باب: من جاهد
نفسه في طاعة
الله.
37. ALLAH'A İTAAT YOLUNDA NEFSİYLE MÜCAHEDE EDEN KİMSE
حدثنا هدبة
بن خالد:
حدثنا همام:
حدثنا قتادة: حدثنا
أنس بن مالك،
عن معاذ بن
جبل رضي الله
عنه قال:
بينا
أنا رديف
النبي صلى
الله عليه
وسلم، ليس
بيني وبينه
إلا آخرة
الرحل، فقال: (يا
معاذ). قلت:
لبيك يا رسول
الله وسعديك،
ثم سار ساعة
ثم قال: (يا
معاذ). قلت:
لبيك رسول
الله وسعديك،
ثم سار ساعة،
ثم قال: (يا
معاذ بن جبل).
قلت: لبيك
رسول الله
وسعديك، قال:
(هل تدري ما حق
الله على
عباده). قلت: الله
ورسوله أعلم،
قال: (حق الله
على عباده أن
يعبدوه ولا
يشركوا به
شيئاً). ثم سار
ساعة ثم قال: (يا
معاذ بن جبل).
قلت: لبيك
رسول الله
وسعديك، قال:
(هل تدري ما حق
العباد على
الله إذا
فعلوه). قلت:
الله ورسوله
أعلم، قال: (حق
العباد على
الله أن لا
يعذبهم).
[-6500-] Muaz İbn Cebel r.a. şöyle anlatmıştır: Ben
bineği üzerinde iken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arka tarafına binmiş,
onunla aramda ancak semerin ağacı olup, beraber yol aldığımız bir sırada bana:
"Ya Muazl" diye seslendi. Ben de "lebbeyk ya
Resulallah ve sadeyk (buyur ya Resulallah, tekrar tekrar emrine hazırım, tekrar
tekrar yardıma hazırım)" dedim. Sonra bir müddet yürüdü, ardından yine:
"Ya Muazl" diye seslendi. Ben "buyur ya Resulallah!
İtaate hazırım, yardıma hazırım!" dedim. Sonra bir müddet daha yürüdü.
Sonra yine:
"Ya Muaz İbn Cebel!" diye seslendi. Ben "buyur ya
Resulallah itaatine ve yardım etmeye hazırım!" dedim.
"Allah'ın kulları üzerinde ne hakkı vardır bilir misin?"
diye sordu. Ben "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedim.
"Allahın kulları üzerinde sabit olan hakkı, kulların Allah'a
itaat ve ibadet etmeleri ve Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmamalandır"
buyurdu. Sonra bir süre daha yürüdü. Ardından
"Ya Muaz İbn Cebel" dedi. Ben yine "lebbeyk ya
Resulallah ve sadeyk" dedim.
"Kullar bu tevhid, ibadeti yaptıkları zaman, onlann Allah
üzerindeki hakları nedir bilir misin?" diye sordu. Ben "Allah ve
Resulü en bilendir!" dedim.
"Kulların Allah üzerindeki hakkı, Allahın onlara azap
etmemesidir" buyurdu.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Allah'a İtaat Yolunda Nefsiyle Mücahede Eden Kimse."
Yani Allah'a itaat yolunda nefsiyle mücahede eden kimsenin faziletinin beyanı.
"Mücahede" kelimesinden maksat, nefsi istemiş olduğu ibadet dışı
şeylerden alıkoymak demektir. İmam Buhariinin attığı başlıkla burada yer
verdiği hadis arasındaki münasebet bu açıklamayla sağlanmaktadır.
İbn Battal şöyle demiştir: Bir kimsenin nefsiyle olan cihadı en
mükemmel cihattır. Çünkü Allahu Teala "Rabbinin makamından korkan ve
nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegane
bannaktır"(Naziat 40, 41) buyurmaktadır. Sözkonusu cihad, nefsi
masiyetlerden, şüpheli şeylerden ve mubah olan istek duyduğu şeyleri çok çok
yapmaktan alıkoymakla olur. Bunun amacı nefse bunların ahirette bol bol
verilmesidir.
Buna bir gerekçe de biz ekleyelim: Nefisle mücahede, kulun mubah
olan şeyleri çok çok işleyerek buna alışmasının, bunun da kendisini şüpheli
şeylere çekmesinin, böylece haramı işlemekten emin olamaz bir duruma düşmesinin
önüne geçmek içindir.
