SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

HUDUD BAHSİ

<< 4475 >>

DEVAM: 34. Kazf Haddi

 

حَدَّثَنَا النُّفَيْلِيُّ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِسْحَقَ بِهَذَا الْحَدِيثِ لَمْ يَذْكُرْ عَائِشَةَ قَالَ فَأَمَرَ بِرَجُلَيْنِ وَامْرَأَةٍ مِمَّنْ تَكَلَّمَ بِالْفَاحِشَةِ حَسَّانَ بْنِ ثَابِتٍ وَمِسْطَحِ بْنِ أُثَاثَةَ قَالَ النُّفَيْلِيُّ وَيَقُولُونَ الْمَرْأَةُ حَمْنَةُ بِنْتُ جَحْشٍ

 

Bize Nufeyli anlattı. Muhammed b. Seleme, Muhammed b. Ishak'tan rivayet etti. Muhammed b. îshak, Âişe'yi zikretmeden şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) iki adam ve bir kadına kazf haddi uygulanmasını emretti. Hassan b. Sabit ve Mistah b. Üsâse o kötü sözleri konuşanlardandırlar.

 

Nüfeylî: "O kadının da Hamne bint Cahş olduğunu söylüyorlar" dedi.

 

 

İzah:

Bu hadis-i şerifler, iffetli bir kadına zina isnadında bulunanlara verilecek ceza ile ilgilidir. Hadislerin vüruduna sebep olan hadise, İfk hadisesi olarak bilinen ve Aişe (r.anhu-ma) nin başından geçen bir olaydır. Bir sefer dönüşünde Hz. Aişe toplu­luktan geride kalmış, hakkında çok çirkin dedikodular çıkartılmış sonun­da Allah (c.c) Hz. Aişe'nin suçsuzluğunu haber veren ayetlerini indirmiş­tir. Rasulullah (s.a.v.)'de Hz. Aişe'ye o çirkin iftirayı uyduranlara şekli Kur'an-i Kerim'de bildirilen kazf haddi cezasını uygulamıştır. Kazif had­di ile ilgili fıkhı malumata girmeden önce üzerinde durduğumuz hadisle­rin vüruduna sebep olan İfk hadisesini anlatmak istiyoruz.

 

İfk hadisesi, Buhari'nin meğazi, tefsir, iman, nüzûr, i'tisam, cihad, tev-hid ve şehadet bahislerinde, Müslim'in tevbe bahsinde, Nesai'nin de tefsir bahsinde tahric edilmiştir. Biz, Buhari'nin şehadet bahsinde Hz. Aişe (r.a)'den rivayet edilen haberi buraya aynen aktarmak istiyoruz. Aişe radıyallahü anha şöyle demiştir:

 

"Rasulullah (s.a.v.) bir sefere çıktığında hanımları arasında kura çekerdi. Kurada hangisi çıkarsa Rasulullah ile birlikte o da giderdi. Çıkmak iste­diği gazvelerden birinde (Beni Müstalik gazvesinde) aramızda kura çek­ti, benim adım çıktı. Rasulullah ile birlikte sefere çıktık. Bu sefer, hicab (örtünme) ayeti indirildikten sonra idi. Beni hevdece (devenin üzerine ko­nulan ve içerisine kadınların bindirildiği odacık) bindirdiler. (Konak ye­rinde) hevdecten indirildim, böylece yürüdük. Rasulullah (s.a.v.) bu gazve­sinden dönerken ve Medine'ye yaklaştığımızda (bir yerde konakladık. Gecenin bir kısmını orada geçirdik) yola çıkmak için hareket emri veril­diğinde, ben kalkıp (tek başıma ihtiyacım için) ordugâhtan ayrılıp gittim. İhtiyacımı giderip, kafileye geri döndüm. Göğsümü yokladım, bir de ne göreyim! Yemen boncuğundan olan gerdanlığım kaybolmuş. Tekrar dö­nüp gerdanlığımı aradım. Ancak onu aramak beni oyaladı (yoldan alıkoy­du). Bana yolda hizmet edenler gelip, beni içinde sanarak hevdecimi gö­türmüşler ve onu bindiğim deveye yüklemişler. O zaman kadınlar hafif­tiler, ağır değillerdi. Yağ tutmuyorlardı. Çok az yemek yiyorlardı. Özel­likle ben küçük yaşta idim. Onun için hizmetçiler hevdeci yüklemek üze­re kaldırdıklarında hevdecin ağırlık derecesini farkedemeyerek yüklemiş­ler. Deveyi sürüp götürmüşler. Ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geldim, ama orada kimseyi bulamadım. Daha önce bulundu­ğum yere geldim. Hevdecte beni bulamayıp da geri geleceklerini zannet­miştim. Ben bu düşünce içerisinde otururken uyuyakalmışım.

