بَاب
الْمَقَامِ
فِي
الْعُمْرَةِ
81. Kaza Umresinde
Resûl-İ Ekrem (s.a.v.) Mekke'de Ne Kadar Kaldı?
حَدَّثَنَا
دَاوُدُ بْنُ
رُشَيْدٍ
حَدَّثَنَا
يَحْيَى بْنُ
زَكَرِيَّا
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ
بْنُ إِسْحَقَ
عَنْ أَبَانَ
بْنِ صَالِحٍ
وَعَنْ ابْنِ
أَبِي
نَجِيحٍ عَنْ
مُجَاهِدٍ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَقَامَ فِي
عُمْرَةِ
الْقَضَاءِ
ثَلَاثًا
İbn Abbâs (r.a.)'dan
rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) kaza umresinde (Mekke'de) üç
(gece) kalmıştır.
İzah:
Buhârî, megâzî; Müslim,
cihad
Metinde geçen
"selâsen = üç" kelimesi müzekker olarak zıkredıldıgıne göre,
nahv kaidesi gereğince bu sayının ma'dudunun müennes olması gerekir. Bu
durumda Resûl-i Ekrem'in Mekke'de üç gece kaldığı ortaya çıkar. Ancak Ebû
Davud'un bazı nüshalarında "selâsen" kelimesi müennes (dişi) olarak
"selâseten" şeklinde geçmektedir ki, bu durum Resûl-i Ekrem'in
Mekke'de üç gece değil, üç gün kaldığını gösterir. Bir gün, gece ve gündüzü
kapsayan 24 saatlik bir zaman diliminden meydana geldiğine göre, Resûl-i Ekrem
kaza umresinde Mekke'de üç gün üç gece kalmış demektir. Nitekim Resûlullah
(s.a.v.) ve ashâb-ı Hudeybiye musâlahasında Kureyşlilerle "bir sene sonra
müslümanların umre yapmak üzere Mekke'ye gelip üç gün üç gece
kalabileceklerine" dair anlaşma yapmışlardı.[Buhârî, sulh]
İslâm Tarihinde
"Umretü'1-kaza = kaza umresi" olarak anılan bu umre Hudeybiye
barışından bir yıl sonra olmuştur. İşte bu sene Hz. Peygamber ve sahâbîleri bu
anlaşmanın tanıdığı hakka dayanarak Mekke'yi ziyarete ve umre yapmaya gittiler.
Hz. Peygamberin yanında 2000 kadar sahâbî bulunuyordu.
Müslümanlar gelince
Mekkeliler şehri boşalttılar ve dağlara çekildiler. Bu arada Hz. Peygamber
onlarla dostluk ilişkilerini kurma yolları aradı. Sonra anlaşma gereği olarak
verilen üç günlük müddetin sonunda şehri terk etti.
Söz konusu umreyi
yapmak üzere yola çıkan müslümanların Mekke'ye girişleri Nesâî'nin Sünen'inde
şöyle dile getiriliyor.
Resûlullah (s.a.v.)
kaza umresini yapmak için Mekke'ye girerken İbn Revâha önünde şu mısraları
okuyordu:
Savulun kâfir evlatları
O'nun yolundan
Bugün onun Mekke'ye
gelişiyle sizi vuracağız
Öyle bir vuruş
vuracağız ki, koparacak kafayı boyundan
Ayıracak dostu
dostundan!
Bunu gören Hz. Ömer:
Ey İbn Revaha! Allah'ın
hareminde hem Resûlullah'm önünde yürüyorsun, hem de şiir okuyorsun! diye onu
kınadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"Dokunma O'na!
Beni kuvvet ve iradesiyle kuşatan Allah'a yemin ederim ki İbn Revâha'mn sözleri
düşmanlara ok yarasından daha acıdır." buyurdu.[Nesâî, menâsik]
Bu arada müşriklerin
ileri gelenleri yürekleri kin, hınç ve kıskançlıkla dolu olarak Peygamberimizi
gözetlemek için Handame'ye Kuaykıân dağına çıkmışlardı. Resûlullah (s.a.v.)
Mekke'de üç gün kaldı. Dördüncü gün Süheyl b. Amr ile Huvaytıb b. Abdi'1Uzza
kalkıp Peygamberimizin yanına geldi. O sırada Peygamberimiz, Medine'li
müslümanların meclislerinden birinde oturmuş konuşuyordu. Yanında Sa'd b.
Ubâde de bulunuyordu. Sözü geçen iki Kureyş temsilcisinden birisi
Ya Muhammed, sana
aramızdaki ahdi hatırlatırız. Buna rağmen niçin şehrimizden çıkıp
gitmiyorsunuz? Şu anda üç günlük süre bitmiştir dedi. Bunun üzerine Sa'd b.
Ubâde:
Ey aşağılık adam, sen
yalan söylüyorsun. Burası ne senin toprağındır, ne de babanın toprağıdır.
Vallahi buradan çıkmayacağız, diye karşılık verdi.
