SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’R-RİKAK

<< 2141 >>

DEVAM: 51. CENNETİN VE CEHENNEMİN NİTELİKLERİ

 

حدثنا أبو اليمان: أخبرنا شعيب: حدثنا أبو الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة:

 قال النبي صلى الله عليه وسلم: (لا يدخل أحد الجنة إلا أري مقعده من النار لو أساء، ليزداد شكراً، ولا يدخل النار أحد إلا أري مقعده من الجنة لو أحسن، ليكون عليه حسرة).

 

[-6569-] Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır:

 

"Cennete girecek herkese cehennemdeki oturağı muhakkak gösterilecektir. Bu da şükrünün artması içindir. Cehenneme girecek herkese de güzel işler olaydı, cennetten olacak oturağı kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da kendisi aleyhine bir hasret olması içindir!"

 

 

حدثنا قتيبة بن سعيد: حدثنا إسماعيل بن جعفر، عن عمرو، عن سعيد ابن أبي سعيد المقبري، عن أبي هريرة رضي الله عنه أنه قال:

 قلت: يا رسول الله، من أسعد الناس بشفاعتك يوم القيامة؟ فقال: (لقد ظننت، يا أبا هريرة، أن لا يسألني عن هذا الحديث أحد أول منك، لما رأيت من حرصك على الحديث، أسعد الناس بشفاعتي يوم القيامة من قال: لا إله إلا الله، خالصاً من قبل نفسه).

 

[-6570-] Ebu Hureyre r.a. şöyle anlatmıştır: Bir keresinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e

 

"Ya Resulullah! Kıyamet gününde senin şefaatin en ziyade kime olacak?" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

 

"Ya Eba Hureyre! Hadis için sende gördüğüm hırs'a göre bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zaten tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kimse kalbinden ve gönlünden halis ve samimi olarak

 

'La ilahe illallah' diyen kimsedir" buyurdu.

 

 

حدثنا عثمان بن أبي شيبة: حدثنا جرير، عن منصور، عن إبراهيم، عن عبيدة، عن عبد الله رضي الله عنه:

 قال النبي صلى الله عليه وسلم: (إني لأعلم آخر أهل النار خروجاً منها، وآخر أهل الجنة دخولاً، رجل يخرج من النار حبواً، فيقول الله: اذهب فادخل الجنة، فيأتيها، فيخيل إليه أنها ملأى، فيرجع فيقول: يا رب وجدتها ملأى، فيقول: اذهب فادخل الجنة، فيأتيها فيخيل إليه أنها ملأى، فيرجع فيقول: يا ربي وجدتها ملأى، فيقول: اذهب فادخل الجنة، فإن لك مثل الدنيا وعشرة أمثالها، أو: إن لك مثل عشرة أمثال الدنيا، فيقول: أتسخر مني، أو: تضحك مني وأنت الملك). فلقد رأيت رسول الله صلى الله عليه وسلم ضحك حتى بدت نواجذه، وكان يقال: ذلك أدنى أهل الجنة منزلة.

 

[-6571-] Abdullah b. Mes'ud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

 

"Ben cehennem ehlinin cehennemden son çıkacak ve cennet ehlinin cennete son girecek alanını bilip duruyorum. Bu bir kimsedir kicehennemden emekliye emekliye çıkar. Allahu Teala ona 'Git, cennete gir!' buyurur. O kimse cennete uanr; ona öyle bir hal gelir ki cennet dopdoludur. ' Dönüp 'Ya Rab! Ben cenneti dopdolu buldum' der. Allah yine 'Git, cennete gir' buyurur. O kimse cennete uanr, yine cennet ona dopdolu gibi hayal ettirilir. Dönüp 'Ya Rab! Ben cenneti dopdolu buldum!' der. Allah ona 'Git, cennete gir! Dünya kadar ue dünyanın on misli kadar yer senindir -yahut dünyanın on misli kadar yer senindir!-' buyurur. O kul 'Sen yegane melik olduğun halde benimle alay mı ediyorsun -Yahut bana gülüyor musun?-' der."

 

Ravi dedi ki: (Bu ilahi vaadi o kimse alayolarak değerlendirdiği için) vallahi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gerideki dişleri belirinceye kadar güldüğünü gördüm. Sahabiler arasında "Cennet ehlinin en aşağı makam sahibi işte bu kimsedir!" denilirdi.

 

 

حدثنا مسدد: حدثنا أبو عوانة، عن عبد الملك، عن عبد الله بن الحارث ابن نوفل، عن العباس رضي الله عنه:

 أنه قال للنبي صلى الله عليه وسلم: هل نفعت أبا طالب بشيء.

