SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

MENASİK BAHSİ

<< 1732 >>

5. (Haccın Ta'cili ile İlgili) Müsedded'in Rivayeti

 

حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ مُحَمَّدُ بْنُ خَازِمٍ عَنْ الْحَسَنِ بْنِ عَمْرٍو عَنْ مِهْرَانَ أَبِي صَفْوَانَ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ أَرَادَ الْحَجَّ فَلْيَتَعَجَّلْ

 

îbn Abbas'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.v.); "Haccetmek isteyen kimse acele etsin" buyurdu.

 

 

İzah:

Îbn Mâce, menâsik; Ahmed b. Hanbel, I, 214, 225, 323, 355.

 

Bu hadis-i şerif, üzerine hac farz olan bir kimsenin hac mevsimi gelir gelmez hemen hacca gitmesi lâzım geldiğini, sonraki yıla bırakmanın caiz olmadığını, bir başka ifadeyle, hac fari­zasının fevrî olduğunu te'hirin caiz olmadığını söyleyen îmâm-ı Ebû Hani-fe, Mâlik, Ebû Yûsuf, Ahmed ve bazı Şafiî imamları (r.a.)'in görüşleri­ni desteklemektedir. Yine Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde İbn Abbas'-dan merfû' olarak rivayet ettiği; "Hacca gitmekte acele ediniz. Çünkü hiç biriniz ileride karşısına hangi engelin çıkacağım bilemez"[el-Fethu'r-Rabbanî XI,  16.] mealinde­ki hadis-i şerif'de haccın farziyyetinin fevrî olduğuna delâlet ettiği gibi "Haca da, umreyi de Allah için tam yapın"[Bakara 196.] ayeti kerimesi ve Beyhakî'nin rivayet ettiği "Mekke'ye gitmekte acele ediniz. Çünkü hiçbiriniz ileride hangi hastalığın veya hangi ihtiyacın kendisine engel olacağım bilemez" anlamındaki hadis ile Sa'îd b. Mansûr'un Sûnen'inde Abdurrahmân b. Sâbit'den rivayet ettiği, "Kim kendisine engel olan bir hastalık, zalim bir sultan yahutta kaçınılmaz bir ihtiyaç olmadığı halde hacca git­meden ölürse, o kimse ister Yahudi olarak ister Hıristiyan olarak nasıl isterse öyle ölsün, farketmez"[bk. Gazâlî, İhyâu ulûmiddîn, I, 239;  el-Mubârek fûrî Tuhfetu'1-ahvezî, III, 540.] anlamındaki hadis de hac farizasının fevrî olduğunu göstermektedir. Çünkü haccın farziyyetinin fevrî olmaması hac­cın hükmünü farz olmaktan çıkarır. Zira hac farizasının terâhî üzere em­redilmiş olması halinde, insanın bu farizayı tehir etmesinin ve bu esnada vefat etmesinin günah olmaması gerekir. Allah Te'âlâ ve Tekaddes Haz-retleri'nin hem hac farizasını edâ etmeyi geciktirmeye izin verip, hem de geciktirdiğinden dolayı hac edemeden öldüğü için onu Yahudi ve Nasranî olarak ölmüş kabul etmesi düşünülemez. Bu durum onun mutlak adaletiy­le bağdaşmaz. Üzerine hac farz olan bir kimsenin, haccı zamanında yap­madan ölmesi halinde İslâm'dan çıkmış sayılması, hac farizasının fevrî olduğunu gösterir.

 

İmâm-ı Şafiî, el-Evzaî, Es-Sevrî ve Muhammed b. el-Hasen'e göre ise hac, terâhî üzere farz olmuştur. Yani haccın farz olmasının şartları gerçekleşir gerçekleşmez, haccın hemen edası gerekmez, sonraki yıllara te'hiri caizdir. Te'hirinden dolayı, günahkâr olunmaz. Nevevî'nin beyanına göre İbn Abbâs, Enes, Câbir, Atâ ve Tâvûs'un da bu görüşte olduğu, el-Mâverdî tarafından nakl edilmiştir.