 

Sülemîli - sonra Zekvanh - Safvan b. Muattal, ordunun arkasından gel­mekteydi. (Geride kalan askerlerin unuttuğu eşyaları toplayıp sahihlerine vermek için geride kalmıştı). Sabaha yakın bulunduğum yere gelmiş ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Bana geldi, hicab ayeti inmeden önce beni görürdü. (Bu yüzden beni tanıdı) Devesini çökerttiği zaman: "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn": Muhakkak biz Allah'ınız ve ona dönücü­yüz" demesi ile uyandım. Safvan (beni binsin diye) devesinin ön ayağı­na bastı, ben de bindim. Safvan, bindiğim deveyi yularından çekerek yü­rüdü. Nihayet öğle sıcağında, konak yerinde konaklayan kafileye yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan helak oldu. İftiraya ilk düşen Abdullah b. Ubey b. Selul olmuştu.

 

Abdullah b Ubey b. Selel: Münafıkların reisi idi.

 

Medine'ye gelince bir ay hastalandım, meğer o esnada iftiracıların if­tiraları ortalıkta dolaşıyormuş (Benim bunlardan haberim yoktu). Yalnız hastalığım esnasında beni işkillendiren bir yon vardı, başka hastalıklarım­da Rasulullah'tan gördüğüm şefkati, bu hastalığımda görmüyordum. Sa­dece yanıma giriyor, selam veriyor ve "hastamız nasıl?" diyordu. Benim, o iftiracıların söylediklerinden hiç haberim yoktu. Nihayet nekahat devre­sine girdim.

 

Bir gece Mistah'm annesi ile birlikte kazayı hacet yerimiz olan "Menası" tarafına çıkmıştım. Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu adet, evlerimizin yanında helalar yapmadan Önce idi. O zaman bizim halimiz, ilkel araplarm çöldeki tebermzü veya nezaheti idi. Ben Ebu Ruhme'nin kızı Ümmü Mistah ile birlikte def-i hacet yerine doğru giderken onun aya­ğı çarşafına takılıp düşmüştü. Bunun üzerine Mistah'ın annesi (selnıa), araplar arasında felaket anlarında söylenen: "düşmanım helak olsun" ye­rine "Mistah helak olsun" diye oğluna beddua etti.Ben kadına:

 

Ne fena söyledin! Bedir'e iştirak eden birisine seb mi ediyorsun? de­dim. Kadın bana:

 

Hele şu saf şeye bak! Ortada dönen bühtanları duymadın mı? diyerek İfk olayına katılanların iftiralarını anlattı. Bunu duyunca hastalığımın üs­tüne bir hastalık daha katlandı. Evime dönünce Rasulullah (s.a.v.) yanıma geldi ve;

 

"Nasılsınız?" diye sordu.

