DEVAM: 20. Fıtır
Sadakası'nın Miktarı Nedir?
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مَسْلَمَةَ
حَدَّثَنَا
دَاوُدُ
يَعْنِي
ابْنَ قَيْسٍ
عَنْ عِيَاضِ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ عَنْ
أَبِي
سَعِيدٍ
الْخُدْرِيِّ
قَالَ كُنَّا
نُخْرِجُ إِذْ
كَانَ فِينَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
زَكَاةَ
الْفِطْرِ
عَنْ كُلِّ
صَغِيرٍ
وَكَبِيرٍ
حُرٍّ أَوْ
مَمْلُوكٍ
صَاعًا مِنْ
طَعَامٍ أَوْ
صَاعًا مِنْ
أَقِطٍ أَوْ
صَاعًا مِنْ
شَعِيرٍ أَوْ
صَاعًا مِنْ
تَمْرٍ أَوْ
صَاعًا مِنْ زَبِيبٍ
فَلَمْ
نَزَلْ
نُخْرِجُهُ
حَتَّى
قَدِمَ مُعَاوِيَةُ
حَاجًّا أَوْ
مُعْتَمِرًا
فَكَلَّمَ
النَّاسَ
عَلَى
الْمِنْبَرِ
فَكَانَ فِيمَا
كَلَّمَ بِهِ
النَّاسَ
أَنْ قَالَ إِنِّي
أَرَى أَنَّ
مُدَّيْنِ
مِنْ
سَمْرَاءِ
الشَّامِ
تَعْدِلُ
صَاعًا مِنْ
تَمْرٍ فَأَخَذَ
النَّاسُ
بِذَلِكَ
فَقَالَ
أَبُو
سَعِيدٍ
فَأَمَّا أَنَا
فَلَا
أَزَالُ
أُخْرِجُهُ
أَبَدًا مَا
عِشْتُ
Ebû Saidi'l-Hudrî
(r.a.)den; demiştir ki: Resûlullah (s,a.) aramızda iken biz fıtır sadakasını
her küçük, büyük hür ve köle için yiyecekten bir sâ' veya keşten bir sâ' yahut
arpadan bir sâ' ya da kuru hurmadan bir sâ veya kuru üzümden bir sâ' olarak
verirdik. Bunu (halife) Muâviye hac veya umre yapmak için (Medine'ye) gelip de
minberden halka konuşma yapıncaya kadar böyle vermeye devam ettik. Onun halka
yaptığı konuşmada şu söz de vardı: Ben, şam buğdayından iki müddün, bir sâ'
kuru hurmaya denk olduğu görüşündeyim.
Bunun üzerine halk, bunu
(esas) aldı. Ebû Said dedi ki: Bana gelince yaşadığım müddetçe (hayatımın)
sonuna kadar onu (eskisi gibi) vermeye devam edeceğim.
قَالَ
أَبُو دَاوُد
رَوَاهُ
ابْنُ
عُلَيَّةَ
وَعَبْدَةُ
وَغَيْرِهِمَا
عَنْ ابْنِ إِسْحَقَ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَبْدِ اللَّهِ
بْنِ
عُثْمَانَ
بْنِ حَكِيمِ
بْنِ حِزَامٍ
عَنْ عِيَاضٍ
عَنْ أَبِي
سَعِيدٍ بِمَعْنَاهُ
وَذَكَرَ
رَجُلٌ
وَاحِدٌ
فِيهِ عَنْ
ابْنِ
عُلَيَّةَ
أَوْ صَاعًا
مِنْ حِنْطَةٍ
وَلَيْسَ
بِمَحْفُوظٍ
Ebu Davud dediki: Bu
hadisi İbn Uleyye, Abde ve başkaları İbn İshak'tan, o da Abdullah b. Abdullah
b. Osman b. Hâkim b. Hizam'dan, o da İyaz'dan, O da Ebû Said'den aynı ma’na da
rivayet etti. Ve onda bir adam İbn Uleyye'den yaptığı rivayette: "veya bir
sa* buğday" (sözünü) söyledi ki o söz, mahfuz değildir.
İzah:
Buhârî, zekât; Müslim,
zekât; Tirmizî, zekât; Nesaî, zekât; îbn Mace, zekât; Ahmed b. Hanbel, 111-23.
"Resûlullah (s.a.v.)
aramızda İken" sözünde
Resûlullah (s.a.v.)'ın onların fıtır sadakası olarak ne verdiklerinden haberdâr olduğunu ve buna
itiraz etmediğine işaret edilmiştir. Bu itibarla hadis merfû' hükmündedir.
