باب:
الاقتداء
بسنن رسول
الله صلى الله
عليه وسلم .
2. RESULULLAH S.A.V.'İN SÜNNETLERİNE UYMAK
وقول الله
تعالى:
{واجعلنا
للمتقين
إماماً} /الفرقان:74/:
قال: أئمَّة
نقتدي بمن
قبلنا، ويقتدي
بنا من بعدنا.
وقال ابن عون:
ثلاث
أحبُّهنَّ
لنفسي
ولأخواني: هذه
السنَّة أن يتعلَّموها
ويسألوا
عنها،
والقرآن أن
يتفهَّموه
ويسألوا عنه،
ويدَعوا
الناس إلا من
خير.
Allah Teala'nın "....Ve bizi takva sahiplerine önder kıl!''
(Furkan 74) ayeti. İmam Buhari bunu şöyle açıklamıştır: Bizleri bizden
öncekilere uyan ve bizden sonrakilerin de uyduğu önderler kıl. İbn Avn şöyle
demiştir: Kendim ve kardeşlerim için sevdiğim üç şey var: Bunlardan birincisi,
sünnet ki insanların öğrenmelerini ve onu sormalarını severim. Diğeri,
Kur'an'dır ki insanların onu anlamaya çalışmaları, hakkında soru sormaları,
üçüncüsü hayırda olması durumu hariç insanları kendi hallerine bırakmaktır.
حدثنا عمرو
بن عبَّاس:
حدثنا عبد
الرحمن: حدثنا
سفيان، عن
واصل، عن أبي
وائل قال: جلست
إلى شَيْبَة
في هذا
المسجد، قال:
جلس إليَّ عمر
في مجلسك هذا،
فقال: هممت أن
لا أدع فيها
صفراء ولا
بيضاء إلا
قسمتها بين
المسلمين،
قلت: ما أنت
بفاعل، قال:
لم؟ قلت: لم
يفعله
صاحباك، قال:
هما المرآن
يُقتدى بهما.
[-7275-] Ebu Vail şöyle demiştir: Bu mescidde (Kabe'de)
Şeybe ile birlikte oturdum. Şeybe bana "Senin bu oturduğun yerde Ömer
benimle birlikte oturdu ve
'Bu Kabe'de sarı (altın) ve beyaz (gümüş) namına ne varsa
Müslümanlar arasında taksim etmeyi düşündüm' dedi." Ben de ona "Bunu
yapamazsın" dedim. Ömer "Niçin?" diye sordu. Şöyle cevap verdim:
"Çünkü senin iki arkadaşın (Nebi s.a.v.
ve Eba Bekr) bunu yapmadılar" dedim. Ömer
"O ikisi kendilerine uyulan örnek şahsiyetlerdir" dedi.
حدثنا عليُّ
بن عبد الله:
حدثنا سفيان
قال: سألت
الأعمش فقال:
عن زيد بن وهب:
سمعت حذيفة
يقول:
حدثنا
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم : (أنَّ
الأمانة نزلت
من السماء في
جذر قلوب
الرجال، ونزل
القرآن
فقرؤوا القرآن،
وعلموا من
السنَّة).
[-7276-] Huzeyfe şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
bize bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:
"Emanet gökten insanların kalplerinin özüne inmiştir. Kur'an
nazil olmuş ve onlar Kur'an'ı okumuşlar, sünnetten öğrenmişlerdir."
حدثنا آدم بن
أبي إياس:
حدثنا شعبة:
أخبرنا عمرو
بن مُرَّة:
سمعت
مُرَّة
الهمداني
يقول: قال عبد
الله: إن أحسن
الحديث كتاب
الله، وأحسن
الهدي هدي
محمد صلى الله
عليه وسلم، وشرُّ
الأمور
مُحدَثاتُها،
و{إن ما
توعدون لآتٍ
وما أنتم
بمعجزين}.
[-7277-] Murre el-Hemedani'nin nakline göre Abdullah şöyle demiştir:
Sözün en güzeli Allah'ın kitabı, hidayetin en güzeli Muhammed'in
hidayeti, işlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkanlardır. Size vaad edilen
mutlaka gelecektir. Siz bunu önleyemezsiniz.
حدثنا مسدد:
حدثنا سفيان:
حدثنا
الزُهري، عن عبيد
الله، عن أبي
هريرة وزيد بن
خالد قالا:
كنا
عند النبيي
صلى الله عليه
وسلم فقال:
(لأقضيَنَّ
بينكما بكتاب
الله).
[-7278 - 7279-] Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid r.a. şöyle demişlerdir: Bir gün Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında bulunduğumuz bir sırada davalı ve
davacıya '1\ranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim" buyurdu.
حدثنا محمد
بن سنان: حدثنا
فُلَيْح:
حدثنا هلال بن
علي، عن عطاء
بن يسار، عن
أبي هريرة: أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال:
(كلُّ أمتي
يدخلون الجنة
إلا من أبى). قالوا:
يا رسول الله،
ومن يأبى؟
قال: (من
أطاعني دخل
الجنة، ومن
عصاني فقد أبى).
[-7280-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimin herbir ferdi -kaçınanlar hariç- cennete
girecektir" buyurmuştur. Orada bulunanlar
"Ya Resulallahi Kaçınan kimdir?"
deyince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"Bana itaat eden cennete girecektir, bana karşı gelen
kaçınmıştır" diye cevapladı.
حدثنا محمد
بن عبادة:
أخبرنا يزيد:
حدثنا سليم بن
حيَّان،
وأثنى عليه:
حدثنا سعيد بن
ميناء: حدثنا
أو سمعت: جابر
بن عبد الله
يقول:
جاءت
ملائكة إلى
النبي صلى
الله عليه
وسلم وهو
نائم، فقال
بعضهم: إنه
نائم، وقال
بعضهم: إن
العين نائمة
والقلب
يقظان،
فقالوا: إن
لصاحبكم هذا
مثلاً، فاضربوا
له مثلاً،
فقال بعضهم:
إنه نائم،
وقال بعضهم:
إن العين
نائمةً،
والقلب
يقظان،
فقالوا: مَثَلُهُ
كمثل رجل بنى
داراً، وجعل
فيها مأدبة
وبعث داعياً،
فمن أجاب
الداعي دخل
الدار وأكل من
المأدبة، ومن
لم يجب الداعي
لم يدخل الدار
ولم يأكل من
المأدبة،
فقالوا:
أوِّلوها له
يفقهها، فقال
بعضهم: إنه
نائم، وقال
بعضهم: إن
العين نائمة
والقلب
يقظان،
فقالوا: فالدار
الجنة،
والداعي محمد
صلى الله عليه
وسلم، فمن
أطاع محمداً
صلى الله عليه
وسلم فقد أطاع
الله، ومن عصى
محمداً صلى
الله عليه وسلم
فقد عصى الله،
ومحمد صلى
الله عليه
وسلم فرَّق
بين الناس.
