SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALATU’T-TATAVVU BAHSİ

<< 1315 >>

بَاب أَيِّ اللَّيْلِ أَفْضَلُ

21. Gecenin Hangi Saatinde Yapılan İbadet Daha Üstündür?

 

حَدَّثَنَا الْقَعْنَبِيُّ عَنْ مَالِكٍ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ وَعَنْ أَبِي عَبْدِ اللَّهِ الْأَغَرِّ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَنْزِلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الْآخِرُ فَيَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُ

 

Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celîl olan Rabbiniz her gece, gecenin son üçte biri kaldığında en aşağı semaya nüzul edip: "Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim? Benden isteyen bir kimse yok mu, ona (istediğini) vereyim? Benden af dileyen yok mu, onu affedeyim.." der."

 

 

Diğer tahric: Buharî, teheccüd, tevhîd; Müslim, müsafirîn; Tirmizî, salat, da'vat; İbn Ma'ce, ikame ; Darimî, salat; Muvatta\ Kur'an; Ahmed b. Hanbel, II, 264, 267, 282, 410, 487, 504.

 

 

AÇIKLAMA:

 

Nüzul hadisi diye bilinen kütüb-i sittede ve onun haricindeki sahih hadis kitaplarında sayılan yirmiye kadar ulaşan bir sahabî topluluğundan rivayet edilen bu hadis-i şerif, müteşabih hadislerin en meşhurlarmdandır. Hadisin rivayetleri arasında bazı farklılıklar vardır. Ba­zılarında -üzerinde durduğumuz hadiste olduğu gibi-; "gecenin son üçte biri kaldığında iner" denilirken[Müslim, müsafirin] bazılarında; "gecenin ilk üçte biri geçtiği za­man iner" denilmektedir.[358] Ayrıca, "Gecenin yarısı yahut üçte ikisi geçti­ği zaman iner"[Müslim, müsafirîn] "Gece yarısı yahut gecenin son üçte birinde iner" rivayetleri de vardır. Tirmizî gibi bazı muhaddislere göre bu rivayetlerin hepsi sahih olmakla beraber içlerinde en sağlamlan Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği ve konumuzu teşkil eden hadistir. Nevevî de; "Resulullah (s.a.v.)'in bu vakit­lerin hepsini ayrı ayrı zamanlarda söylemiş olması mümkündür" diyerek Tir­mizî'nin görüşüne katılmıştır. Tirmizî Sünen'inde bu hadisi Ebu Hureyre'den tahrîc ettikten sonra, bu konuda Ali b. Ebî Talib, Ebu Said el-Hudrî, Rifaa, Cübeyr b. Mut'ım, İbn Mesud, Ebu'd-Derda, Osman b. Ebi'l-As radıyella-hü anhumden de hadis rivayet edildiğini bildiriyor. Sarih Aynî de bunlara şu sahabileri ekliyor: Cabir b. Abdillah, Ubade b. Samit, Ukbe b. Amir, Amr b. Anbese, Ebu'l-Hatta, Ebu Bekr es-Sıddîk, Enes b. Malik, Ebu Musa el-Eş'arî, Muaz b. Cebel, Ebu Sa'Iebe, Aişe, îbn Abbas, Nuvas b. Seman, Ümmü Nuvas radiyellahü anhum.

 

Bu sahabî ravilerin çokluğuna ve bunları ashabının da her tabakasına mensup kimselerden meydana gelmiş büyük bir cemaat olduklarına ba­kılınca, hadisin ta hicrî birinci asırda sahabe-i kiram arasında yaygın olduğu ve tevatür derecesinde bir kuvvete eriştiği anlaşılır. Sonra hadis kitaplarında tesbit edilinceye kadar tabiun ve etba-i tabiin devri hadis imamları ve şeyh­lerinden meydana gelen senedler ve rivayet yolları akıllara hayret verecek kadat çoktur. Buharî şarihi Allame Aynî, her sahabeye erişen senetleri "Ümdetü'l-Kaari"de birer birer nakl etmiştir.[K. Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 138. (birinci baskı).]

