SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SUNNE BAHSİ

<< 4597 >>

DEVAM: 1. Sünnet (in Mahiyeti) Hakkında Açıklama

 

حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ وَمُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى قَالَا حَدَّثَنَا أَبُو الْمُغِيرَةِ حَدَّثَنَا صَفْوَانُ ح و حَدَّثَنَا عَمْرُو بْنُ عُثْمَانَ حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ قَالَ حَدَّثَنِي صَفْوَانُ نَحْوَهُ قَالَ حَدَّثَنِي أَزْهَرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْحَرَازِيُّ عَنْ أَبِي عَامِرٍ الْهَوْزَنِيِّ عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ أَبِي سُفْيَانَ أَنَّهُ قَامَ فِينَا فَقَالَ أَلَا إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَامَ فِينَا فَقَالَ أَلَا إِنَّ مَنْ قَبْلَكُمْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ افْتَرَقُوا عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً وَإِنَّ هَذِهِ الْمِلَّةَ سَتَفْتَرِقُ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ فِي النَّارِ وَوَاحِدَةٌ فِي الْجَنَّةِ وَهِيَ الْجَمَاعَةُ زَادَ ابْنُ يَحْيَى وَعَمْرٌو فِي حَدِيثَيْهِمَا وَإِنَّهُ سَيَخْرُجُ مِنْ أُمَّتِي أَقْوَامٌ تَجَارَى بِهِمْ تِلْكَ الْأَهْوَاءُ كَمَا يَتَجَارَى الْكَلْبُ لِصَاحِبِهِ وَقَالَ عَمْرٌو الْكَلْبُ بِصَاحِبِهِ لَا يَبْقَى مِنْهُ عِرْقٌ وَلَا مَفْصِلٌ إِلَّا دَخَلَهُ

 

Ebû Âmir el-Hevzenî'den (rivayet edilmiştir), dedi ki: (Bugün) Muaviye İbn Ebi Süfyan, aramızda (ayağa) kalkarak dedi ki: Şunu iyi bilin ki Rasûlullah (s.a.v.) (birgün) bize bir hutbe okumak üzere aramızda (ayağa) kalkıp (şöyle) buyurdu:

 

"Dikkat ediniz! Sizden önceki kitap ehli yetmiş iki dini fırkaya ayrılmışlardı. Bu (İslam) ümmet (i) de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır (Bunlardan) yetmiş iki fırka cehennemlik bir tanesi de cennetliktir. Bu (cennetlik olan fırka) ehl-i sünnet ve'I-cemaattir."

 

(Bu hadisin ravilerinden) İbn Yahya ile Amr b. Osman rivayetlerine (şu sözleri de) eklemişlerdir. "Benim ümmetimden bir takım cemaatlar zuhur edecektir ki onlara bu bid'atlar, kuduz hastalığının sahibin(in için)e, işlediği gibi işleyecek, işlemediği bir damar ve eklem kalmayacak."

 

 

İzah:

Hadis-i şerifte kasdedilen ve yerilen ayrılıklar inançta meydana gelen ayrılıklar ve bölünmelerdir. Amelde ve teferruatta meydana gelen ayrılıklar ve bölünmeler değildir. Çünkü amelde meydana gelen farklılıklar İslamiyyette yerilmemiş, bila­kis övülmüştür. Esasen İslamî manada yapılan ictihadlar neticesinde mey­dana gelen amelî ayrılıklar asılda değil, sadece ayrıntılarda meydan gel­miş olmaları cihetiyle bunlar kökte yine bir olduklarından amelî ayrılık­ları gerçek manada bir ayrılık veya bölünme olarak kabul etmek doğru de­ğildir. Zira zahirde ayrı gibi görünen bu ayrılıklar asılda birleşmektedir­ler.

 

Bir başka ifadeyle İslamiyeün yapısında bulunan fikrî hareketliliğin doğurduğu ve sadece ayrıntılarda kendini gösteren bölünmeleri bir asılda birleştirmek mümkündür. Dolayısıyla bu nevi fırkalar arasında herhangi bir münaferet ve tekfir sözkonusu değildir.

 

Ama inanç sahasında ortaya çıkan fırkalar genellikle münaferet, asıl­dan kopma va karşılıklı tekfir ile neticelendiğinden mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Hz. Nebiin diliyle verilmiştir.

