DEVAM: 19.
Mu'avvizeteyn (Felak Ve Nas Surelerinin
Fazileti
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مُحَمَّدٍ
النُّفَيْلِيُّ
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ بْنُ
سَلَمَةَ
عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ إِسْحَقَ
عَنْ سَعِيدِ بْنِ
أَبِي
سَعِيدٍ
الْمَقْبُرِيِّ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ
عُقْبَةَ
بْنِ عَامِرٍ
قَالَ بَيْنَا
أَنَا
أَسِيرُ مَعَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بَيْنَ
الْجُحْفَةِ
وَالْأَبْوَاءِ
إِذْ غَشِيَتْنَا
رِيحٌ
وَظُلْمَةٌ
شَدِيدَةٌ
فَجَعَلَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ يَتَعَوَّذُ
بِأَعُوذُ
بِرَبِّ
الْفَلَقِ وَأَعُوذُ
بِرَبِّ
النَّاسِ
وَيَقُولُ
يَا عُقْبَةُ
تَعَوَّذْ
بِهِمَا
فَمَا تَعَوَّذَ
مُتَعَوِّذٌ
بِمِثْلِهِمَا
قَالَ وَسَمِعْتُهُ
يَؤُمُّنَا
بِهِمَا فِي
الصَّلَاةِ
Ukbe b. Âmir (r.a.)'den;
demiştir ki: Ben Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte Cuhfe ile Ebvâ arasında
giderken, birden bire bizi rüzgâr ve zifiri bir karanlık kapladı. Bunun üzerine
Resûiullah (s.a.v.) (Felak ve Nas) süreleriyle (Allah'a) sığınmaya başladı.
(Bir taraftan da) Bana; “Ey Ukbe! O ikisiyle korun, hiçbir sığıma (korunucu)
onların benzeri ile korunmadı." (Allah'a sığınılacak en efdal sureler
bunlardır) buyuruyordu.
(Sonra)
Ben, Resulullah (s.a.v.)'i, bize o iki sûre ile namaz kıldırırken dinledim.
İzah:
Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, II, 394.
Cuhfe: Mekke ile Medine
arasında Râbiğ yakınlarında bir yerin adıdır. Burası Mısır ve Suriye
istikâmetinden, hacca gidenlerin ihrama girdikleri yer (Mikat)dır. Sel, bu
bölgenin ahâlisini alıp götürdüğü için "Cuhfe" adı verilmiştir.
Bugün cuhfenin tam yeri bilinmemekte, onun için ihram yeri olarak Rabiğ
kullanılmaktadır. Rabiğ, Kızıl Deniz istikâmetinde meşhur bir yerdir.
Ebvâ: Burası da Mekke
ve Medine arasında bir yerdir. Cuhfenin biraz kuzeyindedir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in annesi Âmine'nin kabri Ebvâ'dadır.
Hadis metninde açıkça
görüldüğü gibi Ukbe b. âmir, Hz. Peygamberle beraber Cuhfe ile Ebvâ arasında
giderlerken, birden bire bir rüzgâr çıkıp karanlık çökmüş Resulullah (s.a.v.)
de Felâk ve Nâs surelerini okuyarak gelecek olan belâlardan Allah'a sığınmaya
başlamıştır. Efendimiz Ukbe b. Amir (r.a.)'e de aynı şeyi yapmasını tavsiye
etmiş ve musîbet anlarında okunacak, Allah'a sığınılacak surelerin en
Önemlilerinin Felak ve Nâs sureleri olduğunu bildirmiştir. Hz. Ukbe'nin
"ben Resulüllah'ı o iki sureyi okuyarak bize namaz kıldırırken
dinledim" demesi, hem o surelerin faziletine hem de bu surelerin
Kur'an'dan olmadığına dâir olan çok zayıf bir iddianın geçersizliğine işaret
etmektedir.
Sığınmak yönünden bu
surelerin seçilmesi, her iki surenin kendisine sığınılacak zat (Allah) ve
kendisinden korunulacak şeyleri ihtiva etmekte olmalarındandır. ,
Felak Suresine: "
= Sabahın Rabbine sığınırım" diyerek başlayan bir kimse, itikat ve
ameldeki her türlü zulmeti yok etmesi için ilâhî feyzi istiyor demektir. Çünkü
sabah, ışıkların yayıldığı bereketlerin indiği, rızıklann taksim edildiği
vakittir. Bütün bunlar kendisine sığınılan Zat-ı Bâriye münâsibtir.