 

Ya Rasulullah! Bana izin veriniz, anne babamın yanına gideyim, de­dim. Ben bu haberi ebeveynimden tahkik etmek istiyordum. Rasulullah (s.a.v.) bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanma geldim." Anneme:

 

Halk arasında dolaşan bu haber nedir? dedim. Annem:

 

Ey kızım, kendini üzme, sen nefsini ve sıhhatini düşün. Vallahi bir kadın kendisini seven kocasının yanında sevimli olur, bir çok da ortağı bulunursa aleyhinde dedikodu olmaması pek nadirdir, dedi. Ben:

 

Sübhanellah, halk (nasıl) böyle konuşur, doğrusu hayret! dedim.

 

O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku girmedi. Sabah olunca Rasulullah (s.a.v.) Ali b. Ebi Talib'i ve Üsame b. Zeyd'i çağırmış vahiy gecikince ailesi ile ayrılığı konusun­da onlarla istişarede bulunmuş, Üsame ehli beyt hakkında gönlünde bes­lediği sevgiye işaret edip:

 

"Ya Rasulullah sizin temiz ve iffetli hanımlarınız, sizin ailenizdir. Biz Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz" demiş.

 

Ali b. Ebi Talib ise:

 

Ya Rasulullah   Allah sana dünyayı daraltmamıştır. Aişe'den başka çok kadın var. Ama bir de Aişe'nin cariyesi Berîre'ye sor, o sana doğru­sunu söyler, demiş.

 

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Berire'yi çağırıp: " Ey Berire! Hanımında seni şüpheye düşürecek bir hal gördün mü" diye sormuş. Bedre şu karşılığı vermiş:

 

Hayır, ya Rasulullah görmedim. Seni hak Nebi olarak gönde­ren Allah'a yemin ederim ki, ben hanımından ayıp olarak sadır olan şun­dan başka.bir şey görmedim. Aişe küçük yaşta bir kadındı, hamur yoğu-rurken uyur, evin evcil hayvanı gelip hamuru yerdi."

 

Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.) Mescid-i Nebevi'de bir hutbe iradederek, bu bühtanı ilk ortaya atan Abdullah b. Übey b. Selul'den dolayı ko­nuşmaktan mazur görülmesini isteyerek şöyle buyurmuş:

 

"Ailem konusunda bana eza eden bir herif hakkında kim bana yardım eder de benim için ondan intikam alır? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir za­tın da adını çıkardılar. Ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu zat şimdiye kadar ailemin yanına ben olmadan gir­memiştir."

 

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz (Evs'in reisi) ayağa kalkarak:

 

Ya Rasulullah! Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer o Evs'ten ise biz onun boynunu vururuz. Hacrecli kardeşlerimizden ise ne gerekiyorsa emrediniz. Biz emrinizi yerine getiririz." demiş.

 

Akabinden de (Hazrecilerin reisi) Sa'd b. Ubade ayağa kalkmış - bu zat, sâlih bir zattı. Fakat bu sefer hamiyyet gayreti ile Sa'd b. Muaz'a kar­şı-:

 

Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Übeyyi) öldü-remezsin, buna gücün de yetmez, demiş. Bu sefer de Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubade'ye karşı:

 

"Allah'ın beka ve ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyor­sun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen şüphesiz münafıksın ki müna­fıklar adına bizlerle mücadele ediyorsun, diye mukabele etmiş. Bu suret­le Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar. Hatta biri birleriyle savaşa yel­tenmişler. Rasulullah o esnada hala minberde imiş. Hemen minberden inip, onları sakinleştirinceye kadar kendilerine iltifatta bulunmuş. Kendi­si de (birşey demeyip) susmuş."

