DEVAM: 143-144. Rüku'
Ve Secdede Belini Düz Tutmayan'ın Namazı
730
حَدَّثَنَا
الْقَعْنَبِيُّ
حَدَّثَنَا أَنَسٌ
يَعْنِي
ابْنَ
عَيَّاضٍ ح و
حَدَّثَنَا
ابْنُ
الْمُثَنَّى
حَدَّثَنِي
يَحْيَى بْنُ
سَعِيدٍ عَنْ
عُبَيْدِ
اللَّهِ
وَهَذَا
لَفْظُ ابْنِ
الْمُثَنَّى
حَدَّثَنِي
سَعِيدُ بْنُ
أَبِي
سَعِيدٍ عَنْ
أَبِيهِ عَنْ
أَبِي هُرَيْرَةَ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
دَخَلَ
الْمَسْجِدَ
فَدَخَلَ
رَجُلٌ
فَصَلَّى
ثُمَّ جَاءَ
فَسَلَّمَ عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَرَدَّ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
عَلَيْهِ
السَّلَامَ
وَقَالَ
ارْجِعْ
فَصَلِّ فَإِنَّكَ
لَمْ تُصَلِّ
فَرَجَعَ
الرَّجُلُ فَصَلَّى
كَمَا كَانَ
صَلَّى ثُمَّ
جَاءَ إِلَى
النَّبِيِّ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَسَلَّمَ
عَلَيْهِ
فَقَالَ لَهُ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَعَلَيْكَ
السَّلَامُ
ثُمَّ قَالَ
ارْجِعْ فَصَلِّ
فَإِنَّكَ
لَمْ تُصَلِّ
حَتَّى فَعَلَ
ذَلِكَ
ثَلَاثَ
مِرَارٍ
فَقَالَ
الرَّجُلُ
وَالَّذِي
بَعَثَكَ
بِالْحَقِّ
مَا أُحْسِنُ
غَيْرَ هَذَا
فَعَلِّمْنِي
قَالَ إِذَا
قُمْتَ إِلَى الصَّلَاةِ
فَكَبِّرْ
ثُمَّ
اقْرَأْ مَا تَيَسَّرَ
مَعَكَ مِنْ
الْقُرْآنِ
ثُمَّ ارْكَعْ
حَتَّى
تَطْمَئِنَّ
رَاكِعًا
ثُمَّ ارْفَعْ
حَتَّى
تَعْتَدِلَ
قَائِمًا
ثُمَّ
اسْجُدْ
حَتَّى
تَطْمَئِنَّ
سَاجِدًا
ثُمَّ
اجْلِسْ حَتَّى
تَطْمَئِنَّ
جَالِسًا
ثُمَّ
افْعَلْ ذَلِكَ
فِي
صَلَاتِكَ
كُلِّهَا
قَالَ الْقَعْنَبِيُّ
عَنْ سَعِيدِ
بْنِ أَبِي
سَعِيدٍ الْمَقْبُرِيِّ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
وَقَالَ فِي
آخِرِهِ
فَإِذَا
فَعَلْتَ
هَذَا فَقَدْ
تَمَّتْ صَلَاتُكَ
وَمَا
انْتَقَصْتَ
مِنْ هَذَا شَيْئًا
فَإِنَّمَا
انْتَقَصْتَهُ
مِنْ صَلَاتِكَ
وَقَالَ
فِيهِ إِذَا
قُمْتَ إِلَى الصَّلَاةِ
فَأَسْبِغْ
الْوُضُوءَ
Ebu Hureyre (r.a.)'den
nakledilmiştir: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescide girmiş onun arkasından
bir zat girerek namaz kılmış, sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
selam vermiş, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı almış ve o zata:
Dön de namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın" buyurmuştur. O zat dönerek
evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kılmış, sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'e gelerek selam vermiş Resulullah: "Ve aleykesselamu"
dedikten sonra: “Dön de (yeniden) kıl, zira sen namaz kılmadın" buyurmuş
ve bunu üç defa tekrarlamış, nihayet o zat: Seni hak (din) ile gönderen Allah'a
yemin ederim ki, ben bundan a'lasını beceremiyorum. Bana öğret, demiş,
Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Namaz'a kalktığın zaman
tekbir al. Sonra kolayına geldiği kadar Kur'an oku, sonra rüku' et ve organlar
yatışincaya kadar rükuda kal. Sonra başını kaldırarak iyice doğrul. Sonra
secdeye vararak (azalann) yatışıncaya kadar secde et. Sonra başını kaldır ve
(azalarını) yatışıncaya kadar otur ve bunu bütün namazlarında böyle yap"
buyurmuşlardır.
