بَاب
فِي
الصُّلْحِ
12. Sulh
حَدَّثَنَا
سُلَيْمَانُ
بْنُ دَاوُدَ
الْمَهْرِيُّ
أَخْبَرَنَا
ابْنُ وَهْبٍ
أَخْبَرَنِي
سُلَيْمَانُ
بْنُ بِلَالٍ
ح و حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ عَبْدِ
الْوَاحِدِ الدِّمَشْقِيُّ
حَدَّثَنَا مَرْوَانُ
يَعْنِي
ابْنَ
مُحَمَّدٍ
حَدَّثَنَا
سُلَيْمَانُ
بْنُ بِلَالٍ
أَوْ عَبْدُ
الْعَزِيزِ
بْنُ
مُحَمَّدٍ
شَكَّ الشَّيْخُ
عَنْ كَثِيرِ
بْنِ زَيْدٍ
عَنْ الْوَلِيدِ
بْنِ رَبَاحٍ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
الصُّلْحُ
جَائِزٌ
بَيْنَ
الْمُسْلِمِينَ
زَادَ
أَحْمَدُ
إِلَّا
صُلْحًا أَحَلَّ
حَرَامًا
أَوْ حَرَّمَ
حَلَالًا
وَزَادَ
سُلَيْمَانُ
بْنُ دَاوُدَ
وَقَالَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
الْمُسْلِمُونَ
عَلَى
شُرُوطِهِمْ
Ebû Hureyre'den rivayet
olunduğuna göre Rasûllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar arasında
sulh caizdir."
Ahmed (b. Abdulvahid
ed-Dımışkî bu hadise) ilâve (olarak şu cümleyi de rivayet) etmiştir: "Ancak bir haramı helâl kılan ya da bir
helâli haram kılan sulh müstesnadır." Süleyman b. Dâvûd da (bu hadise)
ilâve (olarak şu cümleyi rivayet) etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.);
Müslümanlar şartları üzerindedirler buyurdu."
İzah:
Tirmizî, ahkâm; İbn
Mâce, ahkâm; Ahmed b. Hanbel, II, 366.
Sulh: Savaşın ve
anlaşmazlığın zıddıdır. Bir fıkıh terimi olarak, “iki tarafın nzasıyla ihtilâfı
ortadan kaldıran bir akid" anlamına gelir.
Fıkıh âlimleri sulhu
beş kısma ayırmışlardır:
1- Müslümanın kâfirle
yaptığı sulh.
2- Kan koca arasında
yapılan sulh.
3- Âdil taife ile
bağîlerin yaptığı sulh.
4- Birbirlerinden
davacı olan iki müslümanın aralarında yaptıkları sulh.
5- Müslümanların
kâfirlerle haraç almak şartıyla yaptıkları sulh.
Mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şerifte söz konusu olan sulh, iki müslümanın arasında bir mal ya da bir hak
üzerindeki anlaşmazlıktan doğan husumeti gidermek için yapılan sulhtur.
Hattâbî şöyle der:
"Sulh, bir nevi mal ya da menfaat alışverişi cümlesinden olduğu için;
iftira davası, bir kimsenin bir kadının kendi eşi olduğunu iddia etmesi gibi
davalarda sulh caiz olmadığı gibi, nerede olduğu bilinmeyen bir mal
karşılığında bir borcun bağışlanması gibi meçhul va'dler üzerinde yapılan
sulhler de geçerli değildir. Çünkü böyle bir sulh her iki tarafın da veresiye
bir alışveriş akdi yapmaları kabilindendir."
Hattâbî bu açıklamayla,
aslında mâli bir mübadele olan sulhta mâli mübadelelerde riayet edilmesi
gereken esasların tümüne riayet edilmesi gerektiğini ifade etmek istemektedir.
Merhum Ömer Nasuhi
Bilmen'in ifade ettiği gibi; "Aleyhine dava açılan kimsenin aleyhindeki
iddiayı kabul edip etmemesi itibariyle sulhler üç kısımdır:
1- Davalının
aleyhindeki iddiayı kabul ettiği halde yapılan sulhler.
