بَاب
فِي
السَّرِيَّةِ
تَرُدُّ
عَلَى أَهْلِ
الْعَسْكَرِ
147. Seriyye
(Baskından) Ele Geçirdiği Ganimetleri Orduya Gönderir
حَدَّثَنَا
قُتَيْبَةُ
بْنُ سَعِيدٍ
حَدَّثَنَا
ابْنُ أَبِي
عَدِيٍّ عَنْ
ابْنِ إِسْحَقَ
هُوَ
مُحَمَّدٌ
بِبَعْضِ
هَذَا ح و حَدَّثَنَا
عُبَيْدُ
اللَّهِ بْنُ
عُمَرَ بْنِ
مَيْسَرَةَ
حَدَّثَنِي
هُشَيْمٌ
عَنْ يَحْيَى
بْنِ سَعِيدٍ
جَمِيعًا
عَنْ عَمْرِو
بْنِ شُعَيْبٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ جَدِّهِ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
الْمُسْلِمُونَ
تَتَكَافَأُ
دِمَاؤُهُمْ
يَسْعَى
بِذِمَّتِهِمْ
أَدْنَاهُمْ
وَيُجِيرُ
عَلَيْهِمْ
أَقْصَاهُمْ
وَهُمْ يَدٌ
عَلَى مَنْ
سِوَاهُمْ
يَرُدُّ
مُشِدُّهُمْ
عَلَى
مُضْعِفِهِمْ
وَمُتَسَرِّيهِمْ
عَلَى
قَاعِدِهِمْ
لَا يُقْتَلُ
مُؤْمِنٌ
بِكَافِرٍ
وَلَا ذُو
عَهْدٍ فِي
عَهْدِهِ وَلَمْ
يَذْكُرْ ابْنُ
إِسْحَقَ
الْقَوَدَ
وَالتَّكَافُؤَ
Abdullah b. Amr b.
As'dan rivayet olunmuştur ki: Rasülullah (s.a.v.) "Müslümanların kanları
(kıymetçe) birbirlerine eşittir. Müslümanların (sayıca) en azı(bile) onların
zimmetleri uğrunda koşar. Müslümanların en uzak olanı (dahi) onlar adına eman
verebilir. Müslümanlar kendilerinin dışındaki kimselere karşı bir el (hükmünde)
dirler. Onların kuvvetli olanı (elde ettiği ganimetleri ortaklaşa bölüşmek
üzere) zayıf olana, gönderir. Seriyye olarak (düşman üzerine) giden(ler) de
(ele geçirdikleri ganimetleri beraberce paylaşmak üzere, cephede kendilerini
bekleyip) oturanlarına gönderirler. Bir mü'min, bir kafir karşılığında,
öldürülemez. Ahdinde (sadık) olan bir zimmi de bir (harbi) kafir karşılığında
öldürülemez" buyurdu. îbn îshak Kısası ve (kanlardaki) eşitliği rivayet
etmedi.
İzah:
İbn Mâce, Diyât; Ebû
Dâvûd, diyat; Nesâî, kasame; Darimî, siyer; Ahmed b. Hanbel, II, 365; IV, 197,
V, 650; VI, 180, 210.
Zimmet sözlükte, eman,
zaman ve ahd manalarını ifade eder. Ahdi bozmak, zemmi mucib olduğu için ahde
"zimmet" denilmiştir. Çoğulu "zimem" dir.
İslâm zimmetini , ahd
ve eman sahibi olan gayri müslimlere ehl-i zimmet denir. Bunların
erkeklerinden her birine zimmî kadınlarından her birine de zımmiye
denilir.[Hukuk-u İslamiyye Kamusu, Bilmen Ömer Nasuhi III. 422-423.]
Metinde geçen
"müslümanların kanı biri birleri ne eşittir." cümlesinden maksat;
kanları dökülen müslümanların diyetleri ve kısasları hususunda birinin
diğerinden farkı yoktur. Bir kabilenin öldürülen en şerefli kimsenin kısası ve
diyeti ne ise cemiyette itibarı en az olan bir kimsenin kısası ve diyeti de
odur. Ayrıca öldüren kimse şerefli de olsa kendisine kısas cezası uygulanır.