 

"Ben ise o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin annem babam yanıma geldiler. Ben bu vaziyette iki ge­ce bir gün boyunca ağladım. O kadar ki ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Annem babam yanımda oturur ben ağlarken ensardan bir kadın izin istedi, ben de kendisine izin verdim. O da benimle oturup ağlamaya başladı. Biz bu vaziyette iken Rasulullah içeriye giriverdi (yanıma) otur­du. Oysa, hakkımdaki dedikodular çıkalıberi yanıma oturmuyordu, - Ra­sûlullah bir ay beklediği halde, hakkımda vahiy gelmemişti. - Şehadet ederek şöyle buyurdu:

 

"Ey Aişe, hakkında bana şöyle şöyle sözler geldi. Eğer sen bu isnadlardan beri isen, Allah pek yakında seni aklar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa Allah'tan af dile ve ona tevbe et. Çünkü kul gü­nahını itiraf eder ve tevbe ederse Allah da ona af ile muamele eder." Rasulullah (s.a.v.) bu sözlerini bitirince gözümün yaşı kesildi ve gözüm­de bir damla yaş kalmadı. Babama:

 

Rasulullah'a benim yerime cevap ver, dedim Babam:

 

Kızım, vallahi Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bu se­fer anneme:

 

Rasulullah'a benim yerime cevap ver, dedim. O da: -Vallahi ben Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.

 

Ben küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'ın çoğunu okumamıştım. Bu yüzden şöyle dedim:

 

"Vallahi ben bilirim ki siz halkın dedikodusunu duydunuz. Nefsinizde onu büyütüp, inandınız. Şimdi ben size "suçsuzum" desem, - Allah bilir ki suçsuzum- sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer bir şeyi itiraf etsem, -Allah bilir ki ben kesinlikle suçsuzum- beni tasdik edersiniz. Vallahi bu durumda benim ve sizin için bir örnek bulamıyorum. Ancak Yusuf'un babasını (Yakub a.s'i) Örnek buluyorum. Yusuf'un gömleği üzerinde yalancı bir kan lekesi getirdikleri zaman Yakub (a.s) oğullarına: "Hayır, nefisleriniz size bir işi süslemiş, bir fitneye sevketmiş. Şimdi işim güzel sabırdır. Anlattıklarınıza karşı sığındığım Allah'tır" demişti.[Yusuf 18]

 

Ben bu sözleri söyledim, yatağıma döndüm. Beni sadece Allah'ın ak­layacağını umuyordum. Ama hakkımda okunan bir vahy (Kur'ân ayeti) nazil olacağını zannetmiyordum. Kendimi bana ait bir mes'ele için Kur'an-ı Kerim'de mevzubahs edilmeye değmeyecek kadar küçük görür­düm. Ama Rasulullah'm bir rüya görüp Cenab-ı hakkın bu rüya ile beni aklamasını umuyordum. Vallahi daha Hz. Nebi (s.a.v.) yerinden kalk­madan, oradakilerden hiçbirisi dışarı çıkmadan Rasulullah'a vahy indi. Onu vahyin ağırlığından dolayı terlemek gibi vahiy alâmetlerinden bir şey kapladı. Hatta ondan vahiy esnasında kış günlerinde bile inci gibi ter dö­külürdü. Rasulullah'tan, vahy eserleri gidince o sevincinden gülüyordu. Bana söylediği ilk sözü şu oldu:

 

" Ey Âişe, Allah'a hamdet, şüphesiz Allah seni ifkten (iftiradan) akladı." Bunun üzerine anam:

 

Kızım kalk da Rasulullah'a (teşekkür et) dedi.

 

Hayır, kalkmam ve sadece Allah'a hamdederim, dedim.

 

Allah (c.c) benim aklanmam hakkında: "Sizden bir iftira getiren top­luluk..."[Nur 11. ] diye başlayan âyetleri indirdi. Bunun üzerine Ebu Bekir (ba­bam) (r.a) akrabalığından dolayı yardım ettiği Mistah b. Üsâse için:

 

Hz. Aişe hakkında inen ayet sayısı on'dur.

