SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALAT BAHSİ

<< 907 >>

بَاب الْفَتْحِ عَلَى الْإِمَامِ فِي الصَّلَاةِ

158-159. Okurken Takılan İmama (Cemaatten Birinin) Hatırlatma(sı)

 

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلَاءِ وَسُلَيْمَانُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الدِّمَشْقِيُّ قَالَا أَخْبَرَنَا مَرْوَانُ بْنُ مُعَاوِيَةَ عَنْ يَحْيَى الْكَاهِلِيِّ عَنْ الْمُسَوَّرِ بْنِ يَزِيدَ الْأَسَدِيِّ الْمَالِكِيِّ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَحْيَى وَرُبَّمَا قَالَ شَهِدْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقْرَأُ فِي الصَّلَاةِ فَتَرَكَ شَيْئًا لَمْ يَقْرَأْهُ فَقَالَ لَهُ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ تَرَكْتَ آيَةَ كَذَا وَكَذَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَلَّا أَذْكَرْتَنِيهَا قَالَ سُلَيْمَانُ فِي حَدِيثِهِ قَالَ كُنْتُ أُرَاهَا نُسِخَتْ و قَالَ سُلَيْمَانُ قَالَ حَدَّثَنِي يَحْيَى بْنُ كَثِيرٍ الْأَزْدِيُّ قَالَ حَدَّثَنَا الْمُسَوَّرُ بْنُ يَزِيدَ الْأَسَدِيُّ الْمَالِكِيُّ

 

Misver b. Yezid el-Mâlikî'den rivayet edilmiştir ki: Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (Râvi) Yahya dedi ki: (Bu cümleyi Misver): "Ben Resûllullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i gördüm ki" (şeklinde) rivayet etmiş de olabilir namazda okurken bir âyeti terk etti, onu okumadı. Bunun üzerine adamın birisi (namaz bitince): Ey Allah'ın Resulü, sen falan âyeti terk ettin, dedi. Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de o kimseye: "Bana (o anda) hatırlatsaydın ya?" cevabını verdi.

 

(Musannif Ebû Davud'un hocalarından) Süleyman, kendi rivayetinde (o kimsenin): (Ya Resûlallah), ben o âyetin neshedildiğini zannetmiştim, dediğini de ilâve etmiştir.

 

Ayrıca Süleyman Mervân b. Muâviye'nin, Yahya b. Kesir'den onun da Misver'den hadisi (anane yoluyla değil) tahdis yoluyla aldı­ğını da haber vermiştir.

 

 

Diğer tahric: Ahmed b. Hanbel, III, 407; V, 123

 

 

 

حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ مُحَمَّدٍ الدِّمَشْقِيُّ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ إِسْمَعِيلَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ شُعَيْبٍ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْعَلَاءِ بْنِ زَبْرٍ عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَّى صَلَاةً فَقَرَأَ فِيهَا فَلُبِسَ عَلَيْهِ فَلَمَّا انْصَرَفَ قَالَ لِأُبَيٍّ أَصَلَّيْتَ مَعَنَا قَالَ نَعَمْ قَالَ فَمَا مَنَعَكَ

 

Bize Yezîd b. Muhammed el-Dımişkî tahdis etti. Dediki: Bize Hişam b. İsmail tahdis etti. (dediki:) Bize Muhammed b. Şuayb tahdis etti, (dediki:) Bize Abdullah b. el-A'la b. Zebr, Salim b. Abdullah'dan, (Salim de) Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi ki:

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (birgün) sesli Kur'ân okuya­rak namaz kıldırırken takıldı... (Namaz’dan) çıkınca Ubeyy'e (hitaben): "Sen de namaz’ı bizimle beraber kıldın değil mi?" buyurdu. (O da); "Evet" deyince, "Öyleyse, niçin bana hatırlatmadın?" buyurdu.

 

 

AÇIKLAMA:    

 

Bu hadis-i şerifi el-Misver b. Yezid el-Malikî'den rivayet eden Yahya b. Kesir el-Kâhilî hadis-i şerifin ilk cümlesini el-Misver'den nasıl duyduğunu kesinlikle hatırlayamamaktadır. Kendi ifâdesi­ne göre bu cümleyi el-Misver'den iki şekilde işitmiş olması mümkündür:

 

1. "Resülullah (s.a.v.) namazda bir âyeti terk etti" şeklinde.

 

2. "Resûlullah (s.a.v.)'in namaz kıldırırken bir ayeti terk ettiğine şahid oldum" şeklinde.