 

[-6572-] Abbas'ın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e

 

"Sen amcan Ebu Talib'e herhangi bir şeyle fayda verdin mi?' diye sorduğu nakledilmiştir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Bi küfrihinne" yani nankörlükleri sebebiyle. Bu hadisin geniş bir açıklaması Küfranu'l-Aşır başlığı altında geçmişti. Kurtubi şöyle der: Kadınların cennet ahalisinin en azı olmalarının sebebi -akıllarının eksikliği ve çok çabuk aldanmaları nedeniyle- heva ve hevesin kendilerine baskın gelmesi, dünya zınetine meyletmeleri ve ahiretten yüz çevirmeleridir.

 

"Ashabu'l-cidd" deyimindeki "el-cidd" zenginlik, başkasına ihtiyaçsızlık demektir.

"Mahbusune" yani ellerindeki mallardan dolayı hesaba çekilecekleri için fakirlerle birlikte cennete girmekten alakonulmuşlardır. Bu durum, sırat köprüsünden geçtikten sonra alacak ve vereceklerini takas ettikleri köprünün başında olacaktır.

 

"Ge bi'l-mevti" ölüm getirilir. Meryem suresinin tefsirinde Ebu Said hadisinde "Ölüm boz bir koç suretinde getirilir" hadisi geçmişti. Mukatil ve Kelbi "el/ez! halaka'l-mevte ve'l-hay6te = ölümü ve hayatı yaratan"(Mülk 2) ayetini tefsir ederken ölümü uğradığı herkesin öldüğü bir koç suretinde, hayatı uğradığı herkesin can bulduğu bir at suretinde yaratan demişlerdir.

 

Kurtubi şöyle der: Ölümün koç suretinde getirilmesinin arkasında yatan hikmet İbrahim'in oğlunun koçla kurtulduğu gibi, onların yerine fidye olarak koçun gönderildiğine işaret etmek içindir.

 

"Hatta yuc'ale beyne 'I-cenneti ve'n-nar = Cennetle cehennem arasında yatırılır." Tirmizl'de Ebu Hureyre'nin nakline göre "Bu koç cennetle cehennem arasındaki surun üzerine yatırılacaktır. "(Tirmizi, Sıfatu'l-cenne)

 

"Ey cennet ehli! Artık ölüm yoktur." Kadı Ebu Bekir b. el-Arabi şöyle der:

 

Bu hadis akla ters düştüğü için anlaşılması problemli görülmüştür. Çünkü ölüm bir arazdır. Araz herhangi bir cisme dönüşmez. Şu halde nasıl kaça dönüşüp kesiliyor? Bir grup bilgin bu hadisin sıhhatini inkar etmişler ve onu kabul etmemişlerdir. Bir başka grup ise tevil etmiş ve "Bu bir temsili anlatımdır, ortada gerçekten herhangi bir kesim yoktur" demişlerdir. Bir başka grup ise "Tam tersine kesim hakiki manadadır. Kesilen insanların ruhlarını almaya görevlidir. Onu herkes tanır, çünkü insanların ruhlarını almaya o görevlendirilmişti" demişlerdir.

 

Biz de şunu ekleyelim: Bazı son dönem (müteahhirun) bilginler bu açıklamayı esas almışlar ve "o, bize görevlendirilmiş olan ölümdür" cümlesindeki "ölüm"ü "ölüm meleği" şeklinde yorumlamışlardır. Çünkü dünyada insanların canlarını almaya görevli olan melek, -Allahu Teala'ın Secde suresinde ifade ettiği üzere- ölüm meleğidir. Buna mana itibariyle bir de ölüm meleği sağ olmaya devam etseydi, cennetliklerin yaşantıları boğazlarına düğümlenirdi demişlerdir.

 

Bu görüşü savunan bilgin kendi yaklaşımını bir de hadisteki "Cennet ehlinin ferahına bir ferah daha ziyade olunur. Cehennem ehlinin hüzün ve kederine bir hüzün daha arttırılır!" ifadesiyle teyit etmiştir.

 

Kurtubi et-Tezkire'de şöyle der: Ölüm soyut bir şeydir. Soyut olan kavramlar cevhere dönüşmezler. Allahu Teala amellerin sevabından şahıslar yaratır. Ölüm de böyledir. Allahu Teala bir koç yaratmış ve ona ölüm ismini vermiştir ve her iki zümrenin kalbine bu (koç suretindeki) ölümün kesilmesinin, onların cennette ve cehennemde ebediyyen kalacaklarına delil olduğu düşüncesini vermiştir.

 

Bir başkası şöyle der: Allahu Teala'ın arazlardan cesetler yaratmasında herhangi bir mani yoktur. Allah bunlardan madde yaratır. Nitekim Müslim' de yer alan bir hadiste "Bakara ue Aif İmran sureleri sanki iki bulut gibi geleceklerdir" (Müslim, Sıfatu'l-müsafirın) denilmiştir. Buna benzer daha başka hadisler de vardır.

