DEVAM: 5. Sâime
(Merada Otlatılan Hayvanlar)Nin Zekatı
حَدَّثَنَا
مُوسَى بْنُ
إِسْمَعِيلَ
حَدَّثَنَا
حَمَّادٌ
أَخْبَرَنَا
بَهْزُ بْنُ حَكِيمٍ
ح و
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ الْعَلَاءِ
وَأَخْبَرَنَا
أَبُو
أُسَامَةَ عَنْ
بَهْزِ بْنِ
حَكِيمٍ عَنْ
أَبِيهِ عَنْ
جَدِّهِ أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ فِي
كُلِّ
سَائِمَةِ إِبِلٍ
فِي
أَرْبَعِينَ
بِنْتُ
لَبُونٍ وَلَا
يُفَرَّقُ
إِبِلٌ عَنْ
حِسَابِهَا
مَنْ أَعْطَاهَا
مُؤْتَجِرًا
قَالَ ابْنُ
الْعَلَاءِ
مُؤْتَجِرًا
بِهَا فَلَهُ
أَجْرُهَا
وَمَنْ مَنَعَهَا
فَإِنَّا
آخِذُوهَا
وَشَطْرَ
مَالِهِ
عَزْمَةً
مِنْ
عَزَمَاتِ
رَبِّنَا
عَزَّ وَجَلَّ
لَيْسَ لِآلِ
مُحَمَّدٍ
مِنْهَا شَيْءٌ
Behz b. Hakîm'in,
dedesinden rivayet ettiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kırlarda
otlayarak beslenen her kırk devede iki yaşını bitirip üç yaşına basmış bir dişi
deve (zekât) vardır. (Ortak) develerin hesabı ayrı yapılmaz. Zekâtı, kim sevap
umarak verirse." İbn el-Alâ; "karşılığında sevab umarak” diye
söyledi: "O'na sevabı vardır. Kim de onu vermezse Azîz ve celîl olan
Rabbimizin haklarından bir hak olarak onu ve malının yarısını muhakkak alırız.
Muhammed (s.a.v.) soyuna ondan bir şey yoktur."
İzah:
Nesâî, zekât; Ahmed b.
Hanbel, V-2, 4; Dârimî, Zekât; Hâkim, el-Müstedrek, I, 398; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, IV, 116.
Hadisin cümlesini
cumhur, develerin sayısının yüz yirmiyi geçmesi haline, Hanefîler de yüz elliden
sonrasına hamletmişlerdir. Binaenaleyh bu hüküm, iki yaşım bitirip üç yaşına
basmış bir dişi devenin, otuz altıdan kırk beş deveye kadar olan develer için
zekât olarak verilmesi hükmüne munâfi değildir.
cümlesinden maksat
şudur: İki halît (ortaklan biri develerini -zekât vermemek için- diğerinin
develerinden ayırmasın. deki zamir kelimesine râcidir. kelimesinden murad,
zekâtı vacib olan deve sayısıdır. Böylece cümlenin manası "zekâtı vacip
olan develer zekât vermemek için birbirinden ayrılmasın" olur. Şöyle ki
iki halîtten birinin üç devesi diğerinin de iki devesi varsa,. toplam beş
deveye bir koyun zekât lâzım gelir. Şayet iki halit develerini birbirinden
ayıracak olurlarsa, hiçbirine zekât olarak hiçbir şey lâzım gelmeyecektir.
Halît ve hılta ile ilgili malumat 1567 no'lu hadisin açıklama bölümünde
verilmiştir.
cümlesine gelince,
mânâsı şudur: "Zekâtı kim vermezse ondan hem o zekât miktarı hem de
zekâtı vermediği için ona ceza olarak malının yarısını alırız."
Zekâtı vermeyene
zekâtın alınmasından başka, ona bir cezanın tatbik edilip edilmeyeceği
hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir:
A. Ahmed, İshak ve kavl-i
kadiminde Şafiî'ye göre, ayrıca ceza tatbik edilir. Delilleri şunlardır:
1. Bu hadis,
2. Ebû Davud'un
Kitâbü'l-Cihâd'da tahrîc ettiği Ömer (r.a.) hadisidir. Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Kişinin hıyanetini
gördüğünüzde onun mallarını yakınız."
3. Ebû Dâvûd Hâkim ve
Beyhakî'nin tahrîc ettikleri Amr b. el-âs hadisinde Peygamber (s.a.v.), Ebû
Bekir ve Ömer (r.a.)'nin hiyânet edenin malını yaktıkları ve onu dövdükleri
bildirilmiştir.
B. Cumhura, göre ise,
zekât vermeyene malî ceza vermek caiz değildir. Ondan ancak vâcib olan zekât
miktarı alınır. Cumhur, birinci grubun delillerine teker teker cevap vermiş ve
reddetmiştir. İmam Şafiî, "Behz, hüccet değildir, hadis âlimleri, bu
hadisin sabit olmadığı görüşündedirler. Şayet sabit olsaydı, ona göre
hükmederdik" demiş ve bu hadisin sahih olmadığına işaret etmiştir.
Bazıları bu hadisin
mensûh olduğunu söylemişse de, İbn Hacer ile Nevevî bu hadisin tarihi
bilinmediğinden bu iddiayı reddetmişlerdir
Cumhur, diğer
hadislerin de senetlerinde bulunan bazı kişilerden dolayı veya bundan başka
illetler sebebiyle delil olamayacaklarını söylemiş ve birinci grubun
delillerini reddetmişlerdir.
sözüyle Peygamber
(s.a.v.) zekâtın Allah haklarından bir hak olduğunu ve kendi soyundan olanlara
verilmeyeceğini bildirmiştir.