 

Bu hadisin çeşitli rivayetlerinde Allah Teala hakkında "nüzul hübut, yed, sakin olmak, yukarı çıkmak" gibi tabirler kullanılmıştır. Nüzul ve hü­but "aşağı inmek" manasınadır. Yed "el" demektir. Bunların hiçbirinin ha­kikati Allah Teala hakkında caiz değildir. Şu halde bu tabirler müteşabihattandır. Bazıları "buradaki nüzuldan maksat, manevi nüzuldür" demiştir. İmam Kurtubîgibi bazı ilim adamları da "yünzilü" "indirir" ma­nasına müteaddi (geçişli) bir fiil olduğundan, ona bir de meful takdir ederek bu cümleyi "Allah (bir melek) indirir" şeklinde tamamlamışlardır. Kurtubî bu görüşüne delil olarak Nesaî'deki rivayetin “ = Sonra bir münadiye; -dua eden yok mu?" demesini emreder."[Aynî, Umdetü'l-Kaarî, VII, 199.] şeklinde olduğunu gösteriyor. Sözü geçen "nüzul" kelimesi Buharî'nin bazı rivayetlerinde [Buharî, da'avat, tevhid] "yetenezzelü" şeklinde zabt edilmiştir. Bu kelime türkçemizdeki "tenezzül" anlamına gelir ki, "ma­nevî nüzul" demektir. Yani Allah Teala'nın azamet ve celali fakîr ve hakîr kimselere ehemmiyet vermemeyi gerektirdiği halde Allah Teala Hazretleri lütuf olarak onların hallerine rahmet buyurmaya tenezzül eder.

 

"Bana dua eden yok mu ona (istediğini) vereyim" buyurur. Bu söz Al­lah'ın kullarına bir latifesi ve onları ibadete bir teşviktir. Metinde geçen "en aşağı sema" kelimesi de bize en yakın olan halden kinayedir.

 

Aynî'nin beyanına göre, bu hadis üzerinde muhtelif yönlerden söz edil­miştir. Şöyle ki:

 

1. Bazıları bu hadisle istidlal ederek Allah Teala'ya cihet isnadına kal­kışmışlardır. Hatta hadis ulemasından İbn Kuteybe ile İbn Abdilberr dahi buna kaail olmuşlardır. Cumhur-u ulema Allah'a cihet isbatından kaçınmış­lardır. Çünkü buna kail olmak Allah'ın -haşa- yeri, mekanı ve haddi hudu­du olduğunu tecviz etmek demektir. Halbuki Allah Teala hazretleri böyle şeylerden münezzehtir.

 

2. Haricîler ile Mu'tezilîler yahut Cehm b. Safvan, İbrahim b. Salih ve Mansur b. Talha gibi mu'tezilenin ileri gelenleri bu babda varid olan hadîs­leri inkar etmişlerdir. Fakat bu yaptıkları kuru bir inaddan ibarettir. Kendi­leri Kur'an-i Kerim'in buna benzer müteşabih ayetlerini te'vil etmişler, hadislerdeki müteşabihleri ise ya cehalet yahut inadhk saikası ile büsbütün inkar etmişlerdir.

 

Mu'tezileden İbrahim b. Salih ile hadîs ulemasından İshak b. Rahuye arasında bu hususta münakaşa geçtiği rivayet olunur. Bu münakaşayı îs-hak b. Rahuye şöyle anlatmıştır:

 

"Emir Abdullah b. Tahir'in meclisi beni şu bid'atçi yani İbrahim b. Salih ile bir araya getirdi. Emir Allah'ın nüzulüne dair malumat istedi. Ben de bu­na dair haberleri kendisine sayıp döktüm. Bunun üzerine İbrahim: Ben bir semadan bir semaya inen Allah'ı inkar ediyorum, dedi. Ben cevaben: Ben de dilediğini yapan Allah'a iman ediyorum, dedim. Neticede emir Abdul­lah, benim sözümü kabul, İbrahim’inkini de red etti."