"Taam" kelimesinin
sözlük manası, azık türünden olan yiyecektir. Buna göre bu kelime, buğday, arpa
ve hurma gibi yiyecek maddelerinin tümünü kapsar. Hal böyleyken bu kelimeden
sonra arpa, hurma, keş ve kuru üzümün zikredilmesi, o devirde yiyecek
maddelerini bunlar teşkil ettiği içindir.
Hattâbî bu konuda şöyle
demektedir:
"Bazıları söz
konusu taamın, buğdaya mahsus bir isim olduğunu söylemişlerdir. Bu hadiste
keş, arpa, kuru hurma, ve kuru üzümün zikredilip onların en kıymetli azığı olan
buğdayın zikredilmemesi bunun bir delilidir. Eğer bu kelimeden buğday
kastedilmemiş olsaydı ayrıca o da zikredilirdi. Bu kelime, mutlak olarak
kullanıldığı zaman buğday anlamını ifâde eder ki, "ta'âm çarşısına
git" sözünden örfte "buğday çarşısına git" mânâsı
anlaşılır."
İbnu'l-Münzir,
Hattâbî'nin bu görüşünü reddederek şöyle demiştir:
"Bir arkadaşımız
Ebû Said'in hadisindeki "taamden bir sâ" sözünü fıtır sadakasının
buğdaydan bir sâ' olarak verildiğini söyleyenlerin lehine delil saymıştır.
Fakat bunda yanılmıştır. Çünkü Ebû Said taam kelimesini önce mücmel olarak
kullanmış sonra onu keş, arpa, kuru hurma ve kuru üzümle açıklamıştır. Bunu da
Buhârî'nin Hafs b.Meysere tarikiyle Ebû Saîd'den rivayet ettiği şu hadisle
te'yid etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) zamanında Ramazan bayramının ilk gününde bir sâ taam verirdik. Bizim
taamımız arpa, kuru üzüm, keş ve kuru hurma idi."
Âlimlerin çoğu, bu
kelimenin genel mânâsı olan yiyecek anlamında kullanıldığım
söylemişlerdir."
kelimesi, Süfyan
es-Sevrî gibi âlimler tarafından "kaymağı alınmadan süzülüp kurutulan
yoğurttur" diye açıklanmıştır Sahih-i Buharı şârihi Aynî: "Ekit,
süzülüp taş gibi katılaştırılan yoğurttur. Bununla yemek pişirilir. Türkçesi
"karakurut"tur. Türkmenler arasında ise "kurut" diye
anılır" demiştir. Asım Efendi de Kâmûs Tercemesi'nde buna türkçede
"keş" denildiğini ifade etmektedir. Süneni Ebû Dâvûd şerhlerinden
el-Menhel ile Bezlu'l-mechûd'da bunun Arapça'daki bir diğer adının
"keşk" olduğu bildirilmektedir.
Keş'in fıtır sadakası
olarak verilip verilmeyeceği hususunda ihtilâf edilmiştir. Bu hadise göre
verilebilir. Mâlik bu görüştedir.
Şafiî, keş'in fıtır
sadakası olarak verilmesini uygun görmemekle beraber, tam bir sâ verilmesi
halinde fıtır sadakasının tekrar verilmesinin gerektiğine bir delilin
olmadığını söylemiştir.
Hanefîlere göre, keş
ancak kıymet itibarı ile verilebilir. Binaenaleyh kıymeti, fıtır sadakası
olarak verilen maddelerin kıymetinden az ise, verilmesi caiz değildir. Zira
keşden fıtır sadakasının verildiğine dair güvenilir bir delil yoktur.
Hasan el-Basrî'ye göre
fıtır sadakasının keşten verilmesi caiz değildir.
İki müddün yarım sâ
oluşunda ihtilâf yoktur.
el-MenhePde;
"yarım sâ buğdayın bir sâ' arpa, kuru hurma, kuru üzüm ve keş'e denk kabul
edilmesi Hz. Muâviye'nin bir içtihadıdır" denilmektedir.
Fıtır sadakasının
buğdaydan yarım sâ' olduğunu söyleyen müctehidler bu hadise dayanmışlardır.
Ashab-ı Kiramın Hz.Muâviye'nin görüşüne uymaları, icma' kabul edilmiştir.
Dolayısıyla Ebû Said'in ona uymaması bu icmâa zarar vermemiştir. Çünkü Ebû Said'in
kendi uygulamasını söylemesi, bunun vâcib olduğunu ifâde etmez.
İbn Huzeyme rivayetinde
Hz.Muâviye'nin o dönemde halife olduğu, İbn Mâce rivayetinde de Medine-i
Münevvere'ye gittiği ve konuşmayı orada yaptığı bildirilmiştir.
Hadiste geçen "bir
adamadan maksad, Yakub b.İbrahim ed-Devrekıy'dir.