SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

HUDUD BAHSİ

<< 4372 >>

DEVAM: 3. Muharebe (Yol Kesicilik, Eşkıyalık) Konusunda Varid Olan Hadisler

 

حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ ثَابِتٍ حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ حُسَيْنٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ يَزِيدَ النَّحْوِيِّ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا أَنْ يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ أَوْ يُنْفَوْا مِنْ الْأَرْضِ إِلَى قَوْلِهِ غَفُورٌ رَحِيمٌ نَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ فِي الْمُشْرِكِينَ فَمَنْ تَابَ مِنْهُمْ قَبْلَ أَنْ يُقْدَرَ عَلَيْهِ لَمْ يَمْنَعْهُ ذَلِكَ أَنْ يُقَامَ فِيهِ الْحَدُّ الَّذِي أَصَابَهُ

 

İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Allah ve Rasülü ile savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir... Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette de büyük azab vardır. Ancak onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah bağışlar ve merhamet eder." ayeti müşrikler hakkında nazil oldu. Onlardan her kim yakalanmadan önce tevbe ederse bu kendilerine lâzım olan haddin uygulanmasına mâni olamaz.

 

 

İzah:

Nesâî, tahrimu'd-dem

 

Abbas'dan Selen son naber dışındaki tüm hadisleri, aynı olaydan bahseden bir hadi­sin, biri birinden küçük farklarla ayrılan değişik rivayetleridir. 4372 nu­maradaki son haber de, hadislerde geçen, Maide suresinin 33. ayetinin nü­zul sebebi konusundaki İbn Abbas'ın görüşünü ifâde etmektedir. Tüm ri­vayetler aynı hadise ile ilgili olduğu için izahı hadislerin sonuna bırakma­yı uygun bulduk.

 

Önce diğer hadis kitapları ile tarih ve siyer kitaplarındaki nakilleri de göz Önüne alarak hadiseyi vermek sonra da hadisin ihtiva ettiği fıkhî hü­kümlere geçmek istiyoruz:

 

Urayne veya Ukl kabilesinden yedi sekiz kişilik bir grup Medine'ye gelerek müslüman oldular. Ancak Medine'deki ikametleri esnasında, Me­dine'nin havası kendilerine ağır geldi ve hastalandılar. Renkleri soldu, za­yıf ve bitap bir hale düştüler. Hz. Nebi (s.a.v.)'e müracaat ederek, şeh­ri terkedip develerin yanına gitmek istediler. Rasulullah da develerin ya­nına gitmelerine izin verdi ve tedavi olmaları için, develerin idrar ve süt­lerini içmelerini tavsiye etti. Develer, Küba civarında, Zü'1-Hader denilen yerde idi. Sayılan 15 kadar olan bu develer sağılıyordu. Bir kısmı zekat devesi, bir kısım da Rasulullah'm şahsi malı idi.

 

Adamlar develerin yanına gittiler, efendimizin tavsiyesi istikametinde süt ve idrarlarından içtiler. Allah'ın izni ile tedavi oldular, iyileşip kendi­lerine gelince, irtidat ettiler ve develerden birisini kestiler. Çobanlardan birisinin de ellerini ve ayaklarını kestiler, gözlerine diken batırarak oydu­lar ve güneşin ortasında ölüme terkettiler. Geri kalan develeri de alıp gö­türdüler. Sağ kalan çoban, Medine'ye gelerek hadiseyi Rasulullah'a haber verdi. Rasulullah hemen peşlerinden yirmi kişilik bir süvari müfrezesi gönderdi. İçlerinde iz sürücüler de vardı. Başlarında Kürz b. Cabir el-Cihrî bulunan bir müfreze kısa zamanda sakilleri yakalayıp Rasulullah (s.a.v.)'a getirdi. Hz. Nebi (s.a.v.) de onları kendi yaptıklarına uygun bir şekilde cezalandırdı. Ellerini ve ayaklarını kestirdi, gözlerine mil çektirdi ve Han'a denilen yere güneşin altına attırdı. Sıcağın altında: "su su!" diye bağırdıkları halde hiç kimse bunlara su vermedi. Böylece geberip gittiler.