 

Bu görüşte olan ilim adamlarının delilleri şudur: hac hicretin 6. yılın­da farz kılınmıştır. Resûlullah (s.a.v.) Mekke'yi hicrî 8. senenin Ramazan ayında fethetmiş, aynı senenin Şevval ayında orada bulunanlara haccet­melerini emrederek Medine'ye gitmişti. O sene kendisi haccı edâ etmediği gibi kendisiyle birlikte Medine'de bulunan pek çok ashâb-ı kiram da hac etmelerine hiç bir engel yokken Medine'de kaldılar, hacca gitmediler. Hic­retin 9, senesinde Tebûk Gazvesi olmuştu. Rasûl-i Ekrem bu sene de hal­ka haccetmelerini emretti ve hac farizasını yapmalarını sağlamak üzere Hz. Ebû Bekr'i başlarına hac emîri olarak görevlendirdi. Kendisi de Medine-i Münevvere'ye gitti. Yine bu sene de Rasûl-i Ekrem'i ve Medine'de bulu­nan ashabı hacdan alıkoyan herhangi bir savaş veya maddi bir imkânsızlık yoktu. Nihayet Resûl-i Ekrem, aileleri ve sahâbileri ile birlikte hac fariza­sını hicretin 10. senesinde edâ etti. Bu durum haccın terâhi üzere farz olduğunu gösterir. Zira eğer haccın farziyyeti fevrî olsaydı, o zaman Resûl-i Ekrem ve ashabı üzerlerine farz olan hac borcunu hicretin 10. yılına kadar te'hir etmezlerdi.

 

Yine Şafiî imamlarından Nevevî'nin beyânına göre bu delil hem İmâm-i Şafiî hem de ashabın büyük çoğunluğunun delilidir. Bu konuda Şafiî ule­masından Beyhakî'de İmâm-ı Şafiî'nin bu görüşünün sağlam haberlere da­yandığını söyledikten sonra Şafiî ulemasının diğer bir delili olarak da Bu­harı ve Müslim'in Ka'b b. Ucre'den rivayet ettikleri şu hadisi naklediyor:

 

Nebi (s.a.v.) Mekke'ye girmezden önce Hudeybiye'de Ka'b ihra­ma girmiş. Çömleğin altına ateş yakarken O'nun yanına uğramış, Ka'b'ın yüzünden, bitler akıyormuş. Resûlullah (s.a.v.)

 

"Bu böcekler sana eziyet vermiyor mu?" diye sormuş Ka'b

 

Evet! cevabını vermiş.

 

"Öyle ise, başım tıraş et de bir farak zahireyi altı fakir arasında taksim et yahut üç gün oruç tut veya bir hayvan kes" buyurmuşlar. Fa­rak, üç sa' olan bir ölçektir.[Müslim, hac; Buhârî, Muhsar] Bunun üzerine "İçinizden hasta olana ve­ya başından bir sıkıntısı olana tıraş için oruç veya sadaka veya kurbandan ibaret bir fidye vardır,"[Bakara 196.] ayet-i kerimesi nazil olmuştur. Bu durum hac­cın, hicretin 6. yılında farz olduğunu gösterir. Resûlullah (s.a.v.)'in, hiç bir -engel olmadığı halde o sene haccetmeyip, haccını gelecek senelere erteledi­ği ise, bilinen bir gerçektir.

 

Bütün müslümanlar Huneyn Savaşı'nın Mekke'nin fethinden sonra olduğunda ve Rasûl-i Ekrem (s=a.)'in o sene umre yaptıktan sonra hac mevsimine az bir zaman kaldığı halde hac etmeden Medine'ye gittiğinde ittifak etmişlerdir. Bu da haccın fevrî olmadığını gösterir. Çünkü eğer fevrî olsaydı o zaman hac farizasını eda etmeden Medine'ye gitmezdi. Zira hac etmelerine mani hiçbir sebep yoktu. Resül-i Ekrem bu ertelemeyi ya­parken haccın fevrî olmayjp terâhî üzere farz olduğunu, binâenaleyh diğer senelere ertelemenin caiz olduğunu göstermek ve İslâm daha da geliştikten sonra büyük bir halk kitlesi ile haccederek orada okuyacağı bir hutbe ile İslâm'ın genel bir tasvirini yapmak istiyordu.

