SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

MÜRTED VE KAFİRLERDEN TEVBE İSTEME VE ONLARLA SAVAŞ

<< 2253 >>

باب: ما جاء في المتأولين.

9. TE'VİL EDİCİLER

 

قال أبو عبد الله: وقال الليث: حدثني يونس، عن ابن شهاب: أخبرني عروة بن الزبير: أن المسور بن مخرمة وعبد الرحمن بن عبد القاري أخبراه: أنهما سمعا عمر بن الخطاب يقول:

 سمعت هشام بن حكيم يقرأ سورة الفرقان في حياة رسول الله صلى الله عليه وسلم، فاستمعت لقراءته، فإذا هو يقرؤها على حروف كثيرة لم يقرئنيها رسول الله صلى الله عليه وسلم كذلك، فكدت أساوره في الصلاة، فانتظرته حتى سلَّم، ثم لبَّبْتُه بردائه أو بردائي، فقلت: من أقرأك هذه السورة؟ قال: أقرأنيها رسول الله صلى الله عليه وسلم، قلت له: كذبت، فوالله إن رسول الله صلى الله عليه وسلم أقرأني هذه السورة التي سمعتك تقرؤها، فانطلقت أقوده إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فقلت: يا رسول الله، إني سمعت هذا يقرأ بسورة الفرقان على حروف لم تقرئنيها، وأنت أقرأتني سورة الفرقان، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (أرسله يا عمر، اقرأ يا هشام). فقرأ عليه القراءة التي سمعته يقرؤها، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (هكذا أنزلت). ثم قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (اقرأ يا عمر). فقرأت، فقال: (هكذا أنزلت). ثم قال: (إن هذا القرآن أنزل على سبعة أحرف، فاقرؤوا ما تيسر منه).

 

[-6936-] Ömer (bin el-Hattab r.a.) şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatta olduğu günlerden birinde Hişam b. Hakim'in Furkan suresini okuduğunu işittim. Hişam'ın kıraatini dinledim, bir de ne göreyim bu sureyi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bana okutmadığı birtakım lehçelerle okuyordu. Az kalsın namazın içinde üzerine atılacaktım. Fakat selam verinceye kadar bekledim. Sonra selam verince ridasını -yahut ridamı- göğsünün üzerinde toparlayıp "Bu sureyi sana kim okuttu?" diye sordum. Hişam "Bu sureyi bana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem okuttu" dedi. Ona

 

"Yalan söylüyorsun. Valiahi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sureyi bana senin okumakta olduğundan başka türlü okuttu!" dedim ve onu yakasından tutarak Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanma götürdüm ve

 

"Ya Resulallah! Ben bunun Furkan suresini senin bana okutmadığın birtakım lehçelerle okurken işittim. Halbuki Furkan suresini bana bizzat sen öğretmiştin" dedim. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hişam 'ın yakasını bırak Ey Ömer!" buyurdu. Ona da:  "Hişam! Oku" diye emretti. Hişam da ona karşı benim kendisinden okuduğunu işittiğim kıraatle okudu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu sure böyle indirildi" buyurdu. Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana da " Ömer oku!" diye emretti. Ben de okudum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem

 

"Bu sure böyle indirildi" buyurdu. Bundan sonra da "Şüphesiz bu Kur'an yedi lehçe üzerine indi. Bundan hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyunuz!" buyurdu.

 

 

حدثنا إسحق بن إبراهيم: أخبرنا وكيع (ح). حدثنا يحيى: حدثنا وكيع، عن الأعمش، عن إبراهيم، عن علقمة، عن عبد الله رضي الله عنه قال:

 لما نزلت هذه الآية: {الذين آمنوا ولم يلبسوا إيمانهم بظلم). شق ذلك على أصحاب النبي صلى الله عليه وسلم، وقالوا: أينا لم يظلم نفسه؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (ليس كما تظنون، إنما هو كما قال لقمان لابنه: {يا بني لا تشرك بالله إن الشرك لظلم عظيم}).