 

Bu rivayetler arasında çok mühim bir fark vardır. İkinci rivayet şekli, râvi Misver'in hadiseye bizzat şahit olduğunu ifâde eder. Bilindiği gibi böyle gözle görmeyi veya kulakla işitmeyi ifâde eden rivâetler bu rivayeti nakle­den râvinin sahâbî olduğunu ortaya koyar. Halbuki bunun dışındaki ifâde­lerde böyle bir mânâ yoktur. Ancak râvi Yahya bu cümleyi Misver'den nasıl duyduğunu kesin olarak hatırlayamadığından Misver'in sahâbî olup olma­dığını buradan anlamak mümkün değildir.

 

Hadisin sonundaki Süleyman b. Abdurrahmân'a âit ilâveden anlaşılı­yor ki, Resûl-i Ekrem (s.a.v.), namazda bir âyeti atladığını hatırlatan ve ismi açıklanmayan kimseye, "Madem o âyeti okumayıp terk ettiğimi biliyordun da niçin o anda bana hatırlatmadın, habrlatsaydm ya" deyince o zat:

 

Ben o âyeti neshedildiği için okumadığınızı zannetmiştim diyerek Resûl-i Müctebâ Efendimize bu soruyu yöneltmekteki maksadını açıklamıştır.

 

İbn Hibbân'ın rivayetinden anlaşıldığına göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efen­dimiz de neshedildiği için değil de unuttuğu içni terk ettiğini söyleyerek o kimseye istediği cevabı vermiştir.

 

Ancak hadisin sonundaki bu ilâveyi Süleyman'dan başka bir kimse ri­vayet etmemiştir. Hadisin bu kısmı "ferd hadis" niteliğindedir.

 

Nesh: Sözlükte, silmek, yok etmek, değiştirmek birşeyi diğerinin yerine getirmek mânâlarına gelir. Terim olarak bir kaç tarifi yapılmıştır. Bu tarif­lerden birisi neshin, hükmü koyan açısından tarifidir ve şöyledir: "Nesh şer'î bir hükmün tatbikinin sona erdiğini bildirmek demektir."

 

Mükellefler açısından ise, "nesh, şer'î bir hükmün yürürlükten kaldırı­larak yerine başka bir hükmün konulmasıdır."

 

Bir hükmün geçerliğini kaldıran yeni hükme nâsih, eski hükme de "mensûh" denir.

 

"Ben o âyetin neshedildiğini zannetmiştim” sözünün manası, "eğer neshedilmediğini bilseydim o âyeti o anda hatırlatırdım" demektir. Bu da sahâbe-i-kiramın imama takıldığı yerlerde hatırlatmaya bu hâdiseden önce de alışkın olduklarını gösterir; Nitekim Hâkim'in Enes'den rivayet ettiği şu hadis-i şe­rif de bunu ortaya koymaktadır:

 

"Biz Resûl-i Ekrem (s.a.v.) devrinde namazda takıldıkları zaman imam­lara hatırlatırdık"[Hâkim, el-Müstedrek, I, 276.] Bütün bu rivayetler namaz kıldırırken takılan bir imama arkasında bulunan cemaatin hatırlatmasının caiz olduğuna delâlet eder. Ancak cemaatin takılan bir imama hatırlatmasının hükmü ulema arasında ihtilaflı­dır:

 

1. el-Mansur-u Billah'a göre hatırlatma vâcibtir.

 

2. Şiî ulemâsına göre cemaatin namazda takılan imama takıldığı âyeti hatırlatması müstehabtır. Nitekim Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Ömer, Atâ, Hasan el-Basrî, İbn Şîrîn. Nâfî, Mâlik, Şâfıî, Ahmed ve İshak hazerâtı bu görüştedirler. Ancak bu âlimlere göre, cemaat imama hatırlatmak için okuyacağı âyeti kıraat ni­yetiyle değil, sadece imama hatırlatmak niyetiyle okumalıdır. Eğer imam na­mazın caiz olacağı kadar kıraatta bulunduktan sonra yamlmışsa, hatırlatma yoluna gidilmez.

 

3. Eğer imam bir başka âyete geçer de cemaat atladığı âyeti hatırlatırsa hatırlatan kimsenin namazı bozulduğu gibi, imam bu kimsenin hatırlatma­sına uyarak geri dönecek olursa, imamın da namazı bozulur diyenler de ol­muştur. Esasen imama hatırlatmanın müstehab oluşu, zamm-i sûre ile ilgilidir. İmamın Fatiha okurken takılması halinde hatırlatmanın hükmü vâcibtir.[el-Menhel, VI, 3.]

 

4. M. Zihni Efendi bu mevzuda Hanefî mezhebinin görüşünü şöyle açık­lıyor: "Kişi namaz içinde kendi imamının dışında bir kimseye unuttuğu kı­raati hatırlatırsa, namazı bozulmuş olur. Çünkü bu bir tâlim etme işidir ki, zâruretsiz olarak halk sözüne benzer bir sözle cevap verilmiş olur. Eğer tâ­lim kastedilmeyip de kıraat kast etmiş olursa, namaz fasit olmaz. İmam da kendine uymamış olan bir kimseden takıldığı yeri hatırlayacak olursa, na­mazı fasit olur...

