بَاب
الْفَتْحِ
عَلَى
الْإِمَامِ
فِي الصَّلَاةِ
158-159. Okurken
Takılan İmama (Cemaatten Birinin) Hatırlatma(sı)
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
الْعَلَاءِ
وَسُلَيْمَانُ
بْنُ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
الدِّمَشْقِيُّ
قَالَا
أَخْبَرَنَا
مَرْوَانُ بْنُ
مُعَاوِيَةَ
عَنْ يَحْيَى
الْكَاهِلِيِّ
عَنْ
الْمُسَوَّرِ
بْنِ يَزِيدَ
الْأَسَدِيِّ
الْمَالِكِيِّ
أَنَّ
رَسُولَ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ قَالَ
يَحْيَى
وَرُبَّمَا
قَالَ
شَهِدْتُ رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَقْرَأُ فِي
الصَّلَاةِ
فَتَرَكَ
شَيْئًا لَمْ
يَقْرَأْهُ
فَقَالَ لَهُ
رَجُلٌ يَا
رَسُولَ اللَّهِ
تَرَكْتَ
آيَةَ كَذَا
وَكَذَا
فَقَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
هَلَّا
أَذْكَرْتَنِيهَا
قَالَ
سُلَيْمَانُ
فِي
حَدِيثِهِ
قَالَ كُنْتُ
أُرَاهَا
نُسِخَتْ و
قَالَ
سُلَيْمَانُ
قَالَ
حَدَّثَنِي يَحْيَى
بْنُ كَثِيرٍ
الْأَزْدِيُّ
قَالَ حَدَّثَنَا
الْمُسَوَّرُ
بْنُ يَزِيدَ
الْأَسَدِيُّ
الْمَالِكِيُّ
Misver b. Yezid
el-Mâlikî'den rivayet edilmiştir ki: Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
(Râvi) Yahya dedi ki: (Bu cümleyi Misver): "Ben Resûllullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i gördüm ki" (şeklinde) rivayet etmiş de olabilir
namazda okurken bir âyeti terk etti, onu okumadı. Bunun üzerine adamın birisi
(namaz bitince): Ey Allah'ın Resulü, sen falan âyeti terk ettin, dedi.
Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de o kimseye: "Bana (o anda)
hatırlatsaydın ya?" cevabını verdi.
(Musannif Ebû Davud'un
hocalarından) Süleyman, kendi rivayetinde (o kimsenin): (Ya Resûlallah), ben o
âyetin neshedildiğini zannetmiştim, dediğini de ilâve etmiştir.
Ayrıca Süleyman Mervân
b. Muâviye'nin, Yahya b. Kesir'den onun da Misver'den hadisi (anane yoluyla
değil) tahdis yoluyla aldığını da haber vermiştir.
Diğer tahric: Ahmed b.
Hanbel, III, 407; V, 123
حَدَّثَنَا
يَزِيدُ بْنُ
مُحَمَّدٍ
الدِّمَشْقِيُّ
حَدَّثَنَا
هِشَامُ بْنُ
إِسْمَعِيلَ
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ شُعَيْبٍ
أَخْبَرَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
الْعَلَاءِ
بْنِ زَبْرٍ
عَنْ سَالِمِ
بْنِ عَبْدِ
اللَّهِ عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عُمَرَ أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
صَلَّى
صَلَاةً
فَقَرَأَ
فِيهَا
فَلُبِسَ
عَلَيْهِ
فَلَمَّا
انْصَرَفَ
قَالَ
لِأُبَيٍّ أَصَلَّيْتَ
مَعَنَا
قَالَ نَعَمْ
قَالَ فَمَا
مَنَعَكَ
Bize Yezîd b. Muhammed
el-Dımişkî tahdis etti. Dediki: Bize Hişam b. İsmail tahdis etti. (dediki:)
Bize Muhammed b. Şuayb tahdis etti, (dediki:) Bize Abdullah b. el-A'la b. Zebr,
Salim b. Abdullah'dan, (Salim de) Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi ki:
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) (birgün) sesli Kur'ân okuyarak namaz kıldırırken takıldı...
(Namaz’dan) çıkınca Ubeyy'e (hitaben): "Sen de namaz’ı bizimle beraber
kıldın değil mi?" buyurdu. (O da); "Evet" deyince,
"Öyleyse, niçin bana hatırlatmadın?" buyurdu.
AÇIKLAMA:
Bu hadis-i şerifi
el-Misver b. Yezid el-Malikî'den rivayet eden Yahya b. Kesir el-Kâhilî hadis-i
şerifin ilk cümlesini el-Misver'den nasıl duyduğunu kesinlikle
hatırlayamamaktadır. Kendi ifâdesine göre bu cümleyi el-Misver'den iki şekilde
işitmiş olması mümkündür:
1. "Resülullah
(s.a.v.) namazda bir âyeti terk etti" şeklinde.