 

Kurtubi şöyle demiştir: Bu hadisler cehennemliklerin oradaki ebediyetlerinin sonsuza kadar süreceğini, ikametlerinin ölüm, rahat ve faydalı bir hayat sözkonusu olmaksızın devam edeceğini açıkça belirtmektedir. Nitekim Allahu Teala "Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez"(Fatır 36) "ızdıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde oraya geri döndürülürler"(Hacc 22) diye haber vermektedir. Cehennemliklerin oradan çıkacaklarım, cehennemin bomboş kalacağını veya yok olup ortadan kalkacağını iddia edenler, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in verdiği haberlerin gereğinin ve ehl-i sünnetin icmaının dışına çıkmış olurlar.  "Uhillu = indiriyorum."

 

"Rıdvanı = hoşnutluğumu." Cabir hadisinde "Benim hoşnutluğum daha büyüktür" ifadesi yer almaktadır. Burada Allahu Teala'ın ':Allah'ın nzası ise hepsinden büyüktür"(Tevbe 72) ayetine bir işaret vardır. Çünkü Allah'ın rızası her türlü başarının ve mutluluğun sebebidir. Efendisinin kendisinden razı olduğunu bilen her kul ve kölenin, bu durum her türlü nimetten daha fazla gözünü aydın eder, kalbini hoş eder. Çünkü bunda bir tazim ve onurlandırma vardır. Hadis, cennetliklere verilen nimetin üstünde başka bir nimet olmadığı ifade edilmektedir.

 

"Senin oğlun elbette firdeus cennetindedir." Firdevs cennetinden burada maksat cennetin en üstün ve yüce makamlarından biri olduğudur.

 

"Men kibei'l-kafir." Bu, pazıyla omuzun birleştiği yer yani omuz arasıdır. "Kafirin iki omuzu arası süratli bir süuari yürüyüşüyle üç günlük mesafedir."

 

İbnü'l-Mübarek'in Zühd Bölümünde Ebu Hureyre'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Kıyamet günü kafirin dişi, Uhud'dan daha büyük olacaktır. Kafirin dişleri onlarla cehennem dolsun ue azap görsünler diye büyütülecektir." Bu hadisin isnadı sahihtir. Ravi bunu Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in söylediğini belirtmemiştir, fakat ifade hükmen merfudur. Zira böyle bir hükmü akıl yürüterek, düşünce ile söylemek mümkün değildir. Haberin baş tarafını Müslim başka bir senedIe Ebu Hureyre'den merfu olaraknakletmiş ve şu farklı cümleyi kuııanmıştır: "Kofirin cildinin kalınlığı üç günlük mesafe kadar olacaktır." (Müslim, Cenne) Bezzar'ın bir üçüncü isnadla ve sahih bir senedIe Ebu Hureyre'den yaptığı nakilde ise şöyle denilmektedir: "Kofirin cildinin kalınlığı ve kesafeti Cebbar arşınıyla kırk iki arşın olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, II, 234, 537; Hakim, el-Müstedrek, IV, 637) Bu haberi Beyhaki nakletmiş ve "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ifade ile yani Cebbar kelimesi ile korkutmayı kastetmiştir dedikten sonra bununla sözkonusu arşının büyüklüğüne işaret olsun diye zorbalardan herhangi birini kastetmiş olma ihtimali de vardır demiştir.

 

İbnü'I-Mübarek'in Zühd Bölümünde Ubeyd b. Umeyr'in naklettiği sahih ve mürsel bir hadiste "Kofirin cildinin kalınlığı yetmiş arşındır" ifadesi yer almaktadır. Bu miktarlardaki farklılık öyle anlaşılıyor ki kafirin cehennem ateşindeki gördüğü azabın farklılığı şeklinde yorumlanmıştır.

 

Kurtubi el-Müfhim'de şöyle der: Kafirin vücudunun cehennem ateşinde büyütülmesi, azabının büyük olması ve eleminin kat kat olması amacıyladır. Kurtubi şöyle devam eder: Bu, bazıları için geçerlidir. Çünkü bir başka hadis şöyle der: "Böbürlenenler kıyamet günü mahşere erkek kılığında kannca şeklinde geleceklerdir. Onlar cehennemde bulunan ve adına bulus denilen bir hapse sevkedileceklerdir. "(Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame; Ahmed b. Hanbel, ıı, 179) Kurtubi şöyle der: Kafirlerin cehennemde azablarının birbirinden farklı olacağında hiç şüphe yoktur. Nitekim bu kitap ve sünnetten anlaşılmaktadır. Çünkü biz kesin olarak biliyoruz ki Nebileri öldüren, Müslümanları katleden, yeryüzünde fesat çıkaran kimselerin azabları sadece küfre sapmış ama Müslümanlara iyi muamele de bulunan bir kafirle aynı derecede olmayacaktır.