تابعه
قتيبة، عن
ليث، عن خالد،
عن سعيد بن
أبي هلال، عن
جابر: خرج
علينا النبي
صلى الله عليه
وسلم .
[-7281-] Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: Bir gün melekler Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem uyurken kendisine geldiler. İçlerinden biri
"O uyuyor" dedi. Bir diğeri
"Gözü uyuyor ama kalbi uyanıktır" dedi. Melekler "Bu arkadaşınız
bir örnektir" dediler. İçlerinden biri "Onu örnek veriniz" dedi.
Bir diğeri "O uyuyor" dedi. Bazıları "Gözü uyuyor ama kalbi
uyanıktır" dediler. Melekler şöyle dediler:
O, bir ev yapıp, içinde ziyafet veren ve sonra halkı yemeğe davet
eden kimseye benzer. Davetçiye icabet eden eve girer ve ziyafetten yer.
Davetçiye uymayan eve girmez, ziyafetten yemez. Melekler
"Bunu ona tevil edin de anlasın" dediler. İçlerinden
birisi "O uyuyor" dedi. Bazıları "Gözü uyuyor ama kalbi
uyanıktır" dediler. Sonra hep birlikte
"Burada yer alan ev cennet, davetçi Hz. Muhammed'dir.
Muhammed'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Ona karşı gelen Allah'a karşı
gelmiştir. Muhammed insanların arasını ayırmıştır" dediler.
حدثنا أبو
نعيم: حدثنا
سفيان، عن
الأعمش، عن إبراهيم،
عن همَّام، عن
حذيفة قال: يا
معشر القرَّاء
استقيموا،
فقد سبقتم
سبقاً
بعيداً، فإن
أخذتم يميناً
وشمالاً، لقد
ضللتم ضلالاً
بعيداً.
[-7282-] Huzeyfe r.a. şöyle demiştir: "Ey kurra topluluğu! Dos-doğru
olunuz. Siz uzun bir mesafe aldınız. Eğer sağa ve sola saparsanız, büsbütün
sapıtmış olursunuz.
حدثنا أبو
كُرَيب: حدثنا
أبو أسامة، عن
بريد، عن أبي
بردة، عن أبي
موسى، عن
النبي صلى الله
عليه وسلم قال:
(إنما
مثلي ومثل ما
بعثني الله
به، كمثل رجل
أتى قوماً
فقال: يا قوم
إني رأيت
الجيش
بعينيَّ،
وإني أنا
النذير
العُريان،
فالنجاء،
فأطاعه طائفة
من قومه
فأدلجوا،
فانطلقوا على
مهلهم فنجوا،
وكذَّبت طائفة
منهم فأصبحوا
مكانهم،
فصبَّحهم
الجيش فأهلكهم
واجتاحهم،
فذلك مثل من
أطاعني فاتبع ما
جئت به، ومثل
من عصاني
وكذَّب بما
جئت به من
الحق).
[-7283-] Ebu Musa'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurmuştur:
"Benimle Yüce Allah'ın benimle birlikte gönderdiğinin benzeri
bir kavme gelen kimse gibidir. O kişi
'Ey topluluk! Ben orduyu iki gözümle gördüm.
Ben çıplak uyarıcıyım, kurtuluşa geliniz' der. Ona kavminden bir zümre itaat
eder ve gecenin ilk vaktinden yola çıkarlar. Acele etmeksizin yürürler ne
kurtulurlar. Bir zümre de yalanlar ve bulundukları yerde sabahı ederler.
Sabahleyin ordu karşılarına dikilir. Onları helak edip, kırıp geçirir. Bu bana
itaat edip, getirdiğime tabi olanla, bana karşı gelip, getirdiğim hakkı
yalanlayanın örneğidir."
حدثنا قتيبة
بن سعيد:
حدثنا ليث، عن
عقيل، عن الزُهري:
أخبرني عبيد
الله بن عبد
الله بن عتبة،
عن أبي هريرة
قال:
لمَّا
توفي رسول
الله صلى الله
عليه وسلم واستُخلف
أبو بكر بعده،
وكفر من كفر
من العرب، قال
عمر لأبي بكر:
كيف تقاتل
الناس، وقد
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم: (أمرت أن
أقاتل الناس
حتى يقولوا لا
إله إلا الله،
فمن قال لا
إله إلا الله
عصم مني ماله
ونفسه إلا
بحقه وحسابه
على الله).
فقال: والله
لأقاتلنَّ من
فرَّق بين الصلاة
والزكاة، فإن
الزكاة حقُّ
المال، والله
لو منعوني
عقالاً كانوا
يؤدُّونه إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم
لقاتلتهم على
منعه. فقال
عمر: فوالله
ما هو إلا أن
رأيت الله قد
شرح صدر أبي
بكر للقتال
فعرفت أنه
الحق.
قال ابن بكير
وعبد الله، عن
الليث:
عناقاً، وهو
أصح.
[-7284 - 7285-] Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem vefat edip, arkasından Ebu Bekir halife olunca, Araplardan bazıları
küfre geri döndü. Ömer, Ebu Bekir'e dedi ki:
"Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
'İnsanlar la ilahe illallah deyinceye kadar onlarla çarpışmakla emrolundum. La
ilah e illallah diyen benden malını ve -haklı bir gerekçe ile olması hariç-
canını korumuştur. Haklı bir gerekçe ile öldürülenin hesabı Allah'a aittir'
dediği halde sen insanlarla nasıl çarpışırsın?" Ebu Bekir şöyle cevap
verdi:
"Vallahi namazIa zekat! birbirinden
ayıranla çarpışacağım. Çünkü zekat malın hakkıdır. Allah'a yemin olsun ki bana
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e verdikleri zekat! vermezlerse bu
yüzden onlarla çarpışırım." Ömer
"Allah'a yemin olsun ki Yüce Allah'ın Ebu Bekir'in savaş
konusunda kalbine genişlik verdiğini gördüm ve anladım ki o hak üzeredir"
demiştir.