 

Aynî, İshak'ın bu sözünü aynen Fudayl b. İyad'dan aldığını söylüyor. Fudayl b. İyad: "Cehmîlerden biri:

 

Ben aşağı inen ve yukarı çıkan Allah'a inanmıyorum, derse ben de:

 

Her dilediğini yapan Allah'a iman ediyorum, cevabını veririm" demiş. Bunu İbn Hibban'ın babası "Kitabü's-Sünne" adlı eserinde nakl etmiş

 

ve yine aynı eserde Ebu Zür'a'nın şunları söylediğini bildirmiştir:

 

"Bu hadisler Resülullah (s.a.v.)'den tevatüren sabit olmuştur. (Allah her gece alt semaya nüzul eder). Bunu Resülullah (s.a.v.)'in ashabından birçokla­rı rivayet etmişlerdir. Böyle hadisler bizce sahih ve kavidirler. Resülullah (s.a.v.) Allah Teala'nın nüzul buyurduğunu söylemiş, fakat bunun nasıl olduğunu anlatmamıştır. Binaenaleyh biz de; "Allah alt semaya iner, deriz, fakat na­sıl indiğinden bahsetmeyiz."

 

Ebu Muhammed b. Ahmed el-Muzenî'nin:

 

Allah'ın indiğini bildiren hadîs Resülullah (s.a.v.)'den sahih yollarla sa­bit olmuş, Kur'an-ı Kerim'de de bunu tasdik eden şu ayet nazil olmuştur:

 

"Rabbim ve melekler de saff saff olarak geldikleri vakit..."[Fecr 22] dediği­ni Beyhakî "Kitabu'l-Esma"sında rivayet etmiştir.

 

3. Bazıları bu hadisleri te'vîl hususunda ifrata gitmiş, hatta bir nev'î tah­rife yaklaşmıştır. Bir takımları te'vîl hususunda tafsilat cihetine gitmiş, Arap lisanında kullanılan şekillere yakın bulunan müteşabihleri te'vîl etmiş uzak olanları te'vîlden kaçınmışlardır.

 

4. Selef-i salihinin cumhuru ise,bu hususta en aşikar ve salim olan yolu tutarak müteşabih ayet ve hadîsleri olduğu gibi kabul etmiş, onlara iman et­miş ve onlardaki inmek, el, yüz gibi kelimelerin yaratıklarda', olan inmeye, ele ve yüze benzemeyen fakat mahiyetini ancak Allah'ın bileceği bir inme, bir el ve yüz olduğunu söyleyerek icmalî bir te'vîl yoluna gidip Allah Teala'yı mahlukatına benzetmekten, ona keyfiyet ve kemiyet isnadından kaçınmış­lardır.

 

Zührî, Evzaî, İbnu'I-Mübarek, Mekhul, Süfyan es-Sevrî, Süfyanb. Uyey-ne, Leys b. Sa'd, Hammad b. Seleme ile mezheb im anılarından Ebu Hanife, Malik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazretlerinin görüşleri de budur.

 

İmam-ı A'zam'a, Allah Teala'nın alt semaya nasıl indiği sorulmuş, Hz. İmam: "Keyfiyyetsiz olarak inmiştir" cevabını vererek bu inişe inanmak ge­rektiğini, fakat mahiyetini ve keyfiyetini bilemeyeceğimizi, çünkü bu herhangi bir mahlukun inişine benzemeyip keyfiyyetini sadece Allah'ın bileceği bir iniş olduğunu, bu bakımdan bunun mahiyyetini araştırmayıp Allah'a bırakma­mız lazım geldiğini ifade etmiştir.

 

İmam-ı Şafiî de; Asla iman edilir.

 

Fakat niçin ve nasıl diye sorulmaz "demiş, sonra da "asi" kelimesini Kitap, Sünnet, bazı sahabinin kavli ve ümmetin icma'ıdır, diye açıklamıştır. Görülüyor ki, İmam Ebu Hanîfe ile İmam Şafiî'nin bu sözleri selef uleması­nın sözleri gibi te'vîl ve inkar şa'ibesinden uzaktır.