 

"La yaktauha= yine de onu kat edip bitiremez." Yani onun daııarından yere doğru eğilen en son dala ulaşamaz.

 

"Evi'l-mudammer" talimli. Bu kelimenin açıklaması Cihad Bölümünde geçmişti.

"el-Guref = köşkleri." Bu köşklerin nitelikleri hakkında Ebu Malik elEş'arl'nin naklettiği merfu bir hadiste Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demektedir:

 

"Cennette öyle köşkler vardır ki dışından içi görünür." Bu hadisi Tirmizi ve İbn Hibban nakletmişlerdirsı

 

"Şefaatle (bir kauim) ateşten çıkar." İbn Battal şu açıklamayı yapmıştır: Mutezile ve Hariciler günahkarlardan cehenneme konulmuş olan kimselerin çıkarılması noktasındaki şefaati inkar etmişlerdir. Onlar delil olarak "Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda uermez"(Müddessir 48) ayetiyle diğer ayetleri esas almışlardır. Ehl-i sünnet buna ayetin kafirlerle ilgili olduğunu söyleyerek cevap vermişlerdir ve Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şefaat edeceğine dair mütevatir hadisler geldiğini ifade etmişlerdir. Ehl-i sünnetin görüşünün isabetliliğini "(Böylece) Rabbinin seni Makam-ı Mahmud'a göndereceğini umabilirsin"(İsra 79) ayeti göstermektedir. Çoğunluk, bu ayette yer alan "Makam-ı Mahmud"dan maksatın şefaat olduğunu söylemiştir.

 

Taberi'nin görüşü şudur: Tevil alimlerinin çoğunluğuna göre "Makam-ı Mahmud" Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mahşer halkını içinde bulundukları sıkıntıdan rahata erdirmek için duracağı yerdir. Taberi bundan sonra bir çok hadise yer vermiştir ki bunların bazılarında bu görüş açıkça belirtilirken, bazıları bunun mutlak şefaat olduğunu söylemişlerdir. Bu hadislerden birisi Selman'ın naklettiği şu hadistir: 'Ililah da ona ümmetine şefaat etme yetkisi uerir. İşte bu Makam-ı Mahmud'dur. "(EbuYa'la, Müsned, VI, 210)

 

Bizim bu konudaki kanaatimiz şudur: Tercih edilen görüşe göre Makam-ı Mahmud'dan maksat, şefaattir. Fakat Makam-ı Mahmud konusunda zikredilen hadislerdeki şefaat iki çeşittir: Birincisi ilahi yargının başlaması konusundaki genel şefaattir, ikincisi günahkarların cehennemden çıkarılması noktasındaki şefaattir.

 

Nevevi Kadı lyaz'a uyarak şöyle demiştir: Şefaat beş çeşittir. Bunlardan birincisi mahşer yerindeki korkudan rahatlatma, ikincisi bazı kimseleri sorgusuz sualsiz cennete koyma, üçüncüsü inceden inceye hesaba çekilip, azabı hak eden bazı kimseleri azab edilmeyecekler zümresine katma, dördüncüsü asilerden cehenneme atılanları oradan çıkarma, beşincisi dereceleri yükseltme ..

 

Şefaatin birinci çeşidine onyedinci hadisi açıklarken dikkat çekilecektir. Şefaatin ikinci çeşidinin delili Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Ümmetim ümmetim!" şeklindeki yakarmasına Cenab-ı Hakkın "Ümmetinden üzerinde hesap olmayanlan cennete koy" şeklindeki emridir. İfade bu şekilde aktarılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bunun delili Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hesapsız olarak cennete girecek yetmişbin kişiden daha fazlasını istemesi ve bu isteğinin kabul edilmesidir. Bunun açıklaması bundan önceki bölümde ilgili hadis açıklanırken geçmişti.

 

Şefaatin üçüncü çeşidi Müslim' de yer alan Huzeyfe hadisindeki şu ifadedir:

"Sonra Nebiiniz sıratın üzerinde durur ve 'Ya Rabbı Sıratın zararından ve afetinden bizi uzak kıl' der. "(Müslim, İman) Bunun başka delilleri de vardır. Bunları onyedinci hadisi açıklarken zikredeceğiz.

 

Şefaatin dördüncü çeşidini de geniş geniş zikretmiştik.

 

Şefaatin beşinci çeşidinin delili Müslim'de yer alan Enes hadisindeki şu ifadedir: "Ben cennette ilk şefaat edici olurum. "(Müslim, İman) Kendileriyle karşılaştığımız bazı kişiler hadisi bu şekilde aktarmışlardır. Bu hadisin şefaatin beşinci çeşidine deIilolması, cennetin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şefaatinin gerçekleşeceği mekan olmasındandır.

 

Bizce bu açıklama tartışılır. Çünkü ben cennetin Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendine mahsus olan ilk şefaatinin mekanı olacağını açıklayacağım. Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem oradaki talebi ameli yüksek dereceye eremeyen kimselere o derecelere ermesi için şefaat talep etmesidir.