Ebu Amr İbn Buceyd şöyle demiştir: Kime dini değerli olursa ona
nefsi değersiz olur. Kuşeyrı ise şöyle der: Nefisle mücahedenin aslı, onu
alıştığı şeylerden kesmek ve heva ve hevesi dışındaki fiillere yönlendirmektir.
Nefsin iki sıfatı vardır: a- Şehvetlere dalmak, b- İtaatten
kaçınmak. Nefisle mücahede buna göre yapılır. İmamlardan biri şöyle demiştir:
Nefisle cihad, düşmanla cihada dahildir. Çünkü düşmanlar üçtür: Bunların en
başı şeytandır. Ardından nefis gelir. Çünkü nefis insanı Rabbi gazaplandıracak
haramlara düşmeye götüren lezzetlere çağırır. Şeytan bu konuda ona yardımcıdır
ve kendisine haramları süsler. Kim nefsinin heva ve hevesine muhalif olursa
şeytanını baskı altına almış olur. Kişinin nefsiyle mücahedesi onu Allah'ın
emirlerine uymaya ve yasaklarından kaçmaya sevketmesi demektir. Kul bu konuda
güçlü olduğunda dindüşmanlarıyla cihadı kolayolur. Birincisi batını, ikincisi
zahirı cihaddır.
Nefisle cihad dört mertebelidir: ı - Nefsi dini, meseleleri
öğrenmeye zorlamak, 2- Nefsi, bunların gereğine göre amel etmeye zorlamak, 3-
Nefsi, bilmeyenleri öğretmeye zorlamak, 4- Allahiın tevhidine çağrıda bulunmak,
dinine muhalif olan ve nimetlerini inkar edenlerle çarpışmaktır.
Nefis ile cihada en güçlü yardımcı şeytan la cihaddır. Bu da
şeytanın insana dikte ettiği şek ve şüpheyi, kendisine yasak edilen haramları
güzel göstermesini, ardından mubahlardan çok yapılanın şüphelere düşürmeye yol
açtığı şeyleri güzel göstermesini reddetmekle olur. Mücahedenin tamamı kişinin
her durumda kendi nefsi için müteyakkız ve uyanık olması iledir. Çünkü kişi
bundan gafil olduğunda şeytanı ve nefsi kendisine ayartarak yasak olan şeye
düşmesine yol açar. Başarı Allah'tandır.
"Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Ya Muaz' diye
seslendi. Ben 'lebbeyk' dedim." Bu cümlenin açıklaması Hac Bölümünde
geçmişti.
"Allah'ın kulları üzerinde ne hakkı vardır bilir
misin?" Burada "hak"tan maksat, Allahu Teala'ın kulları üzerinde
hakkı olduğu ve onların yapmakla kesin olarak yükümlü oldukları şeylerdir.
İbnü't-Teymı et-Tahrır isimli eserde böyle demiştir:
Kurtubi'nin görüşü ise şudur: Allah'ın kullar üzerindeki hakkı,
kendilerine vaat ettiği sevap ve hitabıyla yapmalarını bağlayıcı olarak
istediği şeydir.
"Allah'a ibadet etmeleri ve ona hiçbir şeyi ortak
koşmamalandır." Burada "ibadet" kelimesinden maksat, itaati
yapmak, masiyetlerden kaçınmaktır. Hadiste "Allah'a şirk koşmamak"
ibadet üzerine atfedilmiştir. Çünkü bu tevhidi tamamlayan bir unsurdur. Allah'a
şirk koşmamanın ibadet üzerine atfedilmesindeki hikmet, bazı keferelerin
kendilerinin Allah'a ibadet ettiklerini iddia etmeleridir. Fakat onlar bu
iddialarına rağmen başka ilahlara ibadet ediyorlardı. Dolayısıyla ibadet
ederken Allah'a şirk koşmamak şart kılındı. Bu cümlenin hal cümlesi olduğu daha
önce geçmişti. Buna göre cümlenin takdiri şöyle olur: Allah'a şirk, şirk
koşmaksızın ibadet etmeleridir.
