SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

MENASİK BAHSİ

<< 1997 >>

بَاب الْمَقَامِ فِي الْعُمْرَةِ

81. Kaza Umresinde Resûl-İ Ekrem (s.a.v.) Mekke'de Ne Kadar Kaldı?

 

حَدَّثَنَا دَاوُدُ بْنُ رُشَيْدٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ زَكَرِيَّا حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَقَ عَنْ أَبَانَ بْنِ صَالِحٍ وَعَنْ ابْنِ أَبِي نَجِيحٍ عَنْ مُجَاهِدٍ عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَقَامَ فِي عُمْرَةِ الْقَضَاءِ ثَلَاثًا

 

İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) kaza umresinde (Mekke'de) üç (gece) kalmıştır.

 

 

İzah:

Buhârî, megâzî; Müslim, cihad

 

Metinde geçen "selâsen = üç" kelimesi müzekker olarak  zıkredıldıgıne  göre,  nahv  kaidesi gereğince bu  sayının ma'dudunun müennes olması gerekir. Bu durumda Resûl-i Ekrem'in Mekke'de üç gece kaldığı ortaya çıkar. Ancak Ebû Davud'un bazı nüsha­larında "selâsen" kelimesi müennes (dişi) olarak "selâseten" şeklinde geç­mektedir ki, bu durum Resûl-i Ekrem'in Mekke'de üç gece değil, üç gün kaldığını gösterir. Bir gün, gece ve gündüzü kapsayan 24 saatlik bir za­man diliminden meydana geldiğine göre, Resûl-i Ekrem kaza umresinde Mekke'de üç gün üç gece kalmış demektir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) ve ashâb-ı Hudeybiye musâlahasında Kureyşlilerle "bir sene sonra müslümanların umre yapmak üzere Mekke'ye gelip üç gün üç gece kalabileceklerine" dair anlaşma yapmışlardı.[Buhârî, sulh]

 

İslâm Tarihinde "Umretü'1-kaza = kaza umresi" olarak anılan bu umre Hudeybiye barışından bir yıl sonra olmuştur. İşte bu sene Hz. Pey­gamber ve sahâbîleri bu anlaşmanın tanıdığı hakka dayanarak Mekke'yi ziyarete ve umre yapmaya gittiler. Hz. Peygamberin yanında 2000 kadar sahâbî bulunuyordu.

 

Müslümanlar gelince Mekkeliler şehri boşalttılar ve dağlara çekildiler. Bu arada Hz. Peygamber onlarla dostluk ilişkilerini kurma yolları aradı. Sonra anlaşma gereği olarak verilen üç günlük müddetin sonunda şehri terk etti.

 

Söz konusu umreyi yapmak üzere yola çıkan müslümanların Mekke'­ye girişleri Nesâî'nin Sünen'inde şöyle dile getiriliyor.

 

Resûlullah (s.a.v.) kaza umresini yapmak için Mekke'ye girerken İbn Revâha önünde şu mısraları okuyordu:

 

Savulun kâfir evlatları O'nun yolundan

 

Bugün onun Mekke'ye gelişiyle sizi vuracağız

 

Öyle bir vuruş vuracağız ki, koparacak kafayı boyundan

 

Ayıracak dostu dostundan!

 

Bunu gören Hz. Ömer:

 

Ey İbn Revaha! Allah'ın hareminde hem Resûlullah'm önünde yürü­yorsun, hem de şiir okuyorsun! diye onu kınadı. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber:

 

"Dokunma O'na! Beni kuvvet ve iradesiyle kuşatan Allah'a yemin ederim ki İbn Revâha'mn sözleri düşmanlara ok yarasından daha acıdır." buyurdu.[Nesâî, menâsik]

 

Bu arada müşriklerin ileri gelenleri yürekleri kin, hınç ve kıskançlıkla dolu olarak Peygamberimizi gözetlemek için Handame'ye Kuaykıân dağı­na çıkmışlardı. Resûlullah (s.a.v.) Mekke'de üç gün kaldı. Dördüncü gün Süheyl b. Amr ile Huvaytıb b. Abdi'1Uzza kalkıp Peygamberimizin yanı­na geldi. O sırada Peygamberimiz, Medine'li müslümanların meclislerin­den birinde oturmuş konuşuyordu. Yanında Sa'd b. Ubâde de bulunuyor­du. Sözü geçen iki Kureyş temsilcisinden birisi

 

Ya Muhammed, sana aramızdaki ahdi hatırlatırız. Buna rağmen ni­çin şehrimizden çıkıp gitmiyorsunuz? Şu anda üç günlük süre bitmiştir dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Ubâde:

 

Ey aşağılık adam, sen yalan söylüyorsun. Burası ne senin toprağın­dır, ne de babanın toprağıdır. Vallahi buradan çıkmayacağız, diye karşılık verdi.  