Ebu Davud dedi ki:
el-Ka'nebf'nin Saîd b. Ebt Saîd el-Makburî vasıtasıyle Ebu Hureyre (r. a.) 'den
naklettiğine göre (Resul-i Ekrem sözünün) sonunda, "Bunu (böyle) yaptığın
zaman namazın tamamdır. Bundan eksilttiğin şey kadar namazından eksiltmiş
olursun" buyurmuş. Sözünün başında ise, "Namaza kalktığın zaman
abdesti güzel al" buyurmuştur.
Diğer tahric: Buharî,
imam; Tırmızî, salat, isti'zan; Nesaî, iftitah, tatbîk, sehv, "ibn Mace,
ikame
AÇIKLAMA:
Resülullah (s.a.v.)'in
arkasından mescide giren zat Hallad b. Rafı (r.a.)'dir. Nesaî'nin rivayetinde
mescide giren kimsenin bedeviye benzediği ve gelişi güzel namaz kıldığı
zikrediliyorsa da bundan, gelen zatın Hz. Hallad'dan başka birisi olması icab
etmez. Ravi onu bedeviye benzetmiş olabilir. Hz. Hallad'ın kıldığı namaz
gündüz namazlarından biri imiş. Resülullah kendisine uç defa namazı yeniden
kıldırmış. Fakat Hallad (r.a.) üçünü de aynı şekilde hatalı olarak kılmış ve
bundan a'lasını yapamayacağını arz ederek ne şekilde kılması lazım geldiğini
Öğretmesi için Resul-i Ekrem (s.a.v.)'e ricada bulunmuş. O da kendisine bu
mevzuda lazım gelen talimatı hadistç beyan edildiği şekilde vermiştir. Hadisin
bu kısmı muhtelif şekillerde rivayet edilmiştir. Son olarak Resülullah
(s.a.v.), "Ve bunu bütün namazlarda böyle yap" buyurarak ondan sonra
kılacağı farz veya nafile namazlarda bu talimata göre hareket etmesini tavsiye
eylemiştir.
Ulema arasında
"Müsî' hadisi" diye bilinen bu hadis, birçok ihtilaflı meseleleri
ihtiva etmekte ve tarafların hepsi için delil olma niteliği taşımaktadır.
BAZI HÜKÜMLER
1. Müslümanın selamını
almak farzdır. Selam vermek ise, sünnettir. Bu hadis, ihtiyaç anında vaz-u
nasihat etmek selam almaktan daha mühimdir" diyenlerin aleyhine delildir.
Bu görüşü benimseyen kimseler hadisteki "Redde (reddetti)" fiilinin
manasını anlayamamış olacak ki, onu "selamı almadı" manasına kabul
etmiş ve ihtimal ki Resulullah (s.a.v.) onun selamını cehlinden dolayı bir
te'dib olmak üzere kabul etmemiştir. Bundan da selamı almamak suretiyle
te'dibin caiz olduğu anlaşılır" demiştir. Yahut hadisi burada rivayet
edilen şekliyle görmemiş başka rivayetine itimad etmiştir. Çünkü bir rivayette
hadisteki "redde" fiili zikredilmemiştir.
2. Hadiste "dön de
(yeniden) kıl" emrine bakarak Kadı İyaz "Cahilin ibadette bilmeyerek
işlediği fiiller doğru bile olsalar sahih ve kafi değillerdir." demişse de
onun bu sözü hadisten "namaz sahih olmadı" manası kast edilmiş
olmasına bağlıdır." Halbuki Ayni'nin beyanına göre, hadisten murad,
namazın kemal üzere kılınmamış olmasıdır. Çünkü hadisin bir rivayetinde
"Bunu yaptın mı, namazın tamam oldu demektir. Bundan noksan yaparsan
namazın da noksan kalır" buyrulmuştur. Noksan olarak kılınan namaza da
namaz hükmü verildiğine göre burada, "çünkü sen namaz kılmadın"
buyurulması, "istenildiği şekilde mükemmel olarak kılmadın" demektir.
