بَاب
فِي
الِاسْتِعَاذَةِ
32. İstiaze
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
وَكِيعٌ
حَدَّثَنَا
إِسْرَائِيلُ
عَنْ أَبِي
إِسْحَقَ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ
مَيْمُونٍ
عَنْ عُمَرَ
بْنِ
الْخَطَّابِ
قَالَ كَانَ
النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَتَعَوَّذُ
مِنْ خَمْسٍ
مِنْ
الْجُبْنِ
وَالْبُخْلِ
وَسُوءِ الْعُمُرِ
وَفِتْنَةِ
الصَّدْرِ
وَعَذَابِ
الْقَبْرِ
Ömer b. el-Hattâb
(r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem, beş şeyden
(Allah'a) sığınırdı: Korkaklıktan, cimrilikten, kötü ömür (ihtiyarlık)dan, kalb
fitnesinden ve kabir azabından.
İzah:
Nesaî, istiâze; İbn
Mâce, duâ; Ahmed b. Hanbel, II, 167; III, 205.
Hadis-i şerif,
Peygamber (s.a.v.)'in beş şeyden Allah'a sığındığını göstermektedir. Ancak bu
sayı Resulüllah'ın Allah'a sığındığı şeyleri tahdid anlamında alınmamalıdır.
Nitekim ileride gelecek olan hadislerde Hz. Peygamber'in başka şeylerden de
Allah'a sığındığı belirtilmektedir. Hz. Ömer'in Efendimizi bu beş şeyden
istiâze ederken işitip haber vermesi başka şeylerden istiâze etmediğine delâlet
etmez.
Resul-i Ekrem'in bu beş
şeyden Allah'a sığınmasındaki hikmetleri şu şekilde izah etmek mümkündür:
Korkaklık: Müslümamn
cihâd etmesine, emir bil-ma'ruf nehy-i ani'l-münker vazifesini yerine
getirmesine ve zâlim sultan karşısında hakkı söylemesine mânidir. Kişinin
âsileri cezalandırmasına, mazlumlara yardım etmesine engeldir. Onun için
müslümana yakışmayan bir haslettir. Bu yüzden Resul-i Ekrem korkaklıktan Allah'a
sığınmıştır.
Korkaklığın zıddı
cesarettir. Korkaklık ne derece beğenilmeyen bir huysa, cesaret de o nisbette
övgüye lâyık bir haslettir. Cesaretli kişiler, ihtiyaç zamanında tehlikelerden
yılmazlar. Cesaretin aşırı derecesine "tehevvür" denilir. Bir şeyin
ilerisini gerisini düşünmeden heyecanla atılmak tedbirsizliktir, tehevvürdür.
Korkaklık gibi tehevvür de kötü bir özelliktir.
Resul-i Ekrem bir
hadis-i şerifte: "Korkaklıkta ar, ileri gitmekte şeref vardır. İnsan korku
ile kaderin hükmünden kurtulamaz" buyurur.
Cimrilik: Aklın ve
dinin maddi yardım yapılmasını gerekli kıldığı yerlere yardım etmemektir. Örf
itibariyle "mâlî görevleri ifa etmemek" şeklinde tarif edilen
cimriliğe arablar, "ihtiyacından fazla olan şeyi, isteyenden
kıskanmak" demişlerdir. Türkçede cimriliğe, pintilik de denilir.
Cimrilik, müslümamn
mâîî ibâdetleri yapmasına mani olur. Fakir ve muhtaçlara yardım duygusunu
köreltir. Kişiyi bencilleştirir. Mal ve dünya sevgisini artırıp âh'reti unutturur.
Şu mealdeki âyet-i kerime, cimriliğin ne kadar kötü olduğunu en açık şekilde
ortaya koymaktadır. "Allah'ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik
edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu,
onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına
dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden
haberdârdır."[Âl-i İmran 180.]
Cimriliğin kötülüğü
konusunda bir çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan en şümullüsü "Mü'min
cimri olur mu?" sorusuna Resûlullah'ın verdiği "Hayır"
cevabıdır.
Cimriliğin zıddı
cömertliktir. Cömert insanlar, muhtaçlara ve hayır kurumlarına yardım ederler.