 

Ancak kişinin imamının takıldığı kıraati hatırlatması caizdir. Her ne ka­dar imam kıraattan farz olan miktarını okumuş veya başka bir âyete geçmiş bulunsa da çünkü bunda hem imamın hem de kendinin namazını ıslah vardır.

 

Cemaat kendisi ile beraber olmayandan işitip de imamına hatırlatsa hep­sinin namazı bozulması gerekir. Çünkü hariçten telkin edilmiştir. Kıraat hatırlatmak imam yanıldığında olur. Aslında namazda tutulan imama kıraatini hatırlatmak ona talim etmek (öğretmek) demek olduğundan, namazı boza­cağı kıyas gereği ise de, cemaatin kendi imamına hatırlatması istihsan (gizli delil) gereğince caizdir ve namazı bozucu değildir. Nitekim Nebi (s.a.v.) namazda "Mü'minûn" Suresini okurken bir kelime atlamışlar imiş. Namaz­dan sonra:

 

"İçinizde Übeyy yok muydu?" diye ashabdan en güzel okuyan zatı sormuşlar. Hz. Ubeyy, "buradayım!" deyince Nebiimiz (s.a.v.):

 

"Namazda atladığım kelimeyi bana hatırlatmalı değil miydin?" bu­yurmuşlar. Bunun üzerine Übeyy:

 

"Ben o kelimenin neshedilmiş olduğunu zannettim" deyince Peygam­ber Efendimiz cevaben:

 

"Eğer mensuh olsaydı, size daha evvel bildirirdim" buyurmuşlardır. Hz. Ali de : "İmam senin hatırlatmana muhtaç olursa hatırlat" buyurmuş­lardır. Eğer imam hatırlatılmaya muhtaç olur da hatırlatılmazsa, ihtimal ki imamın dilinden namazı bozacak birşeyin çıkmasıyla hem imamın hem de cemaatin namazları bozulabilir. Halbuki ona hatırlatmakla hem imamın hem de kendinin namazı düzelmiş olur.

 

Ancak imam kıraatte tutulunca hemen ona hatırlatmak mekruhtur. Zi­ra belki kendisi az sonra hatırlayabileceğinden lüzumsuz yere telkin olmuş olur. İmamın da okurken sükût ederek durması ve cemaati hatırlatmaya zorlaması mekruhtur. Hatırlayamadığında başka bir âyete geçer ve müstehab olan miktar yerine gelmişse hemen ruku'a varır. Çünkü Nebiimiz (s.a.v.) Fâtiha'dan sonra Mü'minûn Sûresi'ni okudu ve sonra Hz. Übeyy'e "atladı­ğım kelimeyi hatırlatmalı değil miydin?" dedi. Bu ifâde Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in farz miktarını aşmış olan kıraatte olduğunu göstermektedir.[Nimet-i İslâm, s. 286 - 287.]

 

5. Mâlikîlere göre kişi, kendi imamının dışında bir kimseye hatırlata­cak olursa namazı bozulur.

 

6. Hanbelîlere göre ise, kişinin kendi imamının dışında bir kimseye ha­tırlatması ile namazı mekruh olur. "Bize Yahya b. Kesîr haber verdi" sö­zünden maksat şudur: "Bilindiği gibi bu hadisi musannif Ebû Dâvûd, Muhammed b. ei-Alâ ve Süleyman b, Abdirrahmafı ismindeki şeyhlerinden almıştır. Bunlardan Muhammed b. el-Alâ bu hadisi "Mervân vasıtasıyla Yahya'dan" tabiriyle "an'ane" lâfzıyle naklettiği halde, diğer şeyhi Süley­man, "Mervân dedi ki bize Yahya b. Kesîr haber verdi" diyerek kesinlik^ ifâde eden "Haddesenâ = bize haber verdi" lâfzıyle nakletmiştir. Musan­nif Ebû  Davud'un bu  sözü hadisin  sonuna ilâve etmekten  maksadı, "haddesena" lafzını kullanarak habçr veren şeyhi Süleyman'ın rivayetinin "an'ane" tankıyla haber veren diğer şeyhi Muhammed'in rivayetinden da­ha kuvvetli olduğuna dikkat çekmek ve Süleyman'ın rivayetinde Yahya, ba­basına nisbet edilerek (Ibn Kesîr) diye künyelendirildiği halde, Muhammed b. el-Alâ'nın rivayetinde mensub olduğu el-Kâhil kabilesine nisbet edilerek "el-Kâhilî" diye vasıflandırılmış olduğunu belirtmektir.