İbn Hibban şöyle der: Allah'a ibadet, !isan ile ikrar, kalp ile
tasdik ve organlar ile amelden ibarettir. Bundan dolayı ona verilen cevapta
şöyle denilmiştir:
"Bunları yaptıklarında kulları üzerindeki hakkı nedir? Bu
cümle de eylem "söz" ile değil, "fiiı" ile ifade
edilmiştir.
"Kulların Allah üzerindeki hakkı Allah'ın onlara azap
etmemesidir." Kurtubi şöyle demiştir: Kulların Allah üzerindeki hakları, kendilerine
vaad ettiği sevap ve karşılığı vermesidir. Onun doğru olan vaadi ve doğru sözü
gereği bu hak edilmiş ve vacib olmuştur. Onun verdiği haberde yalan söylemesi,
vaadinden cayması kendisi açısından mümkün değildir. Allahu Teala'ın üzerine
emirden hiçbir şey vacib olmaz. Çünkü onun üzerinde bir emreden olmadığı gibi,
aklın hükmü de geçerli değildir. Çünkü akıl bir yükümlülük getirmez, sadece
olanı ortaya çıkarır.
Hadisten Çıkan Sonuçlar
1- İki kişinin bir merkebe binmesi caizdir.
2- Hadisten Hz. Nebi'in (s.av) alçak gönüllü olduğu, Muaz'ın
fazileti, gerek konuşma, gerekse ilimde güzel edebi yer almaktadır. Çünkü Muaz
hakikatini bilmediği şeyi Allah'ın ve onun Nebiinin ilmine hava le etmektedir.
Ayrıca bu hadisten onun Hz. Nebi'e (s. av) yakın olduğu da anlaşılmaktadır.
3- Bir ifadeyi pekiştirmek ve anlaşılmasını sağlamak için
tekrarlamak caizdir.
Hoca, talebesine onu denemek ve o hüküm konusunda zorlukla
karşılaştığı şeyi açıklamak için soru sorabilir. İbn Receb, Buhari'nin baş
taraflarını şerh ederken şöyle demiştir:
Alimler, Muaz'ın hadisteki müjdeyi insanların buna güvenmemesi
için açıklanmasını yasak etmesinden şöyle bir kaide çıkarmışlardır:
İnsanlar maksadını yanlış anlamasınlar diye Ruhsat hadisleri
halkın arasında yayılmaz. Muaz bu müjdeyi duyduğunda sadece ameli ve Allah'tan
korkusu artmıştır. Onun derecesine ermeyen kimsenin haberin zahirine güvenerek
amelini ihmal etmeyeceğine güvenilemez. Kitap ve sünnetin naslarından bazı
tevhid ehli asilerin cehenneme girecekleri şeklindeki mütevatir haber bu
anlayışla çelişmektedir. Buna göre her iki meseleyi birbiriyle cem ve telif
etmek gerekir. Bilginler bu konuda çeşitli anlayışları benimsemişlerdir.
Bunlardan birisi Zühri'nin "Ruhsat farzlar ve şer'i cezalar inmeden önce
sözkonusu idi" şeklindeki görüşüdür. Osman'ın abdest hakkındaki hadisi
açıklanırken bu görüş ondan nakledilecektir. Bir başkası ise bu yaklaşımı
haberin neshe uğramasını uzak gördüğü için uzak bir ihtimal olarar
değerlendirmiş ve Muaz'ın bu haberi farzların çoğunun inmesinden daha sonra
duyduğunu söylemiştir. Bazı bilginlere göre burada nesih yoktur, aksine haber
genelliği üzeredir. Fakat birtakım şartlarla kayıtlıdır. Bu, ahkamın kendisini
gerektiren ve manilerin bulunmamasına dayanan sebeplerin sonucu olması gibi bir
şeydir. Bu husus tekamül ettiğinde yapılması gereken şey- anlaşılır. Vehb İbn
Münebbih, Cenaiz Bölümünde geçen "La ilahe illallah cennetin
anahtarıdır" hadisi üzerine yaptığı açıklamada buna işaret etmektedir.
Kendisi orada "anahtar" ancak bazı dişleri olan bir araçtır diyerek
bu kelimenin hadiste mecazen kullanıldığını ifade etmiştir.