 

Nevevi er-Ravda isimli eserde dayanağını zikretmeyerek bu şefaatin Hz. Nebi'e mahsus özelliklerden olduğuna işaret etmiştir.

 

Kadi İyad bir altıncı şefaat çeşidine işaret etmiştir. Bu da amcası Ebu Talib'in azabının hafifletilmesidir. Nitekim buna ondördüncü hadis açıklanırken değinilecektir.

 

"Şefaatle ateşten sanki searfr gibi çıkarlar." Bu kelimenin tekili su'rur'dur. "ed-Değabis"tir. İbnü'l-Arabi, searir küçük acurlardır demiştir. Ebu Ubeyde de aynısını söylemiş ve se harfi yerine şın harfi ile telaffuz edileceğini belirtmiştir. Ravinin Amr b. Dinar'ın dişleri düşmüştü. Onun için kelimeyi se He söyleyecek yerde şın harfi ile telaffuz etmişti demesinin sebebi bu olsa gerektir.

 

"Değabis" hakkında Asmai şöyle demiştir: Sumam denilen bitkinin köklerinde biter, kuşkonmaz otuna benzer, soyulur, sonra zeytinyağı ve sirkeye batırılarak yenilir.

Bir Uyarı: Bu benzetme cehennemden çıkanların bitki gibi bittikten sonraki niteliklerine dairdir. Cehennemden ilk çıktıklarında onlar -bundan sonraki hadiste geleceği üzere- kömür gibi kapkara olacaklardır.

 

"Ahmasa." Ahmas yere temas etmeyen demektir ki yürüme esnasında ayağın yere temas etmeyen çukur kısmı demektir.

 

"bakır tencere ve dar boğazlı olup içinde su ısıtılan kumkuma adındaki madeni kabın kaynaması gibi kaynayacaktır." Hadis metninde geçen "el-mircel" bakır tencere demektir. "el-Kumkum" aktarların kullandıkları meşhur kaptır. Bazıları bunun dar boğazlı, içinde su kaynayan bir kap olduğunu söylemişlerdir ki bakırdan veya başka şeyden yapılabilir.

 

Kadi İyad "kema yağli'l-mircelü ve'l-kumkumu" demiştir.

 

"Umarım ki benim şefaatim kıyamet gününde amcama fayda uerir." 'I'\rtık şefaatçilerin şefaati onlara fayda uermez"(Muddessir 48) ayet-i kerimesinin yanında Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Şefaatim fayda uerir" ifadesi, anlaşılması zor ve problemli görülmüştür. Buna şöyle cevap verilmiştir:Şefaatin fayda vermesi, Hz. Nebie mahsus bir özelliktir. Bundan dolayı onu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in özellikleri arasında saymışlardır. Bazılarına göre bu ayetteki "fayda verme" hadisteki "fayda verme"den başkadır. Ayette "fayda verme" den maksat cehennE!mden çıkarmak, hadisteki "fayda verme"den maksat ise azabı hafifletmektir. Kurtubi bu açıklamayı kesin bir dille ifade etmiş, şöyle demiştir: Bence bunun açıklaması şudur: Kafirler hakkında şefaat, onlar hakkında hiç kimsenin şefaatte bulunamayacağına dair sadık haberin mevcut olmasından dolayı imkansızdır. Bu her kMir hakkında geneldir. Bu genel hükümden tahsis edileceklerine dair haber bulunanların bundan istisna edilmeleri mümkündür. Kurtubi şöyle der: Bazı düşünce ehli kimseler bunu şöyle yorumlamışlardır: KMirin azaptan olan karşılığı onun küfrüne ve masiyetinedir. Allahu Teala'ın bazı kafirlerin bazı masiyetlerinin cezasını kMire sevap vermek için değil, şefaat edenin kalbini hoş tutmak için kaldırabilir. Çünkü kMirin hasenatı, kMir olarak öldüğü için boşa gitmiştir.

 

Müslim'in Enes'ten nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

 

"Kafire gelince, ona dünyadaki hasenatı uerilir. Ahirete gittiğinde artık hiçbir hasenesi yoktur. "(Müslim, Sıfatu'l-Münafikin

 

"Lestu hünaküm = ben buna ehil değilim." Kadı lyaz şöyle demiştir: "Lestu hunaküm" cümlesi, onun mertebesinin kendisinden talep edilen mertebeden daha aşağı olduğunun kinayeli bir anlatımıdır. İlgili Nebi s.a.v. bu cümleyi tevazu olsun diye ve kendisinden istedikleri şeyin büyük olduğunu vurgulamak için söylemiştir. Kurtubi şöyle der: Bu cümle "(Benden şefaat etme- . mi istediğiniz) bu makam, bana ait değil, bir başkasına aittir" şeklinde bir anlama işaret olabilir.