 

[-6937-] Abdullah b. Mes'ud r.a. şöyle demiştir: "İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır"(En'am 82) ayet-i kerimesi indiğinde bu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabilerine ağır geldi ve

 

"Hangimiz nefsine zulmetmiyor ki!" dediler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem

 

"Bu sizin zannettiğiniz gibi değildir. O ancak Lokman'ın oğluna 'Yavrucuğum Allah'a ortak koşma! Doğrusu şjrk. büyük bir zulümdür"(Lokman 13) buyurduğu zulümdür" dedi.

 

 

حدثنا عبدان: أخبرنا عبد الله: أخبرنا معمر، عن الزُهري: أخبرني محمود بن الربيع قال: سمعت عتبان بن مالك يقول:

 غدا عليَّ رسول الله صلى الله عليه وسلم، فقال رجل: أين مالك بن الدخشن؟ فقال رجل منا: ذلك منافق، لا يحب الله ورسوله، فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (ألا تقولونه: يقول لا إله إلا الله، يبتغي بذلك وجه الله). قال: بلى، قال: (فإنه لا يوافي عبد يوم القيامة به، إلا حرَّم الله عليه النار).

 

[-6938-] İtban b. Malik r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gün yükseldiği vakit bana geldi. Evimin bir tarafında bize namaz kıldırdt. Bizimle birlikte namaz kılanlardan biri: "Malik b. Duhşun nerede?" dedi. Aramızdan bir kişi: "O AIlah'ı ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i sevmeyen bir münafıktır!" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

"Ona böyle demeyiniz! O 'la ilohe Wallah' diyor ve ununla da Allah'm rızasını istiyor" buyurdu. İtban için o sözü söyleyen kimse: "Evet öyledir" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Şu muhakkak ki kıyamet günü tevhid ile gelecek herbir kul üzerine Allah ateşi elbette haram kılmıştır" buyurdu.

 

 

حدثنا موسى بن إسماعيل: حدثنا أبو عوانة، عن حصين، عن فلان قال: تنازع أبو عبد الرحمن وحبَّان بن عطية، فقال أبو عبد الرحمن لحبَّان: لقد علمت ما الذي جرَّأ صاحبك على الدماء، يعني علياً، قال: ما هو لا أبا لك؟ قال: شيء سمعته يقوله، قال: ما هو؟ قال:

 بعثني رسول الله صلى الله عليه وسلم والزبير وأبا مرثد، وكلنا فارس، قال: (انطلقوا حتى تأتوا روضة حاج - قال أبو سلمة: هكذا قال أبو عوانة: حاج - فإن فيها امرأة معها صحيفة من حاطب بن أبي بلتعة إلى المشركين، فأتوني بها). فانطلقنا على أفراسنا حتى أدركناها حيث قال لنا رسول الله صلى الله عليه وسلم، تسير على بعير لها، وكان كتب إلى أهل مكة بمسير رسول الله صلى الله عليه وسلم إليهم، فقلنا: أين الكتاب الذي معك؟ قالت: ما معي كتاب، فأنخنا بها بعيرها، فابتغينا في رحلها فما وجدنا شيئاً، فقال صاحبي: ما نرى معها كتاباً، قال: فقلت: لقد علمنا ما كذب رسول الله صلى الله عليه وسلم، ثم حلف عليذ: والذي يحلف به، لتخرجنَّ الكتاب أو لأجرِّدنَّك، فأهوت إلى حجزتها، وهي محتجزة بكساء، فأخرجت الصحيفة، فأتوا بها رسول الله صلى الله عليه وسلم، فقال عمر: يا رسول الله، قد خان الله ورسوله والمؤمنين، دعني فأضرب عنقه، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (يا حاطب، ما حملك على ما صنعت). قال: يا رسول الله، ما لي أن لا أكون مؤمناً بالله ورسوله؟ ولكني أردت أن يكون لي عند القوم يد يدفع بها عن أهلي ومالي، وليس من أصحابك أحد إلا له هنالك من قومه من يدفع الله به عن أهله وماله، قال: (صدق، ولا تقولوا له إلا خيراً). قال: فعاد عمر فقال: يا رسول الله، قد خان الله ورسوله والمؤمنين، دعني فلأضرب عنقه، قال: (أو ليس من أهل بدر، وما يدريك، لعل الله اطَّلع عليهم فقال: اعملوا ما شئتم، فقد أوجبت لكم الجنة). فاغرورقت عيناه، فقال: الله ورسوله أعلم.