" = Yaratıkarm
şerrinden" ifadesi, canlı cansızlardan dünyada ve âhirette bedene veya
mala zararı dokunanların tümünün şerrini içine almaktadır. Bu bakımdan genel
bir ifadedir." = Karanlığı çöküp bastığı zaman gecenin şerrinden"
cümlesi, tüm yaratıkların genel olarak anılmasından sonra özel olarak zikr
edilmiştir. Çünkü gece ve karanlık, insanların en gafil olduğu, etraflarında
olup bitenlerden haberdâr olmadıkları zamanlardır. Dolayısıyla kötülük ve
şerre gündüzden daha uygundur." =
Düğümlere üfürenlerin şerrinden." Bundan maksat, büyücü sihirbazlardır.
İnsanlara zarar vermek için entrikalar çevirerek büyü yaptıklarından dolayı bu
zümre de özel olarak zikredilmiştir. " = Ve hased edenin, hased ettiği
zaman şerrinden." Bu cümlede de, hased edenlerin vereceği zarar özel
olarak anılmıştır. Çünkü kalbini hased ateşi saran gözü dönmüş insanların
veremeyecekleri zarar yoktur.
Nas sûresindeki İnsanların
göğüslerine dâima vesvese veren cin ve insandan olan sinsi şeytanın
şerrinden" ifadeleri, şerlerinden korunulacakları en belîğ bir şekilde
ortaya koymaktadır. Çünkü şeytanın şerri, tüm insanların serlerine denk, belki
daha fazladır. Zira şeytan bir kimsenin kalbine vesvese verip oraya te'sir
ettiği zaman küfür, dalâlet, bid'at gibi tüm kötülüklerin doğmasına sebeb olur.
Bundan dolayı kendisine sığınılan Allah da " = De ki insanların Rabbine,
insanların mâlikine, insanların Ma'budunu sığınırım" ifadeleri ile
anılmıştır. Nas suresini okuyarak şeytanın şerrinden korunmak isteyen kişi
sanki, "İnsanlara vesvese veren sinsî şeytanın şerrinden onları nimetleriyle
besleyip büyüten, kahr ve kuvveti ile onlara sahib olan, kendisinden başka
sığınılacak biri olmayan ma'budlanna sığınırım" demiş olur. Bu ifadelerin
kendisine sığınanı korumak için Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinin inmesine vesile
olması yönünden ne kadar belîğ olduğu açıktır.
İşte bunlardan dolayı
Felak ve Nâs sureleri kendileri ile Allah'a sığınılan surelerin en
efdalleridir.
Bu surelerin nüzulüne
sebeb Lebîd b. el-A'sam adındaki bir Yahudinin Hz.Peygamber'e büyü yapmış
olmasıdır. Müfessirlerin ifâde ettiklerine göre Yahudiler Hz. Peygamber'e büyü
yapmak için uğraşmışlar fakat muvaffak olamamışlar. Sonra Lebîd b. el-A'sam'a
giderek üç dinar karşılığı Hz. Peygambere büyü yapmasını istemişler. Lebîd de
denileni yapmıştır. Lebîd'in büyüsü, Hz. Peygamber'in suretinde yapılmış bir
heykelciğe saplanmış on bir iğne ve bir kirişe (bükülmüş barsaktan yapılmış
sağlam ipe) vurulmuş on bir düğümden ibaretti. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sihir
yapılmış olarak kırk gün veya altı ay ya da bir sene geçti. Buhârî, Müslim ve
İbn Mâce'nin Hz. Aişe'den rivayet ettikleri haberden anlaşıldığına göre,
Resûlullah bunu bir'1 gece yanına gelen iki melekten öğrendi. Bunun üzerine beş
âyetten ibaret oları "Felak" ve altı âyetlik "Nas" sureleri
nazil oldu. Efendimiz bu surelerden bir ayet okudukça kirişteki bir düğüm
çözüldü, heykelcikteki her bir iğneyi çıkarınca da vücudunda bir acı akabinde
de bir rahatlık duydu.