 

"Vallahi Aişe'ye böyle bir iftira ettikten sonra artık Mistah'a hiç bir yardımda bulunmayacağım" dedi. Allah (c.c) bunun üzerine "Muham-med'in eşine o iftirayı uyduranlar, içinizden bir güruhtur. Bunu ken­diniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab vardır."[Nur 20]

 

Ayet-i celilesini "Ey Müminler, sizden servet ve varlık sahibi olan­lar, akrabalarına, miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere infakta kusur etmesin. Affetsin, aldırmasın. Allah'ın sizi mağfiret etmesini is­temez misiniz? Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir" kavl-i şerifine kadar indirdi. [Nur 22]

 

Bunun üzerine Ebu Bekir: "Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesi­ni severim" dedi ve Mistah'a etmekte olduğu yardıma devam etti.

 

Rasulullah (s.a.v.) Zeyneb binti Cahş'a da benim durumumu sormuştu: "Ey Zeyneb, Âişe hakkında ne biliyorsun? Ne gördün?" demişti. Zey­neb cevap olarak:

 

"Ya Rasulullah, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şey­den muhafaza ederim. Vallahi ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" demişti.

 

Zeyneb, (Rasulullah'm hanımları içerisinde) benimle rekabet edebile­cek durumda birisi idi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle korudu.[Buhari, şehadet]

 

İşte Hz. Aişe'ye iftira edilip, onun cenab-ı Allah tarafından suçsuzlu­ğunun tescil edildiği hadise budur.

 

Hz. Aişe'ye iftira edenlerin başında münafıkların lideri Abdullah b. Ubey b. Selûl vardır. Fakat üzerinde durduğumuz Ebu Davud hadisinde onun adına temas edilmemiş, Rasulullah'ın şairi Hassan b. Sabit, Hz, Ebu Bekir'in akrabalarından olan ve onun ihsanına mazhar olan Mistah b. Usase ve Rasulullah'm hanımlarından Zeyneb bint Cahş'm kızkardeşi Hamne bint Cahş'ın adı zikredilmiştir.

 

Hafız şöyle der: "Sünen sahipleri, Muhammed b. İshak'tan; o Abdul­lah b. Ebi Bekr b. Hazm'dan; O Amra'dan; Amra da Hz. Aişe (radıyalla-hü anha'dan) rivayet etti ki; Rasulullah (s.a.v.) İfki konuşanlara (Hz. Ai­şe'ye iftira edenlere) haddi uyguladı..." Yalnız rivayetlerde Abdullah b. Übeyy zikredilmedi. Aynı konuda Bezzar'ın Ebu Hureyre'den rivayet et­tiği hadiste de Abdullah b. Ubey anılmamıştır.

 

Hakim'in Abdullah b. Ebibekrden rivayet ettiği bir haberde ise had uygulananlar arasında Abdullah b. Übeyy'in adı da geçmektedir.

 

Rivayetlerin çoğunda Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunun anılma-masmın hikmetini İbn Battal şöyle izah eder:

 

"Bu hadis had vurulduğu takdirde bir fitnenin zuhuru endişesi olursa, haddin geciktirilecebileceğine delildir."

 

Kadı Iyaz ise Abdullah b. Ubeyy'e had vurulduğuna dair bir rivayetin sabit olmadığını söyler. Ancak Bezlü'l - Mechud müellifi Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunu bildiren birçok rivayet zikreder.

 

Hadis-i şeriflerde. Hz. Aişe'ye iftira edenlere had uygulandığı bildiril­miş, ama bu haddin nevi ve mikdarı konusunda bir şey söylenmemiştir. Kazf suçunu işleyene (iffetli birisine zina isnad edip, dört şahit getireme­yene) verilecek ceza Kur'an ayetiyle tesbit edilmiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:

 

"İffetli kadınlara zina isnad edilip de sonra dört şahit getireme­yenlere seksen değnek vurun, ebediyyen onların şahitliğini kabul et­meyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir."[Nur 4]

 

Ayette görüldüğü üzere kazf fiilini işleyene seksen değnek vurulur ve şahitliği kabul edilmez. Tabii kazfin gerçekleşmesi ve öngörülen cezanın uygulanması için birtakım şartlar vardır. Şimdi kazf ve cezası konusunda­ki fikhi malumatı özetlemek istiyoruz.

