بَاب
فِي دَوَابِّ
الْبَحْرِ
46. Deniz
Hayvanlarının Etlerini) Yemek
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مُحَمَّدٍ
النُّفَيْلِيُّ
حَدَّثَنَا
زُهَيْرٌ حَدَّثَنَا
أَبُو
الزُّبَيْرِ
عَنْ جَابِرٍ قَالَ
بَعَثَنَا
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَأَمَّرَ عَلَيْنَا
أَبَا
عُبَيْدَةَ
بْنَ الْجَرَّاحِ
نَتَلَقَّى
عِيرًا
لِقُرَيْشٍ
وَزَوَّدَنَا
جِرَابًا
مِنْ تَمْرٍ
لَمْ نَجِدْ لَهُ
غَيْرَهُ
فَكَانَ
أَبُو
عُبَيْدَةَ يُعْطِينَا
تَمْرَةً
تَمْرَةً
كُنَّا نَمُصُّهَا
كَمَا يَمُصُّ
الصَّبِيُّ
ثُمَّ
نَشْرَبُ
عَلَيْهَا مِنْ
الْمَاءِ
فَتَكْفِينَا
يَوْمَنَا
إِلَى
اللَّيْلِ
وَكُنَّا
نَضْرِبُ
بِعِصِيِّنَا
الْخَبَطَ
ثُمَّ
نَبُلُّهُ
بِالْمَاءِ
فَنَأْكُلُهُ
وَانْطَلَقْنَا
عَلَى سَاحِلِ
الْبَحْرِ
فَرُفِعَ
لَنَا
كَهَيْئَةِ
الْكَثِيبِ
الضَّخْمِ
فَأَتَيْنَاهُ
فَإِذَا هُوَ
دَابَّةٌ تُدْعَى
الْعَنْبَرَ
فَقَالَ
أَبُو عُبَيْدَةَ
مَيْتَةٌ
وَلَا
تَحِلُّ
لَنَا ثُمَّ قَالَ
لَا بَلْ
نَحْنُ
رُسُلُ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَفِي
سَبِيلِ
اللَّهِ
وَقَدْ
اضْطُرِرْتُمْ
إِلَيْهِ
فَكُلُوا
فَأَقَمْنَا
عَلَيْهِ
شَهْرًا
وَنَحْنُ
ثَلَاثُ
مِائَةٍ
حَتَّى
سَمِنَّا
فَلَمَّا
قَدِمْنَا
إِلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
ذَكَرْنَا ذَلِكَ
لَهُ فَقَالَ
هُوَ رِزْقٌ
أَخْرَجَهُ
اللَّهُ
لَكُمْ
فَهَلْ
مَعَكُمْ
مِنْ لَحْمِهِ
شَيْءٌ فَتُطْعِمُونَا
مِنْهُ
فَأَرْسَلْنَا
مِنْهُ إِلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَأَكَلَ
Câbir (r.a)'den rivayet
olmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) bizi (Habat gazasına) göndermişti. Ebû
Ubeyde b. el-Cerrah'i da başımıza komutan tayin etmişti. Kureyş'in bir kervanı
ile karşılacaktık. Bir dağarcık hurmayı bize azık olarak vermiş, verecek başka
bir şey de bulamamıştı.
Ebû Ubeyde b. el-Cerrah,
her birimize bu hurmalardan (sadece) birer tane veriyordu. Biz de onu çocuğun
meme emdiği gibi emiyorduk, sonra da üzerine bir su içiyorduk. Bu bize o gün
geceye kadar yetiyordu. Bir de sopalarımızla (selem) ağac(ınm) yaprağına
vuruyorduk; (düşen) yaprağı su ile ıslatıp yiyorduk. (Nihayet) denizin kenarına
vardık. (Denizin kıyısında) kum yığını gibi büyük bir cisim yükselmeye başladı.
Yanına vardığımız zaman bir de ne görelim, anber denilen balıkmış. Ebû Ubeyde
(onu görünce); "Bu bir leştir ve bize helâl değildir" dedi. Sonra,
"Hayır, biz Rasûlullah (s.a.v.)'in elçileriyiz ve Allah yolunda (sefere çıkmış
durumda)yız; ve siz buna şiddetle muhtaçsınız. Binaenaleyh (bunu) yiyiniz"
dedi. Biz orada bir ay kadar kaldık. Üç yüz kişi idik. Hatta bu balıktan yiye
yiye semizleşmiştik. (Rasûlullah) (s.a.v.)'e dönünce bu durumu ona anlattık.