Müsafire ikram etmekten zevk duyarlar. Ferdî ve sosyal her türlü hayırlı
şeylere koşarlar. Bunu bir başkasının ayıplamasından veya zorlamasından değil.
İçten gelerek yaparlar. Cömert olanlar aynı zamanda tasarruf sahibi de olurlar.
Çünkü tasarruf hiç sarfetmemek ya da vara yoğa saçıp savurmak değil, kişinin
şahsiyet ve mevkiine göre harcaması demektir.
Hz. Peygamber bir
hadis-i şerifte "Cömerdin yemeği şifa, cimrinin yemeği ise,
hastalıktır" buyurarak, bu iki hasletin mevkilerini gayet güzel bir
şekilde ifâde etmiştir.
Cömertliğin aşırısı
israftır, saçıp savurmadır. İslâm bunu da yasaklamıştır. Bir âyet-i kerimede,
"Yeyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz, şüphesiz O (Allah) israf edenleri
sevmez"[A'raf 31.] buyurulmaktadır.
Kötü ömür: Tercemede de
işaret edildiği üzere ihtiyarlıktan kinayedir. Ancak maksat, şuurun
kaybedilmesine sebeb olan arzu ve duyguların çocuk arzu ve duygularına
dönüştüğü derecedeki ihtiyarlıktır. Kur'an-ı Kerim bu devreyi diye tanımlar.
Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Allah (c.c.) sizi yaratmıştır. Sonra
öldürecektir, içinizden bir kısmı da ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki,
bilirken bilmez olurlar, doğrusu Allah bilendir, her şeye kadirdir"[Nahl
70.]
Buharî'nin Sa'd b. Ebi
Vakkas (r.a.)'dan rivayet ettiği bir hadiste belirtildiğine göre Peygamber
(s.a.v.), "Allahım! Erzel-i ömre (ömrün en rezil haline) döndürülmekten
de sana sığınırını"[Buhârî, deavat] diye dua etmiştir.
Söylediğini bilmez,
şuuruna sahib olamaz, ibâdetleri hakkıyla yapamaz bir hale gelen, çocukların
maskarası olan bir ihtiyar gözönüne alınırsa, Hz. Peygamber'in duasındaki
hikmet daha kolay anlaşılır.
Kalbin Fitnesi: Kalbe
gelen şeytânı vesveseler, günâh işleme ve isyan arzusu, kin, kıskançlık, bozuk
inanç ve kötü ahlâk gibi kalbi kaplayan şeylerdir. İbnu'l-Cevzî kalbin
fitnesini "kişinin tevbe etmeden ölmesi" diye tarif etmiştir. Tıybî
ise, maksadın; "Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini
İslâmiyete açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi kalbini dar
ve sıkıntılı kılar. Allah böylece inanmayanları küfür bataklığına
bırakır"[En'âm 125.] âyet-i kerimesindeki darlık olduğunu söyler.
Bu anlayışa göre kalbin
fitnesi, dünyaya sarılmak, âhiretten yüz çevirmektir. Çünkü bu durumda olan
kişinin iman ve İslama gönül vermesi, taate devam etmesi dikine göğe tırmanmak
gibi imkânsız hâle gelir. İslâm ve istikâmet deyince canı sıkılır, daralır,
bunalır. Tıkanır, yan büker, yoldan çıkar, içinden çıkılmaz bataklara batar,
gider.
Resûlullah'ın kalbin
fitnesinden Allah'a sığınmasına sebeb, kalbin bozukluğunun bedenin tümünün
bozukluğuna sebeb olmasıdır. Çünkü onun bozulması ile tüm beden bozulur, onun
düzelmesiyle tüm vücud düzelir. Bundan dolayı: "Kalb melik, beden ve
uzuvlar tebaa gibidir. Tebaa melikin düzgünlüğü ile düzgün, bozukluğu ile
bozuk olur" denilmiştir. Aynı şekilde kalb tarlaya, vücudun hareketleri de
bitkiye benzetilir; arazi ne kadar iyi olursa, mahsulü de o ölçüde iyi olur.