حدثني
إسماعيل:حدثني
ابن وهب، عن
يونس، عن ابن
شهاب: حدثني
عبيد الله بن
عبد الله بن
عتبة: أن عبد
الله بن عباس
رضي الله
عنهما قال:
قدم
عيينة بن حصن
بن حذيفة بن
بدر، فنزل على
بن أخيه
الحُرِّ بن
قيس بن حصن،
وكان من النفر
الذين يدنيهم
عمر، وكان
القرَّاء
أصحاب مجلس
عمر ومشاورته،
كهولاً كانوا
أو شبَّاناً،
فقال عيينة
لابن أخيه: يا
ابن أخي، هل
لك وجه عند هذا
الأمير
فتستأذن لي
عليه؟ قال:
سأستأذن لك
عليه، قال ابن
عباس: فاستأذن
لعيينة، فلمَّا
دخل قال: يا
ابن الخطاب،
والله ما
تعطينا الجَزْل،
ولا تحكم
بيننا
بالعدل، فغضب
عمر حتى همَّ
بأن يقع به،
فقال الحرُّ:
يا أمير المؤمنين،
إن الله تعالى
قال لنبيِّه
صلى الله عليه
وسلم : {خذ
العفو وأمر
بالعرف وأعرض
عن الجاهلين}.
وإن هذا من
الجاهلين،
فوالله ما جاوزها
عمر حين تلاها
عليه، وكان
وقَّافاً عند
كتاب الله.
[-7286-] Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b.
Bedr geldi ve kardeşinin oğlu el-Hurr b. Kays b. Hisn'ın yanına konakladı. - O,
Hz. Ömer'in yakın adamlarındandır. Kurra yaşlı veya genç Ömer'in meclisine
katılan. ve danişmalarda bulunduğu kimselerdendi.- Uyeyne kardeşinin oğluna
dedi ki:
"Ey kardeşimin oğlu! Senin bu emırin (halifenin) katında
herhangi bir itibarın var mı? Benim için izin istesen de onunla başbaşa
görüşsem?" dedi. el-Hurr "Senin için ondan izin isteyeceğim"
dedi. İbn Abbas şöyle dedi:
el-Hurr, Uyeyne için izin istedi. Uyeyne, Ömer'in huzuruna girince
"Ey Hattab'ın oğlu' Allah'a yemin olsun ki bize çok vermiyorsun ve
aramızda adaletle yönetimde bulunmuyorsun" dedi. Bu söz üzerine Ömer
kızdı. Hatta onu dövmeye kalkıştı. el-Hurr şöyle dedi:
"Ey mu'minlerin emıri! Yüce Allah Kur'an'da 'Sen af yolunu
tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir'(Araf 199) buyurmaktadır. Bu da
cahillerden biridir. Allah'a yemin olsun ki el-Hurr bu ayeti kendisine okuyunca
onu aşamadı. Ömer, Allah'ın kitabının hükmü nerede ise orada dururdu.
حدثنا عبد
الله بن
مسلمة، عن
مالك، عن هشام
بن عروة، عن
فاطمة بنت
المنذر، عن
أسماء بنت أبي
بكر رضي الله
عنهما أنها
قالت:
أتيت عائشة
حين خسفت
الشمس والناس
قيام، وهي
قائمة تصلي،
فقلت: ما
للناس؟
فأشارت بيدها
نحو السماء
فقالت: سبحان
الله، فقلت:
آيةٌ؟ قال
برأسها: أن
نعم، فلما
انصرف رسول
الله صلى الله
عليه وسلم حمد
الله وأثنى
عليه ثم قال:
(ما من شيء لم
أره إلا وقد
رأيته في
مقامي هذا،
حتى الجنة
والنار،
وأوحي إليَّ
أنكم
تُفتَنون في
القبور قريباً
من فتنة
الدجَّال،
فأما المؤمن
أو المسلم - لا
أدري أيَّ ذلك
قالت
أسماء -
فيقول: محمد
جاءنا
بالبيِّنات
فأجبناه
وآمنا، فيقال:
نم صالحاً
علمنا أنك
موقن، وأما
المنافق أو
المرتاب - لا
أدري أيَّ ذلك
قالت أسماء -
فيقول: لا أدري،
سمعت الناس
يقولون شيئاً
فقلته).
[-7287-] Fatıma bnt. el-Münzir'in nakline göre Esma bnt. Ebi Bekr şöyle
demiştir:
Güneş tutulduğu zaman Aişe r.anha'ya gelmiştim. İnsanlar ayakta
Aişe r.anha de ayakta namaz kılıyordu. Ben "İnsanların neyi var?"
diye sordum. Aişe r.anha eliyle göğe doğru işaret etti ve
"Sübhanallah!" dedi.
Ben "Mucize mi?" dedim. Aişe r.anha başıyla evet işareti
yaptı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazı bitirince, A1lah'a hamdetti
ve onu layık olduğu şekilde övdü. Sonra şöyle dedi: "Şu anda durduğum
yerde cennet ve cehennem ile ilgili olarak görmediğim hiçbir şey kalmadı gibi.
Yüce Allah bana vahiyle bildirdi ki sizler kabirlerde Deccal'in fitnesine yakın
bir fitneye uğrayacaksınız. mu'mine -veya Müslümana burada ravi Fatıma,
Esma'nın hangi kelimeyi kullandığım hatırlamadığını ifade etmiştir- gelince, o
şöyle der:
Muhammed bize delilleri getirdi. Biz ona icabet ettik ve iman
ettik. Kendisine "Salih bir kişi olarak uyu, senin inanmış olduğunu
biliyoruz" denir. Münafığa -veya şüphe duyan ravi Fatıma, Esma'nın hangi
kelimeyi kullandığım bilmiyorum demiştir- gelince o, "Bilmiyorum,
insanların bir şeyler dediğini işitmiştim. Ben de öyle söyledim"
diyecektir.