 

Bu nedenle dini ihtilafları değerlendirirken bu ihtilafların dinin usulü veya fürûunu alakadar edişinin gözönünde bulundurulması ayrı bir ehem­miyet arzeder. Ümmet-i Muhammed'in furii-ı dinde, yani fıkhı meseleler­de ihtilaf etmesi en muhafazakâr zümreler tarafından bile müsamaha ile karşılanmış, hatta rahmet telakki edilerek tevsik edilmiştir. Çünkü fıkhı meselelerin hükmünü tayin etmekteki fikri hareket daima İslam hukuku­nu işlemekle ve onu her zaman ve her yerde kabil-i tatbik bir hukuk iste­mi haline getirmektedir. Bunun aksi, birçok dini hükmün meçhul kalma­sını ve dolayısıyla tatbikat ve hayat sahnesinden çekilmesini doğurur ki Kur'an-ı KerimMe bunun için "küfür, zulüm ve fisk" tabiri kullanılmıştır. Nitekim Rasul-i zişan efendimiz: "Hakim, hükmünü vereceği sı­rada ictihad eder de doğru olanı bulabilirce iki sevap alır."[Buhari, İ'tisam: Müslim, akdiye] buyura­rak müctehidlerin hayatın her dalında, şu'belerinde bütün ayrıntılara ine­rek ictihadda bulunmalarını teşvik etmiştir.

 

Akaid dalında ise fırka ve mezheblere ayrılmak asla caiz değildir. Zi­ra "cemaat" hak ve isabetli olan yegane yoldur. Bu babdaki tefrika ise da­lâlet ve azab vesilesidir.

 

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte, akaid sahasında cemaat ehli dı­şında meydana gelecek fırka ve mezheblerin tümünün cehennemlik ol­dukları bildirilirken, cemaat ehlinden kopmamanın, cemaat ehli dışında oluşan fırkalardan da kaçınmanın lüzum ve önemi çok veciz bir şekilde vurgulanmıştır.

 

Cemaat ehlinden maksat "ehl-i sünnet ve'I-cemaat" dediğimiz, ger­çek müslümanlardır. Bu mevzuda İslam ulemasının açıklaması şöyledir: "Ehl-i sünnet ve'1-cemaat kelimesi Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabının akaid sahasında takib ettikleri yolu izleyenler[15] manasına gelen; "ehlü sünneti rasûlillah ve ve cemaati'1-ashâb fî bâbi'l-itikad" teriminin kısaltılmış şek­lidir. Bazan bu mefhumu ifade etmek üzere" ehl-i hakk" terimi de kulla­nılır.

 

Bk. Taftazani, Şerhu'l-Akaid. s. 16-17; Şerhu'l-Mekasıd, II. 199; Şaiıbî, el-Muvafakat, IV. 48-52.

 

İslam tarihi boyunca olduğu gibi bugün de akaid sahasında isabetli yo­lu takibettiği kabul edilen ve müslümanların büyük çoğunluğunu sinesin­de toplayan ehl-i sünnet, Abdülkadir el-Bağdadî'ye (vef. 429/1037) göre şu sekiz zümreden teşekkül eder:

 

1- Ehl-i bid'atın hatalarına düşmeyen kelam alimleri

 

2- Sevrî, Evzaî, Davud-i Zahirî dahil büyük fakihler ve mensubları.

 

3- Muhaddisler.

 

4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf-nahiv, lügat ve edebiyat alimleri.

 

5- Ehl-i sünnet görüşlerine sadık kalan kıraat imamları ile müfessirler.

 

6- Müteşerri Sûfiyye

 

7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücahitler.

 

8- Ehl-i sünnet akidesinin yayıldığı memleket ahalisi.

 