 

İslam'dan dönen, develeri çalan ve çobanı işkence ederek öldüren Uraynalılara verilen bu ceza, bir çok alime göre hadislerin tercemesi es­nasında meali verilen, Maide suresinin 33. ayetinin nüzulüne sebep ol­muştur. İşaret edilen ayette Cenab-ı Hak, Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açanlara verilecek cezayı beyan buyurmuştur. Ayet-i kerimede Rasulul­lah'm uygulamasından gözleri oyma dışındakiler bırakılmıştır.

 

Konu ile ilgili fıkhı ahkama geçmeden önce akla gelmesi muhtemel bir iki noktaya işaret etmek istiyoruz.

 

1- Rivayetlerden birisinde Rasûlü ekremin, adamların el ve ayaklarını kestirdikten sonra damarlarını dağlamayıp, kanın akmasına göz yumdu­ğuna işaret edilmektedir. Hırsızlık ve yol kesme gibi suçlara uygulanan el ve ayak kesme cezalarında, kanın durması için kesilen yer ateşle dağlanıp damar büzdüriildüğü halde acaba burada niçin yapılmamıştır?

 

Bu somya şöyle cevap verilmiştir: Bu adamlar dinden çıktıkları için zaten ölümü hak etmişlerdir. Dolayısıyla ölümlerini engelleyecek bir mu­amelede bulunmaya gerek yoktur.

 

2- Rasulullah (s.a.v.) bunlara, el ve ayaklarını kesmenin yanı sıra, gözle­rini oymak, çöle terkedip su vermemek gibi çok katı cezalar vermiştir. Oysa Müsle İslamda haramdır. Rasulullah bu cezaları niçin vermiş olabi­lir?

 

Bu muhtemel soruyu da şöyle cevaplamak mümkündür: Kadı Iyaz'ın bildirdiğine göre bu ceza hudud ve muharebe ayeti inme­den önce verilmiştir. Dolayısıyla efendimiz bu cezayı, had olarak değil, kısas olarak vermiştir. Müslüman çobanın gözünü oydukları için kısas olarak Rasulullah da onların gözlerini uydurmuştur. Ama ayet indikten sonra bu ceza neshedilmiştir. Bazı alimlere göre ise, muharebe ayeti, ha­diste anılanlar hakkında inmiş ama Rasulullah onların çobana yaptıkları­na karşılık kısas olarak bu cezayı vermiştir.

 

Çöle atıldıktan sonra bunlara su verilmemesi mes'elesine gelince, Hz. Nebidin su verilmemesi yolunda bir emri yoktur. Suyu sahabeler vermemişlerdir. Kadı Iyaz'a göre ölüme mahkum edilen birisinin bir de su verilmemek suretiyle cezalandırılması caiz değildir. Nevevi'ye göre ise bu adamlar dinden dönüp çobanı öldürdükleri için ne su istemeye ne de başka bir iyi muameleyi beklemeye haklan yoktur. Hatta yanında abdest alacak kadar su bulunan kişinin o suyu ölümden ya da şiddetli susuz­luktan korkan bir mürtede verip de teyemmüm etmesi caiz değildir. Fakat suyu isteyen bir zımmi veya hayvan olursa vermek gerekir.

 

Hadis-i şeriflerde temas edilen Maide suresinin 33. ayetinde anılan ce­zaların Allah Rasûlüne karşı muharebe edenlere mahsus olduğunu görü­yoruz. Hadiste anlatılan hadisede ise Urayneliler, dinden çıkmışlar, çoban öldürmüşler ve deve çalmışlardır.

 

Bunların yaptıkları, "Muharebe" kelimesinden ilk aklımıza gelen anlam içine girmemektedir. O halde ayet-i kerimedeki muharebebe söz­cüğünden neyi anlayacağız? Bunu açıklığa kavuşturmamız gerekir.

 

Aşağı yukarı görüşü nakledilen alimlerin tümüne göre ayetteki muha­rebe edenden maksat, silahla insanlara saldıran, onların mallarına ve can­larına musallat olan kişi ya da kişilerdir. Ulemâ bu anlayışta hem fikir ol­dukları halde saldırının şehir içi ve şehir dışında olması halinde muhare­be  hükümlerinin  uygulanıp  uygulanmayacağında  ihtilaf etmişlerdir.

