وقول الله
تعالى:
{ادعوني أستجب
لكم إن الذين يستكبرون
عن عبادتي
سيدخلون جهنم
داخرين} /غافر: 60/.
Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Rabbiniz buyurdu ki:
"Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Zira Bana ibadet etmeyi kibirlerine
yediremeyenler, zelil ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir"(Ğafir 60)
AÇiKLAMA : Rabbimizin "Bana dua edin ki size karşılık
vereyim" ayeti duanın tefvize tercih edildiğini açıkça göstermektedir.
Bazı kimseler dua etmeyip kazaya razı olmayı daha faziletli saymışlardır.
Bunlar yukarıdaki ayette geçen "Zira Bana ibadet etmeyi kibirlerine
yediremeyenler" ifadesine dayanarak ayetin başında yer alan duadan kastın
ibadet olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca Nu'man İbn Beşır tarafından rivayet
edilen "Dua ibadetin kendisidir" hadisini de delil olarak
kullanmışlardır. Nakledildiğine göre bu sözünün ardından Resulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem "Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin ki size
karşılık vereyim. Zira Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, zelil ve
rezil olarak cehenneme gireceklerdir" ayetini okumuştur. Bu hadis dört
Sünenlde nakledilmiş olup Tirmizi ve Hakim tarafından "sahih" diye
nitelenmiştir. Alimlerin çoğunluğu ise duanın en büyük ibadetlerden biri
olduğunu; bu durumun aynen haccın en önemli ve en büyük rüknünü ifade etmek
üzere "Hac Arafatlta yapılanlardır" buyurulmasına benzediğini
savunarak yukarıdaki görüşü reddetmişlerdir. Ayrıca Resulullah s.a.v. pek çok
hadisinde dua etmeyi teşvik ve tavsiye etmiştir. Örneğin Tirmizi ve İbn Mace
tarafından nakledilip İbn Hibban ve Hakim'in "sahih" hükmü verdiği
bir rivayete göre Hz. Nebi "Allahla duadan daha güzel bir ikram
yoktur" buyurmuştur. Yine Ahmed İbn Hanbel, Buhari (el-Edebü'l-müfredlde)
ve Tirmizi tarafından nakledilen bir hadiste de "Kendisinden talepte
bulunmamak Allah'ın gazabını celbeder" ifadesi yer almıştır.
Tibi şöyle der: "Bu
hadis Rabbimiz'den istekte bulunmamanın kendisini öfkelendirdiğini ve bunun da gazaba uğramaya yol
açtığını; ayrıca Allah Teala'nın kendisinden talepte bulunulmasından hoşnut
olduğunu bildirmektedir. İbn Mes'ud'dan aktarılan ve Tirmizi'nin Sünenlinde yer
alan "Allah'ın cömertliğine dayanarak O'na niyaz edin! Çünkü Rabbimiz
kendisine dua edilmesini sever" hadisi de bunu desteklemektedir. (Takıyyuddin
es-Sübki'nin belirttiğine göre) ayette geçen "Bana ibadet etmeyi
kibirlerine yediremeyenler" ifadesi ile duanın bağlantısı şöyledir:
Dua, ibadetten daha özel (hass) bir durumdur. Buna göre ibadet
etmeyi kibrine yediremeyenler gururları sebebiyle duada etmezler. Dolayısıyla
buradaki tehdit kibirlenerek duayı terkedenlere yöneliktir. Böylesi bir
davranış küfre girmeyi gerektirir. Duanın daha değişik bir sebeple yapılmaması
durumunda ise yukarıdaki tehdit geçerli değildir. Bununla birlikte biz dua
konusunda hassas davranıp çokça niyazda bulunmayı onu terketmekten daha doğru
bulmaktayız. Zira duanın ehemmiyeti hakkında birçok delil bulunmaktadır".
Ayette de ifade edilen dualara verilecek karşılık samimiyet
(ihlas) şartına bağlıdır. "Öyleyse ibadeti gönülden olarak ve yalnız O'na
yapın, yalnız O'na yalvarın"(Ğafir 65) ayeti bunu bildirmektedir.