Hasılı buradaki olumsuzluk ifadesi namazın zatına değil, sıfatına aittir. Eğer
Hallad (r.a.)'ın kıldığı namaz fasit olsaydı, Resulullah (s.a.v.)'in onunla
meşgul olması abes sayılırdı. Halbuki Resul-i Ekrem (s.a.v.) abesle iştigal
eden hiç bir kimsenin fiilini takrir buyurmamış ve kabul etmemiştir. Hanefiyye
ulemasından, İmam A'zam ile İmam Muhammed'in bu hadise bakarak rüku' ve
secdelerde tuma'ninet yani aza yerli yerine yerleşecek kadar durmak vacibtir,
bir rivayete göre sünnettir, dedikleri rivayet edilir. Fakat fıkıh ulemasının
ihtilaflarını beyan hususunda merci sayılan Tahavi bu hususta Hanefiyye uleması
arasında ihtilaf zikretmemiştir. Tahavi'ye göre Sevri, Evzai, Ebu Hanife, Ebu
Yusuf, Muhammed, Malik, Şafii, Abdullah b. Vehb ve bir rivayette Ahmed b.
Hanbel Hazretleri, "Rüku'un miktarı namaz kılanın sırtı dümdüz olacak
derecede eğilmek, secdenin miktarı da organlar yatışacak kadar secde halinde
kalmaktır. Namaz ancak bununla tamam olur" demişlerdir.
3. Namaza girmek ancak
tekbirle olur. Tekbir ittifakla farzdır.
4. Namazda kıraat
farzdır.
5. Resulullah
(s.a.v.)'in "sonra kolayına geldiği kadar. Kur'an oku" buyurması,
kıraatin mutlak surette farz olduğuna delildir. Bu hadis "Fatiha'yı okumak
farz değildir" diyen Hanefiyye ulemasının delilidir. Çünkü Fatiha'yı
okumak farz olsaydı, ta'lim makamında bulunan Resulullah (s.a.v.) onu
emrederdi.
Hattabi (319-388)
Resulullah (s.a.v.)'irr bu sözünün mutlak olduğunu, bundan Fatiha kast
edildiğini ve Fatihasız namaz caiz olamayacağını söylemiştir.
Nevevi (631-676)'de bu
hadisin Fatiha'ya hamledildiğini söyler. Çünkü hadiste "sonra kolayına
geldiği kadar Kur'an oku" buyurulmuştur. Herkesin kolayca öğrenip bildiği
sure ise Fatihadır.
6. Hadiste rüku' ile
sücud hakkında "aza yerleşinceye kadar" buyurulmuş olması, rüku ve
sücudda tume'ninetin, yani organlar sükunet bulup yatışincaya kadar durmanın
vacib olduğuna delalet eder.
7. Yine Hattabi
Resulullah (s.a.)'in, "bunu bütün namazlarında böyle yap" cümlesiyle
istidlal ederek namazın her rekatında rüku ve secde farz olduğu gibi kıraatin
de farz olduğunu söylemiş ve "kıyasla amel eden ulema, namaz kılan kimse
ilk iki rekatta okur, son iki rekatta ise tesbih eder, dilerse hiç birşey
okumaz" dediler ve bu mevzuda Ali b. Ebi Talib'den hadis rivayet ettiler.
Hz. Ali; "Namaz kılan kimse ilk iki rekatta okur, son iki rekatta ise,
tesbih eder" demiştir. Onlar bu hadisi Haris vasıtasıyla rivayet
etmişlerdir. Fakat ulema öteden beri Haris hakkında söz edegelmişlerdir. Şa'bi
onu ta'n etmiş ve kendisine yalancılık isnadında bulunmuştur. Sahih sahipleri
de ondan hadis rivayet etmemişlerdir. Hz. Ali'den böyle bir rivayet sahih
olarak gelmiş olsa bile, yine hüccet sayılmaz. Çünkü sahabeden bir cemaat bu
hususta ona muhaliftirler. Ebu Bekr, Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Aişe (r.anha)
ile başkaları bunlar arasındadır. Hattabi sözlerine şöyle devam etmektedir:
"Resulullah (s.a.v.)'in sünneti bu hususta tabi olmaya değer en güzel
hüccettir. Ubeydullah b. Ebi Rafi' vasıtasıyla Hz. Ali'den rivayet edilen bir
hadiste ise Hz. Ali
Cabir b. Semure
(r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste: "Son İki rekatta kıraati
hazfet" denilmiştir. Hz. Ali hadisinin Haris tarikına ta'n edildi ise,
aynı hadisi Abdurrezzak Musannef'inde Ma'mer yoluyla Zühri'den o da Ubeydullah
b. Ebi Rafi'den rivayet etmiştir. Bu rivayetlerde de, "Ali
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir: Acaba neden bu hadiste niyet, son oturuş ve ta'dil-i erkan
gibi bazı farzlarla son oturuştaki teşehhüd ve Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmek
gibi farziyyeti ihtilaflı bazı fiiller zikredilmemiştir?