حدثنا
إسماعيل: حدثني
مالك، عن أبي
الزناد، عن
الأعرج، عن
أبي هريرة،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال:
(دعوني ما تركتكم،
إنما أهلك من
كان قبلكم
سؤالهم
واختلافهم
على
أنبيائهم،
فإذا نهيتكم
عن شيء فاجتنبوه،
وإذا أمرتكم
بأمر فأتوا
منه ما
استطعتم).
[-7288-] Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
"Sizi bıraktığım sürece beni kendi halime bırakınız. Çünkü
sizden öncekiler Nebilerine soru sordukları ve onlara çokça başvurdukları için
helak oldular. Size bir şeyi yasak ettiğim de ondan kaçınınız. Bir şeyi
emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar yapınız."
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Resullahın sünnetlerine uyma." Yani Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetlerini kabul edip, anlamına göre amel
etme. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözlerine gelince, bunların içinde
emir, yasak ve (birtakım şeyleri) haber verme vardır. Emir ve yasağın hükmü
ileride başlı başına gelecektir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
fiillerine gelince, onlar da yakında ayrı bir bölümde gelecektir.
"Yüce Allah'ın "Ve bizi takva sahiplerine önder
kıl!" ayeti. İmam Buhari bunu şöyle açıklamıştır: Bizleri bizden
öncekilere uyan ve bizden sonrakilerin de uyduğu önderler kıL." Taberi,
İbn Ebi Hatim'in, Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla nakillerine göre İbn Abbas ayeti
"Bizleri takva sahiplerine uyacakları önderler kıl" şeklinde tefsir
etmiştir. Taberi'nin ifadesi böyledir. İbn Ebi Hatim'in rivayetine göre ise
"Bizleri bize uyulması için hidayet önderleri kıl, bizleri sapıklık önderleri
kılma" şeklinde tefsir etmiştir. Zira Yüce Allah saadet ehli olanlara
"Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık"(Enbiya
73) buyurmaktadır. Bedbaht olanlar için de "Onları ateşe çağıran öncüler
kl/dık (Kasas 41) ifadesini kullanmaktadır. Taberl'nin tercihine göre onlar
muttakilere önder olmayı istemişler, Allah'ın muttakileri kendilerine önder
kılmasını istememişlerdir.
Abd b. Humeyd'in sahih bir senedIe nakline göre Katade
"Bizi takva sahiplerine önder kıl" ayetindeki "imam"
kelimesini hayırda lider ve yine hayırda kendilerine uyulan hidayet davetçileri
kıl şeklinde açıklamıştır. İbn Ebi Hatim'in Süddı vasıtasıyla nakline göre
ayetten maksat, bizi takva sahiplerine imam kıl demek değildir. Onlar şunu
istemektedirler:
Bizleri takva sahiplerine helal ve haram konusunda uyulan
önderler kıl.
"Kardeşlerim için." Hammad'ın rivayetinde bunun yerine
"ashabım için" ifadesi yer almaktadır. "Bu sünnet" bu
kelime ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoluna şahsi değil, bir tür ve
çeşit işareti yapılmaktadır. "İnsanların öğrenmelerini ve onu sormalarını
severim."
"Hayırda olması durumu hariç insanları kendi hallerine
bırakmaktır." Bu cümle çoğu eserlerde "dal" harfinin üstün
haliyle "yeda'u" şeklinde yer almaktadır. Fiil bu haliyle
"el-veda" kökündendir ki manası bırakmak, kendi haline terk etmek
demektir. Küşmıhenl'nin rivayetinde ise "dal" harfi sakin olarak
"dua" kökünden olmak üzere kelime "yed'u" şeklindedir.
Kirmanı şöyle demiştir: İbn Avn Kur'an hakkında
"yetefehhemuhu=onu anlamaya çalışıyorlar" fiilini kullanırken sünnet
hakkında "yeteallemuha = onu öğrenmeye çalışıyorlar" ifadesini
kullanmıştır. Sebebine gelince, genelde Müslüman Kur'an'ı daha ilk çocukluk
yıllarından itibaren öğrenir. Dolayısıyla ona Kur'an'ı öğrenme tavsiyesinde
bulunmaya gerek yoktur. Bundan dolayı İbn Avn onun manasını anlamaya çalışmayı
ve ifadesini kavramayı tavsiye etmiştir. İki farklı ifadenin kullanılmasının
sebebi şu da olabilir: Kur'an o zamanlar mushafın iki kapağı arasında
toplanmışken, sünnet henüz toplanmamıştı. İbn Avn sünnetin öğrenilmesiyle onu
peyderpey anlayabilmek için toplanmasını kastetmiştir. Oysa Kur'an böyle
değildir. Çünkü o mushafın iki kapağı arasında biraraya getirilmiştir.
Dolayısıyla Müslüman onu hemen anlamaya çalışmalıdır.
"Orada" yani Kabe'de "bir şey bırakmayayım."
İbn Battal şöyle demiştir:
Ömer, bu ifadeyle malın Müslümanların maslahatlarına taksim
edilmesini istemiştir. Şeybe kendisine Nebi s.a.v. ile ondan sonra gelen Ebu
Bekir'in bu konuya el atmamaları dolayısıyla onlara muhalefet etmesinin caiz
olmadığını bildirmiş ve onlara uymanın vacip olduğu kanaatini ifade etmiştir.
Bizim kanaatimize gelince, bu konudaki tamamlayıcı bilgi
şöyledir: Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in takriri, -değişiklik
yapmadığı şeyler devam edip gittiği için- onun hükmü mesabesindedir.
Dolayısıyla bu konuda ona uymak gerekir. Zira Yüce Allah'ın "Buna
uyun"(En'am 153) emrinin genelliği bunu göstermektedir. Ebu Bekr' e
gelince, onun bu işe el atmamış olması Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
sözünden ve uygulamasından yukarıda sözü edilen takrire aykırı bir şey görmemiş
olmasından dolayıdır. Şayet karşısına böyle bir delil çıksaydı, o bunu yapardı.