قال أبو عبد الله: خاخ أصح، ولكن كذا قال أبو عوانة: حاج، وحاج تصحيف، وهو موضع، وهشيم يقول: خاخ.

 

[-6939-] Fulan (Sa'd b. Ubade) şöyle anlatmıştır: Ebu Abdurrahman ile Hibban b. Atiyye birbiriyle çekişti. Ebu Abdurrahman, Hibban'a hitaben Hz. Ali'yi kastederek: "Yemin olsun, senin arkadaşlarını Müslüman kanı dökmeye cüretlendiren şeyin ne olduğunu -Hz. Ali'yi kastediyordu- biliyorum" dedi. Hibban "Neymiş o hadi söyle" dedi. Ebu Abdurrahman

 

"Söylerken işittiğim bir şey" dedi. Hibban "Neymiş o?" dedi. Ebu Abdurrahman şöyle cevap verdi: Hz. Ali dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni, ZUbeyr' i ve Ebu Mersed'i -ki üçümüz de süvari idik- (bir göreve) gönderdi. Bize "Hac bahçesine kadar gidiniz" buyurdu. -Ebu Seleme dedi ki:

 

Ebu Avane bu kelimeyi cim harfi ile birlikte "hac" şeklinde telaffuz etti.- "Çünkü o bahçede bir kadın bulacaksınız ki onunt-fcJnında Hatıb b. Ebi Beltea tarafından Mekke'deki müşriklere yazılmış bir sahifş vardır. O sahifeyi bana getiriniz!" buyurdu.

 

Ali r.a. şöyle devam etti: Bizler atlarımızı koşturarak süratle gittik. Sonunda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bize söylemiş olduğu yerde devesi üzerinde yol almakta olan bir kadına yetiştik. Hatıb, Mekkelilere Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendilerine doğru yürüyeceğini bildiren bir mektup yazmıştı. Kadına "Yanında bulunan mektup nerede?" dedik. Kadın

 

"Bende hiçbir mektup yoktur!" diye inkar etti. Biz kadının devesini çöktürüp, eşyası arasında mektubu aradık, fakat hiçbir şey bulamadık. İki arkadaşım "Biz bu kadında hiçbir mektup görmüyoruz" dediler. Hz. Ali dedi ki:

 

Ben de onlara "Yemin olsun ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hiç yalan söylemediğini biliyoruz" dedim. Bundan sonra Ali yemin ederek

 

"Adına yemin edilen Allah'ın adı üzerine yemin ederim ki ya bu mektubu çıkarırsın ya da elbiseni üzerinden çıkarıp, seni çırılçıplak soyarım" dedi.

 

Bunun üzerine kadın elini kuşanmakta olduğLL izannın bağına doğru uzattı ve oradan mektubu çıkarttı. Ali ile arkadaşları bu mektubu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e getirdiler. Ömer "Ya Resulallah' Bu zat Allah'a, Resulüne ve mu'minlere hiyanet etmiştir. Müsaade et bunun boynunu vurayım!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Hatıb' Bunu neden yaptın sebebi nedir?" buyurdu. Hatıb "Ya Resulallah! Ben AlIah'a ve Resulüne iman etmeyen bir kişi değilim. Fakat Kureyşlilerin yanında kendim için ailemi ve malımı korumama yarayacak bir minnettarlık eli olmasını istedim. Senin arkadaşların içerisinde herbir kişinin orada kendi kavminden ailesini, mallarını muhafaza edecek kimsesi olmayan yoktur dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hatıb doğru söyledi, onun hakkında hayırdan başka bir söz söylemeyiniz!" buyurdu. (Ali şöyle devam etti):

