باب:
الكفَّارة
قبل الحنث
وبعده.
10. KEFARETİN YEMİNİN BOZULMASINDAN ÖNCE VE SONRA VERİLİP
VERİLEMEYECEĞİ
حدثنا علي بن
حجر: حدثنا
إسماعيل بن
إبراهيم، عن
أيوب، عن
القاسم
التميمي، عن
زهدم الجرمي قال:
كنا
عند أبي موسى،
وكان بيننا
وبين هذا الحي
من جرم إخاء
ومعروف، قال:
فقدِّم
طعامه، قال: وقدِّم
في طعامه لحم
دجاج، قال:
وفي القوم رجل
من بني تيم
الله، أحمر
كأنه مولى،
قال: فلم يدن،
فقال له أبو
موسى: ادن،
فإني قد رأيت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يأكل منه،
قال: إني
رأيته يأكل
شيئاً قذرته،
فحلفت أن لا
أطعمه أبداً،
فقال: ادن
أخبرك عن ذلك،
أتينا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم في
رهط من الأشعريين
أستحمله، وهو
يقسم نعماً من
نعم الصدقة،
قال أيوب:
أحسبه قال:
وهو غضبان،
قال: (والله لا
أحملكم، وما
عندي ما
أحملكم عليه). قال:
فانطلقنا،
فأتي رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
بنهب إبل،
فقيل: (أين
هؤلاء
الأشعريون). فأتينا،
فأمر لنا بخمس
ذود غرِّ
الذُّرى، قال:
فاندفعنا،
فقلت لأصحابي:
أتينا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
نستحمله،
فحلف أن لا
يحملنا، ثم
أرسل إلينا
فحملنا، نسي
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يمينه،
والله لئن
تغفَّلنا
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يمينه لا
نفلح أبداً،
ارجعوا بنا
إلى رسول الله
صلى الله عليه
وسلم
فلنذكِّره
يمينه،
فرجعنا فقلنا:
يا رسول الله
أتيناك
نستحملك
فحلفت أن لا
تحملنا، ثم
حملتنا،
فظننا، أو:
فعرفنا أنك نسيت يمينك،
قال:
(انطلقوا،
فإنما حملكم
الله، إني والله
- إن شاء الله -
لا أحلف على
يمين، فأرى غيرها
خيراً منها،
إلا أتيت الذي
هو خير وتحللتها).
تابعه
حمَّاد بن
زيد، عن أيوب،
عن أبي قلابة،
والقاسم بن
عاصم الكليبي .حدثنا قتيبة:
حدثنا عبد
الوهَّاب، عن
أيوب، عن أبي
قلابة،
والقاسم
التميمي، عن
زهدم بهذا .حدثنا
أبو معمر:
حدثنا عبد
الوارث: حدثنا
أيوب، عن
القاسم، عن
زهدم بهذا.
[-6721-] Zehdem el-Cermİ şöyle demiştir: Bir seferinde
Ebu Musa'nın yanında bulunuyorduk. Bizimle Cerm kabilesinden olan şu mahalle
halkı arasında bir dostluk ve lütufkarlık vardı. Zehdem şöyle devam etti: Biz
Ebu Musa'nın yanında iken yemeği getirildi. Yemeğinin içinde tavuk eti de
takdim edildi. Bu topluluğun içinde Teymullah oğullarından yabancı kılıklı
kızıl bir adam vardı. Bu adam sofraya yanaşmadı. Ebu Musa ona 'Sofraya yanaş!
Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i tavuk etinden yerken görmüşümdür'
dedi. O kişi de "Ben tavuğu pis bir şey yerken gördüm, ondan tiksindim ve
ebediyyen tavuk eti yememeye yemin ettim" dedi. Ebu Musa ona şöyle dedi:
"Sofraya yanaş! Sana buna dair bir hadis nakledeyim. Bizler
Eş'arllerden bir topluluk içinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldik.