Arazinin bozukluğu bitkinin de bozukluğuna sebeb olur. Nitekim Cenab-ı Allah
şöyle buyurmuştur: "İyi toprak Ruh bini ti izniyle bitki verir, çorak
toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet için böylece âyetleri yerli
yerince açıklarız."[A'raf 58.]
Buhârî ve Müslim'in
Nu'man b. Beşir (r.anhuma)'dan rivayet ettikleri bir hadiste Peygamber
(s.a.v.); "...Haberiniz olsun! Bedende bir et parçası vardır; o iyi olduğu
zaman tüm beden iyi olur, o bozulduğu zaman da tüm vücud bozulur. Dikkat edin o
kalbtir" buyurmuştur.[Buhârî, iman; Müslim, musâkât; İbn Mace, fiten;
Dârimî, buyu; Ahmed b. Hanbel, IV, 270, 274.]
Bu izahlar ve nakiller
gözönüne alınınca, Hz. Peygamberin, vücudun azalarının yaptıklarından değil de
kalbin fitnesinden Allah'a sığınmasında-ki hikmet daha iyi anlaşılır.
Kabir Azabı: Hadisimize
göre, Hz. Peygamberin Allah'a sığındığı şeylerin sonuncusu kabir azabıdır.
Ölen kişinin Cennet mükâfatından önce alacağı bir mükâfat veya Cehennem azabından
evvel göreceği bir azab vardır. Bu azab öldükten hemen sonra münker-nekir
denilen meleklerin sorularından itibaren başlar.
Her ne kadar bu azaba
kabir azabı deniyorsa da, haddizatında kabre mahsus değildir. Ceset bir denizin
dibinde veya bir canavarın karnında bile olsa, bu azab ile karşılaşacaktır. Bu
azaba kabir azabı denilmesi insanların büyük çoğunluğunun karada ölüp kabre
gömülmesinden dolayıdır.
Kabir bir azab yeri olduğu
gibi bir mükâfat yeri de olabilir. Nitekim Tirmizî'nin Ebû Said el-Hudrî'den
rivayet ettiği uzunca bir hadisin sonunda Hz. Peygamber'in "Kabir ya
Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir
çukurdur" buyurduğu belirtilmektedir. Kişinin kabirde karşılaşacağı şeyin
ceza da mükâfat da olması muhtemel olduğu halde, daha çok kabir azabı diye
meşhur olmasına sebep, allâme Taftazânî'nin ifâdesine göre; ya kabir azabı
konusundaki hadislerin çokluğu ya da ölenlerin büyük çoğunluğunun azabı
hakkeden kâfirler ve âsiler olmasıdır.
Ehl-i Sünnet ulemasının
tümüne göre kabir azabı haktır. Bazı Mu'tezilelerle Peygamberliğin aslında Hz.
Ali'nin hakkı olduğunu fakat Cebrail'in yanlışlıkla Muhammed (s.a.v.)'e
getirdiğini iddia eden Râfizîler, kabir azabını inkâr ederler.
Kabir azabının
varlığına delâlet eden âyet ve hadislere geçmeden önce kabul etmeyenlerin
itirazlarını ve bu itirazlara verilen cevablara kısaca göz atalım.
Kabir azabını kabul
etmeyenlerin itirazları aklî ve naklî olmak üzere iki grubta toplanabilir:
a. Aklî itirazlar: Ölü
taş gibidir, kendisinde ne hayat ne de idrâk mevcûddur. Hayat ve idrâk olmayan
câmid bir şeye azab mümkün değildir.
Bu itiraza şu şekilde
cevab verilmiştir:
Allah (c.c.) tüm
azablarda veya bir kısmında azabın vereceği acıyı veya nimetin vereceği lezzeti
alacak kadar bir hayat halk edebilir. Bu, yeşil ağaçta ateşi gizlemekten daha
zor değildir. Azab için ruhun bedene iadesi, azabın, izinin görülmesi şart
değildir. Nitekim suda boğulan veya vahşi hayvanlar tarafından yenilenler de
azab çekerler, ama bu görülmez. Allah (c.c.)'ın gücünü kudretini ve onun akü
almaz eser ve sırlarını düşünen kişi bunu garib bulmaz.
b. Naklî itirazlar:
Bunlar da şu âyetlere dayanır:
1. Cenab-ı Allah
Kur'an-ı Kerim'de “ = (Cennetlikler) orada ilk ölümden başka bir Ölüm
tadmazlar.,."[Duhân 56] buyurmaktadır. Bu âyet insanların dünyadakinden
başka ölüm tadmayacaklarını bildirmekte, dolayısıyle de kabir hayatının
olmadığına işaret etmektedir.