 

Kazf:

 

Sözlükte "atrnak" demektir. Bilahere başkasına çirkin bir şey isnad et­mek manasında kullanılmıştır. Kazf e "firye" de denilir.

 

Kazf, fıkıh İstılahında şöyle tarif edilir: "Bir kimseyi, ayıplamak ve kö­tülemek maksadıyla muhsan bir erkek veya kadına zina isnad eden mü­kellef bir şahıs hakkında tatbik edilecek ceza demektir." Yukarıda da te­mas edildiği gibi bu ceza hürler hakkında seksen değnek, köleler hakkın­da da bunun yarısı olan kırk değnektir.

 

Zina isnad eden kişiye "kaazif" zina isnad edilen şahsa "nıakzûf" zi­na isnadında kullanılan söze "makzûfun bih", zina isnadının vuku bul­duğu yere de "makzûfun fih" denilir.

 

Kazf haddinin uygulanması için kâzife, makzufa, makzûfun bihe ve makzûfun fihe ait birtakım şartlar vardır. Bu şartlar, özet olarak şöyledir.

 

kâzife Ait Şartlar:

 

Birisine zina isnadında bulunan şahsa had uygulanabilmesi için, Kâzifte şu şartların bulunması gerekir:

 

1- Kâzif akıl ve baliğ olmalıdır.

 

2- Kâzif muhtar olmalı yani mükreh olmamalıdır.

 

3- Kaazif, isnad ettiği suçu dava vukuunda dört şahit ile isbat edeme­miş olmalıdır.

 

Şafiiler, henüz baliğ olmayıp mümeyyiz bulunan bir kâzife ta'zir ceza­sı uygulanacağını söylerler.

 

Kazif'in; hür, müslüman, zinadan afif, kazf halinde ayık (sarhoş olma­mak) olması şart değildir.

 

Makzûfa Ait Şartlar

 

1- Makzuf (kendisine zina isnad edilen şahıs) muhsan olmalıdır.

 

Muhsan: Âkil bâlig, hür, müslüman ve afif (zina fiilinden iffetli) olan kişidir. Buna göre; muhsan olmayan birisine zina isnadında bulunan kişi­ye had uygulanmaz.

 

2- Makzûf belli (malum) olmalıdır. Dolayısıyla meçhul bir şahıs hak­kında zina isnadında bulunana had vurulmaz. Mesela bir gruba, "İçiniz­den birisi zinakârdır" dese kendisine had uygulanmaz.

 

3- Makzûf kâzifin füruundan olmamalıdır. Dolayısıyla bir kimse çocu­ğu veya torunu hakkında kazifte bulunursa kendisine had uygulanmaz.

 

4- Makzûf konuşabilir olmalıdır. Dolaysıyla dilsiz hakkında isnad edi­len zina suçundan dolayı had cezası uygulanmaz.

 

5- Makzûf mecbub (tenasül uzvu kesik) ve hünsai müşkii (kendisinde hem erkeklik hem de kadınlık organı bulunup erkek mi kadın mı olduğu ayndedilemiyen) olmamalıdır. Zina isnad edilen kadınsa, tenasül orga­nında temasa engel bir kusur olmamalıdır.

 

6- Makzuf, kazif esnasında sağ olmalıdır.

 

Hanbelilere göre, makzûfun baliğ olması şart değildir. Cinsi ilişkiye muktedir olması yeterlidir. Bu da erkeklerde on bir, kızlarda dokuz yaş­tır. Ancak baliğ olmayanlara kazfte bulunulduğunda kâzife had, makzûf baliğ oluncaya kadar uygulanmaz.

