DEVAM: 1. Ramazan Ay'ı
Gecelerini (İhya Etmenin Fazileti)
حَدَّثَنَا
الْقَعْنَبِيُّ
عَنْ مَالِكِ بْنِ
أَنَسٍ عَنْ
ابْنِ
شِهَابٍ عَنْ
عُرْوَةَ
بْنِ
الزُّبَيْرِ
عَنْ
عَائِشَةَ
زَوْجِ
النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
صَلَّى فِي
الْمَسْجِدِ
فَصَلَّى
بِصَلَاتِهِ
نَاسٌ ثُمَّ
صَلَّى مِنْ
الْقَابِلَةِ
فَكَثُرَ
النَّاسُ
ثُمَّ اجْتَمَعُوا
مِنْ
اللَّيْلَةِ
الثَّالِثَةِ
فَلَمْ
يَخْرُجْ
إِلَيْهِمْ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَلَمَّا
أَصْبَحَ قَالَ
قَدْ
رَأَيْتُ
الَّذِي
صَنَعْتُمْ
فَلَمْ
يَمْنَعْنِي
مِنْ
الْخُرُوجِ
إِلَيْكُمْ
إِلَّا
أَنِّي
خَشِيتُ أَنْ
تُفْرَضَ عَلَيْكُمْ
وَذَلِكَ فِي
رَمَضَانَ
Nebi s.a.v.'in zevcesi
Âişe (r.anhâ)'dan rivayet olunduğuna göre;
Nebi (s.a.v.) (bir gece)
mescidde namaz kılmış, cemaat de ona uymuş, sonra ertesi gece (yine mescidde)
namaz kılınınca cemaat çoğalmış, sonra üçüncü gece (cemaat) yine toplanmış,
fakat Resûlullah (s.a.v.) onların yanına çıkmamış. Sabah olunca; "yaptığınızı
gördüm. Aslında beni sizin yanınıza çıkmaktan alıkoyan herhangi bir engel
yoktu. Yalnız (bu namazın) size farz kılınacağından korktum" buyurdu.
İzah:
Buhârî, teheccud;
Müslim, müsâfirîn; Nesaî, kıyâmü'l-leyl; Muvatta, ramazan; Ahmedb. Hanbel, IV,
177.
Farz namazdan sonra en
faziletli namazın, kişinin evinde kıldığı namaz olduğu halde, Resûl-i Ekrem'in
teravihi mescidde kılmasını iki şekilde izah etmek mümkündür:
a. O günlerde Resûl-i
Ekrem itikâfta bulunduğu için nafile namazları da mescidde kılmak zorunda
kalmış ve üçüncü gece de mescid içerisindeki yerinden çıkmayıp halkın teravihi
cemaatle kılmalarına imkân vermemiş olabilir.
b. Nafile namazları
evde kılmanın mescidde kılmaktan daha faziletli olmasının hikmeti, mescidde
kılınan nafilelere riya ve süm'anın karışma ihtimalidir. Oysa Resûl-i Ekrem
için böyle bir durum mevcut değildir. Meseleye bu açıdan bakan İmam Mâlik ile
Ebû Yûsuf ve bazı Şafiî ulemâsı teravihi evde kılmanın mescidde kılmaktan daha
faziletli olduğunu söylemişlerdir. îmam Nevevî de bu görüştedir. İmam Şafiî ile
Ebû Hanife, îmam Ahmed, Mâlikîlerin bazıları ve Şâfiîlerin büyük çoğunluğuna
göre de Hz. Ömer'in yaptığı gibi teravihi cemaatle mescidde kılmak daha
faziletlidir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)'in bu uygulamasına hiç kimse karşı çıkmamıştır.
Resûl-i Ekrem
(s.a.v.)'in birinci ve ikinci günü kendisine uyarak teravih kılanlara
seslenmediği halde üçüncü günü, "Bu namazın size farz olacağından
korktum" diyerek onları mescidde cemaatle teravih kılmaktan nehyetmesi,
ulemânın dikkatini çekmiş ve bu mevzuda çeşitli izah tarzlarının ortaya
çıkmasına sebeb olmuştur.
1. Muhıbbü't-Taberî'nin
beyânına göre Allah Teâla Nebiine vah-yederek; "Eğer sen teravihi cemaatle
kılmaya devam edersen, seninle birlikte ümmetine de farz kılacağım"
buyurduğu için Resûl-i Ekrem bu namazı cemaatle kılmaktan vazgeçmiş olabilir.
Çünkü Hz. Nebi ümmeti için devamlı kolay olanı tercih ederdi.
Ayrıca Resûl-i Ekrem
(s.a.v.)'in nafile olarak kılmaya devam ettiği namazların sonradan kendisine
farz olduğunu kendi nefsinde denediği için teravihin de cemaatle kılınmasının
ümmetine farz edileceği endişesini duymuş olduğu düşünülebilir.
2. Teravih devamlı
olarak mescidde cemaatle kılındığı takdirde ümmetinin teravihi bu şekilde kılmanın
farz olduğunu zannedeceklerinden korkmuş olabilir. İmam Kurtubî bu ihtimâle
yer vererek; nasıl ki bir müctehid bir işin vücûbuna inandığı vakit o işi
yapmak üzerine vâcib olursa, teravihin cemaatle kılındığını gören kimseler de
teravihi bu şekilde kılmanın farz olduğunu zannettikleri takdirde teravihi
cemaatle kılmak üzerlerine farz olur. İşte Resûl-i Ekrem bu düşünceyle ümmetini
cemaatle teravih kılmaktan nehyetti; diye konuya açıklık getirmek istemiştir.