Peygamberimiz de:
"Ben sizden bir
kadın nikahlamış bulunuyorum. Onunla gerdeğe girinceye kadar kalsak,
arkasından düğün yemeği yapıp sizinle birlikte yesek olmaz mıydı?" Kureyş
temsilcileri de:
"Ya Muhammedi
"Allah aşkına söyle, toprağımızdan muhakkak çıkıp gideceksin diye
aramızda seninle muahede yapmadık mı?" dediler. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.v.), yola çıkılacağım duyurmak için Ebû Râ-fi'e emir verdi. Kendisi de
devesine binerek Serîf e vardı ve orada konakladı. Azatlı kölesi Ebû Râfi'i
Hz. Meymûne'nin göç hazırlığını görmek ve onu getirmekle vazifelendirdi. Ebu
Raf i akşama kadar Hz. Meymûne'nin işi ile uğraştı. Akşamleyin Hz. Meymûne ve
yanındakiler de yola çıktılar. Yolda müşriklerin ve ayak takımlarının
saldırılarına maruz kaldılar. Nihayet Şerife ulaşabildiler. Resûl-i Ekrem o
gece Şerifte gerdeğe girdi. Geceyi orada geçirdi ve ertesi gün yola çıktı ve
Medine'ye vardı.[Tekmiletu'l-Menlıel, II, 172.]
Serîf, Mekke'ye altı
mil uzaklıkta bir yerdir. Mescid-i Âişe ile Batn-ı Merv arasındadır. Ten'im'e
çok yakındır.[Âsim Koksal, İslamiyet ve Hz. Muhammed (s.a.v.), VII, 350.] Hz. Meymûne'nin: "Resûlullah benimle
ihram hali dışında nikahlandı ve ihram hâli dışında Şerifte gerdeğe
girdi," dediği rivayet edilir.[A. Koksal, a.g.e., VII, 351.] Allah (c.c.)
Hz. Meymûne'nin kabrinin de Şerif de olmasını takdir etmiş ki orada Resûl-i
Ekrem'in kendisiyle gerdeğe girdiği yerde defnedilmiştir.
Sözü geçen umrenin niçin
"Kaza Umresi" ismini aldığı ulemâ arasında tartışmalıdır. Bu konuda
iki görüş vardır: Hanefi ulemâsına göre bu umre Hudeybiye yılında yarım kalan
umrenin yerine kaza olarak yapıldığı için bu ismi almıştır. İmâm Ahmed'in de bu
görüşte olduğuna dair bir rivayet vardır. İmam Mâlik ile Şafiî'ye göre ise bu
umre başlıbaşına müstakil bir umredir. Hudeybiye barışının hükümlerine uygun
olarak yapıldığı için bu ismi almıştır. Bir başka deyişle "kaza
umresi" sözü, "hüküm umresi1' anlamına gelmektedir. Nitekim İbn Ömer
(r.a.)'ın da bu görüşte olduğu rivayet olunmuştur.[Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
V, 219.]
Ayrıca fıkıh ulemâsı
umreye niyyet ettiği halde bir engelle karşılaştığı için umresi yarım kalan
kimsenin bu umreyi kaza edip etmeyeceği konusunda da ihtilâfa düşmüşlerdir.
Hanefî ulemâsına göre böyle bir kimsenin umresini kaza etmesi gerektiği gibi,
daha önceki umresini bozduğundan dolayı ayrıca bir de kurban kesmesi gerekir.
İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur. Nitekim îbn Abbas'ın,
"Resûlullah (s.a.v.), umre yapmaktan engellenince ihramdan çıktı, kurban
kesti ve gelecek sene umre yaptı"[Buhârî, Muhsâr] dediği rivayet
edilmiştir.
İmam Mâlik ile İmam
Şafiî ve Ahmed (r.a.)'e göre ise, "umresi veya nafile haccı yarım kalan
bir kimseye gerekli olan sadece bir hedy kurbanı kesmektir. Fakat engellenen
hac, farz-olan bir hac idiyse o zaman kazası gerekir. Çünkü Allah Teâla
Kur'an-ı Keriminde "Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Alı
konursanız kolayınıza gelen bir kurban gönderin"[Bakara 196] buyurarak
nafile haccı veya umresi yarım kalan kimselerin sadece kurban kesmeleri
gerektiğini bildirmiştir. Eğer kaza etmek gerekseydi, o zaman mutlaka kazayı
emrederdi. Ancak bu görüş; "Allah Teâ-la'nın Kur'an-ı Keriminde yarım kalan
umrenin kaza edilmesinden bahsetmemesi yarım kalan umrenin kaza edilmeyeceğine
delâlet etmez" denilerek reddedilmiştir. Yarım kalan umrenin kaza
edilmeyeceği görüşünde olan mezheb imamlarının kendi görüşlerine bir delil
olarak gösterdikleri.[İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân, II, 130;
Tekmiletu'l-Menhel, II, 173.] İbn Abbas'ın "Hac veya umreye niyet edip de
sonradan herhangi bir sebeple Beyt'i ziyaret edemeyen kimseye, koyun veya daha
büyük bir hayvan nev'inden kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Şayet bu
hac farz olan hac ise kazası gerekir. Nafile hac ve umre ise kazası
gerekmez" şeklindeki görüşü, "Aslî deliller yanında sahâbî kavli
delil olamaz" gerekçesiyle reddedilmiştir.