Cevab: İhtimal o zat
bunları bildirdi, yahut Resulullah (s.a.v.) onları da beyan etmiş de ravi
hadisi ihtisar etmiştir. (Maksadlı olarak kısaltmıştır.)
8. Namazın rükünlerinden
birini ihlal eden kimsenin, o namazı yeniden kılması icabeder. Vaciblerden
birini yapmayana ise ihtiyaten yeniden kılmak müstehabtır.
9. Nafile bir ibadete
başlamak onu tamamlamayı gerektirir. Çünkü zahire bakılırsa, o zatın kıldığı
namaz nafile idi.
10. Hadis-i şerif emir
bilma'ruf ile nehiy anil münkeri tazammun eder.
11. Ta'lim, sertlik ve
katılık göstermeden yumuşaklıkla yapılmalıdır.
12. Maksat beyan
edilmelidir.
13. İmam cemaati ile
birlikte mescidde oturabilir.
14. Alime teslimiyet ve
inkıyat gerekir.
15. İnsan hata ve
taksiratını itiraf etmelidir.
16. Resulullah (s.a.v.)
güzel ahlak sahibiydi ve ashabına son derece iyi muamelede bulunurdu.
17. Kadı İyaz: "Bu
hadiste Farsça tercüme ile namaz kılmayı caiz görenler aleyhine delil vardır.
Zira Arapça olmayan şeye Kur'an denilmez" demiştir. Ayni, Kadi'nin bu
sözüne şöyle mukabele etmiştir: "Bu hilaf, Kur'an'ın yalnız manaya mı,
yoksa nazımla mananın ikisine birden mi isim olduğuna bağlıdır. Kur'an yalnız
mananın ismidir, diyenler Hak Teala Hazretlerinin geçen ümmetlerin kitaplarında
vardı" ayet-i kerimesini delil getirirler. Çünkü onların kitablarında
Kur'an Arabça değildi. Kadi'nin "zira Arabça olmayan şeye Kur'an
denilemez" sözü itiraz götürür. Çünkü Allah'ın Musa aleyhisselama
indirdiği Tevrat'a Kur'an denilir. Halbuki Tevrat Arabça değildir. İncil ile
Zebur da öyledir. Zira Kur'an Allah'ın zatı ile kaim tecezzi kabul etmeyen ve
ondan ayrılmayan kelamdır.
Şu kadar var ki Arabça
nazü olunca ona Kur'an denilmiş, Musa'ya inince Tevrat, İsa'ya inince incil,
Davud'a indiği zaman da Zebur ismi verilmiştir, ibarelerin muhtelif olması
muhtelif itibarlara göredir. Bize göre burada hata eden Kadı İyaz (r.a.) değil,
Ayni'nin kendisidir. Kadı'nin sözü doğrudur. Bunu Kur'an-ı Kerim'in ilmi
arifinden bile anlamak mümkündür. Şöyle ki Kur'an-i Kerim Peygamberimiz
Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimize Cibrü-i Emin vasıtasıyla indirilen ve
ondan bizlere tevatür yolu ile nakledilen nazm-i celildir. Tarif, efradını
cami, ağyarını mani olacaktır. İşte Kur'an-ı Kerim'in efradını cami, ağyarını
mani tarifi budur. Bu tarifte ağyarı meneden kayıtları tetkik edersek görürüz
ki, Kur'an Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimize indirilen kitabdır. Diğer
Peygamberlere indirilen kitaplar bu kayıtlarla tariften hariç bırakılmıştır.
Çünkü onlara Kur'an denilemez. Bu suretle Kur'an deyip de İncil veya Tevrat
anlamının önüne geçilmiştir. "Cibril-i emin vasıtasıyla indirilen"
diyoruz. Bu kayıtla da onun vasıtasıyla indirilmiş olmayan hadis-i kudsi ve
ehadis-i nebeviyye tarifin dışında bırakılmıştır. Onlar da Kur'an değildir.
Zira kudsi hadislerin manaları Allah tarafından olsa da, lafızları Peygamber
(s.a.v.) Efendimizindir. Nebevi hadislerin ise, hem lafzı, hem de manası
Resülullah (s.a.v.)'dendir. Kur'an'a gelince O'nun hem nazmı, hem de manası
Allah tarafındandır. Bu sebebledir ki O'na "Vahy-i metlüv" derler.
