بَاب
كَيْفَ
الْقَضَاءُ
6. Hüküm Nasıl
Verilir?
حَدَّثَنَا
عَمْرُو بْنُ
عَوْنٍ قَالَ
أَخْبَرَنَا
شَرِيكٌ عَنْ
سِمَاكٍ عَنْ
حَنَشٍ عَنْ
عَلِيٍّ
عَلَيْهِ
السَّلَام
قَالَ بَعَثَنِي
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
إِلَى
الْيَمَنِ
قَاضِيًا
فَقُلْتُ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
تُرْسِلُنِي
وَأَنَا
حَدِيثُ
السِّنِّ
وَلَا عِلْمَ
لِي بِالْقَضَاءِ
فَقَالَ
إِنَّ
اللَّهَ
سَيَهْدِي
قَلْبَكَ
وَيُثَبِّتُ
لِسَانَكَ
فَإِذَا
جَلَسَ
بَيْنَ
يَدَيْكَ
الْخَصْمَانِ
فَلَا
تَقْضِيَنَّ حَتَّى
تَسْمَعَ
مِنْ
الْآخَرِ
كَمَا سَمِعْتَ
مِنْ
الْأَوَّلِ
فَإِنَّهُ
أَحْرَى أَنْ
يَتَبَيَّنَ
لَكَ
الْقَضَاءُ
قَالَ فَمَا
زِلْتُ
قَاضِيًا
أَوْ مَا
شَكَكْتُ فِي قَضَاءٍ
بَعْدُ
Ali (r.a.)'dan rivayet
olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) beni Yemen'e hâkim olarak göndermişti.
(Kendisine); Ey Allah'ın Rasûlu, sen beni gönderiyorsun ama ben daha çok
küçüğüm ve nasıl hüküm vereceğimi bilmiyorum, dedim. Bunun üzerine Hz. Nebi
şöyle buyurdu: "Allah senin kalbini (doğru hüküm verebilme yoluna)
eriştirecek, dilini (doğru hüküm vermede) sabit kılacak. Binaenaleyh (mahkeme
olmak üzere) huzuruna iki hasım geldiği zaman, birincisini dinlediğin gibi
diğerini de dinleyinceye kadar hüküm verme. Bu (vereceğin) hükmün aydınlığa
kavuşması için daha uygundur."
(Hz.
Ali sözlerine devamla: O günden beri hâlâ bu tavsiyesine göre) "hâkimliğe
devam ediyorum.” yahutta-: "Bir daha hüküm vermekte tereddüte
düşmedim" dedi.
İzah:
Tirmizî, ahkâm; Ahmed
b. Hanbel, I, 111, 149, 150.
Hattâbi şöyle demiştir:
"Bu hadis-i şerif; hâkimin, hasımlardan birim dinleyip öbürünü dinlemeden
hüküm vermesinin caiz olmadığına delalet etmektedir.
Hadis-i şerifte hâkimin
mahkemede hazır bulunan iki hasımdan birini dinlemekle yetinerek hüküm
vermesinin caiz olmadığ: ifade edildiğine göre, hâkimin, hasımlardan mahkemede
bulunmayanı dinlemeden hüküm vermesinin caiz olmayacağı öncelikle ortaya
çıkmış olur. Çünkü orada hazır bulunmayan hasmın hükmü etkileyecek kuvvetli
bir delilinin bulunması mümkündür.
Şüreyh, Ömer b.
Abdülaziz, Ebû Hanîfe ve İbn Ebî Leylâ hazretleri bu görüştedirler."
Hanefî ulemasından
Aynî'nin açıklamasına göre, bu konuda İmam Ahmed ile îmam Mâlik ve İmam Şafiî
şöyle demişlerdir: "Hasımlardan birinin şehirde olduğu bilinip de yeri
bilinmediği için mahkemeye eelbedilmezse, mahkemeye gelen kişiyi dinlemekle
iktifa edip mahkemeye gelmeyen kişinin gıyabında hüküm vermek caizdir. Fakat
yeri bilindiği ve kendisi ile irtibat kurulamadığı halde mahkemeye gelmeyen
kişi hakkında iki görüş vardır."[Bk. el-Binâye, VII, 60.] Bazıları da;
"Onun malından maruf veçhile sana ve oğullarına yetecek kadar al"
mealindeki hadisi[Müslim, akdiye] delil getirerek; gaib sanığın istediği zaman
mahkemeye müracaat edip elindeki belgeleri ibraz etme hakkı saklı kalmak üzere
hâkimin mahkemede hazır bulunanı dinlemekle yetinip hüküm verebileceğini
söylemişlerdir.
Ancak, mahkemeye
gelmeyen hasım hakkında hüküm verilmemesi bunun suçlular tarafından istismar
edilmesine ve kişilerin hukukunun ihlâl edilmesine sebep olacağından, ashabı
rey şu beş yerde gaib hakkında hüküm verebileceğini söylemişlerdir:
1- Sanık ölü ise hâkim
onu dinleyemeyeceğinden aleyhine hüküm verebilir.
2- Bir adam birisine
bir emanet bıraktıktan sonra emaneti alan kimse bulunamasa, kendisi mahkemede
bulunmadığı halde hâkim bu emanetin sahibine verilmesine hükmedebilir.
3- Bir kadın kocasından
nafaka alabilmek için mahkemeye müracaat etse de kocası mahkemeye ifade vermeye
gelmezse, hakim onu dinlemeden kadına nafaka bağlanması için karar verebilir.
4- Sanık çocuk ise ve
mahkemeye gelmemiş ise hâkim onu dinlemeden gıyabında hüküm verebilir.
5- Bir kimse şüf'a
hakkının kendi haberi olmadan satıldığını iddia eder de, davalı şahıs mahkemeye
gelmezse, gıyabında aleyhine hüküm verilebilir.
Bu mevzuda merhum Ömer
Nasuhi Bilmen şöyle diyor: "Hanefî fıkıh âlimlerinden bazılarına göre gaib
alehine hüküm vermek sahih değildir. Bu mezhebce meşhur olan
budur."[Hukuk-i İslâmiye Kamusu, VIII, 231.]
Her ne kadar metinde
Hz. Ali'nin; “Ben nasıl hüküm verileceğini bilmiyorum" dediği ifade
ediliyorsa da aslında Hz. Ali; kitap ve sünneti en iyi şekilde biliyordu. Ancak
bu sözüyle, kitap ve sünnetten hüküm çıkarma hususunda yeteri kadar tecrübe
sahibi olmadığını ifade etmek istemişti.