2. “Rabbimiz! Bizi iki
defa öldürdün, iki defa dirilttin... derler"[Mu'min 11.] âyeti iki ölüm
ve iki dirilme olduğunu haber veriyor. Eğer kabir hayatı olsaydı dirilişin üç
olması gerekirdi. Biri dünyada (doğum), biri kabirde, biri de haşirde.
3. “Sen
kabirlerdekilere işittiremezsin"[Mü'min 11.] Bu âyette Cenab-ı Hak iman
etmeyen inatçı kâfirleri kabirdeki ölülere benzetmiş ve kabirdeki ölülerin
işitmeyeceği gibi bu kâfirlerin de söz dinlemeyecek derecede hissiz
olduklarını belirtmiştir. Bu âyet de kabir hayatının olmadığına delâlet etmektedir.
Kabir hayatını inkâr
edenlerin görüşlerine esas aldıkları bu âyet-i kerimeleri şimdi sırayla kabir
hayatının varlığına işaret eden âyetlerin ve bunu açıkça belirten hadislerin
ışığı altında, kabir azabını ve mükâfatını kabul eden ulemânın çoğunluğunun bu
âyetleri izahına göz atalım.
1. İlk âyetteki birinci
ölüm muhale bağlanarak, cennetliklerin ebediyyen ölmeyeceklerine dair olan
hükmü kuvvetlendirmekten ibarettir. Maksat şudur: "Cennette ölüm
farzedilse dünyadaki ölüme kıyasla bir kere olması gerekir. Halbuki Cennette o
tek ölüm bile yoktur". Ayrıca birin veya ikinin isbâtı, daha fazlasının
olmamasını gerektirmez. Dolayısıyla bu âyet kabir hayatının olmamasını
gerektirmez.
2. İkinci âyetteki iki
ölüm ve iki diriltmeden maksat dünyadaki ve kabirdeki hayatlar ve
ölümlerdir." = Bizi dirilttin" sözlerinde âhiret hayatı açıkça zahir
olduğu için o hayat âyetteki "iki kere" ifâdesinin şümulünde
değildir.
3. Üçüncü âyetten
istifâde ile kabirdekilerin duymaması da onların azab görmeyeceklerine delâlet etmez.
Çünkü onların duymamaları, idrak etmemelerini gerektirmez. Öyle olsaydı,
sağırların hiçbir şey idrak etmemeleri gerekirdi. O halde .bu âyet de kabir
azabının olmayışına delâlet etmez.
Şimdi de kabir
hayatının ve bunun neticesi olarak kabir azabının varlığına işaret eden
delillere bakalım. ayetler:
l. Kim de beni anmaktan
yüz çevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü
kör olarak hasrederiz"[Ta Ha 124.]
İbn Hıbbân'ın tahricine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) buradaki “ = dar bir geçim"i kabir aza-
bıyla tefsir etmiştir.
2. " = Çoğunlukla
övünmek sîzi o kadar oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret
ettiniz"[Tekâsür 1, 2.]
Tirmizî'nin rivayetine
göre Hz. Ali: "Biz kabir azabı hakkında şüphe edip duruyorduk, nihayet Allah
(c.c) sûresini indirdi" demiştir.
3. = Biz onlara iki
kere azab edeceğiz."[Tevbe 101.] Katâde ve Rabî b. Enes, bu âyetin
tefsirinde azabın birinin dUnyada, diğerinin kabirde olacağını söylemişlerdir.
4. Nihayet Allah (c.c.)
onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu.Fir'avun'un
kavmini ise, kötü azab kuşatıverdi. (Azabdan biri de) ateştir ki, onlar sabah
akşam buna arz olunurlar. Kıyametin kopacağı gün de "Fir'avn âlini azabın
en çetinine sokun" denilecek."[Mu'min
45-46]
Âyet-i kerimeler
Fir'avn ve peşinden gidenlerin uğrayacakları üç azabı haber vermektedir.