 

Makzûfun Bihe Ait Şartlar

 

Birisine zina isnadında kullanılan söz;

 

a) Sarih olabilir; "Sen zinâkarsın" demek gibi,

 

b) Kinaî bir lafız olabilir; mesela bir kadına "kahpe" demek gibi,

 

c) Ta'riz kabilinden olabilir; birisine zina isnad eden şahsa "sen haklı­sın" demek gibi

 

Kâzife had uygulanması için, kâzifin sarih lafızlarından birisi ile olma­lıdır. Ancak bazı sözler de sarih yerine geçer. Mesela birisinin nesebini inkar böyledir. Birisine: "Ey zinakarın oğlu, veled-i zina, piç, sen babanın oğlu değilsin..." gibi sözler sarih lafızlardır.

 

Ayrıca zina isnadında kullanılan sözün dille söylenmesi ve mak-zûf'dan olması imkan dahilinde olmalıdır. Buna göre, zina isnadında kul­lanılan söz yazı ile olursa veya makzûfdan sııdûru imkansız olursa, kâzi­fe had uygulanmaz.

 

Bir kimseyi, mensub olduğu ırktan başka bir ırka nisbet etmenin kazf sayılıp sayılmadığında ihtilaf vardır. Mesela bir Türke; "Sen Almansın" demenin kazif olup olmadığı ihtilaflıdır, Hanefilere göre kazif değildir.

 

Malikilere göre birisine: "Ey Lutî! (İbne!)" demek veya bir kadına "kahpe" demek kazf sayılır.

 

Şafiilere göre de kazfdeki tabirler sarih ve ta'riz kısımlarına ayrılır, imam Şafii'ye göre ta'riz ile kazfe niyyet edildiği ve bu tariz kazf ile tefsir edildiği takdirde haddi gerektirir. Aksi halde gerektirmez.

 

Makzûfun Fihe Ait Şartlar

 

1- Kazif dar-i adl'de (mü slü m ani arın meşru idareci derince idare edilen dar-ı İslam'da) olmalıdır. Dar-ı harbte veya eşkıyanın hükümranlığr al­tındaki dar-ı bağy'de vuku bulan kazften dolayı had uygulanmaz.

 

2- Kazf mutlak olmalı, yani bir şarta bağlı olmamalıdır.

 

Kazf haddinin uygulanabilmesi için yukarıdaki şartlara ilaveten, mak-zûfun davası da şarttır. Makzûf dava edip şikayetçi olmazsa had uygulan­maz.

 

Kazf haddi uygulanırken, kâzifin üzerinden ceket, palto kürk gibi gi­yecekler çıkartılır. Seksen değnek vurulur. Değnek vücudunun aynı yeri­ne vurulmaz. Baş, yüz ve tenasül uzuvlarına^ vurulmamak şartıyla vücu­dun değişik yerlerine taksim edilir.

 

Eğer bir kimse kendi karısına zina isnad eder ve zinayı dört şahitle is-bat edemezse "liân" denilen özel bir yeminle yeminleşirler. Bu yemin er­keği kazf haddinden, kadını da zina haddinden kurtarır.

 

Liânlaşmadan önce koca: "Dört kez Allah'a şehadet ederim ki ben ona isnad ettiğim zina davasında doğruyum, der". Beşinci olarak da: "Eğer ona isnad ettiğim zinada yalancılardansam, Allah'ın laneti üzerime olsun" der. Sonra da kadın: Dört defa: "Allah'a şehadet ederim ki o bana zina is­nadında yalancılardandır" dedikten sonra beşinci olarak! "Eğer o doğru-lardansa Allah'ın gazabı üzerime olsun" der. Böylece Liânlaşma tamam­lanmış olur.

 

Gerek kazf haddi, gerekse liân konusu fıkıh kitaplarında hayli geniş­tir. Arzu edenler ilgili bölümlere bakabilirler.