بَاب
مَا جَاءَ فِي
الْحَلْفِ
بِالْبَرَاءَةِ
وَبِمِلَّةٍ
غَيْرِ
الْإِسْلَامِ
(İslam'dan) Beri
Olmaya Ve İslam'dan Başka Bir Dine Yemin Etmek
حَدَّثَنَا
أَبُو
تَوْبَةَ
الرَّبِيعُ
بْنُ نَافِعٍ
حَدَّثَنَا
مُعَاوِيَةُ
بْنُ سَلَّامٍ
عَنْ يَحْيَى
بْنِ أَبِي
كَثِيرٍ
قَالَ
أَخْبَرَنِي
أَبُو قِلَابَةَ
أَنَّ
ثَابِتَ بْنَ
الضَّحَّاكِ
أَخْبَرَهُ
أَنَّهُ
بَايَعَ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
تَحْتَ
الشَّجَرَةِ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ مَنْ حَلَفَ
بِمِلَّةٍ
غَيْرِ
مِلَّةِ
الْإِسْلَامِ
كَاذِبًا فَهُوَ
كَمَا قَالَ
وَمَنْ
قَتَلَ
نَفْسَهُ بِشَيْءٍ
عُذِّبَ بِهِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
وَلَيْسَ
عَلَى رَجُلٍ
نَذْرٌ
فِيمَا لَا يَمْلِكُهُ
Sabit b. Dahhâk (r.a)'in
Ebû Kılâbe'ye haber verdiğine göre; O, (yani Sabit) Ağacın altında Nebi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e bi'at etmişti. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu: "İslâm dininden başka bir din üzerine yalan yere
yemin eden kişi, dediği gibidir. Kendisini bir şey (âlet) ile öldüren kimse,
kıyamet gününde onunla cezalandırılır. Sahibi olmadığı bir şeyi adakta bulunana
bir şey lâzım değildir."
İzah:
Buharî, eymân, cenâiz,
edeb; Müslim, eymân; Tirmizî, nüzür; Nesâî, eymân; İbn Mâce, keffarât; Ahmed b.
Hanbel, IV, 33, 34.
Hadisin Buharî'deki
rivayetinde Sâbit'in Hz. Nebi'le ağaç altında biat ettiğine dair bir kayıt
mevcut değildir. Yine Buharî'nin rivayetinde buradakinden farklı olarak
mü'mine lanet etmenin ve küfür isnad etmenin, onu öldürmek hükmünde olduğu da
bildirilmektedir. Bu rivayet, Kitabü'n-Nüzûr'daki rivayettir.
Aynî; lanet etme ve
küfre insad etmenin mü'mini öldürmek gibi oluşundan maksadın, haramlık
yönünden olduğunu söyler.
Kitabu'l-Cenâiz'deki
rivayette ise; bu ilâveler olmadığı gibi hadisin nezir (adak) ile ilgili olan
bölümü de mevcut değildir. Ayrıca, Ebû Dâvûd'ta ki, "Bir şeyle kendini
öldüren kimse" bölümü; Buharî'nin bu rivayetinde, "kendisini bir
demirle öldüren kimse..." şeklindedir.
Metinden anlaşıldığı
üzere; hadisin ravisi Sabit b. Dahhâk ağaç altında Rasülullah'a bi'at edenlerdendi.
Hatta Ebû Davud'un rivayeti; Hz. Nebi (s.a.v.)'in bu sözleri, adı geçen bi'at
esnasında söylediği intibaını vermektedir.
Ağacın altında edilen
bu bi'ata; "Rıdvan Bi'atı" denilir. Bu hadisenin özeti şudur:
Hz. Nebi (s.a.v.) H. 6
senesinde Zilkade ayında yanında 1400 sahâbî olduğu halde Kabe'yi ziyaret etmek
maksadıyla Mekke'ye doğru yola çıktı. Ancak Kureyşlüer, müslümanları Mekke'ye
sokmak istemiyorlardı. Bunun için, süvarilerini müslümanların önüne
çıkardılar. Halbuki Hz. Peygam-ber'in maksadı savaş değil, Kabe ziyareti idi.