Cemiyetin en zayıf bir ferdi de olsa katili kısas cezasına çarptırılır. İslam
gelmeden önce; cahiliye dönemi arapları kısası sadece zayıflara uygulayıp,
itibarlı kişileri bağışlarlardı. Ayrıca bazan öldürülen şerefli kişilerin karşılığında,
karşı kabilelerden birden fazla sayıda insan öldürülerdi.
İslâmiyet gelince
insanlar arasındaki bu adaletsiziği kaldırdı ve kan ci-hetiyle hiçbir kimsenin
diğerinden farkı olmadığını ilan etti.
Yine metinde geçen
"Müslümanların en aşağısı" sözü burada "sayıca en aşağısı"
yani "en azı" anlamında kullanılmıştır ki, müslümanların "tek
bir tanesi" demektir. Bu kelimeyi "müslümanların en aşağısı olan bir
köle" şeklinde anlamak doğru değildir.[bk. Bezlü'l-Mechûd.]
Metindeki kelimesine
"Müslüman askerlerin derece itibarıyla en aşağısı olan, efendisinin harbe
girmesine izin verdiği köle, diye mana verilmişse de Hattâbî'ye göre bu kelime
"müslümanların, İslam diyarından en uzak olanları" anlamında
kullanılmıştır. Hattâbî'nin verdiği bu manaya göre bu kelimenin geçtiği cümleyi
şöyle anlamak, gerekir. "Savaş alanında bulunduğu için İslam ülkesinden
uzak ve kafirlere yakınolan bir kimse bile bir kafire eman verecek olsa onun
bu emanı geçerlidir. Hiçbir müslümanın bu emanı (emniyete nâiliyyet, hakkında
düşmana verilen söz veya işareti) bozmaya hakkı yoktur."
Ancak yine Hattâbî'nin
beyanına göre bir müslümanın diğer müslüman-lar adına vermeye yetkili olduğu
eman sınırlıdır. Bu emanı sadece kafirlerin bazılarına verebilir. Kafirlerin
tümü için böyle bir eman veremez. Kafirlerin tümüne birden eman verme yetkisi
sadece devlet reisine aittir. Hanefi ulemasından el-Kasânı'nin el-Bedayî
isimli eserinde bildirdiğine göre müslümanın eman verme yetkisine sahip
olabilmesi için akıl ve baliğ olması gerekir. Delinin ve çocuğun verdiği eman
geçerli değildir. Genel olarak ilim adamlarının görüşü budur. Ancak İmam Muhammed'e
göre buluğ şart değildir. İslamı idrak eden mürahik bir çocuk da eman
verebilir. Eman verecek bir kimsede aranacak şartlardan biri de islamdır.
Müslümanların safında çarşıpan bir-kafirin vereceği eman geçerli değildir.
Ancak Şafiî âlimlerinden
Hafız İbn Hacer'in beyanına göre, el-Evzâî; "müslümanlar safında kafirlere
karşı çarpışan bir zımminin verdiği emanın geçerli sayılıp sayılmaması devlet
başkanının kararına bağlıdır. Devlet başkanı, isterse bu emanı geçerli kılar,
isterse iptal eder.*' demiştir.
Verilen bir emanın
geçerli sayılabilmesi için, bu emanı veren kimsenin hür olması şart değildir.
Efendisi tarafından harbe katılmasına izin verilmiş olan bir kölenin verdiği
emanın geçerli olmasında icma vardır. Fakat efendisinin harbe girmekten men
ettiği bir kölenin verdiği emanın geçerli sayılıp sayılmaması ulema arasında
ihtilaflıdır. Ebû Hanife (r.a.) ile Ebû Yusuf (r,a.)e göre bu durumda olan bir
kölenin verdiği eman sahih değildir. İmam Muhammed (r.a.) ile İmam Şafii (r.a.)
e göre ise bu eman sahihdir. İmam Muhammed (r.a) ile İmam Şafii (r.a.) in bu
mevzudaki delilleri mevzumuzu teşkil eden hadiste geçen cümlesidir. Sözü geçen
bu iki İmama göre hadiste geçen kelimesi "onların en aşağısı''anlamına
gelir ki bundan maksat müslümanların köleleridir. Binaenaleyh, müslümanların
kölelerinden herbirinin verdiği eman geçerlidir. Bu hususta kendisine harbe
girmesi için izin verilen köleyle verilmeyen köle arasında bir fark yoktur.