Yukarıdaki ayette ve başkalarında geçen "dua" kelimesini
"ibadet" diye yorumlayanlar pek çok kimsenin dua etmesine rağmen
taleplerinin yerine getirilmemesine dayanmaktadır. Halbuki bu ayetlerde geçen
dua, sadece Allah'a yalvarmak anlamında olsaydı herkesin duasının kabul
edilmesi gerekirdi. Kanaatimizce bu iddiaya karşı şunlar söylenebilir: Aslında
herkesin duasına cevap verilmektedir. Ancak duaya icabet farklı şekillerde tezahür
etmektedir. Kimi zaman dua edenlere istedikleri verilirken, kimi zaman
istediklerinin yerine geçebilecek başka bir şey sunulmaktadır. Bu konuda
Tirmizi ve Hakim tarafından nakledilen sahih bir hadiste "Yeryüzünde dua
eden her müslümana ya istediği verilir ya da başına gelebilecek bir bela
kaldırılır" buyurulmaktadır. Ahmed İbn Hanbel'in rivayet ettiği bir
hadiste ise "Duaya hemen ya da bir süre sonra icabet edilir"
denilmektedir. Yine Ahmed İbn Hanbel tarafından nakledilen ve Hakim'in sahih
saydığı bir başka hadiste de "Kötülük ya da akrabayla ilişkilerin
kesilmesine yönelik olmayan her duaya üç şekilde cevap verilebilir: Ya
istenilen şey hemen yerine getirilir ya da ahirette denk bir karşılık verilir
yahut da dua edenin maruz kalacağı bir bela ortadan kaldırılır". Bu da
duaya icabetin ikinci şartıdır. Ayrıca başka şartlar da bulunmaktadır. Örneğin
yediği, içtiği, giydiği haram olanların duasının kabul edilmeyeceğini bildiren
hadis, helal kazancın duaya icabet için bir şart olduğunu ortaya koymaktadır.
"Dua ettim kabul edilmedi diye sızlanmazsanız duanıza mutlaka icabet
edilir" hadisi de duaya hemen karşılık beklenmemesi şartını ifade
etmektedir .
باب: لكل نبي
دعوة مستجابة.
1. HER NEBİ'İN KABUL EDİLEN BIR DUASI BULUNMASI
حدثنا
إسماعيل قال:
حدثني مالك،
عن أبي
الزناد، عن
الأعرج، عن
أبي هريرة:
أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال: (لكل
نبي دعوة
مستجابة يدعو
بها، وأريد أن
أختبئ دعوتي
شفاعة لأمتي
في الآخرة).
[-6304-] Ebu Hureyre r.a.'in naklettiğine göre Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Her Nebi'in kabul edilen bir duası vardır. Ben bu hakkımı
ahirette ümmetime şefaat için saklıyorum"
(Ayrıca bk. 7474. hadis)
وقال لي
خليفة: قال
معتمر: سمعت
أبي، عن أنس،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال: (كل
نبي سأل سؤلاً،
أو قال: لكل
نبي دعوة قد
دعا بها
فاستجيب،
فجعلت دعوتي
شفاعة لأمتي
يوم القيامة).
[-6305-] Enes İbn Malik'ten nakledildiğine göre Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellemşöyle buyurmuştur:
"Her Nebi'nin bir isteği (ya da "Her Nebi'nin bir
duası") kabul edilmiştir. Ben bu hakkımı Kıyamet günü ümmetime şefaat için
kullandım".
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Her Nebi'in kabul edilen bir duası uardır" ifadesinin
(dua edenlere mutlaka icabet edileceğini bildiren) ayet ile ilişkisi bazı
duaların dua edenin istediği şekilde müstecab olmadığı noktasındadır.
"Ben bu hakkımı ahirette ümmetime şefaat için
saklıyorum" ifadesine gelince Müslim'in naklettiği ve Ebu Hureyre'den
gelen bir hadiste geçmiş zaman kipi kullanılarak .:..ı1 .;1-' "Ben
sakladım" denilmiştir. Enes İbn Malik tarafından nakledilen hadiste ise J
y;) "Ben dua hakkımı şöyle
kullandım" buyurulmuş ve ayrıca "Kıyamet günü" ifadesi ilave
edilmiştir. Ebu Salih'in naklettiği haberde "İnşallah ümmetimden Allah'a
şirk koşmadan ölenler şefaatime nail olacaklardır" cümlesi yer almaktadır.
Muhtemelen Nebi s.a.v. duasını ertelemek istemiş; ancak daha
sonra bundan vazgeçip dua edip talebinin yerine gelmesini arzu etmiştir. Allah
Teala'nın kendisine duasının kabul edildiğini haber vermesine dayanarak da bu
konuda kendisinden emin bir şekilde konuşmuştur. Şefaat ve çeşitleri hakkında
ayrıntılı bilgi Rikak bölümünün başında arzedilecektir (Nuh 26).
Nebilerin özellikle de bizim Nebiimizin birçok duası kabul
edildiği için hadisin ilk etapta anlaşılan anlamı sorunlu sanılabilir. Zira
hadise göre Nebilerin yalnızca bir duaları makbul sayılacaktır. Halbuki hadiste
kastedilen kabulü kesin olan duadır. Diğer duaların ise kabulü ancak
umulabilir.
