DEVAM: 37. Ramazanda
(Gündüz Oruçlu İken) Karısıyla Cinsi Temasda Bulunanın Ödeyeceği Keffaret
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مَسْلَمَةَ
عَنْ مَالِكٍ
عَنْ ابْنِ
شِهَابٍ عَنْ
حُمَيْدِ
بْنِ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
أَنَّ
رَجُلًا
أَفْطَرَ فِي
رَمَضَانَ
فَأَمَرَهُ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَنْ
يُعْتِقَ
رَقَبَةً
أَوْ يَصُومَ
شَهْرَيْنِ
مُتَتَابِعَيْنِ
أَوْ
يُطْعِمَ
سِتِّينَ
مِسْكِينًا قَالَ
لَا أَجِدُ
فَقَالَ لَهُ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ اجْلِسْ
فَأُتِيَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
بِعَرَقٍ
فِيهِ تَمْرٌ
فَقَالَ خُذْ
هَذَا
فَتَصَدَّقْ
بِهِ فَقَالَ
يَا رَسُولَ
اللَّهِ مَا
أَحَدٌ
أَحْوَجُ
مِنِّي
فَضَحِكَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
حَتَّى
بَدَتْ أَنْيَابُهُ
وَقَالَ لَهُ
كُلْهُ قَالَ
أَبُو دَاوُد
رَوَاهُ ابْنُ
جُرَيْجٍ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَلَى لَفْظِ
مَالِكٍ
أَنَّ
رَجُلًا
أَفْطَرَ
وَقَالَ
فِيهِ أَوْ
تُعْتِقَ
رَقَبَةً
أَوْ تَصُومَ
شَهْرَيْنِ
أَوْ
تُطْعِمَ
سِتِّينَ مِسْكِينًا
Ebû Hureyre (r.a.)'dan
rivayet edildiğine göre, Bir adam ramazanda orucunu bozdu. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) ona; Bir köleyi hürriyetine kavuşturmasını veya iki ay peşi
peşine oruç. tutmasını veya altmış fakiri doyurmasını emretti. Adam; (Hiç birine) imkânım yok dedi. Hz.
Peygamber; "Otur" buyurdu. (Biraz sonra) Rasûlullah (s.a.v.)'e,
içerisinde hurma olan bir sepet getirildi. Efendimiz adama; "Bunu al,
sadaka olarak dağıt!" buyurdu. Adam.
Ya Rasûlallah! Benden
daha muhtaç kimse yok, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, azı dişleri görününceye
kadar güldü ve; "Haydi onu sen ye," buyurdu.
Ebû Dâvud dedi ki; İbn
Cüreyc bu hadîsi Zührî'den, Mâlik'in lâfzı ile şöyle rivayet etmiştir:
"Bir adam orucu bozdu. Efendimiz kendisine; “Bır köleyi hürriyetine
kavuşturman veya iki ay oruç tutman veya altmış fakir doyurman gerekir'
buyurdu.
İzah:
Muvatta, sıyâm
Hadîsin bu rivayetinde,
Hz. Peygamber'e gelen zâtın, ramazanda orucnu ne suretle bozduğu açıkça
belirtilmemiş sâdece, "orucu bozdu" tâbiri kullanılmıştır. Ulemanın bir
çoğu bu ifâdeyi göz önüne alarak, keffâfetin sâdece cinsî yakınlaşmaya has olmayıp,
kasdî olan yeme-içmenin de keffâreti gerektirdiğini söylemişlerdir. Hanefî
âlimlerinin yanı sıra, Mâlikîler, Evzâî, Zührî, Süfyân es-Sevrî, îshâk, Atâ ve
Hasen el-Basrî de bu görüştedir. Ancak Hanefîler kasden yenilen bir maddenin
keffâreti gerektirmesi için, o maddenin âdeten gıda veya tedâvî maksadıyla
yenilip içilen cinsden olmasını şart koşarlar. Buna göre; hamur yense veya
kabuklu ceviz, çakıl v.s. yutulsa Hanefîlere göre, sâdece kaza icâb eder.
Keffâret gerekmez.
Bu hadîsten başka
Dârekutnî'deki şu haberler de yukarıdaki görüşün delilleri arasındadır.
Ebû Hureyre'den rivayet
edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) ramazanda bir gün orucunu bozan kişiye,
Zıhâr keffâretini emretmiştir.[Zıhar ve keffâreti için bk. 2213 numaralı
hadis.]
Yine Ebû Hureyre'den
rivayet edildi ki, bir adam ramazanda gündüzün birşey yedi. Hz. Peygamber
kendisine, bir köle azâd etmesini veya iki ay oruç tutmasını veya altmış fakiri
doyurmasını emretti.[Dârekutnî bu hadîsin râvîlerinden Ebû Ma'şer'in kuvvetli
olmadığını söyler, [bk. Dârekutnî, Sünen, II, 209].]