 

Biz de şunu ekleyelim: Ma'bed b. Hilal'in rivayetinde "O Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ben buna ehil değilim diyecektir." Huzeyfe'nin rivayetinde ise "Ben bunun sahibi değilim" diyecektir. Bu, sözkonusu işareti teyit etmektedir.

 

"Yezkuru hatıetehu = hatasını zikreder." Bu cümle Müslim'de işlemiş olduğu hatasını zikreder şeklindedir.(Müslim, İman) Hemmam'ın rivayetinde "O ağaçtan yediğinden söz eder. Halbuki ona yaklaşmak yasak edilmişti" cümlesi yer almaktadır.

 

"Siz Nuh'a gidin der. Sonra onlar Nuh'a gelirler." Müslim'in rivayetinde bu cümle "Fakat onlar Allah'ın yeryüzüne gönderdiği ilk resulolan Nuh'a gelirler" şeklindedir.

 

"Ben buna ehil değilim der ve işlediği hatadan söz eder ve Rabbinden o yüzden haya eder." Hişam'ın rivayetinde "Rabbinden hakkında bilgisi olmayan şeyi ister" cümlesi yer almaktadır.

 

Ebu Hureyre'nin rivayetinde ise Nuh aleyhisselaın "Ben Rabbime bir duada bulundum ve yeryüzü suyla kaplandı" demiştir. Bununla bundan öncekini birbirinden şöyle ce cem ve telif etmek mümkündür: İbrahim aleyhisselaın Allahu Teala'tan iki sebepten özür dilemiştir. Bunlardan birisi Allah kendisine hakkında bilgisi olmayan şeyi istemesini yasaklamış ve o da mahşerde bulunanlara olan şefaatinin bu kabilden bir şeyolmasından korkmuştur. İkincisi ise onun kesin olarak kabul edilecek bir duası vardı. O bu duasını yeryüzündeki insanların aleyhine olarak kullandı ve şimdi (daha önce kesin olarak kabul edilecek duasını yaptığı için) şefaat talep ettiği takdirde bunun kabul edilmeyeceğinden korktu.

 

"İbrahim'e gidin." Bu cümle Müslim'in rivayetinde "Fakat siz Allah'ın kendisini dost edindiği İbrahim'e gidin" şeklindedir.(Müslim, İman) "İbrahim 'Ben buna ehil değilim' der ve işlediği hatadan söz eder." Müslim'de bu cümle şu şekildedir: "O işlediği hatadan söz eder ve bundan dolayı Rabbinden haya eder." Ebu Bekir'in rivayet ettiği hadiste ise "Bu istediğiniz benim yanımda değildir" diyeceği nakledilir. Hemmam'ın rivayetinde ise "Ben üç kez yalan söylemiştim" şeklindedir. Şeyban kendi rivayetinde onun söylediği yalanları şöyle nakleder: "Bunlar 'Ben hastayım'(Saffat, 89) 'Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır'(Enbiya, 63) ve karısına söylediği 'Ona benim senin erkek kardeşin olduğumu söyle' cümleleridir. "

 

Beyzeıvi şöyle demiştir: Gerçek şu ki bu üç cümlenin üçü de üstü kapalı ta riz şeklindeki ifadelerdir. Fakat şekli itibariyle yalan olduğu için İbrahim aleyhisselam böyle bir ifadeyi kullandığı halde -şefaat etme açısından kendisini küçük gördüğü için- bundan korkmuştur. Çünkü Allah'ı en iyi tanıyan ve mertebe itibariyle ona en yakın olan kimse, ondan en çok korku duyan kişidir.

 

"Allahu Teala'ın kendisiyle konuştuğu Musa'ya gidin." Hemmam'ın rivayetinde bir de "Fısıldaşan kimse kadar kendisine yaklaştırdığı" cümlesi yer almaktadır.

 

"Ona gelirler." Müslim'in rivayetinde "Musa'ya gelirler. Musa der ki" şeklindedir. Ebu Hureyre hadisinde ise rivayet şöyledir: "Ona 'Ya Musa! Sen Allah'ın Resulüsün. Allah risaleti ile ve seninle konuşmasıyla seni insanlara üstün kıldı. Bize şefaat et' derler." Musa da Adem'in dediği gibi söyler ve aynı cevabı verir, fakat sonunda "Ben öldürmem emredilmeyen bir kişiyi katlettim" der.

 

"İsa'ya gidin." Müslim'in rivayetinde bu cümle "Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya gidin" şeklindedir.