Özellikle halifeliği döneminde mal az olduğu için buna ihtiyacı varken mutlaka
yapardı. Ömer ise kendi halifelik döneminde mal çok olmakla birlikte ikinci
hadise yani Huzeyfe'nin emanet konusundaki hadisine evleviyetle değinmez. Bu
hadisin şerhi Fiten bölümünde geçmişti.
"İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkanlardır." Bu
ibarede yer alan "elmuhdesat" "muhdese" kelimesinin
çoğuludur. Muhdese, sonradan uydurulan, şeriatta aslı esası olmayan demektir.
Buna şeriat örfünde "bid'at" denilir. Şeriatın delalet ettiği aslı
olan şey ise bid'at değildir. Bid'at, şeriat örfünde dilin aksine kınanmıştır.
Çünkü dil açısından daha önce geçmiş bir örneğe benzemeksizin ortaya çıkan her
şeye -ister övülsün, ister kınansın- bid'at denir. "el-Muhdese"
konusunda da hüküm böyledir. Hz. Aişe radıyallahu aııha hadisinde yer alan
"Sonradan ortaya çıkan durum" hakkında da hüküm böyledir: Aişe r.anha
hadisi şöyledir: "Kim bizim bu yolumuzda onda olmayan bir şeyi uyduracak
olursa bu reddedilir." Bu hadisin açıklaması ve izahı Ahkam Bölümünde kısa
bir süre önce geçmişti. Cabir'in işaret edilen hadisinde "Her bid'at sapıklıktır"
buyurulmuştu. el-İrbad b. Sariye hadisinde ise "Sonradan uydurulan
şeylerden sakınınız. Çünkü her bid'at sapıklıktır" buyurulmuştur. Bu
hadisin baş tarafı "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize son derece
belağatli bir öğütte bulundu" şeklindedir. Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Ebu
Davud, Tirmizi rivayet etmişler, İbn Mace, İbn Hibban ve Hakim sahih olduğunu
belirtmişlerdir.(Ahmed b. Hanbel, Müsned, ıV, 126; Ebu Davud, Sünne; TIrmizi,
İlim)
Bu hadis mana açısından yukarıda işaret edilen Aişe r.anha
hadisine yakındır. Hadis, cevamiu'l-kelim örneklerinden biridir. İmam Şafii
şöyle demiştir: "Bid'at ikiye ayrılır; Güzel ve çirkin. Sünnete uygun olan
güzeldir, ona aykırı olan da kınanmıştır."
İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Sizler fıtrat üzere oldunuz.
İleride (bir şeyler) uyduracaksınız ve size de uydurulacak. Sonradan uydurma
bir şey gördüÇjÜnüzde ilk hidayete yapışınız."
Hadislerin tedvin edilmesi, Kur'an'ın tefsiri, sırf reyden
yararlanarak ortaya çıkarılan fıkhı meselelerin tedvini, sonra kalplerin
amellerine dair şeylerin tedvini. Bunlar, hep sonradan ortaya çıkan
şeylerdendir. Bunlardan birincisine (hadislerin tedvini) Ömer ve Ebu Musa tepki
göstermişlerdi, çoğunluk ise buna ruhsat vermişti. İkinciye (Kur'an'ın tefsiri)
gelince, Şa'bı gibi tabiun alimlerinden bir grup bunu reddetmişlerdir. Üçüncüye
gelince (fıkhı meselelerin tedvini) buna Ahmed b. Hanbel ve sayıca az bir zümre
tepki göstermişlerdir. Aynı şekilde Ahmed b. Hanbel'in ondan sonrakine tepkisi
de şiddetli olmuştur. Sonradan ortaya çıkan şeylerden birisi de dini esaslar
konusundaki sözlerin tedvinidir. Buna bazıları olumlu tavır takınırken,
bazıları karşı durmuşlardır. Buna olumlu bakanlar (Allah'ı başka bir şeye)
benzetecek dereceye düşmüşler, diğerleri ise inkarda ileri gidip, bunların
tamamını yok kabul etmişlerdir. Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Şafii gibi selef
bilginlerinin buna tepkisi şiddetli olmuştur. Onların, kelamcıları kınama
konusundaki ifadeleri meşhurdur. Bunun sebebi kelamcıların Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem ve ashabının söz etmedikleri konularda konuşmalarıdır. İmam
Malik'in "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir, Ömer döneminde heva
ve hevesten hiçbir şey yoktu -O, bununla Haricilerin, Rafızlıerin ve
Kaderiyenin bid'atlerini kastetmektedir.- Faziletli olan ilk üç nesilden sonra
gelenler tabiun ve etbau't-tabiın imamlarının inkar ettikleri bir çok konuda
geniş davranmışlar, bununla da yetinmeyerek dini meseleleri Yunan kelamı ile
birbirine karıştırmışlar, filozofların sözlerini asıl kabul ederek ona muhalif
olan haberleri tevil ile -çirkin bile kaçsa- bu asla bağlamışlardır. Sonra
bununla da yetinmemişler, tertip ettikleri şeyin ilimIerin en şereflisi ve en
önce öğrenilmesi gereken ilim olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Onlara göre
üzerinde ittifak ettikleri bu şeyleri kullanmayanlar avamdan olup, cahildirier.
Netice olarak mutluluğu elde edecek kişi, selef bilginlerinin yoluna yapışan ve
halefin uydurduklarından kaçınandır. Bu uydurma şeylere mutlaka yapışacaksa
ihtiyacı kadarıyla yetinsin ve birinciyi asıl hedef olarak alsın. Başarıya
ulaştıracak olan Yüce Allah'tır.