2. "Resûlullah
(s.a.v.)'in namaz kıldırırken bir ayeti terk ettiğine şahid oldum"
şeklinde.
Bu rivayetler arasında
çok mühim bir fark vardır. İkinci rivayet şekli, râvi Misver'in hadiseye bizzat
şahit olduğunu ifâde eder. Bilindiği gibi böyle gözle görmeyi veya kulakla
işitmeyi ifâde eden rivâetler bu rivayeti nakleden râvinin sahâbî olduğunu
ortaya koyar. Halbuki bunun dışındaki ifâdelerde böyle bir mânâ yoktur. Ancak
râvi Yahya bu cümleyi Misver'den nasıl duyduğunu kesin olarak
hatırlayamadığından Misver'in sahâbî olup olmadığını buradan anlamak mümkün
değildir.
Hadisin sonundaki
Süleyman b. Abdurrahmân'a âit ilâveden anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem (s.a.v.),
namazda bir âyeti atladığını hatırlatan ve ismi açıklanmayan kimseye,
"Madem o âyeti okumayıp terk ettiğimi biliyordun da niçin o anda bana
hatırlatmadın, habrlatsaydm ya" deyince o zat:
Ben o âyeti
neshedildiği için okumadığınızı zannetmiştim diyerek Resûl-i Müctebâ Efendimize
bu soruyu yöneltmekteki maksadını açıklamıştır.
İbn Hibbân'ın
rivayetinden anlaşıldığına göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de
neshedildiği için değil de unuttuğu içni terk ettiğini söyleyerek o kimseye
istediği cevabı vermiştir.
Ancak hadisin sonundaki
bu ilâveyi Süleyman'dan başka bir kimse rivayet etmemiştir. Hadisin bu kısmı
"ferd hadis" niteliğindedir.
Nesh: Sözlükte, silmek,
yok etmek, değiştirmek birşeyi diğerinin yerine getirmek mânâlarına gelir.
Terim olarak bir kaç tarifi yapılmıştır. Bu tariflerden birisi neshin, hükmü
koyan açısından tarifidir ve şöyledir: "Nesh şer'î bir hükmün tatbikinin
sona erdiğini bildirmek demektir."
Mükellefler açısından
ise, "nesh, şer'î bir hükmün yürürlükten kaldırılarak yerine başka bir
hükmün konulmasıdır."
Bir hükmün geçerliğini
kaldıran yeni hükme nâsih, eski hükme de "mensûh" denir.
"Ben o âyetin neshedildiğini
zannetmiştim” sözünün manası, "eğer neshedilmediğini bilseydim o âyeti o
anda hatırlatırdım" demektir. Bu da sahâbe-i-kiramın imama takıldığı
yerlerde hatırlatmaya bu hâdiseden önce de alışkın olduklarını gösterir;
Nitekim Hâkim'in Enes'den rivayet ettiği şu hadis-i şerif de bunu ortaya
koymaktadır:
"Biz Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) devrinde namazda takıldıkları zaman imamlara
hatırlatırdık"[Hâkim, el-Müstedrek, I, 276.] Bütün bu rivayetler namaz
kıldırırken takılan bir imama arkasında bulunan cemaatin hatırlatmasının caiz
olduğuna delâlet eder. Ancak cemaatin takılan bir imama hatırlatmasının hükmü
ulema arasında ihtilaflıdır:
1. el-Mansur-u Billah'a
göre hatırlatma vâcibtir.
2. Şiî ulemâsına göre cemaatin
namazda takılan imama takıldığı âyeti hatırlatması müstehabtır. Nitekim Osman
b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Ömer, Atâ, Hasan el-Basrî, İbn Şîrîn. Nâfî,
Mâlik, Şâfıî, Ahmed ve İshak hazerâtı bu görüştedirler. Ancak bu âlimlere göre,
cemaat imama hatırlatmak için okuyacağı âyeti kıraat niyetiyle değil, sadece
imama hatırlatmak niyetiyle okumalıdır. Eğer imam namazın caiz olacağı kadar
kıraatta bulunduktan sonra yamlmışsa, hatırlatma yoluna gidilmez.
3. Eğer imam bir başka
âyete geçer de cemaat atladığı âyeti hatırlatırsa hatırlatan kimsenin namazı
bozulduğu gibi, imam bu kimsenin hatırlatmasına uyarak geri dönecek olursa,
imamın da namazı bozulur diyenler de olmuştur. Esasen imama hatırlatmanın
müstehab oluşu, zamm-i sûre ile ilgilidir. İmamın Fatiha okurken takılması
halinde hatırlatmanın hükmü vâcibtir.[el-Menhel, VI, 3.]