Ümmet-i Muhammed'in fırkalara ayrılacağı hususunda nakledilen ha­disin bazı rivayetlerine göre Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize kurtuluşa erecek fırkanın (fırka-i nâciye'nin) hangisi olduğu sorulmuş, o da: "Benim ve ashabımın yolunu takibedenler" buyurmuştur. Hakikaten kelam mez­heplerinin prensip ve görüşleri incelendiği takdirde görülecektir ki itikad sahasında kitab ve sünnete bağlı kalan, bu iki kaynakta mevcud, akaide ait delilleri îslamın ana prensiplerine ve ruhuna uygun bir şekilde yorumlayan bilhassa sem'iyyat bahislerinde nassa teslimiyet gösteren zümreler ehl-i sünnet cemaatleridir. Ehl-i sünnet ayrıca Mu'tezile, Havaric, Şia ve diğer bid'aî fırkaları hilafına ashab-i kiramın (Allah cümlesinden razı ol­sun) hepsine hürmet ve muhabbetle bağlı kalmış, onları hayırda önder bil­miş, rivayetlerini kabul etmiş, dinin diğer sahalarında olduğu gibi akaid mevzuunda da Rasulullah'tan sonra onların yolunu takibetmiştir. Bina­enaleyh hadis-i şerifte: "Benim ve ashabımın yolunu takibedenler" ifa­desine en çok yaklaşan, bu payeye en çok yakışan ehl-i sünnet olmuştur.[Topaloğlu Bekir. Kelam ilmine Giriş, s. 109-110.]

 

Metinde geçen; "Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır"

 

mealindeki cümlenin anlamı üzerinde ulema ihtilaf etmişlerdir.

 

1- Ulemâdan bir kısmına göre burada "yetmişüç" kelimesiyle kasdedi-len yetmişüç kelimesinin ifade ettiği gerçek mana değildir. Bu sayıyla "çokluk" kasdedilmiştir. Bir başka ifadeyle "ümmetim birçok fırkalara ayrılacak" denmek istenmiştir. Yetmişüç kelimesinin ifade ettiği sayı kas­tedilmmiştir.

 

2- Bu kelime ile kasdedilen "yetmişüç" sayısıdır.

 

Meseleye hem fıkhî, hem de itikadi mezhepler açısından baktığımız zaman birinci görüş doğrudur. Çünkü fıkhî ve itikadi mezheblerin toplam sayısı yüzü aşkın olduğundan, onları yetmişüç fırka içerisine sığdırmak mümkün değildir. Esasen hadis-i şerifte kasdedilen ve kotüîenen bölün­menin itikadi bölünme olup, ameli bölünme olmadığı da düşünülürse me­seleyi hem nkhi hem de ameli mezhepler açısından ele almanın doğru ol­madığı yine kolayca anlaşılır.

 

Meseleyi ikinci görüş açısından ele aldığımız zaman yetmiş üç sayısıy­la kasdedilen yetmişüç itikadi fırkadır. Binaenaleyh, mevzumuzu teşkil eden bu babdaki hadis-i şeriflere göre Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti yet­mişüç fırkaya ayrılacaktır. Yani bu ümmet arasında meydana gelen itika­di fırkaların sayısı- mutlak yetmişüçe ulaşacaktır. Yetmişüçten aşağıda kalmayacaktır. Bu fırkaların zamanla yetmişüçü geçmesi bu gerçeğe ay­kırı değildir. Çünkü hadis-i şerifte bildirilen bu fırkaların sayısının yetmi­şüçü geçmemesi değil, yetmişüçe ulaşmasıdır.

 

Bilindiği gibi ümmet-i Muhammed, ümmet-i davet, ümmet-i icabet olmak üzere iki kısımdır. Ümmct-i davet, Hz. Muhammed'in kendilerine İslamı tebliğ ile gönderildiği insanların tümüdür. Ümmet-i icabet ise bu daveti kabul edenlerdir. Hanefi ulemasından Aliyyü'1-Kari hadis-i şerifte kasdedilen ümmetin "Ümmet-i icabet" olduğunu söylemiştir. Ulemadan bazılarına göre ümmet-i Muhammed arasında görülen itikadi bölünmeler sonucu ortaya çıkan itikadi fırkaların sayısı ehl-i sünnetle birlikte yetmi­şüçe ulaşmıştır. Ehl-i sünnetin dışındaki sapık fırkaları anahatlarıyla ve kısaca vermeye çalışacağız:

 

Sözü geçen sapık fırkaların aslı yedi fırkadır:

 

I. Mu'tezile, II. Şia, III. Hariciler, IV. Mürcie, V. Neccariyye, VI. Cebriyye, VII. Müşebbihe

 

I) Mutezile kendi arasında ve aşağıda görüldüğü şekilde yirmi fırkaya ayrılmıştır:

 

1. Vâsiliyye, 2. Hüzeyliyye, 3. Nazzâmiyye, 4. Hâıtiyye, 5. Büşriyye, 6. Ma'meriyye, 7. Müzdariyye,

 