Ahmed b. Hanbel'in ceyyid bir isnadla nakline göre Gudayf b.
el-Haris şöyle demiştir: Abdulmelik b. Mervan bana şöyle bir haber gönderdi:
"Biz insanları Cuma günü minber üzerinde imamın ellerini kaldırması, sabah
ve ikindi namazından sonra cemaate va'zetmesi konusunda görüş birliği
oluşturduk." Gudayf şöyle demiştir:
Bahsettiğim bu iki mesele bence sizin bid'atlerinizin en bariz
olanıdır. Ben size bu iki konuda cevap verecek değilim. Çünkü Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu. "Herhangi bir kavim bir bid'atı ortaya
çıkarır çıkarmaz sünnetten onun kadar bir şeyi giderir. Bir sünnete yapışmak,
bir bid'atı ortaya çıkarmaktan daha hayırlıdır. "(Ahmed b. Hanbel 4, 105)
Bu sünnette aslı olan bir konuda sahabinin cevabı olunca, sünnette dayanağı
olmayan bir hususta ne cevap vereceğini zannedersin! Sünnete muhalif olan bir
şeyi içinde bulunduran şeye karşı ne tepki vereceğini düşünürsün!
"Ümmetimin herbir ferdi -kaçınanları yan çizenler hariç-
cennete girecektir." urada yer alan "........" fiili
"el=kaçındı / yanaşmadı / yan çizdi" anlamınadır. Ifadenin zahirinden
anlaşılan bu genelliğin sürekli olduğudur. Çünkü ümmetin herbir ferdi cennete
girmekten kaçınmaz. Zaten bundan dolayı orada bulunanlar "Kaçınanlyan
çizen/yanaaşmayan kimdir?" diye sormuşlardır. Buradan anlaşılıyor ki
cennete girmekten kaçınmanın onlara isnadı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
sünnetinden kaçınmanın -bu ona isyandır- mecazi anlatımıdır. Ahkam Bölümünün
baş tarafında "Her kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiştir"
şeklindeki Ebu Hureyre hadisi ve geniş bir açıklaması geçmişti.
"Melekler 'Bunu ona tevil edin de anlasın' dediler."
Tabir alimlerinin "Rüyada tabir yapıldı mı ona itibar edilir"
şeklindeki görüşleri, bu ifadeden alınmıştır demişlerdir. İbn Battal şöyle der:
"Bunu ona tevil edin" ifadesi rüyanın rüyada tabir edildiği üzere
olduğunu gösterir demişlerdir. Ancak bu tartışılır. Zira rüyayı gören Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve görülen melek olduğundan dolayı bu hükmün bu
olaya mahsus olma ihtimali vardır. Netice olarak bu başkaları hakkında geçerli
bir kuralalamaz.
"Muhammed' e itaat eden, AIlah'a itaat etmiş olur."
Çünkü o sözkonusu ziyafetin sahibinin elçisidir. Her kim bu davete icabet eder ve
o eve dahil olursa o ziyafetten yer. Bu da cennete girmenin kinayeli
anlatımıdır. Bunun açıklaması Sa'id'in rivayetinde daha önce geçmişti. O
rivayet şöyleydi:
"Sen ya Muhammed! Allah'ın Resulü! Kim sana icabet ederse
cennete girer. İslama giren cennete girer. Cennete giren orada bulunanlardan
yer."
"Eğer sağa veya sola saparsanız." Yani sözkonusu
duruma muhalefet ederseniz. Huzeyfe'nin ifadesi Yüce Allah'ın "Şüphesiz bu
benim doğru yolumdur. Buna uyun, (başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi
Allah 'ın yolundan ayırır"(En'am 153) ayet-i kerimesinden alınmıştır.
Merfu hükmünde olan bu Huzeyfe hadisi, muhacir ve ensardan ilk nesiin
faziletine işaret etmektedir. Zira onlar istikamet üzere yürümüşler, Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda şehit düşmüşler veya ondan sonra
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yolu üzere yaşamışlar, sonra şehit
düşmüşler ya da yataklarında vefat etmişlerdir.
Çıplak uyarıcı ile ilgili olan dokuzuncu Ebu Musa hadisinin
açıklaması Rikak Bölümünde Günahlardan Vazgeçme başlığı altında geniş bir
şekilde açıklanmıştı.
"Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr geldi." Yani Uyeyne
el-Fezari geldi. Bu Uyeyne sahabeden kabul edilmektedir. Uyeyne cahiliye
döneminde cesaret, cehalet ve katılıkla meşhurdu. Meğazi Bölümünde ondan söz
edilmektedir. Uyeyne daha sonra Mekke'nin fethinde Müslüman oldu ve Nebi s.a.v.
ile birlikte
Huneyn savaşında bulundu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
müellefe-i kulub ile birlikte ona bağışlarda bulundu.
Uyeyne'nin Ebu Bekir ve Ömer'le birlikte yaşadıkları bir olay
vardır. O Ebu Bekir' den bir toprak parçası istedi. Ömer ise bunu kabul etmedi.
İmam Buhari bu olayı et-Tarihu's-Sağir isimli eserinde zikreder. Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "el-ahmaku'l-muta' = itaat edilen ahmak"
adını verdi. Uyeyne Nebilik iddiasında bulunan Tulayha el-Esedl'ye uyanlardan
biriydi. Müslümanlar, mürtedlerle yaptıkları savaşta onlara galip gelince,
Tulayha firar etti, Uyeyne ise esir düştü. Ebu Bekir onu getirdi ve tövbe
etmesini istedi, o da tövbe etti. Uyeyne'nin Medine'de Hz. Ömer'in huzuruna
gelmesi durumu düzeldikten ve fetihlerde bulunduktan sonradır. Uyeyne' de
bedevilere mahsus katılık vardı.
"O, Ömer'in yakın adamlarındandır." Sözünün anlamı
şöyle izah edilir: Buhari bundan sonra bunun sebebini şöyle açıklar:
"Kurra" yani ibadete düşkün olan alimler "Ömer'in meclisine
gelip gidenlerdi." Bu ifade, el-Hurr'un da bu özelliklere sahip olduğunu
göstermektedir.
"Senin bu emırin (halifenin) katında herhangi bir itibarın
var mı?" Bu Uyeyne'nin katılıkları arasındadır. Çünkü "bu emir"
diyeceğine, "emırü'lmu'min!n" diyebilirdi. Fakat o büyüklerin
mertebelerini bilen biri değildi.
"Benim için izin istesen de onunla başbaşa görüşsem."
Zira Ömer evine çekildiği ve istirahat ettiği zamanlar hariç insanlardan
kaçınan bir halife değildi. Bundan dolayı Uyeyne'ye "Kendisiyle baş başa
kalabilmen için ondan izin isteyeceğim" demiştir. İbn Abbas dedi ki:
"O" yani el-Hurr, "Uyeyne için izin istedi."