 

Ömer, Hatİb hakkındaki sözünü tekrarladı ve "Ya Resulallah! O, Allah'a, Resulüne ve mü minlere hıyanet etmiştir, müsaade et de boynunu vurayım!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Hatıb, Bedir'e katılanlardan değil midir? Ne biliyorsun belki Allahu Teala Bedir ehline muttali olmuştur. (Bundan sonra) dilediğinizi yapınız, ben sizler için cenneti vacip kılmışımdır buyurmuştur" dedi. Bu söz üzerine Hz. Ömer'in iki gözü yaşa boğuldu ve "Doğruyu en iyi Allah ve Resulü bilir" dedi.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Tevii Ediciler." Edeb Bölümünde "Din Kardeşini Tevile Dayanmaksızın Tekfir Eden Kimsenin• Kendisi Dediği Gibi Olur" başlığıyla, onu izleyen başlık altında tevile dayanarak din kardeşini tekfir edenin kafir olmadığı görüşünü benimseyen kimse ile bundan maksadın ne olduğu daha önce geçmişti. Kısacası bir Müslümanı tekfir eden kimsenin durumuna bakılır. Şayet bunu herhangi bir tevile dayanmaksızın söylüyorsa kınanmayı hak eder. Belki de asıl o kafir olur. Şayet bir tevile dayanarak söylüyorsa duruma bakılır. Yaptığı tevil geçerli değilse yine kınamayı hak eder. Ancak durumu küfür derecesine ulaşmaz. Tam terne ona nerede hatta ettiği açıklanır ve kendisine uygun bir şekilde böyle davranması yasaklanır.

 

Çoğunluğu oluşturan bilginlere göre bu kişi öncekisi gibi değildir. Bir kişi geçerli bir tevile dayanarak birisini tekfir ediyorsa kınanmayı hak etmez. Tam tersine doğruya dönünceye kadar kendisine delil getirilir. Bilginler şöyle derler:

 

Tevile dayanan herkes, yaptığı bu tevil ile mazurdur, tevili Arap dili açısından uygun ve ilmi bir desteği bulunduğu takdirde günaha girmez. İmam Buhari burada dört hadise yer vermiştir. Birinci hadis, Hz. Ömer hadisidir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Fezailu'I-Kur'an bölümünde geçmişti. Hadisin buradaki atılan başlıkla ilişkisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Hişam'ı yalanlaması, ridasını göğsünün üzerine toplaması ve ona vurmaya kalkışması nedeniyle Ömer' i azarlamaması, tam tersine yaptığı nakilden dolayı Hişam'ı doğrulayıp, inkarından dolayı Ömer' i mazur görmesi ve her iki kıraat tarzının caizliği noktasında delili açıklamaktan başka bir şey yapmaması sebebiyledir.

 

İkinci hadis İbn Mesud hadisidir. Bu hadisin açıklaması Mürtediere Tövbe Teklif Etme bölümünün ilk hadisi sadedinde geçmişti. Hadisin yukarıdaki başlık altına girmesi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabileri ayette geçen "zulüm" kelimesini genelliği üzere anlayıp, bütün günahları kapsar şeklinde yorumlamalarından dolayı muahaze etmemesi, tam tersine mazur görmesidir. Çünkü onların bu anlayışları, tevilde ağır basan bir husustur. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan sonra sahabilere problemi ortadan kaldıracak şekilde "zulüm"den maksadın ne olduğunu açıklamıştır. Bu bölümde yer alan üçüncü hadis, ltban b. Malik h?disidir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Namaz bölümünde el-Mesacid fi'I-Büyut başlığı altında geçmişti. Hadisin başlıkla ilişkisi ise Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Malik b. Duhşum hakkında konuşanları o ifadelerinden dolayı eleştirmemiş, tam tersine onlara İslam ahkamının batına göre değil, zahire göre icra edileceğini beyan etmiş olmasıdır. Hadiste "ela tekulunehu" ifadesi "zannetmiyor musunuz" manasındadır.