8. Semamiyye, 9. Hişamiyye 10. Câhzıyye, 11. Hayatıyye, 12. Ka'biyye, 13. Cübâiyye, 14. Behşemiyye,

 

15. Amriyye, 16. Esvariyye, 17. Eskafiyye, 18. Caferiyye, 19. Salihiyye, 20. Hudbiyye

 

II- Şîa: Şianın aslı üç fırkadır:

 

a) Gulat-ı şia, b) Zeydiyye, c) İmamiyye

 

Bunlardan Gulat-ı Şia kendi arasında şu şekilde onsekiz fırkaya ayrıl­mıştır:

 

1. Sebeiyye, 2. Kâmiliyye, 3. Ulyâiyye, 4. Muğayriyye, 5. Mansuriyye, 6. Hattabiyye, 7. Hişamiyye,

 

8. Nu'maniyye, 9. Yunusiyye, 10. Nusayriyye, 11. Cenahiyye, 12. Gurabiyye, 13. Rezzamiyye 14. Zerariyye

 

15. Müfavvize, 16. Bedaiyye, 17. Benaniyye, 18. İsmailiyye

 

Ayrıca Zeydiyye de kendi arasında üç fırkaya ayrılmıştır: 1- Carûdiyye, 2- Süleymaniyye, 3- Salihiyye

 

Gulat-ı Şia'ya ait bütün bu fırkaların toplam sayısı İmamiyye ile bir­likte yirmi ikiye ulaşmaktadır.

 

III - Hariciler

 

Bu fırkanın;

 

1. Muhakkime-i ûlâ, 2. Ezarıka, 3. Acaride 4. Yezidiyye, 5. Sufriyye gibi kollan vardır.[Bak Kılavuz Ahmed Saim, İman-Küfür Sınırı, 167-169.]

 

Hariciler de kendi aralarında çok fırkalara ayrılmışlardır. Hatta bazı ta­rihçiler onlardan yirmi kadar fırka saymışlardır.

 

IV- Murcie: Bu mezhebin salikleri de Hariciyyenin tam zıddı bir iti-kad taşırlar, "insan hakkıyla inandıktan sonra ona ma'siyet (büyük ve kü­çük günah) zarar vermez" der ve amellere, hareketlere hiç önem vermezler.

 

V- Cebriyye: Bu mezhebin taraftarları kullardan fiilleri selbedip bütün fiilleri Allah'a isnad ederler.

 

VI- Neccariyye: Bunlar Hasan İbn Muhammed İbn en-Neccar'm tabileridirler.

 

VII- Müşebbihe; Bunlar cenab-ı hakkı mahlükata benzetirler.

 

Buraya kadar zikrettiğimiz batıl mezheplerin toplam sayısı tam yetmiş iki eder. Bunların düşünceleri hakkında geniş malumat Şehristani'nin "el-Milel ve'n-Nihal" isimli eserinde mevcuttur.

 

İşte mevzumuzu teşkil eden hadis-i şeriflerde çıkacaklarından bahsedi­len batıl mezheplerin günümüze kadar zuhur etmiş olanlarının isimleri bunlardır. Bunlara ilaveten ve bunlardan tamamen farklı olan bir de ehl-i sünnet ve'1-cemaat ismiyle bilinen bir fırka daha vardır ki, hadis-i şerif­te efendimizin "fırka-i naciye" ismini verdiği ve kendilerini "Benim ve ashabımın yolunu takib edenler"[Bak. Tirmizi, İman; İbn Mace. fiten; Darimi: siyer] diye nitelendirdiği bu fırka ile üm-met-i Muhammed'in ayrıldığı fırka sayısı yetmişüçe ulaşmıştır.

 

Binaenaleyh, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifler, Hz. Peygambe­rin istikbale ait hadiselerden haber vererek ortaya koyduğu mucizelerden birini teşkil etmektedir.

 

Şimdi de yine kısaca İslamin gerçek mümessillerinin ve çoğunluğunun mensub olduğu ehl-i sünnet hakkında kısaca bilgi vermekte fayda ümid ediyoruz:

 

"Ehl-i sünnet (Mütekaddimîn-öncekiier) ve (Müteahhirîn-sonrakiler) diye iki kısma ayrılır.

 

I- Mütekaddimûn -ki bunlara selef de denir- takriben hicri 300 yılına kadar yaşayan, sırayla,: Ashab, tabiin, etbaııttabiin ile onların izinden gi­den bilginler, fakih ve miictehidler, muhaddisler çoğunluğudur.

