بَاب
فِي قَوْلِهِ
تَعَالَى
وَلَا
تُلْقُوا
بِأَيْدِيكُمْ
إِلَى
التَّهْلُكَةِ
22. Kendinizi
"Kendi Ellerinizle Tehlikeye Atmayın!" ayet-İ Kerimesi
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ عَمْرِو
بْنِ السَّرْحِ
حَدَّثَنَا
ابْنُ وَهْبٍ
عَنْ حَيْوَةَ
بْنِ
شُرَيْحٍ
وَابْنِ
لَهِيعَةَ عَنْ
يَزِيدَ بْنِ
أَبِي
حَبِيبٍ عَنْ
أَسْلَمَ أَبِي
عِمْرَانَ
قَالَ
غَزَوْنَا
مِنْ الْمَدِينَةِ
نُرِيدُ
الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ
وَعَلَى
الْجَمَاعَةِ
عَبْدُ
الرَّحْمَنِ
بْنُ خَالِدِ
بْنِ
الْوَلِيدِ
وَالرُّومُ
مُلْصِقُو
ظُهُورِهِمْ
بِحَائِطِ
الْمَدِينَةِ
فَحَمَلَ رَجُلٌ
عَلَى
الْعَدُوِّ
فَقَالَ
النَّاسُ مَهْ
مَهْ لَا
إِلَهَ
إِلَّا
اللَّهُ
يُلْقِي بِيَدَيْهِ
إِلَى
التَّهْلُكَةِ
فَقَالَ أَبُو
أَيُّوبَ
إِنَّمَا
نَزَلَتْ
هَذِهِ الْآيَةُ
فِينَا
مَعْشَرَ
الْأَنْصَارِ
لَمَّا
نَصَرَ
اللَّهُ
نَبِيَّهُ
وَأَظْهَرَ
الْإِسْلَامَ
قُلْنَا
هَلُمَّ
نُقِيمُ فِي
أَمْوَالِنَا
وَنُصْلِحُهَا
فَأَنْزَلَ
اللَّهُ
تَعَالَى
وَأَنْفِقُوا
فِي سَبِيلِ
اللَّهِ وَلَا
تُلْقُوا
بِأَيْدِيكُمْ
إِلَى
التَّهْلُكَةِ
فَالْإِلْقَاءُ
بِالْأَيْدِي
إِلَى
التَّهْلُكَةِ
أَنْ نُقِيمَ
فِي أَمْوَالِنَا
وَنُصْلِحَهَا
وَنَدَعَ
الْجِهَادَ
قَالَ أَبُو
عِمْرَانَ
فَلَمْ
يَزَلْ أَبُو
أَيُّوبَ
يُجَاهِدُ
فِي سَبِيلِ
اللَّهِ
حَتَّى
دُفِنَ بِالْقُسْطَنْطِينِيَّةِ
Ebu îmran, Eşlem (b.
Yezid)'den; demiştir ki: "Biz İstanbul'u kasdederek Medine'den savaşa
çıktık. Cemaatin başında Abdurrahman b. Halid b. el-Velid vardı. Rum
(askerleri) sırtlarını (İstanbul) şehrin(in) surlarına dayamışlardı. Derken
(bizden) bir adam (tek başına) düşmana saldır(ıp düşman safları arasına dal)dı.
Bunun üzerine halk "Vazgeç, vazgeç! lâ ilahe illallah kendi elleriyle
kendini tehlikeye atıyor!" diye feryad'a başladı. (Bunu gören) Ebû Eyyûb
(el-Ensârî) dedi ki: "Bu âyet biz Ensâr topluluğu hakkında indi. (Yüce)
Allah Peygamberi (Muhammed) (s.a.v.)'e yardım edip İslâmiyet'e destek olunca
(kendi kendimize); "Haydi gelin mallarımızın başında duralım, onları
düzene koyalım" demiştik. Bunun üzerine Yüce Allah;
"Allah
yolunda sarf ediniz de kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız!"[Bakara
195] (mealindeki âyet-i kerimeyi) indirdi. (Kendi) eller(imiz)le kendimizi
tehlikeye atmak (demek), mallarımızın başında onları düzene koymakla uğraşmamız
ve cihâdı terk etmemiz (demektir.”