 

Yine Beyhakî'nin beyânına göre, haccın terâhi üzere farz olduğuna dâir Şafiî ulemâsının diğer bir delili de Hz. Enes'in rivayet ettiği şu hadîs-i şeriftir:

 

Resûlullah (s.a.v.)'e birşey sormaktan nehy olunmuştuk. Bundan dola­yı çöl halkından aklı başında bir adam gelerek biz de dinlemek şartıyle Nebi (s.a.v.)'e sual sorması çok hoşumuza giderdi. Derken çöl halkın­dan bir adam geldi ve:

 

Ya Muhammedi Bize senin elçin geldi de şöyle bir lakırdı etti: Güya sen Allah'ın seni Nebi gönderdiği iddiasında bulunuyormuş-sun öyle mi? dedi. Resûlullah (s.a.v.):

 

"(Evet) doğru söylemiş" buyurdu. O zât:

 

Şu halde gökyüzünü yaratan kimdir? diye sordu. Resûlullah (s.a.v.): "-Allah'dır" buyurdu. Adam:

 

Ya yeri kim yaratmıştır? dedi. Nebi (s.a.v.): "-Allah" cevabım verdi. Adam:

 

(Peki) şu dağları kim dikti; ve onlarda her ne yarattı ise kim yarat­tı? diye sordu. Nebi (s.a.v.);

 

"Allah" buyurdu. Adam:

 

Öyle ise gökyüzünü ve yeri yaratan, şu dağları diken Allah aşkına seni Allah mı gönderdi? dedi. Resûlullah (s.a.v.):

 

"Evet" buyurdu. Adam:

 

Hem senin elçin gündüzümüzle gecemizde beş (vakit) namaz farz olduğunu söyledi, dedi. Resûlullah (s.a.v.):

 

"Doğru söylemiş" buyurdu. (Yine) o zat:

 

Öyle ise seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.v.);

 

"Evet" cevabım verdi. Adam:

 

Elçin bize mallarımızdan zekât vermenin farz olduğunu söyledi, dedi. Nebi (s.a.v.):

 

"Doğru söylemiş" buyurdu. Adam:

 

Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.v.) yine;

 

"Evet" buyurdu. Adam:

 

Elçin bize yılda bir Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söyledi, dedi. Nebi (s.a.v.):

 

"Doğru söylemiş" buyurdu. Adam:

 

Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.v.):

 

"Evet" buyurdu. Adam:

 

Elçin bize, yoluna gücü yetenlerimize Beyt'i hac etmenin farz ol­duğunu söyledi dedi. Nebi (s.a.v.);

 

"Doğru söylemiş" buyurdular. Enes demiş ki: Sonra o adam:

 

Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, bu farzlardan ne fazla yaparım ne de eksik, diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Peygam­ber (s.a.v.);

 

"Yemin olsun, eğer bu adam doğru söyledi ise, mutlaka cennete girer" buyurdular.[Buhârî, ilim; Müslim, İmân; Tîrmizi, zekât; Nesâî, sıyâm; Dârimî, vudu']

 

Nevevî'nin de dediği gibi Buhârî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bu hadis-i şerifte çölden gelerek soru sorduğu ifâde edilen şahıs Dımam b. Sa'lebe'dir. Bu zâtın Rasûl-i Ekrem'e soru sormak üzere geldiği sene Muhammed b. Habib'e ve diğer bazı kimselere göre hicretin 5. senesidir. Bazıları bu senenin hicretin 7. senesi olduğunu, Ebû Ubeyd de 9. senesi olduğunu söylemiştir. Bütün bunlar, Rasûl-i Ekrem'in üzerine hac farz olur olmaz hemen hacca gitmeyip, gelecek senelere ertelediğini ve dolayı­sıyla haccın fevri olmayıp terâhî üzere farz olduğunu gösterir. Bu sebeble sözü geçen bu âlimler, haccı erteleyen kimsenin şahitliğini muteber say­mışlardır. Şâyel haccı ertelemek caiz olmasaydı bu işi yapan kimsenin şâhidliğini kabul etmezlerdi.

