بَاب
التَّوَقِّي
فِي
الْفُتْيَا
8. (Fitneye Yol
Açabilecek Hususlarda) Fetva Vermekten Kaçınmalıdır
حَدَّثَنَا
إِبْرَاهِيمُ
بْنُ مُوسَى
الرَّازِيُّ
حَدَّثَنَا
عِيسَى عَنْ
الْأَوْزَاعِيِّ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
سَعْدٍ عَنْ
الصُّنَابِحِيِّ
عَنْ
مُعَاوِيَةَ
أَنَّ النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
نَهَى عَنْ
الْغُلُوطَاتِ
Muâviye (r.a)'den
rivayet olunduğuna göre; Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) (ümmetine),
yanıltıcı sorular sormayı yasaklamıştır.
İzah:
Hattâbî'nin
açıklamasına göre; hadis-i şerifte, ulemayı halkın gözünden düşürmek gibi
maksatlarla onlara anlaşılması ve anlatılması güç sorular yöneltmenin bizzat
Hz. Nebi tarafından yasaklandığı ifade edilmektedir. Hadis-i şerif, halkın ilim
adamlarına kasıtlı olarak bu gibi sorular yöneltmesinin caiz olmadığını ifade
ettiği gibi, ilim adamlarının, insanların ihtiyaç duymadığı lüzumsuz
meselelere dalmalarının ve vakitlerini bu gibi fay-dasiz meşguliyetlerde zayi
etmelerinin caiz olmadığına delâlet etmektedir. Bu bakımdan ilim adamı,
kendisine sorulan bilmediği bir meseleye hemen cevap vermekten kaçınmalı ve
meseleyi iyice bildiğinden emin olmadıkça o hususta fetva vermemelidir.
Nitekim Übey b. Kâ'b'a
bir kimse son derece kapalı bir mesele sorduğu zaman, "Bu meselenin cevabı
sana hemen şimdi lâzım mıydı?" diye sormuş, hayır cevabını alınca,
"Öyleyse bu mesele sana lâzım oluncaya kadar bana mühlet ver de o zaman
sana cevap vereyim" demiştir.
Yine bir kimse Mâlik b.
Enes'e, namazda unutarak bir şey içen kimsenin namazının bozulup bozulmadığını
sormuş. İmam Mâlik ona, (sorusunun lüzumsuz olduğunu anlatmak için)
"Niçin (bir şeyler) yememiş de (içmiş)?" şeklinde cevap vermiştir.
Esasen, insanların
birinci derecede ihtiyaç duydukları meseleler çözüm beklerken henüz ihtiyaç
duyulmayan meselelerle uğraşmak doğru değildir. Nitekim Nebi Efendimiz,
"Kişinin kendisini alâkadar etmeyen şeyleri terketmesi mü si uman lığının
güzelliğîndendir."[Tirmizî, zühd; İbn Mâce, fiten; Muvalta, husnü'l-hulk;
Ahmed b. Hanbel, 1,201.] buyurmuştur.
Daha sonraki asırlarda
İmam Ebû Hanîfe gibi bazı fıkıh imamlarının, henüz İnsanların başına gelmemiş
olan meseleleri çözmek için çaba sarfettikleri ve bu meseleleri çözdükleri
görülmüşse de onlar, kendi devirlerindeki İhtiyaçları çözdükten ve gelecek
nesillerin bu meselelere gerçekten ihtiyaç duyacaklarını çok iyi anladıktan
ayrıca bu meseleleri çözmenin kendileri için bir görev olduğuna inandıktan
sonra bu işlere girişmişlerdir. Gerçekten de bu sayede kendilerinden sonra
gelen kadirşinas nesiler tarafından takdirle ve rahmetle anılmışlardır.
İnsanlığın birinci
derecede çözüm bekleyen meseleleri varken hiç karşılaşmadıkları veya
karşılaşmaları ihtimal dahilinde olmayan meselelerle uğraşmak, yahutta
insanları yanıltmak gayesiyle çeşitli bilmeceler, karışık meseleler düzenlemek
bunun dışındadır. İşte hadis-i şerifte yasaklandığı belirtilen husus, bu
ikinci kısım meselelerle uğraşmaktır. Talebelerin meseleleri daha iyi
kavrayabilmeleri için onlara fıkhı bilmeceler ve benzeri muğlak meseleler sormakta
bir sakınca yoktur.
Münzirî'nin
açıklamasına göre, bu hadisin senedinde Ebû Hatim er-Râzî'nin; kimliği meçhul
diye nitelendirdiği Abdullah b. Sa'd vardır.