2- Davalının
aleyhindeki iddiayı inkâr ve reddettiği halde yapılan sulhler.
3- Davalının
aleyhindeki iddiayı kabul veya reddetiğini bildirmeyip iddiayı sükutla
karşıladığı halde yapılan sulhler."[Hukuk-i İslâmiyye Kamusu, VIII, 7.]
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Mâlik ve Ahmed b. HanbePe göre; bu üç çeşit sulhten üçü de caizdir.
Fakat İmam Şafiî ile
İbn Hazme'e göre, bunlardan sadece, davalının aleyhindeki iddiaların
doğruluğunu itiraf etmesi halinde yapılan sulhler sahihtir; geriye kalan iki
nevi sulh ise bâtıldır.[Bk. Seyyid Sabık, Fıkhü's-Sünne, III, 310.]
Davalının iddia ettiği
hak bir miktar para ise ve yapılan sulh davalının bir miktar para ödemesiyle
gerçekleşmişse, yapılan muamele bir para bozdurma muamelesinden yani
"sarf'dan ibarettir. Dolayısıyle bu sulhte sarf muamelesinin esaslarına
dikkat edilmesi gerekir.
Davalının itiraf ettiği
hak bir ticaret malı, yapılan sulh de davalının bir-miktar para ödemesiyle
gerçekleşmişse, yahutta aksi ise; yapılan muamele bir alışveriş muamelesidir.
Binaenaleyh alışveriş muamelesinin bütün inceliklerine riayet edilmesi
gerekir.
Eğer davalının itiraf
ettiği hak bir para ya da bir ticaret malı olur da, davalının bir menfaat
ödemesi karşılığında sulh yapılırsa o zaman bu sulh bir icâre muamelesi hükmünü
taşır ve icâre muamelesinin esaslarına riayet edilir.
Davalının, aleyhindeki
iddiayı inkâr ya da sükutla karşılaması ve davalının bir mal ya da menfaat
vermeyi kabullenmesi halinde yapılan sulh ise; davacı için hakkının karşılığını
alması anlamına geldiği gibi davalı için de, mahkemede kendisine teklif
edilecek olan yeminden kurtulmak için vereceği bir fidye anlamına gelir. Bu
durumda davalının ödediği kıymet bir mal olursa sulh bir alışveriş muamelesi
hükmüne girer ve üzerinde alışveriş hükümleri cereyan eder. Fakat ödenen bu
kıymet bir mal değil de bir menfaat olursa o zaman sulh icâre hükmüne girer ve
icâre hükümlerine tâbi olur.
Ayrıca sulhun sahih
olabilmesi için; tarafların teberruda bulunması caiz olan kimselerden
olmaları, taraflardan birinin vermesini kararlaştırdıkları malın kıymeti haiz
bir mal ya da bir menfaat olması, ihtilâf konusu olan hakta hakkullahtan bir
hakkın bulunmaması gerekir.
"Müslümanlar
şartları üzerindedirler" cümlesinden maksat, "sözlerinde
dururlar" demektir. Burada "sözünde durma" kelimesini müteaddî edatlarından
olan "alâ" edatının müteaddî yapmasında, müslümanları İslâm vasfı
ile tavsif etmek ve onların mertebelerinin yüksekliğine işaret etmek gibi
manalar vardır.
Şartı bozmayarak ona
riayetkar kalmanın lüzumu da hadisin işaret ettiği ahkâmdandır.
Metinde geçen
"Ancak, bir helâli haram veya haramı helâl kılan şart müstesna"
cümlesindeki helâli haram kılan şart, bir cariyeyi satarken müşterinin onunla
cima etmemesine şart koşmak; haramı helâl kılan ise, cimai haram olan cariye
ile cima etmeyi şart koşmak gibi şeydir.[Bk. Davudoğlu A, Selâmet Yolları, IV,
124.]
Her ne kadar hadisin
senedi tenkid edilmişse de, Bezi sahibinin açıklamasına göre Hafız İbn Hacer,
bu hadisin diğer hadislerle takviye edildiği için zayıflıktan kurtulup hasen
seviyesine yükseldiğini söylemiştir.