Sa'd (r.a.)'den rivayet
edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber'e gelip, "Ramazan ayında birgün
bilerek orucu bozdum" demiş. Peygamberimiz de; "Bir köle azâd et
veya peşi peşine iki ay oruç tut veya altmış fakiri doyur" buyurmuştur.
Yemenin ve içmenin de
keffâreti gerektirdiğini savunan bu görüş sahipleri, aklî olarak da
görüşlerini şöyle izah ederler;
Kasden yemek içmek,
cinsî temasa benzer. Çünkü her ikisinde de ramazanın hürmetine riayetsizlik
vardır. Bunlardan cinsî temas keffâreti gerektirdiğine göre yeme-içme de
keffâreti gerektirir.
Şafiî ve Hanbelîlerle,
Saîd b. Cübeyr, İbn Şîrîn, Nehâî ve Dâvud'ı Zahiriye göre, Ramazanda kasden
yeyip içmekten dolayı,keffâret değil, sadece kaza gerekir. Keffâreti gerektiren
şey sâdece cinsî münâsebettir. Bunlar, bu babın ilk hadîsi olan Ebû Hureyre
hadîsini kendilerine delîl alırlar. Hatırlanacağı gibi o hadîste söz konusu
olan şahıs »orucunu cinsî temasla bozmuş ve Hz. Peygamber kendisine keffâreti
emretmiştir. Bu görüşte olanlar; mutlak olarak, orucunu bozduğu için kendisine
keffâretin emredildiğini bildiren hadîslerdeki oruç bozmayı cinsî münâsebetle
kayıtlamışlardır. Yânî o .hadîslerde anılan' oruç bozma da cinsî temasla olmuştur
derler. Yine bu görüşte olanlar, keffâretin kıyâsa aykırı olarak hadîsle sabit
olduğunu ve hadîste keffârete sebep olan hadisenin cinsî temas olduğunu
belirterek, hadîsin temas etmediği konularda keffâretin olmadığını söylerler.
Karşı görüş sahiplerinin oruca hürmetsizlik konusunda yemeyi içmeyi cinsî
temasa benzetmelerini de kabul etmeyerek bunların aynı seviyede
tutulamayacağını belirtirler.
Ancak şunu da unutmamak
gerekir ki yeme içmeden dolayı keffâreti gerekli görenler bu hükme sâdece kıyâs
yoluyla gitmemişler, aksine onlar da hadîse dayanmışlar, fakat kıyâsla
görüşlerini takviye etmişlerdir.
Hanefî Mezhebinin büyük
fakîhlerinden Serahsî, Mebsût adındaki meşhur eserinde yeme içmeden dolayı
keffâreti izah ederken şöyle der;
"Bizim
delillerimiz şunlardır;
Ebû Hureyre (r.a.)'ın
rivayet ettiği bir hadîse göre, bir adam,
Ramazanda orucu bozdum
demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.);
"Hastalık ve
yolculuk olmadan mı?" diye sormuş, adamın,
Evet cevâbı üzerine;
"Bir köle azâd
et" buyurmuştur. Ebû Davud'un zikrettiğine göre, bir adam,
Ramazanda bir şey
içtim, demiş, Hz. Ali de;
Keffâret ancak; yeme
içme ve cinsî birleşmeden dolayıdır, demiştir. Biz keffâreti, kıyasla değil,
nassı delîl alarak gerekli görüyoruz."
Ebû Davud'un, hadîsin
sonuna aldığı ta'lîk, benzer ifâdelerle İmâm Mâlik'in Muvatta'ında ve
Beyhâkî'nin Sünen'inde de mevcuttur. Bu rivayetlerde orucu bozan kişinin
keffâretinde izleyeceği yol için bir sıra öngörülmemiş, muhatap bu üç şeyden
birisini yapmakta muhayyer bırakılmıştır. Çünkü oruç keffâreti olan, köle azâd
etme, iki ay oruç tutma ve altmış fakiri doyurma lafızları, birbirine
"veya" manâsına gelip, muhayyerlik ifâde eden, ile bağlanmıştır.
Aslında hadîs metninde de bu anlayışa sevkedecek bir ifâde tarzı vardır. Ancak
keffâreti edada sıranın şart olduğuna delâlet eden hadîsler karşısında, bu
rivayetler pek kuvvetli bulunmamış olacak ki Malîkîlerden başka bu görüşü
benimseyen olmamıştır.[bk. 2390 numaralı hadîsin şerhî.]