 

Bunlar, Allah'ı kemal sıfatlarıyla muttasif, noksan sıfatlardan münez­zeh bilmişler, kitap ve sünnette varid olan müteşabih nakilleri tevil etme­den gerçek manalarını Allah'a ısmarlayarak kabul etmişlerdir.

 

II- Müteahhirûne gelince;, bunlar da iki kısma ayrılmıştır: Matüridi-ler, Eş'ariler.

 

 

Matüridiler:

 

Fıkıh ve füruat bakımından Tmam-ı A'zam'a tabi, i'tikadi konularda ise, onun görüş ve delillerini, kendi zamanındaki icaba göre düzenleyip genişleterek, i'tikadi mezheb meydana getirmiş bulunan Türkistanlı Ebu Mansur-i Matüridî'ye tabi olanlardır ki, başlıca salikleri Hanefî mezhe­binin salikîeridir. Bu zat (H.333)te vefat etmiştir. Matüridi onun doğduğu köyün adı olup Semerkand'a bağlıdır.

 

 

Eş'ariler:

 

İmam Şafii mezhebinde yetişerek, onun fıkıh esaslarından mülhem bir itikadı mezhep meydana getiren ve (H. 330 veya 320)de vefat eden EbVl-Hasen'il-Eş'arî'ye mensup olanlardır. Bu zat da, ashabdan meşhur Ebu Mus'se'I-Eşari'nin soyundandır.

 

Matüridî mezhebi, daha ziyade Türkistan taraflarında ve hanefiler ara­sında yayılmış olduğu halde, Eş'ari mezhebi, Mısır, Afrika ve Endülüs ta­raflarında yayılmıştır. Salikleri arasında Şafiilerden başka bir kısım Mali­ki ve Hanbeliler de vardır. Sayıca Eş'ariler, Matüridilerden çoktur. Tağ-lib yoluyla her ikisine "Eşâire" dendiği de olur.

 

İki mezheb arasında tabii olarak bazı görüş ve anlayış farkları vardır. Fakat ana meselelerde ittifak halinde olduklarından birbirlerini ehl-i sün­net haricinde telakki etmezler. Öncekilerle sonrakiler de böyledir.

 

Biz bu mezhepler arasındaki talî farkları kelam tarihi derslerine bıra­karak, bilhassa fıkıh usulü bakımından, bid'at mezheplere karşı bulunan esaslarını (ki bu meselelerde üçü de ittifak halindedir) görelim:

 

Ehl-i Sünnet Prensipleri:

 

1- Bütün kainat ve olaylar hadis (sonradan olma) dir.

 

2- Onların yaratıcısı tek yaratıcı olan Allah'tır.

 

3- Allah birdir, kadimdir, vacibü'l-vücııttur (varlığı gerekli ve zaruri­dir), kendinden başka yaratıcı yoktur, ortağı benzeri ve hiç bir vecihle eşi yoktur. Doğmamış doğurmanuştır. Zaman, mekan, cisim ve her nevi cis-maniyetten münezzehtir. Kemal sıfatlarıyla muttasıf, eksik sıfatlardan münezzeh ve beridir. Ondan başka tanrı, ibadete layık ma'bud ve yarat­mada müessir yoktur...

 

4- Sebepleri ve sebeplerin meydana getirdiği olayları (müsebbebat) tabiata ait müessirlerle (tesir ve etki yapan) bu tesirlerin meydana getirdiği eserleri yaratan, bütün kainat ve olaylar arasındaki münasebet ve irtibatı, takdir, tayin ve tesbit eden ancak Allah'tır.

 

5- Hiç bir şeye ve -isterse Nebi ve veli olsun- hiç bir kimseye hulul (içine girme) etmemiştir. Bütün Nebi ve veliler bizim gibi bi­rer beşer ve insandırlar. Hiç birinde zerrece ulûhiyyet (tanrılık) eseri yok­tur.

 

6- Her kim ve her ne olursa olsun birine ulûhiyyet hükmü yüklemek şirk ve küfürdür. Kimin kabri olursa olsun ondan, hastalar için şifa, fakir­ler için servet, kısırlar için çocuk gibi şeyler istemek haram, hatta tehlike­lidir. (Çünkü bunları vermek yaratığın değil, yaratanın işidir).