"Ale'd-dimai" yani Müslümanların kanlarını akıtmaya. Çünkü müşriklerin kanlarının akıtılması bilginlerin ittifakı ile mendubtur.

 

Hadiste geçen ...... bir kimseyi bir şeye teşvik ederken söylenilen bir sözdür. Bu ifadenin aslı şuna dayanmaktadır: İnsan bir sıkıntılı duruma düştüğünde babası yardımına koşar. Ona .........= baban olmaya" denildiğinde bunun manası, "Senin baban olmaz olsun! babasız kalasın. Bu meselede yardımcısı olmayan bir kimse gibi işi sıkı tut" demektir. Bu cümle daha sonra muhatabın ağzından çıkan söz veya yaptığı fiilin uzak bir ihtimal görüldüğünü ifade etmek için kullanılmaya başlamıştır.

 

"Ebu Avane, Hac bahçesi demiştir." Burada Musa'nın ifadenin doğrusunun "hah" şeklinde olduğunu bildiğine işaret edilmektedir. Neve{,ı şöyle demiştir: Bu, Ebu Avane'den kaynaklanan bir hatadır. Sanki o burayı "Zatu hac" adında bir başka mekanla karıştırmış gibidir. Zatu hac, Medine ile Şam arasında bulunan hacıların geçtikleri bir yerin adıdır. "Hah bahçesi" ise Mekke ile Medine arasında olup, Medine'ye yakın bir yerdir.

 

"Ya bu mektubu çıkarırsın ya da elbiseni üzerinden çıkarıp, seni çırılçlplak soyarım." Yani elbiselerini çıkarır, seni anadan uryan hale getiririm.

 

Bu kadının Müslüman veya kavminin dini üzere olup olmadığı noktasında ihtilaf edilmiştir. Bilginlerin çoğuna göre kadın kavminin dini üzerine idi. Bu kadın Mekke'nin fethi günü Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kanlarını heder ettiği kişilerin arasındaydı. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'ı ve ashabını hicveden şarkılar söylüyordu. "Fakat Kureyşlilerin yanında bir minnettarlık eli olmasını istedim." Yani ailemi ve malımı savunacağım bir minnettarlık olsun istedim.

 

"Ne biliyorsun belki Yüce Alf,ıh Bedir ehline muttali olmuştur." Bedir'e Katılanların Faziletlileri bölümünde bu cümle "Belki" sözcüğü ile değil de kesin bir ifade ile geçmişti. Bu konu ve "dilediğinizi yapınız" hadisinin manası hakkındaki açıklama geçmişti. Hadisten maksadın Bedir' e katılanların günahlarının -mesela bir farzı terk etmiş bile olsalar- bağışlanmış olduğu ve bununla hesaba çekilmeyecekleri anlamını teyid eden şeylerden birisi, Sehl b. el-Hanzaliye hadisinde yer alan Huneyn gecesi Müslümanlara bekçilik yapan Enes b. Ebi Mersed olayıdır. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Enes'e "(Bu gece) hiç binitinden aşağı indin mi?" diye sorunca, "Hayır, ancak tuvalet ihtiyacı müstesna" diye cevap vermiştir.