Maksadım kendisinden biz Eş'arllere deve vermesini istemekti. O ise zekat
develerinden bir bölük deveyi taksim etmekle meşguldü. -Ravi Eyyub Ben el-Kasım
et-Temiml'nin "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem öfkeli halde
idi" dediğini sanıyorum demiştir.- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"Valiahi ben sizleri taşıyacak develere sahip değilim, benim yanımda sizi
yükleyebileceğim deve yoktur" dedi. Ebu Musa şöyle devam etti:
Bu söz üzerine biz yürüdük, oradan ayrıldık. Bu sırada Resuluııah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e birtakım ganimet develeri getirildi. Bunun
üzerine "Eş'arller nerede? O Eş'arller nerede?" diye soruldu. Bizler
hemen geldik. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizlere beyazhörgüçlü beş tane
deve verilmesini emretti. Ebu Musa dedi ki: Biz develeri alıp yürüdük. Bu
sırada ben arkadaşlarıma şunları söyledim: Resulullah s.a.v.'e geldik, ondan bizlere
binek deve vremesini istedik .. O bizleri taşıyacak develere sahip olmadığına
yemin etti. Sonra bize haber gönderdi ve bize deve verdi. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem önceki yaptığı yeminini unuttu. Vaııahi biz Resulullah
s.a.v.'i gaflete getirip, yeminini unutturduk, biz ebediyyen iflah olmayız.
Haydin beraberce Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e dönün de kendisine
yapmış olduğu yeminini zikredip hatırlatalım! dedim. Bunun üzerine geriye
döndük ve "Ya Resulallah! Bizlere binek vermeni istemek maksadıyla sana
gelmiştik. Sen bize böyle develerinin olmadığına dair yemin ettin. Sonra bize
deve verdin. Bizler senin o yeminini unutmuş olduğunu zannettik veya bildik!
dedik. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Gidiniz! ancak Allah Sizlere bu imkanı bağışladı .. Ben
yemin ettim. Valiahi inşaailah ben bir şey üzerine yemin eder de ardından yemin
ettiğim şeyden başkasını daha hayırlı görürsem (o yemine bağlı kalmayıp)
mutlaka o daha hayırlı olduğuna kanaat ettiğim şeyi yaparım ve o yeminin
kefGretini verip onu çözerim. "
حدثني محمد
بن عبد الله:
حدثنا عثمان
بن عمر بن
فارس: أخبرنا
ابن عون، عن
الحسن، عن عبد
الرحمن بن
سمرة قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: (لا تسأل
الإمارة،
فإنك إن
أعطيتها من
غير مسألة
أعنت عليها،
وإن أعطيتها
عن مسألة وكلت
إليها، وإذا
حلفت على
يمين، فرأيت
غيرها خيراً
منها، فأت
الذي هو خير،
وكفِّر عن يمينك).
تابعه أشهل،
عن ابن عون.
وتابعه
يونس، وسماك
بن عطية،
وسماك بن حرب،
وحميد،
وقتادة،
ومنصور،
وهشام،
والربيع.
[-6722-] Abdurrahman b. Semura'nın nakline göre Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Sen (kendiliğinden) bir
görevi isteme' Eğer kendin istemeksizin sana görev verilirse o işte (Allah
tarafından) yardım görürsün. Eğer talebin üzerine sana görev verilirse işinde
yalnız bırakılırsın. Bir şeye yemin edip de başkasını daha hayırlı gördüğünde o
daha hayırlı olan işi yap ve yemininin kefaretini ver. "
Fethu'l-Bari Açıklaması:
İbnü'l-Münzir bu konuda şu açıklamayı yapmıştır: Rebi'a, Evzai,
İmam Malik, Leys ve -Rey ehli hariç- belli başlı beldelerdeki diğer fıkıh
bilginlerinin görüşü, yemini bozmadan önce kefaret vermenin geçerli olduğu
yönündedir. Ancak İmam Şafii bu hükümden oruç kefaretini istisna etmiş ve
"Oruç kefareti ancak oruç bozulduktan sonra verilebilir" demiştir.
Rey taraftarı olan bilginler ise "Yemini bozmadan kefaret vermek geçerli
değildir" demişlerdir. Tahavi onların görüşünü "Yemin ettiğiniz
takdirde yeminlerinizin kefareti işte budur"(Maide 89) ayetine
dayandırmıştır. Onlara göre ayetten maksat, "yemin edip, yemininizi
bozduğunuzda ... " demektir. Muhalif görüşte olan bilginler ise Tahavi'nin
yaklaşımını reddetmişler ve şöyle demişlerdir:
Tam tersine ayetin takdiri "yemin edip, yemininizi bozmak
istediğinizde ... " şeklindedir. Bundan daha uygun olanı ise şöyle
demektir: Ayetin takdiri bunlardan daha geneldir. Bu iki takdirden biri
diğerinden daha iyi değildir.
