükmü yüklemek şirk ve küfürdür. Kimin kabri
olursa olsun ondan, hastalar için şifa, fakirler için servet, kısırlar için
çocuk gibi şeyler istemek haram, hatta tehlikelidir. (Çünkü bunları vermek
yaratığın değil, yaratanın işidir).
7- İnsanları yaratan
Allah olduğu gibi, onların işlerini de (irade-i cü-ziyyelerine ve kesblerine
uygun olarak) yaratan Allah'tır. Onun kudret ve iradesi herşeyi kaplar.
8- Amel imandan cüz
(rükün veya kısım) değildir. Buna göre müslü-man helal ve caiz i'tikad etmemek
ve böyle dememek üzre büyük bir günah işlemekle İslamdan çıkıp küfre girmez. O
yine mü'mindir, fakat artık salih mü'min değil, fasik mü'mindir.
9- Bir başkan tayin ve
tesbiti (ki bu başkana imam denir) müslüman-lar üzerine farzdır. Tayin ve
tesbitin yolu istişare (şûra), seçme ve bey'at-tır, Nass (daha önceki imamın
açık veya kapalı sözü) değildir. İmamın ma'sum (günah işlemekten beri olması)
şart değildir. Rasûlullah (s.a.v.)den sonra, layık imam (devlet başkanı) ve en
üstün insan Hz. Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman sonra Ali (r.anhuma) dir.
10- İslam'ı kabul
etmiş, ibadetinde kıbleye yönelen (ehl-i kıble) kimseler, ancak şunlardan
birini yapmakla tekfir olunur (dinden çıktıklarına hükmolunur)lar:
a) Allahu zülcelâli
inkâr
b) O'na ortak ve eş
tanımak (şirk)
c) Nebiliği ve Nebii
inkâr
d) Tevatür yoluyla
sabit olmuş,.herkes tarafından bilinen (veya bilinmesi gereken) -zarurat-ı
diniyye-den birini inkâr.
e) Haramlığı veya
helalliği kat'i nasla sabit ve üzerinde icma vaki olmuş helala haram veya
harama helal demek ve böyle inanmak.
İşte bir müslüman bunlardan
birini yapmakla tekfir olunursa da bunlar haricinde bir hareket onu dinden
çıkarmaz. Fakat yerine göre bid'at ve dalâlet ehlinden kılar.
11- İyiler, Allah'ın
va'dettiği mükâfatlara nail olacakları gibi, kötülük edenler de, ilahî cezaya
çarpılacaklardır. Ancak, Allah dilediği mü'min kulunun günahlarını affedebilir.
İşte nurlu çehresini bu
çizgilerin meydana getirdiği ehl-i sünnet, Allah'ın kendilerinden razı
olduğunu bildirdiği bahtiyar zümredir, her Fatiha okunduğunda Cenab-i Bariden,
iletmesi niyaz edilen yol (sırat-i müstakim) bunların yoludur. İslam
kardeşliği ve îslamda birlik ancak bu esas ve prensiplerde birlik ve ittifakla
meydana gelebilir.[Karaman Hayreddin. Fıkıh Usulü, s. 20, 21. 22.]
Her fırkanın kendisinin
ehl-i sünnet ve'1-cemaat kendi dışındakilerin de ehi-i dalâlet olduğunu idda
etmesi önemli değildir. Önemli olan bu iddianın gerçeğe uyup uymamasıdır.
Bu iddialar ayrı ayrı
değerlendirildiği zaman gerçekten "ehl-i sünnet vel-cemaat" ismini
almaya layık olan fırkanın, selefle birlikte asılda birleşen Maturidiyye ile Eş*ariyye fırkası olduğu
görülür. Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediği
rivayet olunmuştur:
Bak. el-Hâdımi Ebu
Said, el-Berika fi-şerhi't-Tarikati'l-Muhammediyye, 1. 103, 201.
"Bir kimse (Hz.
Nebiin) sünneti ile onun sahabileri ve tabiinden meydana gelen cemaati severse,
Allah da onu sever, duasını kabul eder, ihtiyaçlarım karşılar, günahlarını
bağışlar, kendisine cehennemden ve münafıklıktan (kurtulduğuna dair) beraet
yazılır."
Abdullah İbn Ömer'den
rivayet edilen bir haberde açıklandığı üzere Nebi (s.a.v.): 'Kim ehl-i sünnet
ve'1-cemaat (yolu) üzerinde olursa, Allah onun her adımına on sevap verir,
derecesini de on kat arttırır."
buyurmuştur. Bu konuyu (4607) numaralı hadisin sonunda tekrar ele
alacağız inşaallah.