 

Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bundan dolayı sorumlu değilsin, ancak bir daha böyle yapma" buyurmuştur.(Ebu Davud, Cihad) Bu yaklaşım, Ebu Abdurrahman es-Süleml'nin anlayışına uygun düşmektedir. Söz konusu anlayışı Hz. Ali'nin, Harurılerin öldürülmesi konusunda söylemiş olduğu "Allahu Teala'nın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diliyle onları öldüren kimseler hakkındaki hükmünü size haber vermiş olsaydım, amel etmekten vazgeçerdiniz" ifadesi de teyid etmektedir. Bunun açıklaması daha önce geçmişti. Burada bazı salih amelleri yapmaya başlayan kimsenin birçok farizayı terk etmekten meydana gelen günahlara karşı duracak şekilde bol sevap elde edeceğine işaret vardır. İbn Battal, Ebu Abdurrahman es-Süleml'yi tenkid ederek şöyle demiştir:

 

Onun bu sözü kendi zannına dayanmaktadır. Çünkü Hz. Ali ilimde, fazilette ve dinde bilinen o derecesiyle birlikte ancak öldürülmesi gereken kimseyi katleder.

 

Kirmanı şöyle der: Onun maksadı şu olabilir: Hz. Ali bu kesin ifadeli hadisten kendisinin cennetlik olduğu sonucunu çıkarmış ve içtihadında hata etse bile kesinlikle bundan dolayı hesaba çekilmeyeceğini anlamıştır. Ancak bu değerlendirme tartışmaya açıktır. Zira müçtehidin içtihad ederken olanca gücünü sarfettiği takdirde yaptığı hatalar bağışlanmıştır ve bundan dolayı sevap elde eder. Müçtehid yaptığı içtihadda isabet ederse iki ecir kazanır. Gerçek şu ki Hz. Ali yaptığı savaşlarda doğru karar vermişti. Bundan dolayı yaptığı bütün içtihadlarda iki ecir elde edecektir. Buradan ortaya çıkıyor ki Süleml'nin anlayışı İbn Battal'ın da işaret ettiği üzere kendi zannına dayanmaktadır. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir.

Hadiste geçen ". ı..::.JJJI" gözyaşlarına boğuldu demektir.

 

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1. Bir mu'min salihlik açısından kesin olarak cennetlik olduğu söylenecek dereceye ulaşsa bile günaha düşmekten kurtulamaz. Çünkü Hatıb Allahu Teala'ın cenneti kendilerine vacip kıldığı kimselerden biriydi. Buna rağmen yukarıdaki olayda zikredilen hataya düşmüştür.

 

2. Bu hadis, Nebi s.a.v.'in "Dilediğinizi yapınız" emrini Bedir' e katılanlar her türlü günaha düşmekten korunmuşlardır şeklinde tevil edenlere tenkit mahiyetindedir.

 

3. Hadis günah işleyen Müslümanı tenkid edip, ebediyyen cehennemde kalacağını söyleyen ve böyle bir kimsenin kesinlikle azaba uğrayacağını ifade eden kimseye de red mahiyetindedir.

 

4. Hata eden bir kimsenin bunu inkar etmemesi, tam tersine iki günahı birden işlemiş olmamak için onu itiraf edip, özür dilemesi daha uygundur.

 

5. Gerçeği öğrenmek amacıyla sert konuşmak ve onu söyleyecek olan kimseyi korkutmak maksadıyla yapmayacağı şeyle kendisini tehdit etmek caizdir.

 

6. Casusluk yapan kimsenin gizlilik perdesini yırtmak caizdir. Hz. Ömer'in casusu öldürmek için izin istemesi ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ona sadece Hatıb'ın Bedir'e katılanlardan olduğunu söylemekle yetinmesi dolayısıyla Malikilerden bazı alimler casusun öldürülebileceği sonucunu çıkarmışlardır. Onlardan bazıları ise öldürmenin sözkonusu suçun tekerrür etmesi ile kayıtlı olduğunu söylemiştir. İmam Malik'ten nakledilen meşhur görüş ise casus hakkında devlet başkanının içtihadda bulunacağı yolundadır. Tahavi' Müslüman casusun kanının mubah olmadığı noktasında icma nakleder. Şafiiler veya fıkıh bilginlerinin çoğunluğu casusun ta'zir edileceği görüşündedirler. Bunlara göre casus, yüksek kademeden birisi ise affedilir. Evzai' ve İmam Ebu Hani'fe'ye göre casus canı yanacak bir şekilde cezalandırılır ve hapsi uzatılır.