Her Nebiin kabul edilen duasından kastın en faziletli duaları
olduğu da ileri sürülmüştür. Bu yoruma göre onların başka duaları olmakla
birlikte en faziletli duaları makbul sayılmıştır. Başka bir yoruma göre ise
Nebilerin ümmetIerini kapsayıcı tarzda onların helak ya da kurtuluşu için
yaptıkları genel dualar makbul iken özel dualarının kabul edilmesi garanti edilmemiştir.
İbnü'tTın'in naklettiğine göre Nebilerin kendi dünyaları ya da nefisleri için
yaptıkları bir duaları kabul buyurulmuştur. Örneğin Hz. Nuh "Ya Rabbı!
Yeryüzünde dolaşan bir tek kafir bile bırakma!", Hz. Zekeriya "Bana
lütf-u kereminden öyle bir uaris nasib et ki bana da, Yakub hanedanına da uaris
olsun. Onu, razı olacağın bir insan eyle ya Rabbf!"(Meryem 5-6) ve Hz.
Süleyman "Ya Rabbf! Affet beni ve bana, benden sonra hiç kimseye nasib
olmayacak bir hakimiyet lutfet. Çünkü Sen, lütufları son derece bolalan
vehhabsın!"(Sad 35) diye dua etmişlerdir. Mesabfh adlı kitabı
şerhedenlerden biri şunları söylemiştir: Bilinmelidir ki Nebilerin bütün
duaları makbuldür. Bu hadis Nebilerin hepsinin kavminin helak edilmesi için dua
ettiğini ancak Nebiimizin bu şekilde ümmetine beddua etmediğini bildirmektedir.
Ümmetinin yaptığı ezalara karşı gösterdiği sabır sebebiyle kendisine şefaat
hakkı verilmiştir. Burada ümmetten kasıt ümmet-i davet olup ümmet-i icabet
değildir. Ancak Tıbı bu sözleri eleştirerek Hz. Nebi'in bazı Arap kabilelerine,
isimlerini zikrederek bir takım Kureyşlilere, Rı'l, Zekvan ve Mudar adlı
kabileiere beddua ettiğini ifade etmiştir. Ona göre bu hadisin şöyle
yorumlanması daha doğrudur: Allah her Nebie sonucunu dünyada görecekleri
ümmetieriyle ilgili bir dua hakkı vermiştir. Nebiimiz bu hakkını ümmetinden bir
kısmı için kullanınca "Bu hususta sana ait bir iş yoktur: Allah ister
onlara tövbe nasib edip bağışlar, ister nefislerine zulmettikleri için onları
cezalandırır. Senin görevin sadece uyanp irşad etmektir" ayeti nazil olnıu
Böylece Nebiimizin hakkı ahirete kalmıştır. Hz. Nebi de beddu'a-eftiği
kimseIerin helak edilmelerini değil aslında tevbeye yönlendirilmelerini
istemiştir.
Nebilerin bütün dualarının makbulolduğu yolundaki değerlendirme
yapılırken "Allah'tan üç şey istedim. İkisini kabul etti birini
etmedi" şeklindeki sahih bir hadis unutulmuş görünmektedir. ibn Battal bu
hadisin Nebiimizin diğer Nebilerden üstün olduğunu gösterdiğini; zira makbul
duasında ümmetini kendi nefsine ve ailesine tercih ettiğini ayrıca önceki
Nebiler gibi ümmetin (ümmet-i davetin) helaki için beddua etmediğini ifade
etmiştir.
ibnü'l-Cevzl ise şu yorumu yapar: Bu Nebi s.a.v.'in güzel
tasarruflarından biridir. Çünkü duasını gerektiği gibi kullanmıştır. Ayrıca
cömertliğinin bir göstergesidir. Zira ümmetin i kendisine tercih etmiştir. Yine
duasını dindar müslümanlardan daha fazla duaya ihtiyacı olan günahkarlara
hasretmesi sebebiyle aklı değerlendirmelerindeki sağlamlığın bir işaretidir.
Nevevi ise bu hadisin ümmetin e şefkatini, merhametini ve
menfaatlerini koruduğunu gösterdiğini; çünkü duasını onların en fazla duaya
muhtaç olacakları bir zaman için sakladığın: ifade etmiştir.
"inşallah ümmetimden Allah'a şirk koşmadan ölenler
şefaatime nail olacaklardır" rivayeti büyük günahları işlemekte ısrar eden
bir kimse dahi olsa Allah'a şirk koşmayan müslümanların cehennemde ebedi
kalmayacakları yolundaki Ehl-i sünnet görüşünün doğruluğunu ispat eden bir
delildir.