بَاب
فِي حَمْلِ
السِّلَاحِ
إِلَى أَرْضِ
الْعَدُوِّ
169. Düşman Ülkesine
Silah Götürmek
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدٌ
حَدَّثَنَا
عِيسَى بْنُ
يُونُسَ
أَخْبَرَنِي
أَبِي عَنْ
أَبِي
إِسْحَقَ
عَنْ ذِي
الْجَوْشَنِ
رَجُلٍ مِنْ
الضِّبَابِ
قَالَ
أَتَيْتُ
النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بَعْدَ أَنْ
فَرَغَ مِنْ
أَهْلِ
بَدْرٍ
بِابْنِ فَرَسٍ
لِي يُقَالُ
لَهَا
الْقَرْحَاءُ
فَقُلْتُ يَا
مُحَمَّدُ
إِنِّي قَدْ
جِئْتُكَ
بِابْنِ
الْقَرْحَاءِ
لِتَتَّخِذَهُ
قَالَ لَا
حَاجَةَ لِي
فِيهِ وَإِنْ
شِئْتَ أَنْ
أَقِيضَكَ بِهِ
الْمُخْتَارَةَ
مِنْ دُرُوعِ
بَدْرٍ فَعَلْتُ
قُلْتُ مَا
كُنْتُ
أَقِيضُهُ
الْيَوْمَ
بِغُرَّةٍ
قَالَ فَلَا
حَاجَةَ لِي فِيهِ
Dıbâb (oğulların)dan
Zülcevşen lakabıyla anılan bir adam'dan rivayet olunmuştur ki: Ben (müşrik
iken) Peygamber (s.a.v.), Bedir mücâhidlerinin işlerini bitirdikten sonra,
kendisine bana ait Karha diye anılan bir kısrağın tayını götürdüm ve: "Ey
Muhammed sahiplenmen için sana, karhâ'nın erkek yavrusunu getirdim."
dedim.
“Benim
Ona ihtiyacım yok. Eğer sen onu Bedr'in zırhlarından seçilmiş bir zırhla
değiştirmemi istersen (onu) yaparım" buyurdu. Ben de: "Ben bugün onu
(değil bir zırh) bir atla bile değiştirecek değilim" dedim. (Bunun
üzerine) "Benim (de) ona ihtiyacım yok" buyurdu.
İzah:
Ahmed b. Hanbel,
III-484, IV-68.
Metinde kendisinden
Zülcevşen diye bahsedilen zatın ismi ihtilaflıdır. Bazıları bu zatın isminin
Evs olduğunu bazıları da Osman olduğunu söylemişlerdir. Bu rivayetler arasında
en meşhur olanı, bu zatın isminin Şurahbil olduğunu ifade eden rivayettir. Bu
zât vaktiyle İran'a gidip Kisra'nın huzuruna varmış, kisra da ona bir zırh
giydirmişti,
Bu hadiseden sonra
araplar arasında, ilk defa zırh giyen bir kimse olarak bu zata zırh sahibi
anlamına gelen Zülcevşen ismi verildi. Kendisi iyi bir binici ve şairdi.
Ahmed b. Hanbel'in
rivayetinde bu zatın, bir tay hediye etmek üzere Hz. Peygamberin yanına geldiği
zaman, henüz müşrik olduğu ve Hz. Peygamber kendisini, islam'a davet ettiği
halde İslâmı kabul etmediği ve Mekke'nin fethine kadar küfür üzerinde kaldığı
ifade edilmektedir.
Konumuzla ilgili
hadisin ifadesinden anlaşıldığına göre; Hz. Peygamber, küfür diyarında yaşayan
bir kimseye Bedir ganimetleri içerisinde bulunan harp malzemelerinden bir
zırhı seçip vermek istemiş, fakat o müşrik buna ihtiyacı olmadığını belirtince
bundan vazgeçmiştir. Bu durum, küfür diyarına düşmanın işine yarayacak bir
silah götürmenin caiz olduğunu ifade eder. Eğer bu caiz olmasaydı, Hz.
Peygamber, Bedir ganimetleri arasında bulunan güzel bir zırhı o müşriğe
vermeye teşebbüs etmezdi. Hanefi alimlerine göre; bir müslüman, düşman ülkesine
at, silah, esir, demir gibi düşmanın harpte işine yarayacak şeyler götürmesi
caiz değildir. Nitekim İbrahim En-Neha Ata b. Ebî Rebah, Ömer b. Abdül-Aziz
(r.a) de bu görüştedirler.
Sözü geçen alimlere
göre, düşman ülkesine götürülen harp malzemele ri, düşmanın eline geçmekle
onları müslümanlara karşı daha güçlü hale getireceğinden, bu malzemelerin
düşman ülkesine götürülmesi caiz olamaz. Çünkü müslümanlar düşmanın
kuvvetlerini takviye ile değil onu kırmakla ve fitnelerine son vermekle
mükelleftirler. Nitekim yüce Allah Kuran-ı Keriminde "Onlarla savaşın ki:
Fitne ortadan kalksın, din yalnız Allah'ın dini olsun."[Bakara 193]
buyurarak bu mevzudaki hükmünü açıkça ortaya koymuştur. Ayetin sübutu ve hükmü
daha kesin ve açıktır. Konumuz olan hadise tercih edilir.
Bir esir, düşmanın
işine bilfiil yardımcı olacağından düşman ülkesine götürülmesi caiz olmadığı
gibi, silah olarak kullanılabileceği için, düşman ülkesine demirin götürülmesi
de mekruhtur. Bu hususta işlenmiş demirle ham demir arasında bir fark yoktur.
Çünkü işlenmiş demirin aslı ham demirdir. Aynı asıldan çıkan şey hakkında sabit
olan hüküm onun aslı hakkında da sabittir, geçerlidir.
Her ne kadar Hz. Peygamberin,
düşman ülkesine yiyecek maddesi gönderdiğine dair Şemame b. Esan El-Hanefi'den
rivayet edilmiş bir hadis varsa da, hadis munkati olduğundan, delil olma
niteliğinden mahrumdur.