 

"Muhammed'e gidin. Allah onun geçmiş ve geri kalmış bütün günahlannı mağfiret buyurmuştur der." "Geçmiş günah"tan maksat, Nebilikten öncesi, "geri kalmış günah"tan maksat ise onun günahlardan korunmuşluğudur denilmiştir. Bir başkası ise "yanılarak veya tevilde bulunarak işlediği hatalardır" demişlerdir. Bir diğeri ise şöyle demiştir: "Geçmiş günah"tan maksat, Adem'in günahı, "geriye kalmış günah"tan maksat ümmetinin günahıdır. Bir başkasına göre bu cümlenin manası şöyledir: O bağışlanmıştır, günah işlese bile hesabı sorulmayacaktır. Bir başkası ise bundan başka demiştir. Bizim kanaatimize göre buraya en uygun olan mana dördüncüsüdür.

 

"Ben Rabbimin huzuruna izin isterim." Hemmam'ın rivayeti "Rabbimin yurduna girmek için izin isterim ve bana izin verilir" şeklindedir. Kadi İyad ise "Şefaat konusunda bana izin verilir" demiştir.

 

Ancak bu görüş şu şekilde tenkide uğramıştır: Daha önce geçen ifadelerin zahirinden anlaşılan Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ilk izin isteği ve kendisine izin verilmesi, Dar'a yani cennete giriş esnasındadır. Oranın Allah'a izafe edilmesi şereflendirme izafesidir. Nitekim "Vallahu yed'(i ila dari's-selam = Allah kullannı esenlik yurduna çağınyor"(Yunus 25) cümlesi de bu kabildendir. Burada "es-selam" kelimesinden maksat, Allah'ın ism-i azamıdır. Bu, Allah'ın esma-i hüsnasındandır. Bazılarına göre Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bulunduğu mekandan daru's-selama intikal etmesindeki hikmet şudur: Mahşerde bekleme alanı, arz ve hesaba çekilme makamı olduğu için bir korku ve ürperme mkanıdır. Şefaat eden zatın makamı ise bir ikram ve onurlandırma makamının ise olması uygundur. Buradan hareketle dua için şerefli bir mekanın araştırılması hoş olmuştur. Çünkü orada dua, kabule daha yakındır.

 

Biz de şunu ekleyelim: Hadisin rivayet yollarından birinde mahşerde bulunanların talepleri arasında cennet kapısının açılması talebi de vardır. Müslim'in Sahih'inde yer alan bir rivayete göre cennetin kapısının açılmasını isteyecek ilk kişi, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olacaktırM Müslim'de yer alan Ali b. Zeyd'in Enes'ten yaptığı rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben cennet kapısının halkasını elime alır ve çeviririm. Bana 'Kimdir ..... denilir. Ben 'Muhammed' derim ve bana kapıyı açarlar, hoş geldin derler ve ben hemen secdeye kapunınm" demiştir.(Tirmizi, Tefsir) Müslim'de Sabit'in Enes'ten nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem aynı olayı şöyle anlatmıştır: "Cennetin bekçisi 'Kimdir o;::>' diye sorar. Ben 'Muhammed' derim. Cennetin bekçisi 'Senden dolayı daha önce bu kapıyı hiç kimseye açmamam emredildi' der. "(Müslim, İman)

 

"Sonra şefaat ederim." Ma'bed b. Hilal'in rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem

 

"Ya Rabbi ümmetim! ümmetim! ümmetim' derim" demiştir.

 

"Benim için bir sınır tayin buyurur." Allah benim için şefaatin her aşamasında durmam gereken bir sınır tayin eder ve ben o sınırı geçmem. Mesela "Ya Rabbi! Cemaatle namazı ihlal edenler hakkında senden şefaat dilerim" derim. Sonra namazını ihmal edenler hakkında, içki içenler hakkında, zinaedenler hakkında sana şefaat dilerim derim. Ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu üslup üzere şefaat eder. Bunu Tıybi nakletmiştir. Haberin ifade akışının gösterdiği, bundan maksadın oradan çıkarılanların mertebelerinin salih amele göre birbirinden farklı olacağını vurgulamaktır.

 

