SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

AKDİYE BAHSİ

<< 3594 >>

بَاب فِي الصُّلْحِ

12. Sulh

 

حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ الْمَهْرِيُّ أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِي سُلَيْمَانُ بْنُ بِلَالٍ ح و حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدِ الْوَاحِدِ الدِّمَشْقِيُّ حَدَّثَنَا مَرْوَانُ يَعْنِي ابْنَ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ بِلَالٍ أَوْ عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ مُحَمَّدٍ شَكَّ الشَّيْخُ عَنْ كَثِيرِ بْنِ زَيْدٍ عَنْ الْوَلِيدِ بْنِ رَبَاحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الصُّلْحُ جَائِزٌ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ زَادَ أَحْمَدُ إِلَّا صُلْحًا أَحَلَّ حَرَامًا أَوْ حَرَّمَ حَلَالًا وَزَادَ سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ وَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمُسْلِمُونَ عَلَى شُرُوطِهِمْ

 

Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar arasında sulh caizdir."

 

Ahmed (b. Abdulvahid ed-Dımışkî bu hadise) ilâve (olarak şu cümleyi de rivayet) etmiştir:  "Ancak bir haramı helâl kılan ya da bir helâli haram kılan sulh müstesnadır." Süleyman b. Dâvûd da (bu hadise) ilâve (olarak şu cümleyi rivayet) etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.); Müslümanlar şartları üzerindedirler buyurdu."

 

 

İzah:

Tirmizî, ahkâm; İbn Mâce, ahkâm; Ahmed b. Hanbel, II, 366.

 

Sulh: Savaşın ve anlaşmazlığın zıddıdır. Bir fıkıh terimi olarak, “iki tarafın nzasıyla ihtilâfı ortadan kaldıran bir akid" anlamına gelir.

 

Fıkıh âlimleri sulhu beş kısma ayırmışlardır:

 

1- Müslümanın kâfirle yaptığı sulh.

 

2- Kan koca arasında yapılan sulh.

 

3- Âdil taife ile bağîlerin yaptığı sulh.

 

4- Birbirlerinden davacı olan iki müslümanın aralarında yaptıkları sulh.

 

5- Müslümanların kâfirlerle haraç almak şartıyla yaptıkları sulh.

 

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte söz konusu olan sulh, iki müslü­manın arasında bir mal ya da bir hak üzerindeki anlaşmazlıktan doğan hu­sumeti gidermek için yapılan sulhtur.

 

Hattâbî şöyle der: "Sulh, bir nevi mal ya da menfaat alışverişi cümle­sinden olduğu için; iftira davası, bir kimsenin bir kadının kendi eşi olduğu­nu iddia etmesi gibi davalarda sulh caiz olmadığı gibi, nerede olduğu bilin­meyen bir mal karşılığında bir borcun bağışlanması gibi meçhul va'dler üze­rinde yapılan sulhler de geçerli değildir. Çünkü böyle bir sulh her iki tarafın da veresiye bir alışveriş akdi yapmaları kabilindendir."

 

Hattâbî bu açıklamayla, aslında mâli bir mübadele olan sulhta mâli mü­badelelerde riayet edilmesi gereken esasların tümüne riayet edilmesi gerekti­ğini ifade etmek istemektedir.

 

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in ifade ettiği gibi; "Aleyhine dava açılan kimsenin aleyhindeki iddiayı kabul edip etmemesi itibariyle sulhler üç kısımdır:

 

1- Davalının aleyhindeki iddiayı kabul ettiği halde yapılan sulhler.

 

2- Davalının aleyhindeki iddiayı inkâr ve reddettiği halde yapılan sulhler.

 

3- Davalının aleyhindeki iddiayı kabul veya reddetiğini bildirmeyip id­diayı sükutla karşıladığı halde yapılan sulhler."[Hukuk-i İslâmiyye Kamusu, VIII, 7.]

 

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik ve Ahmed b. HanbePe göre; bu üç çeşit sulhten üçü de caizdir.

 

Fakat İmam Şafiî ile İbn Hazme'e göre, bunlardan sadece, davalının aleyhindeki iddiaların doğruluğunu itiraf etmesi halinde yapılan sulhler sa­hihtir; geriye kalan iki nevi sulh ise bâtıldır.[Bk. Seyyid Sabık, Fıkhü's-Sünne, III, 310.]

 

Davalının iddia ettiği hak bir miktar para ise ve yapılan sulh davalının bir miktar para ödemesiyle gerçekleşmişse, yapılan muamele bir para boz­durma muamelesinden yani "sarf'dan ibarettir. Dolayısıyle bu sulhte sarf muamelesinin esaslarına dikkat edilmesi gerekir.

 

Davalının itiraf ettiği hak bir ticaret malı, yapılan sulh de davalının bir-miktar para ödemesiyle gerçekleşmişse, yahutta aksi ise; yapılan muamele bir alışveriş muamelesidir. Binaenaleyh alışveriş muamelesinin bütün ince­liklerine riayet edilmesi gerekir.

 

Eğer davalının itiraf ettiği hak bir para ya da bir ticaret malı olur da, davalının bir menfaat ödemesi karşılığında sulh yapılırsa o zaman bu sulh bir icâre muamelesi hükmünü taşır ve icâre muamelesinin esaslarına riayet edilir.

 

Davalının, aleyhindeki iddiayı inkâr ya da sükutla karşılaması ve dava­lının bir mal ya da menfaat vermeyi kabullenmesi halinde yapılan sulh ise; davacı için hakkının karşılığını alması anlamına geldiği gibi davalı için de, mahkemede kendisine teklif edilecek olan yeminden kurtulmak için vereceği bir fidye anlamına gelir. Bu durumda davalının ödediği kıymet bir mal olur­sa sulh bir alışveriş muamelesi hükmüne girer ve üzerinde alışveriş hükümle­ri cereyan eder. Fakat ödenen bu kıymet bir mal değil de bir menfaat olursa o zaman sulh icâre hükmüne girer ve icâre hükümlerine tâbi olur.

 

Ayrıca sulhun sahih olabilmesi için; tarafların teberruda bulunması ca­iz olan kimselerden olmaları, taraflardan birinin vermesini kararlaştırdıkla­rı malın kıymeti haiz bir mal ya da bir menfaat olması, ihtilâf konusu olan hakta hakkullahtan bir hakkın bulunmaması gerekir.

 

"Müslümanlar şartları üzerindedirler" cümlesinden maksat, "sözlerinde dururlar" demektir. Burada "sözünde durma" kelimesini müteaddî edatla­rından olan "alâ" edatının müteaddî yapmasında, müslümanları İslâm vas­fı ile tavsif etmek ve onların mertebelerinin yüksekliğine işaret etmek gibi manalar vardır.

 

Şartı bozmayarak ona riayetkar kalmanın lüzumu da hadisin işaret et­tiği ahkâmdandır.

 

Metinde geçen "Ancak, bir helâli haram veya haramı helâl kılan şart müstesna" cümlesindeki helâli haram kılan şart, bir cariyeyi satarken müş­terinin onunla cima etmemesine şart koşmak; haramı helâl kılan ise, cimai haram olan cariye ile cima etmeyi şart koşmak gibi şeydir.[Bk. Davudoğlu A, Selâmet Yolları, IV, 124.]

 

Her ne kadar hadisin senedi tenkid edilmişse de, Bezi sahibinin açıkla­masına göre Hafız İbn Hacer, bu hadisin diğer hadislerle takviye edildiği için zayıflıktan kurtulup hasen seviyesine yükseldiğini söylemiştir.