"Tevatür" kaydıyle de mütevatir olmayan bütün haberler Kur'an'ın
tarifinden çıkarılmıştır.
Görülüyor ki: Kur'an-ı
Kerim'i tarif için onu başkalarından ayıracak bir takım ihtizari kayıtlar
konulmuştur. Şu halde nasıl olur da İncil'e ve diğer semavi kitablara da Kur'an
denilebilir? Onlara da Kur'an denilseydi, bu tariften hariç bırakılır mı idi?
Kur'an'ın geçmiş
ümmetlerin kitaplarında bulunması iddiası doğru değildir. Çünkü müfessirin-i
kiramın beyanlarına göre, semavi kitablarda indirilen Kur'an'ın kendisi değil
zikridir. Yani ahir zaman Peygamberine Kur'an denilen pek mübarek ve bütün
dünyamızı ve ahiret hayatımızı cem' eden bir kitap indirileceği o ümmetlere de
bildirilmiş. Bu suretle Kur'an-ı Kerim'in namı, şanı indirilmesinden yüzlerce
yıl evvel dillere destan olmuştur. Yoksa bizzat Kur'an o dillerle de indirilmiş
değildir. Mezkur ayet Kur'an'ı medih sadedinde nazil olmuştur. Onu en mükemmel
şekilde medh-ü sena, indirilmesinden çok evvel indirileceğini haber vermekle
olur. "Kur'an-ı Kerim geçmiş ümmetlere de indirilmiştir" dersek, bu
sefer medh zemme dönüşür. Zira akıllı geçinen bazı kimseler derhal ileri
atılarak; "Allah haşa başka birşey bulamıyor mu ki, ikide bir temcid pilavı
gibi bu kitabı kulların önüne sürüyor? Biz bunu eskilerden öğrendik, okuduk,
tekrar indirmek abesle iştigal olmaz mı?" diyecekler.
Kur'an'ın zatullah ile
kaim bir sıfat olmasına gelince: Ayni merhumun da itiraf ettiği vecihle, o
tecezzi ve bölünme kabul etmez. Binaenaleyh onun kullara indirilmesi de mevzuu
bahis olamaz. Kullar ona imanla mükelleftirler. Bizi alakadar eden ciheti ise,
Nebi (s.a.v.) vasıtasıyla bizlere taalluku olan cihetidir. İşte biz buna Kur'an
diyoruz...
18. Alime bir mesele
sorulduğu zaman cevab verirken, alimin, soran için lüzumlu gördüğü başka bir
meseleyi anlatması müstehabtır. Bu bir nasihat ve irşad olur.
19. Emir bilmaruf
vazifesini ifa edene, karşısındakinin hatalı hareketi muvacehesinde sabırlı
davranmak müstehabdır. Bu onun yaptığına rıza göstermek manasına gelmez.
20. Resulullah
(s.a.v.)'in, Hz. Hallad'ın namazı kusurlu kıldığını gördüğü halde kusurlarını
söylemeyip namazı tekrar kılmasını emir buyurması, bazılarına göre bu hususta
kendisine vahy geldiği içindir. Her halde o zatın kendi bildiklerine aldanarak
işlediği kusurları te'dib ve irşad için söylememiş olsa gerektir. Nihayet
Hallad özür dileyerek kusurlarını söylemesini rica edince onu irşad
buyurmuştur. Nevevi'ye göre ise, kusurlarını birden bire söylememesi usulüne
uygun olarak kılınacak namazı kendisine iki defa kıldırması meselenin ehemmiyet
ve büyüklüğünü ona göstermek içindir. Vaktin geçmediğini görerek terkettiği
fiilleri kendisine ikaz etmek istemiştir. İbn Dakik el-İyd: "Takrir
buyurmak mutlak surette cevaza delil değildir. Onun cevaza delil olabilmesi
için ortada mani bulunmaması şarttır. Şüphesiz ki Hallad'ın namazı tekrar
kılmakla kendisini toparlayarak bu hususta verilecek talimatı kabule
hazırlanması, sual sorması, talimde acele etmek için bir manidir. Bu hususta,
zahiri hala yahut hususi bir vahye istinaden fırsatın kaçması tehlikesi
bulunmadığı Resulullah (s.a.v.)'ın malumu olmuştur" demektedir.
21. Namazda euzu
besmele çekmek, subhaneke yada veccehtu okumak, el bağlamak, intikal tekbirleri
almak, oturuş şekilleri, otururken elleri dizlerin üzerine koymak ve buna
benzer hadisde zikredilmeyen şeyler vacib değildir.