"O Allah'ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Yanınızda onun etinden
biraz var mı ki ondan bize de yediresiniz" buyurdu.
Bunun üzerine biz (ondan
bir kısmını) gönderdik, (Hz. Peygamber de onu) yedi.
İzah:
Buhari, zebâih, meğazî;
Müslim, sayd; Nesâî, sayd; Ahmed b. Hanbel, II, 309, 311.
Hadis-i şerifte
anlatılan hâdise, hicretin 8. senesinde yapılan Sîfu'1-Bahr (deniz kenarı)
gazvesi diye anılan sefer sırasında vuku bulmuştur. Sefer sırasında sahâbiler
açlıktan ağaç yaprakları yedikleri için bu askerlere Ceyşü'l-Habat (yaprak
askerleri) ve bu sefere Habat Gazvesi de denir.
Bu sefer müslümanlarla
savaş halinde bulunan Cüheynelilerle çarpışmak ve müslümanlarla barış halinde
bulunan Kureyşlilere ait bir kervanı Cü-heynelilere karşı korumak için
yapılmıştır.
Gerçi Hudeybiye
Muahedesi, Kureyş kervanını korumak vazifesini müs-lümanlara yüklemiyordu ama
Kureyş kervanının Cüheynelilerin eline geçmesi bunları güçlendireceği için
müslümanlar bu kervanın onların eline geçmesini önlemek mecburiyetinde
idiler.[Koksal M.A., İslâm Tarihi, VIII, 121-123.]
Bezlü'l-Mechûd
yazarının açıklamasına göre, ihtimal ki Ebû Ubeyde ve etrafındaki sahâbîler,
ölü hayvan eti yemenin haram olduğunu biliyorlar, fakat deniz hayvanlarının
ölüsünü yemenin helâl olduğunu bilmiyorlardı. Sonradan, kendilerinin zaruret
halinde bulunduklarını göz önünde bulundurarak bu yolculukta onu
yiyebileceklerine hükmettiler ve yediler. Hz. Nebi, o balıktan yemek suretiyle
ölü balık etinin zaruret hali olmadan da yenilebileceğini göstermiş oldu.
Eğer zaruret haline binaen
böyle bir ictihadda bulunmuş olsalardı, "zaruretler kendi miktarlarınca
takdir olunurlar"[Mecelle, md: 22.] kaidesince ondan doyasıya yememeleri
gerekirdi diye itiraz edilirse; "Onlar Allah yolunda ve Allah ve Rasûlünün
hizmetinde bulundukları sürece bundan doyasıya yiyebileceklerine dair
ictihadda bulunarak böyle hareket etmiş olabilirler" şeklinde cevap
verilebilir.
Esasen 3817 numaralı
hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, zaruret halinde bulunan bir kimsenin
açlığını giderinceye kadar leşten yiyebileceğini söyleyen fıkıh âlimleri de
vardır. Bu yönüyle bu hadis-i şerif bu görüşte olan ulemanın görüşünü teyid
etmektedir.
Bu mevzuda gelen
hadislerde, söz konusu sefere katılan sahâbilerin yanlarına aldıkları
yiyecekler konusundaki rivayetler çeşitlidir. Kimisinde "yiyeceklerimizi
boynumuzda taşıyorduk"[Müslim, sayd] derlerken, kimisinde "Ebû Ubeyde
yiyeceklerini bir kaba topladı"[Müslim, sayd] kimisinde de, "bize
birer tutam verdi, sonra birer hurma vermeye başladı"[Müslim, sayd]
denilmektedir.
Kadı Iyaz bu ifadelerin
arasını şöyle uzlaştirmıştır: "Nebi (s.a.v.) bu zevatın yanlarında olan
yiyeceklerinden başka kendilerine bir kap kuru hurma vermişti. İhtimal ki
onların yiyecekleri arasında bu dağarcıktan başka hurma yoktu. Ebû Ubeyde'nin
onlara birer hurma vermesi yanlarındaki yiyecekler bittikten
sonradır."[Davudoğlu, A, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 168.]