Buharî, Müslim ve İbn
Mâce'nin yukarıda işaret edilen rivayeti şöyledir: Hz. Aişe der ki:
ResulüIIah (s.a.v.)'a
büyü yapıldı. O kadar ki, yapmadığı bir şeyi yaptığını zanneder hale geldi.
Bir gün -veya gece- Allah'a tekrar tekrar dua etti. Sonra bana:
"Ey Aişe! Biliyor
musun Allah bana kendisinden istediğim -bana şifa verecek- şeyi verdi"
buyurdu.
O nedir, ya Resulellah?
dedim. Şu karşılığı verdi;
"Bana iki adam
gelip birisi baş ucuma, diğeri de ayak ucuma oturdu. Baş ucumda olan ayak
ucumdakine -ya da ayak ucumdaki baş ucumdakine-;
Bu zâtın hastalığı ne?
diye sordu.
Sinirlenmiş dedi.
Ona kim sihir yapmış?
Lebîd b. el-A'sam.
Ne ile?
Bir tarak saç ve sakal
tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığında,
O nerede?
Zervân kuyusunda."
Hz. Aişe dedi ki:
"Resulullah (s.a.v.) ashabından bir grubla o kuyuya gitti. Geldiğinde
bana:
“Ya Aişe! Vallahi o kuyunun
suyu sanki kına şırası, etrafındaki hurma da şeytanların başı gibidir,"
buyurdu.
Onu yakmadın mı? Ya
Resulullah! dedim.
"Hayır, ama Allah
bana şifa verdi. İnsanlara ondan bir şer yaymak istemedim. Ancak o kuyunun
gömülmesini (kapatılmasını) emr ettim."[Buhari, bed'ul-halk, tıb; edeb;
da'vet, Müslim, selâm]
İbn Merdûye'nin îbn
Abbas'tan yaptığı rivayetten anlaşıldığına göre hadis-i şerifte bahsi geçen iki
adam, Cebrail ve Mikâil'dirler.
Bazı âlimler Peygamber
(s.a.v.)'e büyü yapıldığını söylemenin doğru olmayacağını, çünkü bunun, onun
güvenirliğini ihlâl manasına geldiğini söyleyerek yukarıdaki Aişe hadisini
inkâr etmişlerdir. Asrımız mütefekkirlerinden Seyyid Kutub da FizUâli'l-Kur'an
adındaki tefsirinde Hz. Peygamber'e büyü yapıldığını bildiren haberin âhad
olduğunu ahadın da akide konusunda delil olmayacağını söyleyerek bu konudaki
rivayetleri doğru bulmadığını söyler.[Fi Zılâli'l-Kur'ân, 30, 294.]
Bazı âlimlere göre, bu
iddialar hem sahih hadisler hem de ashab-ı kiramın icmâı ile reddedilmiştir.
Onların Hz. Peygamber'e büyü isnadını, onun doğruluğuna olan güvenin
sarsılmasına sebeb olacağı tarzındaki endişeleri yerinde değildir. Çünkü
Efendimize yapılan büyünün eseri, kalbinde ve aklında değil, vücudunun diğer
uzuvlarında idi. Bu da diğer hastalıklar gibi beşerî arazlardandır.
Peygamberlik makamına zarar vermez.
Kadı Iyaz bu olay
hakkındaki itirazları ve onlara verilen cevabı özet olarak şöyle ifade eder:
Âişe (r.anha) hadisinin
çeşitli rivayetleri, sihrin Hz. Peygamberin aklına ve kalbine değil, cesedine
musallat olduğunu gösterir. Onun bazı hanımlarına yaklaşmadığı halde
yaklaştığını zannettiği veya yapmadığı bazı şeyleri yaptığını zannettiğine dâir
olan rivayetler, onun bedenî rahatsızlıkları ile alakadardır. Meselâ
hanımlarından birisini arzu edip ona yaklaştığı anda, sihir tesirini gösterip
cima imkânı bulamıyor, fakat cima etmiş gibi oluyordu. Ya da o yanılmaları akıl
ve kalb yanılması değil, göz yanılması idi. Zaten Hz. Peygamber'in defalarca
dua etmesi ve neticede gördüklerini Hz. Aişe'ye anlatması büyünün Hz.