 

İmam Malik'in nüzulü iki şekilde te'vîl ettiği rivayet ediliyor:

 

1. Allah'ın emri, yahut rahmeti ve melekleri nazil olur demektir.

 

2. Cenab-ı Hakk'm dua edenin duasını kabul etmesi, ona lütuf ve mer­hametle muamele etmesi demektir.

 

Aynı şekilde İmam Sevrî de nüzul kelimesini ve benzeri müteşabih keli­meleri înıamı Malik gibi Zat-ı Barî'ye layık ve aynı zamanda nasların genel çerçevesi, akla ve Arap dili gramerine uygun olarak te'vîl etmiştir.

 

Selefin büyüklerinden olan bu iki zatın te'vîlleri daha sonra gelen müteahhirîn ulemasına bazı müteşabih ayet ve hadislerin bazı hallerde İslam'ın genel çerçevesine, akla, Arap dili gramerine uygun ve Zat-ı Barî'ye layık bir şekilde tafsilî olarak te'vîl etmişlerdir. Muteahhirîn uleması bu yolu seçer­lerken hiçbir zaman selefin yolundan ayrılmayı düşünmemişlerdi. Ancak içinde bulundukları ortam ve şartlar onları buna zorlamıştır. Çünkü selef-i salihîn zamanında gönüller, duygular ve düşünceler temiz ve katıksız idi. Basiret ve ferasetleri yanında Hz. Nebi'le beraberliğin verdiği bir imkanla ashab-ı kiram; bu konularda tereddütlere düşmekten oldukça uzaktı. An­cak daha sonra mücessime, müsebbibe ve cehmiyye gibi mezheplerin ortaya çıkışıyla ortam tamamen değişmiş ve nassları Zat-ı Bari'ye uygun bir şekil­de, aklı tatmin edici ve mü'minleri zararlı akımların tesirinden koruyucu bir te'vil yoluna gitme gereği ortaya çıkmıştır.

 

Hatta bunlardan bazıları "eğer biz selef-i salihînin şartlan içinde bulunsaydık, asla bu gibi ihtilaflı konulara girmezdik" demişlerdir.

 

Bununla beraber müteahhirîn ulemasının müdekkikleri yaptıkları te'vîlin yegane ve en isabetli bir te'vîl olduğunu söylemekten kaçınmışlar ve; "Bu kelimelerin en doğru manasını Allah bilir" demişlerdir. Bu manayı en güzel bilen Allah olduğuna göre, en isabetli yol bu kelimelerin en doğru manası­nın ne olduğunu Allah'a havale etmektir. Bu kelimelerin manası üzerinde konuşan, ancak sınırlı olan bilgisi kadar konuşmuş olur. Bu açıklama ule­manın büyük çoğunluğunun; "onun te'vilini Allah’tan başka kimse bilmez"[AI-i İmran 7] ayet-i kerimesinde niçin  kelimesi üzerinde durak yap­tıklarını da açıklamaktadır. Hanefî ulemasından Buharî sarihi Aynî de nü­zul kelimesi üzerinde şunları söylemektedir:

 

Nüzulün intikal, i'lam, kavi, ikbal, teveccüh, bir hükmün ortaya çık­ması gibi manaları vardır. Madem ki nüzul kelimesi böyle çeşitli manaları olan müşterek bir kelimedir, o halde bu kelimenin Allah Teala'ın kendisiyle tavsifi caiz olan bir manaya hami edilmesi en doğru bir hareket olur.

 

Şüphesiz ki nüzul: Cismin yukarıdan aşağıya intikalidir. Allah Teala ise, bundan münezzehtir. Binaenaleyh bu manada varid olan hadisler müteşabihattandır. Müteşabihat hususunda ulem'a ikiye ayrılmışlardır:

 

Birinci kısma: "Müfevvida" derler. Müfevvida: Havale edenler mana­sınadır. Bunlar müteşabih ayet ve hadislere iman eder, manalarını Allah Teala'ya havale ederler. Allah Teala'nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna da kesinkes inanırlar.

 

İkinci kısma ise: "Müevvile" denilir ki müevvile: te'vîl edenler demek­tir. Bu zevat müteşabihleri yerlerine göre te'vîl ve tefsir ederler. Bu kabilden olmak üzere Allah'ın alt semaya inmesini dahi "Allah'ın emri yahut melek­leri iner" şeklinde ve "bu istiaredir, manası Allah dua edenlere lütuf buyu­rur da dualarını kabul eyler, demektir" gibi te'vîl etmişlerdir.[Davudoğlu, Sahİh-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV, 268-275.]