Uyeyne içeri girince, "Ey Hattab'ın oğlu" dedi. Buradaki "Ey
Hattab'ın oğlu" ifadesi de Uyeyne'nin kaba davranışlarından biridir. Çünkü
"emıru'l-mu'minın" diyeceğine "Ey Hattab'ın oğlu" demiştir.
"Allah'a yemin olsun ki bize çok vermiyorsun" yani çok vermeyeceksin.
İfadede geçen "el-cezel" kelimesinin aslı, büyük miktarda odun
demektir. "Hatta onu dövmeye kalkıştı."
"........=onu aşamadı" cümlesinin manası, ayetin
delalet ettiğinin dışında bir şey yapmadı. Tam tersine onun gereğine göre amel
etti demektir. Bundan dolayı "Ömer, Allah'ın kitabının hükmü nerede ise
orada dururdu" ifadesini kullanmaktadır. Yani o Allah'ın kitabında
olanlarla amel eder ve onu bir yana bırakıp, daha ileri gitmezdi. Bu ifade
"Bu ayet muhkemdir" görüşünü taşıyan çoğunluğun yaklaşımını takviye
etmektedir. Taberi bu konuda selef alimlerinin görüşlerine yer verdikten sonra
-ki bunların arasında ayetin kıtal ayetiyle neshedildiği kanaatini taşıyanlar
bulunmaktadır.- Şöyle demektedir:
En doğru olanı ayetin mensuh olmadığıdır. Zira Yüce Allah
müşriklere meydan okuyarak Nebiine öğretisini bildirmektedir. Ayette neshe
delalet eden bir unsur yoktur. Sanki ayet Hz. Nebie müşriklerden savaşması
emredilmeyen kimselerle nasıl yaşayacağını tarif etmek için indirilmiştir ya da
bununla Müslümanlara eğitim verilmek istenmiş ve daha öncekilerin bağışlama vasfını
almaları emredilmiştir. Dolayısıyla bu, vacip olmayan hususlarda insanların
birbirleriyle nasıl yaşayacaklarının Yüce Allah tarafından öğretilmesidir.
Vacip olana gelince, bunu gerek yaparak, gerekse yapmayarak mutlaka yerine
getirmek gerekir.
Rağıb şöyle demiştir: "Af yolunu tut" ifadesinin
manası alması kolayolanı al demektir. Bazıları insanlara af ile muamele et
anlamına gelir demişlerdir. Buna göre mana, insanların fiillerinden ve
ahlaklarından sana kolayolanı külfetsiz olarak aL. Onlardan güçlerini bitirecek
olan şeyleri ve kendilerine zor olanları talep etme ki nefret edip kaçmasınlar
demek olur. Bu tıpkı "Kolaylaştmnız, zorlaştırmayınız" hadisi
gibidir.
"Sizi bıraktığım sürece ... " Yani sizleri herhangi bir
şeyi emredip, yasaklamaksızın kendi halinize bıraktığım sürece.
Bu emirden maksat, hakkında vaciplik veya haramlık iner
korkusuyla henüz vuku bulmamış şeyin hükmünü sormayı terk etmek ve çok soru
sormayı bırakmaktır. Zira bu, genellikle kargaşa ve inatlaşmaya götürür. Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu emri vermesinin bir başka sebebi mükelleflere
ağır gelecek bir cevap verilmesi endişesidir. Bu bazen o emre sarılmayı terke
ve neticesinde emre aykırı davranmaya sebep olur.
"Size bir şeyi yasak ettiğim de ondan kaçınınız."
Burada geçen yasaklık, bütün yasaklıkları kapsamaktadır. Bundan içki içmek
örneğinde olduğu gibi mükellefe zorla yaptırılan şeyler müstesnadır. Çoğunluğun
görüşü bu doğrultudadır. Bazıları bu görüşe muhalefet etmiş ve genelliği esas
alarak şöyle demişlerdir:
Bir günahı işlemeye yapılan zorlama o günahı mubah kılmaz. Ancak
doğru olanı, ortada geçerli bir zorlama olduğu takdirde sorumluluğun
olmadığıdır. Bazı Şafı alimleri bu hükümden zinayı istisna etmişler ve şöyle
demişlerdir:
Zina konusunda zorlama olacağını tasavvur etmek mümkün değildir.
Zira zorlama altında zina eden kimse adeta bu fiile devam etmek istiyor
gibidir. Aksi takdirde bir kimsenin sebepsiz yere cinselorganının sertleşmesi,
sonra ilişkiye zorlanması ve bunu nikahı olmayan bir kadınla
gerçekleştirmesinde herhangi bir mani yoktur. Böyle bir durum imkansız
değildir. Kişi zinayı kendi irade ve isteğiyle yaparsa zinakar olur. Netice
olarak zinaya zorlama tasavvur edilebilir. "İçki gibi haram olan bir şeyle
tedavi, susuzluğu gidermek ve boğaza dikilen bir lokmayı aşağıya indirmek caiz
değildir" diyenler delilolarak bunu göstermişlerdir. Şafil mezhebinde
sahih olan görüşe göre canı korumak amacıyla üçüncünün yani boğaza dikilen şeyi
haram olan bir içecekle aşağıya indirmenin caiz olduğudur. Bu durum, darda
kalan bir kimsenin ölü etini yemesine benzer. Haram nesneyle tedavi ise böyle
değildir. Zira o konuda yasaklık vardır. Müslim'in (Müslim, Eşribe) Vail'den
nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem içkinin deva değil,
hastalık olduğunu ifade etmiştir.
Ebu Davud'un (tıb) Ebü'd-Derda'dan nakline göre Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Haramla tedavi olmayınız" buyurmuştur.
Ebu Davud'un Ümmü Seleme'den naklettiği bir başka hadis şöyledir:
"Yüce Allah ümmetimin şifasını onlara haram kıldığı
şeylerde yaratmamıştır." Susuzluğa gelince, içki içmekle susuzluk gitmez.
Zira bu haram bir şeyle tedavi niteliğindedir. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir.