4. M. Zihni Efendi bu
mevzuda Hanefî mezhebinin görüşünü şöyle açıklıyor: "Kişi namaz içinde
kendi imamının dışında bir kimseye unuttuğu kıraati hatırlatırsa, namazı bozulmuş
olur. Çünkü bu bir tâlim etme işidir ki, zâruretsiz olarak halk sözüne benzer
bir sözle cevap verilmiş olur. Eğer tâlim kastedilmeyip de kıraat kast etmiş
olursa, namaz fasit olmaz. İmam da kendine uymamış olan bir kimseden takıldığı
yeri hatırlayacak olursa, namazı fasit olur...
Ancak kişinin imamının
takıldığı kıraati hatırlatması caizdir. Her ne kadar imam kıraattan farz olan
miktarını okumuş veya başka bir âyete geçmiş bulunsa da çünkü bunda hem imamın
hem de kendinin namazını ıslah vardır.
Cemaat kendisi ile
beraber olmayandan işitip de imamına hatırlatsa hepsinin namazı bozulması
gerekir. Çünkü hariçten telkin edilmiştir. Kıraat hatırlatmak imam yanıldığında
olur. Aslında namazda tutulan imama kıraatini hatırlatmak ona talim etmek
(öğretmek) demek olduğundan, namazı bozacağı kıyas gereği ise de, cemaatin
kendi imamına hatırlatması istihsan (gizli delil) gereğince caizdir ve namazı
bozucu değildir. Nitekim Nebi (s.a.v.) namazda "Mü'minûn" Suresini
okurken bir kelime atlamışlar imiş. Namazdan sonra:
"İçinizde Übeyy
yok muydu?" diye ashabdan en güzel okuyan zatı sormuşlar. Hz. Ubeyy,
"buradayım!" deyince Nebiimiz (s.a.v.):
"Namazda atladığım
kelimeyi bana hatırlatmalı değil miydin?" buyurmuşlar. Bunun üzerine
Übeyy:
"Ben o kelimenin
neshedilmiş olduğunu zannettim" deyince Peygamber Efendimiz cevaben:
"Eğer mensuh
olsaydı, size daha evvel bildirirdim" buyurmuşlardır. Hz. Ali de :
"İmam senin hatırlatmana muhtaç olursa hatırlat" buyurmuşlardır.
Eğer imam hatırlatılmaya muhtaç olur da hatırlatılmazsa, ihtimal ki imamın
dilinden namazı bozacak birşeyin çıkmasıyla hem imamın hem de cemaatin
namazları bozulabilir. Halbuki ona hatırlatmakla hem imamın hem de kendinin
namazı düzelmiş olur.
Ancak imam kıraatte
tutulunca hemen ona hatırlatmak mekruhtur. Zira belki kendisi az sonra
hatırlayabileceğinden lüzumsuz yere telkin olmuş olur. İmamın da okurken sükût
ederek durması ve cemaati hatırlatmaya zorlaması mekruhtur. Hatırlayamadığında
başka bir âyete geçer ve müstehab olan miktar yerine gelmişse hemen ruku'a
varır. Çünkü Nebiimiz (s.a.v.) Fâtiha'dan sonra Mü'minûn Sûresi'ni okudu ve
sonra Hz. Übeyy'e "atladığım kelimeyi hatırlatmalı değil miydin?"
dedi. Bu ifâde Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in farz miktarını aşmış olan kıraatte
olduğunu göstermektedir.[Nimet-i İslâm, s. 286 - 287.]
5. Mâlikîlere göre
kişi, kendi imamının dışında bir kimseye hatırlatacak olursa namazı bozulur.
6. Hanbelîlere göre
ise, kişinin kendi imamının dışında bir kimseye hatırlatması ile namazı mekruh
olur. "Bize Yahya b. Kesîr haber verdi" sözünden maksat şudur:
"Bilindiği gibi bu hadisi musannif Ebû Dâvûd, Muhammed b. ei-Alâ ve
Süleyman b, Abdirrahmafı ismindeki şeyhlerinden almıştır. Bunlardan Muhammed b.
el-Alâ bu hadisi "Mervân vasıtasıyla Yahya'dan" tabiriyle
"an'ane" lâfzıyle naklettiği halde, diğer şeyhi Süleyman,
"Mervân dedi ki bize Yahya b. Kesîr haber verdi" diyerek kesinlik^
ifâde eden "Haddesenâ = bize haber verdi" lâfzıyle nakletmiştir.
Musannif Ebû Davud'un bu sözü hadisin
sonuna ilâve etmekten maksadı,
"haddesena" lafzını kullanarak habçr veren şeyhi Süleyman'ın
rivayetinin "an'ane" tankıyla haber veren diğer şeyhi Muhammed'in
rivayetinden daha kuvvetli olduğuna dikkat çekmek ve Süleyman'ın rivayetinde
Yahya, babasına nisbet edilerek (Ibn Kesîr) diye künyelendirildiği halde,
Muhammed b. el-Alâ'nın rivayetinde mensub olduğu el-Kâhil kabilesine nisbet
edilerek "el-Kâhilî" diye vasıflandırılmış olduğunu belirtmektir.