 

Yine Şafiî ulemâsından İmâm Nevevî diyor ki:

 

Bir emrin fevrî olduğuna dâir bir karine bulunmadıkça o emrin terâhî ifâde ettiği kabul edilir. Hac farîzasıyle ilgili emirlerin fevrî olduğuna de­lâlet eden bir karîne yoktur.

 

Şafiî ulemâsı mevzûmuzu teşkil eden ve haccın ertelenmemesini emre­den Ebû Dâvûd hadisini şöyle te'vil etmişler:

 

1. Bu hadis zayıftır. Çünkü senedinde Mihrân Ebû Safvan vardır. Aynı şekilde "Hacca gitmekte acele ediniz..." anlamındaki Ahmed b. Han-bel hadisi de zayıftır.

 

2. Bu hadisteki hacca gitmekte acele etmekle ilgili emir farziyyet de­ğil, mendûbluk ifâde eder.

 

3. Bu hadis Şafiî'nin aleyhine değil, lehine bir delildir. Çünkü hadiste geçen "haccetmek isteyen" sözü, hac farizasının fevrî olmadığına, bilâkis hac etme zamanının kişilerin isteğine bırakıldığına delâlet eder,

 

4. "Kim kendisine engel olan bir hastalık, zâlim bir sultan, kaçınıl­maz bir ihtiyaç olmadığı halde hacca gitmeden ölürse o kimse ister Yahudi ister Hris.tiyan olarak ölsün, farketmez!" hadisi ise, haccın farz olduğuna inanmadığı için hac etmeyen kimselerle ilgilidir. Çünkü farziyyetine inan­dığı halde sadece ihmalciliğinden dolayı hacca gitmeden ölen bir kimsenin kâfir olmayıp sadece âsi ve günahkâr olarak öldüğüne dâir icmâ vardır.

 

5. Karine bulanmadığı takdirde, bir emrin fevrîliğine değil, fevrî ol­madığına hükmedilir. Şayet fevrîliğine hükmedildiği kabul edilse bile, Rasûl-i Ekrem efendimizin hac farizasını üzerine farz olduğu sene eda etmeyerek sonraki yıllara ertelemiş olması hac emrinin terâhi ifâde ettiğine dâir bir karine teşkil eder.

 

6. Zamanından geciktirilmiş olarak yapılan hacca kaza değil, edâ ismi verildiğinde ilim adamları arasında görüş birliği vardır. Bu ittifak Kadı Ebu't-Tayyib ve Kadı Huseyn gibi ilim adamları tarafından nakledilmek­tedir. Bu durum haccın terâhi üzere emrolunduğunu gösterir. Şayet fevr üzere emredilmiş olsaydı, geciktirilerek yapılan hacc için "edâ" değil "kaza" tabiri kullanılırdı.

 

Bu mevzûdaki her iki tarafın delillerini gördükten sonra şunu söyle­yebiliriz: İmâm-ı Şafiî'nin kuvvetli delilleri olduğu ve mü'minler için bir genişlik getirdiği söylenebilirse de, İmâm Ebû Hanife (r.a.) ve taraftarları­nın delilleri de kuvvetli ve daha ihtiyatlıdır. Ayrıca Şafiî ulemâsının konu­muzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine zayıf demeleri doğru değildir. Çün­kü bu hadis İmâm Ahmed tarafından hasen bir senedle rivayet edilmiştir.[es-Sa'âtî, el-Fethu'r-Rabbânî, X, 21.]