Gerçek olan şudur ki yasak olan şeyden kaçınma emri, -darda kalanın ölü eti
yemesi örneğinde olduğu gibi- yasak olan bir fiili işleme izni sözkonusu
olmadığı sürece genelliği üzeredir.
"Bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar
yapınız." Yani onu gücünüz yettiği oranda işleyiniz.
Nevevı şöyle demiştir: Bu cümle cevamiu'l-kelim örneklerindendir
ve İslamın kaidelerinden biridir. Birçok ahkam bu hükme dahildir. Namazın bir
rüknünü veya şartını yerine getirmekten aciz olan kimse, gücünün yettiği
kadarını yapar. Abdest, avret yerini örtme, Fatiha'nın bir kısmını ezberleme,
tamamını vermeye gücü yetmeyen kimselerin fitrenin bir kısmını vermesi, bir
mazerete dayalı olarak Ramazan' da orucunu bozan, sonra gün içinde oruç
tutabilecek güce sahip olan kimsenin günün kalan kısmında oruçlu durması. Daha
bunun dışında açıklaması uzun sürecek bir çok mesele buraya dahildir. Bir
başkası şöyle demiştir:
Hadise göre bazı şeyleri yapmaktan aciz olan kimseden gücünün
yettiğini yapması sorumluluğu düşürmez. Bazı fıkıh bilginleri bunu şöyle
formüle etmişlerdir:
Meysur (güç yeten hareket), ma'sur ile (zor olan şeyle) düşmez.
Aynı şekilde namazın bazı fiillerini yerine getirmeye gücü yetmeyen kimseden,
gücünün yettiği rükünleri yapmasının sorumluluğu düşmez.
Bu hadisten şari' tarafından yasaklık sabit olmadığı sürece
bütün eşyada aslolanın mubah olduğu sonucu çıkarılmıştır. Yine meseleleri
çoğaltmanın ve bu konuda derinlemesine gitmenin yasaklığı, bu hadise
dayandırılmıştır. Beğavı Şerhu's-Sünne isimli eserinde şöyle der:
Meseleler iki yönlüdür: Birincisi dini konulardan ihtiyaç duyulanları
öğretme tarzındadır. Bu caizdir hatta "Eğer bilmiyorsdnız, bilenlere
sorunuz" (Nahl 43) ayet-i kerimesi dolayısıyla bu, emredilmiştir.
Sahabilerin enfal, kelale ve başka konularda sordukları sorular bu tür
sorulardır. İkincisi soru sorarak karşı tarafı köşeye sıkıştırma ve yapmacık
davranma yollu sorulardır. Bu hadiste kastedilen bu tip sorulardır. Doğruyu en
iyi Yüce Allah bilir. Sözkonusu yaklaşımı hadiste bunu yasaklama ile ilgili
gelen ifadeler ve selefin kınaması teyit etmektedir. Ahmed b. Hanbel'in
Muaviye'den nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnsanı hataya
düşüren zor meseleleri sormayı yasaklamıştır."(Ahmed b. Hanbel, V, 435)
Evzaı şöyle demiştir:
Hadiste geçen "el-uğIut...' zor olan meselelerdir. Evzai de
şöyle demiştir: "Yüce Allah, kulunu ilmin bereketinden mahrum etmek
istediğinde onun diline yanıltıcı sorular sordurur. Ben bu kimseleri insanların
arasında ilmi en az olan güruh olarak gördüm." İbn Vehb'in na.kline göre
İmam Malik şöyle demiştir:
"İlimde riyakarlık, ilmin nurunu insanın kalbinden alıp
götürür." İbnü'l-Arabi ise şöyle der: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
döneminde soru sormanın yasaklığı, onlara ağır gelecek hükümlerin inebileceği
korkusuna dayanıyordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra artık
bu korkudan emin olunmuştur. Fakat selef bilginlerinden konuşmanın mekruhluğuna
dair gelen nakillerin çoğunluğu, henüz vuku bulmamış meselelerle
ilgilidir." İmam Malik şöyle der:
"Bu -alimler hariç- haram değilse mekruhtur. Alimler ise meseleleri
dallara ayırmışlar, hazır hale getirmişlerdir. Yüce Allah onlardan sonra
gelenleri bu hükümlerle yararlandırmıştır. Özellikle alimler gittikten ve ilim
yeryüzünde yok olduktan sonra.
Bir alim için mekruhluk, bu fiilin onu bundan daha önemli olan
şeyle ilgilenmekten alıkoyması durumunda sözkonusu olur. Dolayısıyla çok vuku
bulan şeyi nadiren meydana gelenlerden ayırmakta fayda vardır. Özellikle
öğrenilmesinin kolayolması açısından muhtasarlarda böyle davranmalıdır. Yardım
dilenecek tek varlık Yüce Allah'tır. Hadis-i şerif şu anda ihtiyaç duyulmayan
şeyi bırakarak acilen ihtiyaç duyulan daha önemli şeyle meşgulolmak gerektiğine
işaret etmektedir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adeta şöyle
buyurmaktadır:
Emredilenleri yapıp, yasak edilenlerden kaçınmalısınız. Henüz
vuku bulmamış şeylerin hükmünü sormakla meşgulolmak yerine bunlarla
meşgulolunuz.
Bir müslümanın Yüce Allah'tan ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'den gelen şeyleri araştırması, sonra bunları anlamak için çaba harcaması
ve ne anlama geldiği konusunda kafa yorması daha uygundur. Müslüman bundan
sonra öğrendikleriyle amel etmekle meşgulolur. Bunlar ilmi şeylerdense bunları
doğrulamakla ve hakikatine inanmakla meşgulolur. Şayet ameli hususlardan ise
bütün gücünü onları yapmak ve yapmamak noktasında harcar. Buna karşılık kişinin
ilgisi emir ve yasağı duyduğunda duyduğu şeyin gereğine göre ameletmekten yüz
çevirerek vuku bulması mümkün olan veya olmayan birtakım durumları öngörmeye
yönelikse işte bu, yasaklık kapsamına giren hareketlerdendir. Dinde ah karnı
derinlemesine öğrenmeye çalışmak ancak -cedel ve tartışma maksadıyla değil-
gereğince amel etmek maksadıyla olunca güzel bir fiil olarak kabul edilir.