Onun için, sahâbîler yanlarına yolcu kılınandan başka silah almamışlardı.
İhramlı idiler ve yanlarında kurbanlık develeri vardı. Bu yüzden Hz. Nebi
Efendimiz Kureyşlilerle karşılaşmamak için yolunu değiştirdi. Sarp yollardan
geçti ve Hudeybiye denilen yere vardı. Fakat Kureyşlüer burada da karşılarına
çıktılar. Müslümanlarla Kureyşlüer arasında elçiler gidip geldiler. Her ne
kadar Hz. Nebi (s.a.v.); gayesinin, savaş etmek değil Kabe'yi ziyaret etmek
olduğunu söylüyorsa da Kureyşlüer bir türlü müslümanları Mekke'ye sokmak
istemiyorlardı.
Hz. Nebi; son olarak
Hz. Osman'ı Kureyşlilerle görüşmesi için Mekke'ye gönderdi. Hz. Osman'ın
Kureyşle görüşmesi uzun sürdü, bu yüzden dönüş gecikti. Müslümanlar arasında,
Hz. Osman'ın öldürüldüğü şayiaları dolaşmaya başladı. Bu şaiya Hz.
Nebi(s.a.v.)'in kulağına kadar geldi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.),
Kureyş'in yaptığını yanma bırakmak istemeyerek bütün ashabtan İslâm davası
uğrunda canlarını feda etmeleri için bi'at istedi. Müslümanların tümü
kılıçlarının kabzalarını tutarak yemin ettiler. Bu bi'at bir ağacın altında
yapıldı. Erkek kadın tüm mü'minler, sonuna kadar Hz. Nebi'le birlikte sebat
edeceklerine, ondan ayrılmayacaklarına and içtiler.
İşte bir ağaç altında
edilen ve Rıdvan Bi'atı diye meşhur olan bi'at budur. Kur'an-ı Kerim'de bu
bi'attan şu şekilde bahsedilir:
"Mü'minler sana o
ağacın altında bi'at ettikleri zaman, Allah onlardan razı olmuştu. Cenab-ı
Allah onların kalbindeki itilâsı biliyordu da onlara huzur ve sekinet vermiş,
onları pek yakın bir fetih ve zaferle mükafatlandırmıştı."[Fetih 18]
Hadis-i şerif hüküm
itibarıyla üç bölümü ihtiva etmektedir. Şimdi bu bölümleri ayrı ayrı ele alıp
açıklayalım:
1- "İslâm'dan
başka bir din anarak yalan yere yemin eden kişi dediği gibidir." Bu
yeminden maksat; "Şöyle edersem kâfir olayım, yahudi olayım..." gibi
yeminlerdir. Bir kimse bu şekilde yemin eder de sözünü yerine getirmezse dediği
gibi, yahudi ya da hıristiyan olur.
Kâ'dî İyaz, bu konuda
şöyle der: "Bu hadisin zahirine göre bu tür yeminlerle, İslâm gider ve
dediği gibi olur. Bu söylenilenin, yemini bozmaya bağlanması da muhtemeldir.
(Yani dediğini yerine getirmez, yemini bozarsa dediği gibi olur.) Büreyde'nin
Rasûlullah (s.a.v.)'den rivayet ettiği şu hadis bu ihtimale delildir: "Bir
kimse ben İslâm'dan beriyim der de eğer yalancı ise, dediği gibidir. Doğru ise
İslâm'a salim olarak dönmeyecektir." Her halde bundan maksat, tehdid ve
azab bakımından mübalağaya işarettir. Oriun, bununla yahudi olacağı veya
İslâm'dan beri olacağı değildir. Sanki, yahudi gibi cezaya müstehaktir demiş
gibidir. Hz. Nebi'in: "Namazı terkeden kâfir olmuştur" sözü bunun
benzeridir. Bu tür sözler şeriat örfünde yemin sayılır mı, sayılmaz mı? Bu
sözlerini yerine getirilmemesi halinde de keffaret gerekir mi, gerekmez mi?
Nehaî, Evzaî, Sevrî,
Ebû Hanîfe'nin talebeleri, Ahmed ve İshak; bunların yemin olup, bozulması
halinde keffaretin gerekli olduğu görüşündedirler. Şafiî, Mâlik ve Ebû Ubeyd'e
göre ise, bunlar yemin değildir, sözde durmamakla kekffareti gerektirmezler.