Eman da zimmet gibi bir ahd olduğundan her kölenin verdiği eman geçerlidir.
Ebû Hanife ile Ebû
Yusuf'a göre metinde geçen sözkonusu cümle efendisinin harbe girmeye izin
vermediği kölelere şamil değildir. Çünkü bu cümledeki edna kelimesi birisi
aşağılık, horluk, diğeri de yakınlık olmak üzere iki manaya gelir. Curada bu
kelimeye aşağılık ve horluk manası vermek mümkün değildir. Çünkü mü'minlerin
hiçbirisi hor, hakir görülemez. Nitekim hadisin müslümanların kanları
(kıymetçe) biribirlerine eşittir" anlamındaki ilk cümlesi de edna
kelimesine hor ve hakir manası vermeye engeldir. Bu bakımdan bu kelime burada
"yakın" anlamında kullanılmıştır ki "düşmana en yakın olan, yani
kendisine harbe katılması için izin verilen ve bizzat savaşan köle manasına
gelmektedir. Harbe girmesine izin verilmeyen kölenin verdiği eman geçerli
değildir.
Ancak Hafız İbn Hacer
âlimlerin büyük çoğunluğuna göre her kölenin verdiği eman geçerli olduğunu, bu
hususta savaşa katılan bir köleyle katılmayan bir köle arasında bir fark
olmadığını söylemiştir. Yine metinde geçen "Müslümanlar kendilerinin
dışındakilere karşı bîr el (hükmünde) dirler." cümlesi adeta bir nevi
kendinden önce geçen cümlelerin bir açıklaması hükmündedir.
"Müslümanların birinin verdiği emanı hepsi kabul eder. Birine yapılan bir
saldırıyı hepsi kendine yapılmş kabul eder. Bir anda hepsi sıkılmış bir yumruk
haline gelirler/* anlamındadır.
"Müslümanların
kuvvetli olanlarının ganimetleri zayıf olana göndermesi demek gerek vücut,
gerekse mali cihetiyle daha kuvvetli olan askerlerle toprakları, ganimetleri
kendilerinden daha zayıf olan müslüman askerlere bölüşmeleri, demektir.
Gerçekten savaşta müslüman askerlerin toplamış oldukları ganimetler bir yerde
toplanır, sonra tüm askerler arasmdada usulüne göre paylaştırılır. Aynı şekilde
seriyye olarak gönderilen askerler de ele geçirdikleri ganimetleri kendilerini
cephede beklemekte olan tüm müslüman askerlerle paylaşırlar. Metinde geçen
"seriyye olarak (düşman üzerine) giden(ler) de (ele geçirdikleri
ganimetleri beraberce paylaşmak üzere cephede kendilerini bekleyip) oturanlarına
gönderirler." anlamındaki cümleden kasdedilen de budur. Rey taraftarlarına
göre metinde geçen kelimesi ..." cümlesindeki "müminûn" kelimesi
üzerine atfedilmiş-tir. Bir başka ifadeyle bu cümlenin aslı = hiçbir mü'min ve ahdinde duran bir zimmi
kafir karşılığında öldürülemez." şeklindedir. Bu bakımdan İmam Ebû
Hanife'ye göre her ne kadar harbi bir kafir karşılığında bir mü'min kısas
olarak öldürülemezse de bir zimmi karşılığında bir mü'min öldürülebilir. Çünkü
hadiste mü'minle zimmi arasında bir ayırım yapılmamış, kafirin karşısında
birlikte zikredilmişlerdir. Ancak imam Şafiî ile İmam Ebû Yusuf ve İmam
Muhammed (r.a.)e göre bir mü'min kafir karşılığında öldürülemediği gibi
ahdinde duran bir zımmî karşılığında da öldürülemez. Çünkü kelimesiyle cümlesi arasında bir ilgi
yoktur. İkisi de müstakil iki ayrı cümledir. Bu ikinci cümle atıf olarak değil,
ancak birinci cümleden sonra kafalarda doğacak olan "acaba zımmilerin
kanını dökmek helal midir?" sorusuna Haramdır cevabını vermek ve her ne
kadar bir zımmî karşılığında bir mü'min (kısas olarak) öldürülemezse de meşru
bir sebep olmaksızın zimmilerin kanını dökmenin de haram olduğunu açıklamak
üzere gelmiştir.