3. Hz. Nebi bir işin
hayırlı olduğuna hükmettiği ve o işe devam ettiği ve bu işte ümmeti de
kendisine uyduğu zaman o işi devamlı olarak yapmak ümmetine de farz olduğunu
tecrübeyle anlamış ve bu bilgisine dayanarak halkı teravihi cemaatle kılmaktan
menetmiştir.
4. İbn Battâl'a göre
ise, gece namazı kılmak Hz. Nebie farz olduğu, fakat ümmetine farz olmadığı
için ümmetinin cemaatle teravihe devam etmeleri halinde Allah'ın teravihi
onların üzerine de farz kılarak aralarında bir denklik sağlamasından endişe
etmiş olabilir. Çünkü dinî hükümlerde esas olan denkliktir.
5. Ancak Hattâbî, Allah
îsrâ hadisinde "bu beş vakit namaz elli vakit mesabesindedir"[Nesâî,
salat] buyurarak namaz vakitlerinin sayısında bir değişikliğin olmayacağına
dair te'minât verdiği halde, Hz. Nebiin teravih namazının farz olacağından
endişelenmesinin sebebi üzerinde durmuş ve bu konuyla ilgili görüşlerini şu
şekilde açıklamıştır:
"De ki; eğer
Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün.
Çünkü Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir. De ki; Allah'a ve Nebi e itaat
edin. Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz ki, Allah da o kâfirleri
sevmez"[Al-i İmrân 31-32] gibi âyet-i kerimelerde Cenâb-ı Hak her hususta
Resulüne itaat etmeyi ve uymayı emrettiğinden, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bir işe
devam edince o işte Resûl-i Ekrem'e uymak ümmetine de vâcib olur. Bunun için
Hz. Nebi mescidde halkın huzuruna çıkarak onlara devamlı olarak teravih
kıldırmaktan kaçınmıştır. Hz. Nebi (s. a.) eğer halkı teravih kıldırmaya devam
etseydi, o zaman Resûl-i Ekrem'in bu hareketine uymak bütün ümmetine farz
olacaktı. Fakat bu farz yeni bir farz ihdas etmek anlamına gelmezdi. Bilâkis
yine Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde bulunan ve Resûl-i Ekrem'e uymayı
isteyen emirlerin şümulüne girerdi. Nasıl ki, nezr ederek üzerine bir ibâdeti
vâcib kılan bir kimseye yaptığı şu iş hakkında; "adaklarınızı yerine
getiriniz"[Hacc 29] emrinin kapsamına girdiği için yeni bir farz ihdas
etti demlemezse Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in ümmetiyle birlikte bir nafileye
devam etmesi sebebiyle o nafilenin farza dönüşmesinden dolayı da "yeni bir
farz ihdas edildi" denilemez. Çünkü bu hüküm yukarıda geçen Âl-i İmrân
Sûresi'nin 31. ve 32. âyetlerinin kapsamına girer. Burada şöyle bir ihtimal
daha vardır: Aslında Cenab-ı Hak Muhammed ümmetine günde elli vakit namazı farz
kıldığı halde, Hz. Nebiin şefaatiyle beş vakte indirmişti. Böyle iken beş vakit
farzın dışında bir nafileye toplu halde devam etmeleri Allah’tan, affedilen bu
vakitlerin yeniden farz kılınmasını istemek anlamına gelir, sonunda da bunun
altından kalkamayarak Hıristiyanlar gibi Allah'ın "Onların (yeni bir âdet
olmak üzere) ihdas ettikleri ruhbanlık (a gelince) onu üzerlerine biz farz
etmedik. Ancak (onlar bunu sırf) Allah'ın rızasını aramak için yaptılar. Fakat
buna hakkıyla riâyet de etmediler."[Hadîd 27] azarına uğramalarından
endişe etmiş ve bu yüzden onlara teravih kıldırmaktan kaçınmış olabilir.
Yukarıda geçen İsrâ
hadisinde Cenab-ı Hakk'ın beş vakit namazın adedinde bir değişikliğin
olmayacağım haber vermesi ve haberlerde neshin olamayacağı noktasından hareket
eden bazı kimseler de burada beş vakit namazın artacağı korkusuna yer
olamayacağını, binaenaleyh Resûlullah'ın korkusunun ne olduğunu iyi tayin
etmek lâzım geldiğim söylemektedirler. Bu konuda Hafız İbn Hacer şunları söylemektedir:
1. Resûl-i Ekrem
(s.a.v.)'in korkusu "gece nafilelerinin sahih olabilmesi için mescidde
cemaatle kılınmasının şart koşulacağından ileri geliyordu. Nitekim Cenab-ı
Nebi; "ben bu kıldığınız namazın üzerinize (bu şekilde kılınmasının) farz
olacağından korkuyorum. Şayet üzerinize farz kılınacak olursa, o zaman bir daha
onu devamlı olarak kılamazsınız. Öyleyse bu namazı evlerinizde
kılınız"[Buhârî, ezan] buyurmuştu, şeklindeki bir korkunun beş vakit
namaza ilâve edilecek bir farzla ilgili olduğu söylenemez.
2. Buradaki farzdan
maksat farz-ı ayn değil farz-ı kifâye olduğu düşünülebilir.
3. Bu farzın ramazan
ayının gecelerinde kılınan nafilelerle ilgili olma ihtimali vardır. Nitekim bu
mevzudaki hadislerin sonundaki; "bu hadise ramazanda oldu” cümlesi buna
delâlet etmektedir. Bu takdirde de "beş vakit namaza bir vakit daha ilâve
edildi" denilemez.