 

7. Yüksek tabakaya mensup olan kimselerin hatalarını bağışlamak uygun bir harekettir. Taberi', Hatıb olayı ile bunu delil olarak kullananlara (Nebi s.a.v.'in Hatıb'ı affetmesi ileri sürdüğü mazeretindeWoğru olduğunu Allahu Teala'ın bildirmesi dolayısıyladır. Başkası böyle olamaz" diyerek cevap vermiştir. Kurtubi' ise bu hatalı bir zandır ifadesini kullandıktan sonra Allah'ın kulları hakkındaki hükümleri onların zahiri hallerine göre cereyan eder demiştir. Allahu Teala Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e huzurunda bulunan münafıkların durumunu haber vermiş, bununla birlikte Müslüman olduklarını izhar ettiklerinden dolayı öldürülmelerini mubah kılmamıştır. Zahiren Müslüman görünen herkes hakkındaki hüküm de böyledir. Bunlar hakkında İslam'ın ahkamı cereyan eder.

 

8. Bu hadiste Nebilik alametlerinden birisi yer almaktadır. O da bu konudaki rivayetlerde daha önce geçtiği üzere Allahu Teala Nebiine Hatıb'ın o kadınla ilgili olayını bildirmiş olmasıdır.

 

9. Toplumda önde gelen bir kişi devlet başkanına faydası Müslümanlara yönelik olan şahsi görüşünü sunabilir ve devlet başkanı da bu konuda muhayyer olur.

 

10.Asi olan kimseyi affetmek caizdir.

 

11. Asi dokunulmazlığını kaybeder. Bilginler ister mu'min, ister kafir olsun yabancı bir kadına bakmanın haram olduğu noktasında icma etmişlerdir. Hatıb olayındaki kadının isyanından dolayı haramlığı sakıt olmamış olsaydı, Hz. Ali onu soyup çırılçıplak etmekle tehdit etmezdi. Bu görüş İbn Battal'a aittir.

 

12. Bid'at ehli bazı kimselerin görüşlerinin aksine Allahu Teala'ın bütün günahları dilediği kimselerden bağışlaması mümkündür. Daha önce geçtiği üzere Hz. Aişe radıyaIIahu anha'nın iffetine iftira attı diye Mistah'a had cezası uygulanmıştır. Oysa o Bedir' e katılanlardan birisi idi ve işlemiş olduğu bu büyük günah bağışlanmamıştır. Buna karşılık Hatıb'ın suçu bağışlanmıştır ve buna gerekçe olarak onun Bedir'e katılanlardan birisi olduğu ifade edilmiştir. Bu probleme verilecek cevap "Bedir' e Katılanların Fazileti" bölümünde geçmişti. Buna göre Bedir'e katılan bir kişinin af konusu olan suçları had cezası kapsamına girmeyen fiillerdir. Hadisten onların daha sonra işledikleri günahların bağışlanmasının mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Bunun delili birçok haberde gelecek günahların bağışlanmasına dair yapılan duadır.

 

13. Hadisten Hz. Ömer'in nasıl terbiyeye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Buna göre devlet başkanından izin almadan onun huzurunda had cezası uygulamak ve bir kimseyi tedib etmek isabetli değildir.

 

14. Bu hadiste bir de Hz. Ömer'le bütün Bedir'e katılanların menkıbeleri yer almaktadır.

 

15. Sevinç anında ağlamak caizdir. Hz. Ömer'in o esnada ağlaması Hatıb hakkında söylediklerine duyduğu pişmanlık ve huşudan da kaynaklanmış olabilir.

 

 

SONRAKİ