Peygamber'in aklına tesir etmediğini gösterir.
Âlûsî, Rûhu'l-Meânî
adındaki tef şirinde,Hz. Peygambere büyü yapılması hâdisesine
temas ederek bunu
kabul etmeyenleri reddeder ve:
Zâlimler,siz ancak büyülenmiş adama uyuyorsunuz derler"[İsrâ 47] âyet-i
kerimesinin, üzerinde durduğumuz büyü hâdisesi ile alakalı olmadığım söyler.
Çünkü kâfirlerin âyet-i kerimede geçen "büyülenmiş adam" sözlerinden
maksat, "deli adam" olmalıdır, ki Resu-lüllah (s.a.v.) bundan tamamen
uzaktır. Şayet onların "büyülenmiş" sözünün hakiki mânâsını kast
ettikleri kabul edilse bile, yine âyet-i kerime ile bu büyü olayı arasında
münâsebet yoktur. Çünkü işaret edilen âyet, Resûlüllah (s.a.v.)'a büyü
yapılmasından çok önce nazil olmuştur.
Ehl-i sünnetten birkaçı
ve Mu'tezile dışındaki tüm âlimler, sihrin mevcut olduğu hususunda
müttefiktirler.
Sihir yapanın itikadî
durumu ve ona uygulanacak ceza konusunda, islâm alimleri muhtelif görüşlere
sahiptirler. Allâme Teftezânî çoğunluğun, büyücünün kâfir olacağı görüşünde
olduklarını söyler. Ebu Mansûr el-Mâturidî, eğer sihir imanın ihlâline sebeb
oluyorsa küfür, olmuyorsa değildir" der. Yine âlimlerin çoğuna göre
büyücünün cezası ölümdür.
Sihir ve sihirbazlık
konusunda 2874 ve 3883 numaralı hadislerde izahat gelecektir.
Bu ve bundan evvelki
hadisler, Felak ve Nâs surelerinin faziletine ve bunların Kur'an'dan iki sure
olduğuna işaret etmektedirler. İbn Mes'üd (r.a.)'dan, bunların Kur'an'dan
olmadığına dair rivayetler varsa da, bu konudaki hadisler ve onların
Kur'an'dan olduğuna dair rivayetler varsa da, bu konudaki hadisler ve onların
Kur'an'dan olduğuna dair sahabenin icma'ı karşısında bu rivayetlerin hiçbir
değeri yoktur. Âlûsî bu surelerin Kur'an'dan oldukları konusunda icma
olduğunu, dolayısıyle bugün onların Kur'an'dan olmadığını iddia edenin kâfir
olacağını, İbn Mes'ud'un muhtemelen sözünden dönmüş olduğunu söyler.
Şerhu'l-Mevâkıf ta da bazı surelerin Kur'an'dan olmadığına dair mevzu
rivayetler olduğu fakat bunların Kur'an'ın tümünün tevâtüren nakledilmiş olması
karşısında hiçbir mânâ ifade etmediği vurgulanmaktadır.
Muavvizeteyn'in
faziletine işaret eden başka hadisler de vardır. Bunlardan bir iki tanesinin
mealleri şöyledir:
"Bu gece indirilen
âyetleri görmedin mi? Onların bir benzeri hiç görülmedi: ve
Ukbe (r.a.) dedi ki
"Ya Resulullah! Bana Hud ve Yusuf surelerinden âyetler okut" dedim.
Resûlullah (s.a.v.):
"Ey Âmir'in oğlu
Ukbe! Sen Allah'a karşı Felak ve Nas surelerini okumaktan daha sevimli ve onun
yanırida daha belîğ bir şey okuyamazsın. Eğer her namazda onları okuyabilirsen
oku" buyurdu.[İbn Hibbân, Sahih, III, 159.]
Câbir b. Abdullah
(r.a.)'den; demiştir ki:
Resulüllah (s.a.v.)
bana:
"Ey Cabir,
oku" buyurdu.
Anam babam sana feda
olsun ya Resulallah, neyi okuyayım, dedim.
buyurdu, ben de onları
okudum. Sonra Efendimiz (s.a.v.):
"O ikisini oku,
çünkü sen onlann bir benzerini daha okuyamayacaksın" buyurdu.[İbn Hibbân,
Sahih, II, 84.]