Ebu İmran dedi ki: Ebu
Eyyub (Şehid olup ta) İstanbul'a defn edilinceye kadar cihada devam etti.
İzah:
Tirmizî,
tefsiru'l-kur'ân
Çoğu kere hastalık ve
kötü alışkanlıklarla mücadelede söz konusu edilen; "Kendinizi kendi
elinizle tehlikeye atmayın" mealindeki ayetin sebeb-i nüzulünü açıklayan
büyük sahabi ve büyük mücahid Ebu Eyyub el-.Ensarî hazretleri, bizzat veya
bilvasıta Cihada iştirak etmekten kaçınanları uyarmakta, cihada hazır
olmamanın ve mutlak sulh taraftarı görünümüne bürünmenin tehlikesine ciddi
şekilde dikkatleri çekmektedir.
Harbi; tehlike, sulhu
ise, tehlikeden uzak kalmak sanmanın yanlışlığını ortaya koyan âyet, müslümanlar
için bir hareket ve fedakarlık kaynağıdır. Görünüşe aldanmama ihtarıdır. Zâten
savaşla ilgili bir ayette, kişisel kanaat ve görüşlerin kısırlığı, ilâhi
emirlerin ve yasakların maslahat-ı nassa uygunluğu şöyle açıklamış
bulunmaktadır:
"Savaş -hoşunuza
gitmediği halde- size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız bir şey sizin
İyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şeyde kötülüğünüzedir. Allah bilir,
siz bilmezsiniz."[Bakara 216]
Savaşın fevkalade
sıkıntıları olduğu muhakkaktır. Kişiyi ölüm tehlikesiyle burun buruna
getirdiği de doğrudur. Ancak cihada iştirak etmek demek, mutlaka ölmek demek de
değildir. Allah yolunda savaşırken ölene zaten "ölü" denemez. Çünkü
yüce Allah Kur'ân-ı Kerîminde; "Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin,
zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz." "Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölüler sanma, Bilakis Rableri katında diridirler. Allah'ın
bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar,
arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve
üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler."[Âl-i İmrân 169, 170.]
buyurmaktadır.
İyilik ve tehlikeden
uzaklık olarak değerlendirilen sulh ya da cihad-dan geri durmanın tehlikesi
ise, kişiyi mal kazanmaya ve rahata alıştırması, dünyayı sevdirmesi, ölümden
korkma hissini yaygınlaştırması ve fedakârlık ruhunu öldürmesi olarak
sayılabilir. İnançları çerçevesinde, kendi ülkesinde özgür yaşama mutluluğunun
önemini takdir edemeyen fertlerden oluşan bir milletin varlığı görülmüş değildir.
Bu yüzden mutlak sulh taraftarı olmak, tehlikeyi tam anlamıyla kucaklamak
demektir. Gerektiğinde cihada koşmasını ve ölmesini bilmeyen milletler yaşama
haklarından kendi kendilerine vazgeçmiş olmaktadırlar, İşte bu kişilerin kendi
elleriyle kendilerini tehlikeye atması olur. Nitekim Allah Teâîâ bir ayet-i
kerimede cihaddan geri kalanların durumuna ışık tutmakta, acı sonlarını bizlere
şöyle açıklamaktadır; "Ey inananlar, size ne oldu ki, "Allah yoİunda
savaşa çıkın" dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya
hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi ahirete göre pek az bir
şeydir. (Cihad'a) çıkmazsamz, Allah size can yakıcı aza bin azab eder ve
yerinize başka bir millet getirir. Ona bir şey de yapamazsınız, Allah her şeye
kadirdir."[Tevbe 39, 40.]
Tefsir alimlerinin
beyanına göre bu ayeti kerimeler her halükârda savaşa hazırlıklı ve uyanık
bulunmanın ve bunun için gerekli harcamaları yapmanın farz olduğunu ifade
etmektedir.