 

7- İnsanları yaratan Allah olduğu gibi, onların işlerini de (irade-i cü-ziyyelerine ve kesblerine uygun olarak) yaratan Allah'tır. Onun kudret ve iradesi herşeyi kaplar.

 

8- Amel imandan cüz (rükün veya kısım) değildir. Buna göre müslü-man helal ve caiz i'tikad etmemek ve böyle dememek üzre büyük bir gü­nah işlemekle İslamdan çıkıp küfre girmez. O yine mü'mindir, fakat artık salih mü'min değil, fasik mü'mindir.

 

9- Bir başkan tayin ve tesbiti (ki bu başkana imam denir) müslüman-lar üzerine farzdır. Tayin ve tesbitin yolu istişare (şûra), seçme ve bey'at-tır, Nass (daha önceki imamın açık veya kapalı sözü) değildir. İmamın ma'sum (günah işlemekten beri olması) şart değildir. Rasûlullah (s.a.v.)den sonra, layık imam (devlet başkanı) ve en üstün insan Hz. Ebu Bekir, son­ra Ömer, sonra Osman sonra Ali (r.anhuma) dir.

 

10- İslam'ı kabul etmiş, ibadetinde kıbleye yönelen (ehl-i kıble) kim­seler, ancak şunlardan birini yapmakla tekfir olunur (dinden çıktıklarına hükmolunur)lar:

 

a) Allahu zülcelâli inkâr

 

b) O'na ortak ve eş tanımak (şirk)

 

c) Nebiliği ve Nebii inkâr

 

d) Tevatür yoluyla sabit olmuş,.herkes tarafından bilinen (veya bilin­mesi gereken) -zarurat-ı diniyye-den birini inkâr.

 

e) Haramlığı veya helalliği kat'i nasla sabit ve üzerinde icma vaki ol­muş helala haram veya harama helal demek ve böyle inanmak.

 

İşte bir müslüman bunlardan birini yapmakla tekfir olunursa da bunlar haricinde bir hareket onu dinden çıkarmaz. Fakat yerine göre bid'at ve da­lâlet ehlinden kılar.

 

11- İyiler, Allah'ın va'dettiği mükâfatlara nail olacakları gibi, kötülük edenler de, ilahî cezaya çarpılacaklardır. Ancak, Allah dilediği mü'min kulunun günahlarını affedebilir.

 

İşte nurlu çehresini bu çizgilerin meydana getirdiği ehl-i sünnet, Al­lah'ın kendilerinden razı olduğunu bildirdiği bahtiyar zümredir, her Fati­ha okunduğunda Cenab-i Bariden, iletmesi niyaz edilen yol (sırat-i müs­takim) bunların yoludur. İslam kardeşliği ve îslamda birlik ancak bu esas ve prensiplerde birlik ve ittifakla meydana gelebilir.[Karaman Hayreddin. Fıkıh Usulü, s. 20, 21. 22.]

 

Her fırkanın kendisinin ehl-i sünnet ve'1-cemaat kendi dışındakilerin de ehi-i dalâlet olduğunu idda etmesi önemli değildir. Önemli olan bu id­dianın gerçeğe uyup uymamasıdır.

 

Bu iddialar ayrı ayrı değerlendirildiği zaman gerçekten "ehl-i sün­net vel-cemaat" ismini almaya layık olan fırkanın, selefle birlikte asılda birleşen  Maturidiyye ile Eş*ariyye fırkası olduğu görülür. Hz.  Ali (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur:

 

Bak. el-Hâdımi Ebu Said, el-Berika fi-şerhi't-Tarikati'l-Muhammediyye, 1. 103, 201.

 

"Bir kimse (Hz. Nebiin) sünneti ile onun sahabileri ve tabiinden meydana gelen cemaati severse, Allah da onu sever, duasını kabul eder, ihtiyaçlarım karşılar, günahlarını bağışlar, kendisine cehennemden ve münafıklıktan (kurtulduğuna dair) beraet yazılır."

 

Abdullah İbn Ömer'den rivayet edilen bir haberde açıklandığı üzere Nebi (s.a.v.): 'Kim ehl-i sünnet ve'1-cemaat (yolu) üzerinde olur­sa, Allah onun her adımına on sevap verir, derecesini de on kat arttırır."  buyurmuştur. Bu konuyu (4607) numaralı hadisin sonunda tekrar ele alacağız inşaallah.