Ancak bunu söyleyenler, isteF sözlerinde sadık ister yalancı olsunlar,
günahkârdırlar."
Aynî, hadisteki
"yalan yere" kelimesinin, yalan yere yemin manasına olmayıp yalan
yere yemin ettiği dinleri ta'zim olduğunu söyler. Ay-nî'nin anlayışına göre;
İslâm dininden başka dinleri ta'zim eden her zaman ve her halükârda yalancı
olacağından dolayı, kişinin sözünde sadık veya yalancı olması arasında fark
yoktur.
Aynî, İbnü'l-Cevzî'nin;
"Yemin eden kişi, kendince büyük olan şeylere yemin eder. Küfür
dinlerinden birini ta'zim eden kişi de kâfire benzer" dediğini
naklettikten sonra, şunları söyler: "Gerçekten kâfir olmuştur. Kâfire
benzemek bundan aşağıdır."
İbn Hacer de hadisteki,
"O dediği gibidir" sözünden muradın; tehdid ve azabda mübalağaya
delâlet etmesinin veya kişinin o dinden olduğuna hüküm edilmemesinin muhtemel
olduğunu söyler. Askalânî'nin beyanına göre; böyle diyen kişi, dediği dine
inananın hak ettiği azabı hak etmiştir.
Münzirî'nin görüşü de
bu tür sözlerle yemin etmenin sahibini yahudi veya kâfir kılmayacağı
istikametindedir.
islâm dininden başka
dinler adına yemin etmenin, şer'an yemin sayılıp sayılmayacağı konusu
"Yeminler kitabının" başındaki mukaddimede ve "Putlar adına
yemin" konusundaki hadislerin şerhinde daha geniş olarak izah edilmiştir.
2- "Kendisini bir
şeyle öldüren, kıyamet günü onunla azab edilir." Çünkü onun cezası, ameli
cinsinden olur. İbn Dakîkı'1-İyd, bunun; uhrevî cezaların dünyevî cinayetler
cinsinden olduğuna benzediğini söyler. Bundan, insanın kendisini öldürmesinin
günahının başkasını öldürmenin günahı gibi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü
insanın nefsi mutlak olarak kendisinin değil, Allah'ındır. Kişi onda istediği
gibi tasarrufta bulunamaz. Ancak Allah'ın izin verdiği şekilde tasarrufta
bulunabilir.
Aynî, İbn Battâl'ın
şöyle dediğini nakleder:
"Kişinin kendi
kendini öldürmekle dinden çıkmadığında, fakihler ve ehl-i sünnet âlimleri
müttefiktirler. Onun cenaze namazı kılınır ve günahı kendi-sinedir. Ömer b.
Abdilaziz ve Evzaî'den başka kimse, onun namazını kıl mayı mekruh
saymamışlardır. Doğrusu umumun dediğidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)
müslümanların cenaze namazını kılmayı sünnet kılmış, kimseyi istisna
etmemiştir. Onun için hepsinin namazı kılınır."
Aynî, İbn Battâl'ın bu
sözlerine; Ebû Yusuf'a göre de, kendi kendini öldürenin cenaze namazının
kıhnmadığını ekler. Ebû Yusuf; böylelerinin, kendilerine zulmederek eşkiya ve
yol kesici zümresine dahil olacakları görüşündedir.
3- "Kendi sahibi
olmadığı bir şeyle adakta bulunan kimseye bir şey lâzım değildir." İbn
Melek, bunu şu şekilde izah eder: "Allah hastama şifa verirse, -kendisinin
olmayan bir şahıs için- filân hür olsun" demek gibidir.
Tıybî de şöyle der:
"Sahibi olmadığı bir köleyi azad etmek veya başkasının koyununu kurban
etmek üzere adakta bulunan kişiye -sonradan o şeyler bunun mülküne girseler
bile- adağına vefa etmesi gerekmez."
Mukaddimede işaret
edildiği gibi; adanılan şeyin adayanın mülkünde olması nezrin şartlarındandır.