 

Peygamberimiz de:

 

"Ben sizden bir kadın nikahlamış bulunuyorum. Onunla gerdeğe gi­rinceye kadar kalsak, arkasından düğün yemeği yapıp sizinle birlikte yesek olmaz mıydı?" Kureyş temsilcileri de:

 

"Ya Muhammedi "Allah aşkına söyle, toprağımızdan muhakkak çı­kıp gideceksin diye aramızda seninle muahede yapmadık mı?" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), yola çıkılacağım duyurmak için Ebû Râ-fi'e emir verdi. Kendisi de devesine binerek Serîf e vardı ve orada konak­ladı. Azatlı kölesi Ebû Râfi'i Hz. Meymûne'nin göç hazırlığını görmek ve onu getirmekle vazifelendirdi. Ebu Raf i akşama kadar Hz. Meymûne'­nin işi ile uğraştı. Akşamleyin Hz. Meymûne ve yanındakiler de yola çıktı­lar. Yolda müşriklerin ve ayak takımlarının saldırılarına maruz kaldılar. Nihayet Şerife ulaşabildiler. Resûl-i Ekrem o gece Şerifte gerdeğe girdi. Geceyi orada geçirdi ve ertesi gün yola çıktı ve Medine'ye vardı.[Tekmiletu'l-Menlıel, II, 172.]

 

Serîf, Mekke'ye altı mil uzaklıkta bir yerdir. Mescid-i Âişe ile Batn-ı Merv arasındadır. Ten'im'e çok yakındır.[Âsim Koksal, İslamiyet ve Hz. Muhammed (s.a.v.), VII, 350.]   Hz. Meymûne'nin: "Resûlul­lah benimle ihram hali dışında nikahlandı ve ihram hâli dışında Şerifte gerdeğe girdi," dediği rivayet edilir.[A. Koksal, a.g.e., VII, 351.] Allah (c.c.) Hz. Meymûne'nin kab­rinin de Şerif de olmasını takdir etmiş ki orada Resûl-i Ekrem'in kendisiy­le gerdeğe girdiği yerde defnedilmiştir.

 

Sözü geçen umrenin niçin "Kaza Umresi" ismini aldığı ulemâ arasın­da tartışmalıdır. Bu konuda iki görüş vardır: Hanefi ulemâsına göre bu umre Hudeybiye yılında yarım kalan umrenin yerine kaza olarak yapıldığı için bu ismi almıştır. İmâm Ahmed'in de bu görüşte olduğuna dair bir rivayet vardır. İmam Mâlik ile Şafiî'ye göre ise bu umre başlıbaşına müs­takil bir umredir. Hudeybiye barışının hükümlerine uygun olarak yapıldı­ğı için bu ismi almıştır. Bir başka deyişle "kaza umresi" sözü, "hüküm umresi1' anlamına gelmektedir. Nitekim İbn Ömer (r.a.)'ın da bu görüşte olduğu rivayet olunmuştur.[Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, V, 219.]

 

Ayrıca fıkıh ulemâsı umreye niyyet ettiği halde bir engelle karşılaştığı için umresi yarım kalan kimsenin bu umreyi kaza edip etmeyeceği konu­sunda da ihtilâfa düşmüşlerdir. Hanefî ulemâsına göre böyle bir kimsenin umresini kaza etmesi gerektiği gibi, daha önceki umresini bozduğundan dolayı ayrıca bir de kurban kesmesi gerekir. İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur. Nitekim îbn Abbas'ın, "Resûlullah (s.a.v.), umre yapmaktan engellenince ihramdan çıktı, kurban kesti ve gelecek sene umre yaptı"[Buhârî, Muhsâr] dediği rivayet edilmiştir.

 

İmam Mâlik ile İmam Şafiî ve Ahmed (r.a.)'e göre ise, "umresi veya nafile haccı yarım kalan bir kimseye gerekli olan sadece bir hedy kurbanı kesmektir. Fakat engellenen hac, farz-olan bir hac idiyse o zaman kazası gerekir. Çünkü Allah Teâla Kur'an-ı Keriminde "Başladığınız hac ve um­reyi Allah için tamamlayın. Alı konursanız kolayınıza gelen bir kurban gönderin"[Bakara 196] buyurarak nafile haccı veya umresi yarım kalan kimselerin sadece kurban kesmeleri gerektiğini bildirmiştir. Eğer kaza etmek gerekseydi, o zaman mutlaka kazayı emrederdi. Ancak bu görüş; "Allah Teâ-la'nın Kur'an-ı Keriminde yarım kalan umrenin kaza edilmesinden bahset­memesi yarım kalan umrenin kaza edilmeyeceğine delâlet etmez" denile­rek reddedilmiştir. Yarım kalan umrenin kaza edilmeyeceği görüşünde olan mezheb imamlarının kendi görüşlerine bir delil olarak gösterdikleri.[İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, II, 130; Tekmiletu'l-Menhel, II, 173.] İbn Abbas'ın "Hac veya umreye niyet edip de sonradan herhangi bir sebeple Beyt'i ziyaret edemeyen kimseye, koyun veya daha büyük bir hayvan nev'inden kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Şayet bu hac farz olan hac ise kazası gerekir. Nafile hac ve umre ise kazası gerekmez" şeklindeki görüşü, "Aslî deliller yanında sahâbî kavli delil olamaz" gerekçesiyle red­dedilmiştir.