Bu bilginler bir de ayetin zahirine göre kefaret bizatihi
yeminle vacip olur demişlerdir. Yemini bozmadan önce kefaret vermenin caiz
olduğunu savunan bilginler ise kefaret bizatihi yeminle vacip olsaydı, yeminine
sadık kalan kimselerden kefaret, bilginlerin ittifakıyla saklt olmazdı diye
cevap vermişlerdir.
lyaz şöyle demiştir: Bilginler kefaretin sadece yemini bozmakla
vacip olduğu ve yemini bozduktan sonra ertelenmesinin caiz olduğu noktasında
ittifak etmişlerdir. İmam Malik, Şafii, Evzai ve Sevri yeminin bozulmasından
sonra kefaretin tehir edilmesini müstehap görmüşlerdir. lyaz şöyle devam eder:
Bazı Malikiler, günah olan yemin bozma kefaretinin onu bozmadan önce verilemeyeceğini
ifade etmişler ve bu tavrın, masiyete yardım anlamı taşıdığını ileri
sürmüşlerdir. Çoğunluk ise bu görüşü reddetmiştir.
İbnü'l-Münzir şu açıklamayı yapar: Çoğunluğun delili şudur: Ebu
Musa ve Abdurrahman hadislerindeki lafızların farklılığı, iki şeyden birisinin
muayyen olduğunu göstermez. Yemin edene iki şey emredilmiştir. Bunlardan
ikisini birden yaptığında kendisine emredileni yapmış olur. Haber, yemini
bozmadan önce kefaret verilemeyeceğini göstermediğine göre geriye bu konuda
akıl yürütmekten başka çare kalmaz.
Kadi İyad şöyle der: Kefaretin yemini bozmadan önceden
verilmesinin caizliği noktasındaki ihtilaf, onun yemini çözmek veya bozmaktan
kaynaklanan günahına kefaret vermek için ruhsat olduğu düşüncesine
dayanmaktadır. Çoğu nluğa göre kefaret, Allahu Teala'ın yapılan yemini çözmek
için getirdiği bir ruhsattır. Bundan dolayı o, yemini bozmadan önce de sonra da
verilebilir ..
Mazerl'nin bu konudaki görüşü şöyledir: Kefaret için üç şeyden
söz edilebilir:
a. Yemini etmeden önce. Bu durumda kefaret vermek bilginlerin
ittifakıyla geçerli değildir.
b. Yemin ettikten ve onu bozduktan sonra. Bu durumda bilginlerin
ittifakıyla kefaretini vermek caizdir.
c. Yemin ettikten sonra ve bozmadan önce bu durumda ihtilaf
sözkonusudur.
Bilginler "Siz/ere binmeniz için deve/er veren ben değilim.
Fakat Allah siz/ere bu deve/eri ihsan etmiştir" hadisi hakkında şöyle
demişlerdir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ifade ile onları minnet
altında bırakmak istememiş ve nimetin asli malikine izafe etmek istemiştir.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları develere yüklerken hiçbir rolünün
olmadığını söylemek istememiştir. Çünkü bunu isteseydi daha sonra "Allah'a
yemin ederim ki inşaailah (diye) yemin eder de sonra ondan daha hayırlısını
görürsem yeminimin kefaretini verir, o daha hayırlı o/anı yaparım ve kefaret
veririm" demezdL
Mazeri şöyle demiştir: "Siz/eri deve/ere Allah
yük/emiştir" sözünün manası şudur: Sizleri yüklediğim develeri bana veren
Yüce Aııahtır. O bunu yapmasaydı benim yanımda sizi yükleyeceğim hiçbir
şeyolmazdı. Bazı bilginler ise şöyle demişlerdir: Resulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in yeminini unutmuş olması da muhtemeldir. Unutan kimseye herhangi
bir fiil izafe edilmez. Ancak Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in daha önce
beyan ettiğimiz üzere Müslim'de yer alan "Valiahi onu unutmadım"
(Müslim, Eyman) şeklindeki açık ifadesi bu görüşü reddetmektedir. Bazı
bilginlere göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onları develere kendisinin
yüklemediği, bunu yapanın Allahu Teala olduğu ifadesinden maksat, onun
kendisine ihsan ettiği ganimete işarettir. Çünkü bu ganimet, Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in çabasıyla ele geçmediği gibi, kendisi onu istemiyordu ve
böyle bir beklenti içinde de değildi. Buna göre hadisin manası şöyle olmaktadır:
Sizleri develere ben yüklemedim. Çünkü ilk başta yanımda böyle bir imkan yoktu.
Fakat bize nasip ettiği ganimetten dolayı sizleri develere yükleyen Yüce
Aııah'tır ..