بَاب
فِي مَنْ
يَغْزُو
وَيَلْتَمِسُ
الدُّنْيَا
24. Dünyalık Elde
Etmek Ümidiyle Savaşan Kimse
حَدَّثَنَا
حَيْوَةُ
بْنُ
شُرَيْحٍ
الْحَضْرَمِيُّ
حَدَّثَنَا
بَقِيَّةُ
حَدَّثَنِي
بَحِيرٌ عَنْ
خَالِدِ بْنِ
مَعْدَانَ عَنْ
أَبِي
بَحْرِيَّةَ
عَنْ مُعَاذِ
بْنِ جَبَلٍ
عَنْ رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَنَّهُ قَالَ
الْغَزْوُ
غَزْوَانِ
فَأَمَّا
مَنْ ابْتَغَى
وَجْهَ
اللَّهِ
وَأَطَاعَ
الْإِمَامَ
وَأَنْفَقَ
الْكَرِيمَةَ
وَيَاسَرَ
الشَّرِيكَ
وَاجْتَنَبَ
الْفَسَادَ
فَإِنَّ
نَوْمَهُ
وَنُبْهَهُ
أَجْرٌ
كُلُّهُ
وَأَمَّا
مَنْ غَزَا فَخْرًا
وَرِيَاءً
وَسُمْعَةً
وَعَصَى الْإِمَامَ
وَأَفْسَدَ
فِي
الْأَرْضِ
فَإِنَّهُ
لَمْ
يَرْجِعْ
بِالْكَفَافِ
Muaz b.Cebel'den rivayet
olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Savaş ikidir:
Allah'ın dinini yüceltmek isteyen, devlet başkanına itaat eden, (cihad yolunda)
malını ve canını harcayan, (silah) arkadaşına kolaylık gösteren ve fesattan
kaçan kimse(nin yaptığı savaş). Bu şekilde savaşan kimsenin uykusu da
uyanıklığı da sevabtır.
Övünmek, gösteriş ve ün
için savaşan, devlet başkanına itaat etmeyen" ve yeryüzünde fesat çıkaran
kimse(nin savaşı). Bu (şekilde savaşan) kimse (günahını karşılamaya) yeterli
bir sevab ile dönmez."
İzah:
Nesaî, cihad, bey'a;
Darimi, cihad; Muvatta, cihad; Ahmed b. Hanbel, V, 234.
"Kefâf" kelimesi; hayır, sevab, yeterli rızık,
manalarına gelir. İbnu'I-Esir'in Nihâye'deki ifadesine göre ise, bu
kelime bir şeyin ihtiyaca cevab verecek mikdanni ifade etmek için kullanılır.
Kadı Iyâz metindeki bu
kelimenin bulunduğu cümleye "bir sevapla dönmüş olmaz" diye mana
vermiştir. Ancak şunu ifade edelim ki Kadı lyâz'ın verdiği bu mana, söz konusu
kelimedeki kâfin kesre ile "kifaf" şeklinde okunmasıyla ilgilidir.
Eğer bu kelimedeki kâfetha okunacak olursa, Kadı Iyâz'a göre sözü geçen
cümleye, "kıyamet gününde kendisine yetecek kadar olan bir rızıkla dönmüş
olmaz" diye mana vermek gerekir. Çünkü "kefaf" kelimesi
"yeterli rızık" anlamına gelir.
el-Muzhır ise,
"kefaf" kelimesi denklik, eşitlik manasına geldiğinden bu cümleye,
"günahına denk bir sevapla dönmüş olmaz" diye mânâ vermiştir.
el-Muzhır'ın verdiği bu manaya göre övünmek, gösteriş ve ün için savaşan,
devlet reisine veya onun tayin ettiği kumandanlara itaat etmeyen ve yeryüzünde
fesat çıkaran kimsenin savaştan kazandığı sevab günahını karşılayamaz. Bilakis
günah sevabından daha fazla olarak savaştan dönmüş olur. Nitekim Tîbî ve Hafız
Münzirî de bu manayı tercih etmişlerdir. Çünkü ibâdetler salim bir niyetle
yapılmadıkları zaman günaha dönüşürler. Günah işleyenler ise günahkâr olurlar.
Ancak bu hadisin
senedinde Bakiyye b. Velid vardır. Bu râvi çok tenkide uğramıştır.
Bilindiği gibi
ibâdetlerde riya dört şekilde bulunur:
1. İbâdette sâdece riya
bulunur, sevap kasdı bulunmaz. Riyanın en şiddetlisi budur. Bu kimse bu
ibadetinden dolayı günahkâr olur.
2. Hem sevab kasdı hem
de riya bulunur. Fakat riya sevap kasdından daha fazladır. Bu çeşit riya
birinci derecedeki riyaya yakındır.
Bu hastalığa tutulan kimse
de her ne kadar ibâdetlerinde Allah'ın rızasını kazanma niyyeti varsa da bu
niyyet çok az olduğundan o kimseyi ibadete zorlayacak güçte değildir. Tenhada
kaldığı zaman ibadet yapamaz. Riya ile
yaptığı ibâdetlerinden dolayı da günahkâr olur.
3. Riya ile sevap kasdı
eşittir. Bu kimseyi yaptığı ibâdetlere sürükleyen kuvvet ne sadece gösteriş
yapma duygusudur, ne de sadece sevab kazanma arzusudur. Onu ibadete
sürükleyebilen riya ile sevap kasdının bir-leşmesidir. Çünkü içindeki riya onu
tek basma ibâdete sürüklemeye yeterli olmadığı gibi, sevap kazanma duygusu da
onu tek başına ibadet yapmaya sürüklemek için yeterli değildir. Bu kimseye
ibadetinden dolayı sevap verilmediği gibi günah da yazılmaz.
4. Sevap kazanma arzusu
gösteriş arzusundan daha çoktur. İşte ibâdetlerine bu şekilde bir riya karışan
kimseye ibadetinden dolayı sevab verilirse de bu sevab amelinin tam karşılığı
değildir. Çünkü ibadetine az da olsa riya karışmıştır. Bu riya amelini tamamen
ibtal etmezse de sevabım azaltır. Riyanın bundan Önceki derecelerine ise asla
sevap verilmez.[Aliyü’l-kari, Aynü'I-ilm ve Zeynü'l-hılm, II, 85, 86.]