 

İmam Malik, İmam Şafii, Ebu Sevr ve İbnu'l-Münzir'e göre; ister şehir içinde olsun ister şehir dışında, insanlara saldırıp canlarına ve mallarına göz dikenler ayetteki muharebenin şümulüne girerler. Süfyan'ı Sevrî, İs-hak ve Ebû Hanife'ye göre muharebe hükümlerinin sabit olması için sal­dırının şehir dışında olması gerekir. Şehir içindeki saldırılarda muharebe ahkamı câri değildir.

 

Ayet-i kerimede, Allah'a ve Rasûlüne karşı savaş edenlere birtakım ce­zalar öngörülmektedir. Bu cezaların hepsi mi verilecektir? Hakim bu ceza­lardan istediğini vermekte muhayyer midir? Yoksa ayetteki belirli cezalar belirli suçlara mı hastır? Bu konu alimler arasında tartışmalıdır. Şimdi bu konudaki görüşleri Kıırtubi'nin tefsirinden naklen vermek istiyoruz:

 

1- Suçluya suçu nisbetinde ceza verilir; yolda korku yaratıp mal ala­nın eli ve ayağı çaprazlama (sağ eli sol ayağı) kesilir. Eğer hem mal alıp hem de adam öldürürse önce eli ve ayağı kesilir sonra asılır. Adam öldü­rüp mal almazsa öldürülür. Şayet adam öldürmez mal da almazsa memle­ketinden sürülür. Bu görüş İbn Abbas, Nehaî, Ata el-Horasanî ve İbn Mic-lez'e aittir.

 

2- İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre; adam öldürürse öldürülür. Mal alır da adam öldürmezse eli ve ayağı çaprazlama kesilir. Hem adam öldü­rür hem de mal  alırsa, otorite sahibi muhayyerdir; isterse elini ve ayağını kesip öldürür ve asar, isterse elini ayağını kesmeden öldürür ve asar.

 

3- İmam Şafiî'ye göre; mal alırsa sağ eli kesilir ve dağlanır. (Kanın durması için bileğin damarı ateşle veya kızgın yağla büzdürülür), sonra sol ayağı kesilir, dağlanır ve serbest bırakılır. Adam öldürürse Öldürülür. Hem mal alır hem de adam öldürürse öldürülür ve asılır. İmam Şafiî'den, asmanın üç gün süreceği rivayet edilmiştir.

 

4- Ahmed b. Hanbel'e göre; adam öldürürse Öldürülür, mal alırsa Şa­fii'nin dediği gibi sağ eli ve solayağı kesilir.

 

5- Bazı alimlere göre; devlet başkanı, Allah ve Rasulü ile savaşana ayette anılan cezalardan birisini vermekte muhayyerdir. Hem öldürmek hem asmak veya hem el ve ayak kesip hem de öldürmek gibi birden faz­la cezayı aynı anda vermek caizdir. Bir rivayette İbn Abbas, İmam Malik, Said b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdi'1-Aziz, Mücahid, Dahhak ve Nehâî bu görüştedirler.[Kurtûbî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, VI, 151, 152.]

 

Hanefî mezhebine göre, yolculara baskın veren, fakat mala ve cana do­kunmadan sadece onları korkutanlara verilecek ceza nefy yani sürgündür.

 

Ulemâ, ayette geçen "nefy=(sürgün)"den maksadın ne olduğunda da ihtilaf etmiştir. Kimine göre maksat, İslam ülkesinden çıkarmak, kimine göre doğup büyüdüğü memleketinden başka bir yere sürmek, kimine gö­re hapsetmek, kimine göre yakalanıp cezalandırılıncaya kadar devamlı olarak takip edilmesi, kimine göre de suçu işlediği memleketten başka bir yere sürülmesidir. Hanefîlerin muteber görüşüne göre maksat hapistir. Arap edebiyatında hapse atılan için "Dünyadan sürülmüş" tabiri kulla­nılmaktadır. Bir dörtlükte mahbuslarcîan biri şöyle demiştir:

 

"Dünyalı olduğumuz halde dünyadan çıkmışız.

 

Ne ölüler,ne dinler arasında sayılırız.

 

Bir şey için yanımıza gelse bir gün garaliyan,

 

'Bu dünyadan gelmiş' diye şaşıp kalırız."

 

Yukarıya aldığımız izahattan anlaşılacağı üzere âyetteki Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açanlardan maksat yol kesici eşkıyalardır.