"Kur'an'ın hapsettikleri hariç." Katade bu cümleye gelince "Bunlar, üzerlerine hulCıd (ebedilik) vacib olanlardır" derdi. Ahmed b. Hanbel'de yer alan Said'in rivayetinde "Kur'an'ın hapsettikleri hariç" cümlesinden sonra Enes b. Malik'in rivayeti yer almaktadır. Buna göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "La ildhe illa'l-lah deyip, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığı kadar hayır olan kimse cehennemden çıkacaktır" buyurmuştur. Bu cümle, Hişam'ın hadisten ayırdığı kısım olup, açıklaması İman Bölümünde başlı başına geçmişti. Ma'bed b. Hilal'in Enes'ten, Hasan-ı Basri vasıtasıyla Enes'e dayandırdığı rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Sonra dördüncü kez ayağa kalkar ve 'Ya Rabbi! La ildhe illailah diyenler hakkında bana izin ver' derim. Rabbim de bana senin böyle bir iznin yoktur buyurur" demiştir. Enes bundan sonra hadisin onların cehennemden çıkarılmaları ile ilgili olan kalan kısmını nakleder. Bazı bid'atçiler, asilerden cehenneme girenler bir daha oradan çıkmayacaktır şeklindeki iddialarını ispat ederken bu hadise dayanmışlardır. Çünkü onlar ayetten de "Artık kim Allah ve Resulüne karşı gelirse bilsin ki ona (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi uardır"(Cin 23) ayetini delil olarak almışlardır. Ehl-i sünnet buna ayetin kaHrler hakkında indiğini söyleyerek cevap vermiştir. Ehl-i sünnete göre ayetin bundan daha genelolduğunu kabul etsek bile tevhid ehli kimselerin özellikle cehennemden çıkarılacakları sabittir. Ayette sözü edilen "ebedilik" şefaatçilerin şefaati gerçekleştikten sonra orada kalanlar hakkındadır ki bunlar merhamet edenlerin en merhametlisi Allahu Teala'ın kabzasıyla oradan çıkacaklardır. Bu mesele bundan sonraki hadisin açıklamasında gelecektir. Buna göre ayetteki "ebedilik" gelip geçici olur. Kadi İyad şöyle demiştir: Nebilerin -hadiste her birine dair örneklerin zikredildiği gibi- hata işlemelerinin mümkün olduğunu söyleyenler bu hadise dayanmışlardır.

 

Kadi İyad meselenin ashna şöyle cevap vermiştir: Nebilerin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olduktan sonra kaHrlikten korunmuş (ismet) oldukları noktasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Sahih olan görüşe göre Nebilikten önce de kaHrlikten korundukları esastır. Yukarıda zikri geçen açıklamaya uygun olarak onların büyük günah işlemekten korundukları hakkındaki hüküm de böyledir. Yapanı ayıplayan küçük günahlar da büyük günahlara katılmıştır. Söz açısından tebliği zedeleyen her türlü şeyler de bu kategoridedir. Bilginler fiil açısından Nebilerin hata edip etmeyecekleri noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları unutmaya varıncaya kadar bunun mümkün olmadığını söylemişlerdir. Çoğunluk ise Nebilerin yanılabileceklerini söylemişler, fakat bunun süreklilik arzetmediğini belirtmişlerdir.

 

Bilginler, Nebilerin bu sayılanlar dışında küçük günah işleyip, işlemeyecekleri konusunda ihtilaf etmişlerdir. Düşünceye yer veren bilginlerden bir grup, onların mutlak olarak bu gibi küçük günahlardan da masum oldukları kanaatine varmışlar, bu konudaki ayet ve hadisleri çeşitli tevillerle tevil etmişlerdir. Bu tevillerden birisi şudur: Nebilerden sad ır olan şeyler ya bazılarının tevili veya yanılması ya da bir izne dayanır. Fakat onlar bunun kendi Nebilik makamlarına uygun düşmemesinden endişe etmişler, bunun neticesi olarak hesaba çekilmekten veya kınanmaktan korkmuşlardır. Kadi İyad bu konudaki görüşlerin tercihe en uygun olanının bu olduğunu söylemiştir.

 

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Büyükten önemli bir şey isteyen istemeden önce o şah sı en güzel nitelikleriyle, en şerefli meziyetleriyle anmahdır. Bu, istediği şeyin verilmesi için en etkili yoldur.

 

2- Kendisinden bir şey istenen, istenilen şeyi vermeye gücü yetmediği takdirde kabule değer bir şeyle özür diler ve bunu mükemmel şekilde yapabileceğini zannettiği kişiyi gösterir. Çünkü bir hayra yol gösteren onu yapmış gibidir. Ayrıca o gösterdiği kişiyi buna ehil olduğu vasıflarla över. Bu, yapamayacağına dair mazeretinin kabulü için en iyi yoldur.

 

"Ve ikisi arasını" güzel "bir koku do/dururdu." Said b. Amir'in hadisinde bu cümle "Muhakkak yeri misk kokusu do/dururdu" şeklindedir.

 

"Dünyada iken kötü amel yapmış olduğu takdirde cehennemdeki yeri kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da şükrünün artması içindir." Yani kötü bir amel -bu da küfürdür- işlemiş olduğu ve cehennemlikten olduğu takdirde cehennemdeki yeri kendisine muhakkak gösterilecektir. "Li yezdade şükran = Şükrünün artması için" yani sevincinin ve rızasının artması için. Allahu Teala bu sevinç ve hoşnutluğu onun lazımı ile ifade etti. Çünkü bir şeye razı olan bunu kendisine yapana teşekkür eder.

 

"Habven = emekliye emekliye" yani "zahfen = sürünerek" demektir. Bu iki kelime hem vezin ve hem de mana itibariyle aynıdır.