Bunlardan birincisi, Fir'avn'ın kavmini "kötü bir azabın
kuşatması"dır ki, dünyada uğratıldıkları denizde boğulma (vb.)
azabla-rıdır. İkincisi, "Sabah akşam arz olunacakları ateştir."
Kurtubî, bu azaba arz
olunmanın berzahta vuku bulacağı hususunda müfessirlerin cumhurunun ittifakı
olduğunu söyler. Mücâhid, İkrime, Mu-kâtil, Muhammed b. Ka'b gibi eski
müfessirler ise, bu azabın, kabir azabı olduğunu söylerler. İbn Mes'ud (r.a.)'un
"Fir'avn âline ve kâfirlerden Fir'avn ayarında olanlara sabah akşam
cehennemdeki duraklan gösterilecek ve işte ilerideki eviniz burasıdır
denilecektir" dediği rivayet edilir.
Üçüncüsü, "Fir'avn
ehlini azabın en çetinine sokun" denilecektir. Bu azab da âhiretteki
Cehennem azabıdır. Bu grubda zikredilen azabın öncekine atıf edâtiyle
bağlanması iki azabın ayrı ayrı olmasını gerektirir. Çünkü ma'tûf,
mâtufün-aleyhden başka olur.
Hadîsler:
1. Üzerinde durduğumuz
hadiste Efendimiz kabir azabından Allah'a sığındığına göre kabir azabı vardır.
2. "Namazda
dua" konusunda (hadis no: 880) Peygamber (s.a.v.)'in namazda iken, kabir
azabından, Deccâl'in fitnesinden, hayatın ve ölümün fitnesinden günâhtan ve
borçtan Allah'a sığındığı bildirilmektedir.
3. Kitâbü's-Sünne'de
gelecek olan 4753 numaralı hadiste Hz. Peygamberin iki veya üç kere
"kabir azabından Allah'a sığınınız" buyurduğu rivayet edilmiştir.
4. Yine
Kitâbü's-Sünne'de 4750 numaralı hadiste belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.)
müslümana kabirde soru sorulacağını haber vermiştir.
5. "Kabir azabının
çoğu idrardandır."
6. İbn Abbas
(r.anhuma)'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber iki yeni kabrin yanından
geçerken "şüphesiz bu ikisine azab ediliyor..." buyurmuştur. Aynı
mânâda Ebü Bekre'den de bir rivayet vardır.
7. "...Kabir ya
Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir
çukurdur."
8. Hz. Âişe'den rivayet
edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) "Kabir azabı haktır" buyurmuştur.
9. Buhârî'nin
rivayetine göre, bir yahudi karısı Aişe (r.anha)'ya gelip "Allah seni
kabir azabından korusun" diye dua etmiş, bunun üzerine Hz. Aişe,
Resulüllah'a "insanlar kabirlerinde azab edilecekler mi?" diye
sormuş. Efendimiz de "ondan (kabir azabından) Allah'a sığınırım"
buyurmuştur.
Serrâc'ın Müsned'inde
Mesrûk'dan bu hâdise nakledilirken, Peygamber (s.a.v.)'in "Evet kabir
azabı haktır" buyurduğu rivayet edilir.
Kabir azabının
varlığına açıkça işaret eden başka hadisler de vardır. Bunların tamamım buraya
nakletmek geniş yer kaplayacaktır. Onun için bu kadarla iktifa ediyoruz, Akâid
ulemâsının kabir azabı hakkındaki hadislerin çokluğundan dolayı bunun manen
mütevâtir sayıldığım söyledikleri de göz-önüne alınırsa, artık bunu inkâra
mecal kalmadığı ortaya çıkar.
Kabir azabının tahakkuku
için ölünün diriltilmesinin şart olup olmadığında farklı görüşler vardır.
Sahih görüşe göre ölünün diriltilmesi gerekir. Bunu gerekli görenler de ruhun
iadesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe'nin bu konuda görüş beyân
etmediği nakledilir.