SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

CİHAD BAHSİ

<< 2636 >>

بَاب الْمَكْرِ فِي الْحَرْبِ

92. Harpte Hile Yapmak

 

حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ مَنْصُورٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ عَمْرٍو أَنَّهُ سَمِعَ جَابِرًا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ الْحَرْبُ خُدَعَةٌ

 

Amr'dan rivayet olunduğuna göre, Kendisi Câbir'i (r.a.) şöyle derken işitmiş; "Rasûlullah (s.a.v.) "Harb hud'a dır" buyurdu.

 

 

İzah:

Buhârî, cihad; Menakib; istiâbe; Müslim, cihâd, zekât; Tirmizi, cihâd; İbn Mâce, cihâd; Ahmed b. Han bel, I, 81, 90, 113, 126, 131, 134; II, 312, 314; III, 224, 297, 308, IV, 387, 459.

 

Hud'a; aldatmak, hile yapmak niyetinin aksini göstermek manalarına gelir. Hattâbî'nin açıklamasına göre kelimeyi şekillerinde okumak mümkündür. Bunlardan en fasîhi, "hud'a" şeklinde okunanıdır. Hz. Nebi de bu kelimeyi "hud'a" şeklinde okumuştur.

 

Bu kelime had'a şeklinde okunduğu zaman masdar-ı merre olur. Bu takdirde hadis-i şerife şöyle mânâ vermek icabeder: "Savaş bir defa hile yapmaktan ibarettir" Bunu yapabilen, harbi zaferle sona erdirir. İkinci bir hileye ihtiyaç kalmaz. "Hud'a" şeklinde kullanıldığı zaman "hile" anlamında bir isim olur. Bu takdirde hadis "Harbin en önemli tarafı ve rüknü düşmana hile ve oyun yapmaktır" anlamına gelir.

 

Hudea şeklinde okunduğu zaman çok hilekar ve aldatıcı anlamına gelir. Bu takdirde hadis-i şerif "Harb çok aldatıcıdır. Hilelerle doludur" her zaman için karşı tarafın iki tuzağına düşmek mümkündür. Dolayısıyla çok dikkatli hareket etmek gerekir." anlamına gelir.

 

Bu hadis-i şerif harpte düşmana her fırsatta hile yapmanın meşru ol­duğunu açıkça ifade etmektedir.

 

Ancak ulema, 2756 ve 2760 numaralı hadisler gibi, verilen ahdi boz­manın vebalini ve ahde riâyet etmenin lüzum ve önemini belirten hadisleri göz önüne alarak "ahd ve emân" bozmamak şartıyla harpte düşmana karşı hile yapmanın caiz olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir.

 

Hanefi ulemasından İmam Muhammed bu mevzuda şunları söylüyor:

 

Burada mücâhidin savaş anında kendisiyle savaştığı kimseyi aldatabileceğine ve bunun ihanet olmadığına delil vardır.

 

Bazı alimler, bu sözün zahirini alarak savaş durumunda yalana izin verildiğini söylemişler ve Rasûlullah (s.a.v.)'in Ebu Hüreyre'den nakledilen: "Yalan ancak üç yerde caiz olur: tki kişinin arasını barıştırmada, savaşta ve bir kimsenin hanımının gönlünü almasında"[bk. Müslim, birr; Ahmed b. Hanbel, VI, 403, 404, 459, 461.] Hadisini de buna delil olarak göstermişlerdir.

 

Lâkin mezhebimiz odur ki, hadîs-i şerifte kastedilen, mahza yalan değil, tevriye yapmak ve üstü kapalı söz söylemektir. Bunun benzeri, İb­rahim (s.a.v.)'in üç yalan söylediğini belirten hadistir. Bundan maksat onun üç yerde üstü kapalı söz söylediğidir. Çünkü Nebiler, mahza yalan söylemekten ma'sumdurlar.

 

Hz. Ömer "üstü kapalı söz söylemede (tevriye yapmada) yalandan kurtuluş vardır," demiştir.

 

İmam Muhammed (Rahimehullah) kitabın metninde bu sözü şöyle açıklar:

 

Kişinin kendisiyle savaştığı kimseye, zahirin hilâfına bir şey söyleme­sidir ki, hakikatte, ona açıkladığı şeyin hilafını gizlemesidir.

 

Hz. Ali'nin, Hendek günü kendisiyle mübareze yaptığı Amr b. Abdu Udde'ye yaptığı gibi Hz. Ali (r.a) ona: "Hani, kimsenin sana yardım et­meyeceğine dair bana garanti vermiştin? Peki, sana şu yardım edecekler kimlerdir?" demişti. Amr, kendisine bu söylenenleri garipser gibi arkasına bakınca, Hz. Ali, birden iki ayağına vurup ikisini de kesmişti.

 

Mücahidin, arkadaşlarıyla konuşup onu duyan kimseye kendilerinin zafere ulaştığını yahut daha güçlü olduklarını vehmettirmesi de aldatma­dır. Hakikat kendisinin söylediği şekilde olmadığı halde, sözün zahirine göre yalancı duruma düşmeyecek şekilde konuşur. Nitekim rivayet edilir ki, Hz. Ali (r.a.) katıldığı savaşlarda başını önüne eğerek bir kere yere ve sonra yukarı kaldırıp bir defada göğe bakıyor ve şöyle diyordu: "Ne sen yalan söyledin ve ne de ben" Bu davranışıyla çevresinde bulunanlara sanki Rasûlullah (s.a.v.) kendisine bu durumu haber vermiş ve ashabına da bunu emretmiş intibaını veriyordu. Halbuki onun vukuu mümkün ol­duğu gibi olmaması da mümkündür. Bu ve buna benzer söz ve davranış­larda bir sakınca yoktur.

 

Aldığımız bir nakil'e göre, Hendek günü adamın biri Rasûlullah (s.a.v.)'e gelerek;

 

"Ya Rasûlallah! Benû Kurayza size ihanet edip antlaşmayı bozarak Ebu Süfyan tarafına bey'at etti, dedi. Rasûlullah (s.a.v.)

 

"Belki de biz onlara bunu emretmişizdir." buyurdu. Bu sefer adam, Ebu Süfyan'a gidip;

 

Benû Kurayza'nın sana tabi olmalarını Muhammed istemiş, dedi. Ebu Süfyan;

 

Bunu kendi kulaklarınla mı duydun? diye sordu. Adam:

 

Evet deyince Ebû Süfyan:

 

Yalana yemin ederim ki Muhammed yalan söylememiştir, dedi.[Şimşek M.Said Siyer-i kebir I, 135-136.]