 

Şafiî imamlarından Nevevî de bu hadis hakkında şunları söylüyor:

 

Bu, sıfat hadislerinden (yani mtiteşabih hadislerdendir. Bunda alimle­rin iki mezhebi vardır: Biri selefin cumhuru ile bazı kelamcılann mezhebidir ki, onlar Allah'ın intikal, hareket vesair mahluk alametleri olan mahluk sı­fatlarından tenzihini itikad ederek bunun Allah Teala'ya yakışacak surette hak olduğuna, hakkımızda mütearef olan zahirinin kast edilmemiş olduğu­na inanıp te'vîli hususunda söz etmezler.

 

İkincisi, birçok kelamcılann ve selefden bir takım cemaatlerin mezhe­bidir: Onlara göre bu gibi lafızlar; çeşitli yerlere göre ve layık olacak surette te'vîl olunur. Bu esas üzerinde olanlar bu hadisi iki türlü te'vîl ettiler: Biri Malik b. Enes ve diğerlerinin te'vilidir ki, hadisin manası; "Allah'ın rahme­ti, emri yahut melekleri iner" demektir. Nitekim tabi'ler hükümdarın emri­ni yerine getirdiklerinde, "sultan şöyle şöyle yaptı” denir. İkincisi bunun istiare üzere olmasıdır. Bunun da manası Allah'ın dua edenlere icabet ve lütufla ikbali ve teveccühüdür. Allah, yegane bilendir.

 

Bu konuda müteahhirîn ulemasından Buharî sarihi îbn Hacer'in şu sözlerini hatırlamakta da yarar vardır:

 

"Nüzul" kelimesinin manası üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüş­tür. Bunlar kelimenin zahiri ve hakiki manasını kabul etmişlerdir, bunlar müteşebbihedir. Bazıları bu mevzuda varid olan hadislerin sıhhatini inkar etmişlerdir, bunlar Havaric ve Mü'tezile'dir. îşin garib tarafı buna benzer Kur'an ayetlerini de te'vil etmişlerdir. Fakat bu gerçeği bildikleri halde, yap­tıkları inatlıktan başka bir şey değildir. Yahutta cehaletleri yüzünden bu ha­disleri inkar etmişlerdir. Bazıları da Allah Teala'yı keyfiyet ve teşbihten tenzih ederek hadisin manasını icmal suretiyle kabul etmişlerdir. Bunlar da sahabe ve tabiundan olan ekseri seleftir. Beyhakî'nin naklettiğine göre dört imam, Malik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Ebu Hanîfe ile Süfyan İbn Uyeyne ve'es-Sevrî, Hammad Ibn Zeyd ve İbn Seleme el-Evzaî, el-Leys ve diğer birçok imam bu görüştedir.[Fethu'l-Bari, III, 20.]

 

Hadis-i şerifte Cenabı Hak "dua, istek ve istiğfar" kelimelerini bir ara­da zikretmiştir. Oysa bu kelimeler mana itibariyle birbirine çok yakındır. Bu yüzden bu üç kelimenin bir arada zikredilişi ulemanın dikkatini çekmiş ve bu mesele üzerinde şöyle bir açıklamada bulunmuşlardır: "İstenilen bir şey ya zararın defi yahutta menfaatin celbine ait olur. Menfaat de dinî veya dün­yevî olmak üzere ikiye ayrılır. İşte metindeki istiğfar ile zararın define, is­tek ile dünyevî menfaatin celbine, dua ile de dinî menfaatin celbine işaret Duyurulmuştur. Burada duası kabul olmayan bir kimsenin aklına: "madem ki Allah gece kendisine dua eden bir kimsenin duasını mutlaka kabul ederdi de benim duamı niçin kabul etmedi?" diye bir soru gelebilir. Bu suale Aynî şu cevabı vermektedir: "Duanın kabul edilmemesi ya duanın şartlarından bazısına riayet edilmediği, yahut acele edildiği yahut da duası bir günaha ve sıla-i rahmi kesmeye ait olduğu içindir."