EK SAYFA – 1966-2
باب: عقوق
الوالدين من
الكبائر.
6. ANNE-BABAYA KÖTÜ DAVRANMAK BÜYÜK GÜNAHLARDANDIR
قاله عبد
الله بن عمرو،
عن النبي صلى
الله عليه
وسلم.
Bunu Abdullah İbn Amr, Nebi S.A.V.'den diye rivayet et-
حدثنا سعد بن
حفص: حدثنا
شيبان، عن
منصور، عن
المسيَّب، عن
ورَّاد، عن
المغيرة،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال: (إن
الله حرم عليكم
عقوق
الأمهات،
ومنعاً وهات،
ووأد البنات،
وكره لكم: قيل
وقال، وكثرة
السؤال، وإضاعة
المال).
[-5975-] Muğire İbn Şu'be'den, o Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'den, dedi ki:
"Şüphesiz Allah sizlere annelere kötü davranmayı, (hakları)
engellemeyi ve (hak olmayan bir şeyin) verilmesini istemeyi, kız çocukları diri
diri gömmeyi haram kılmış; size dedikodu yapmayı, çokça soru sormayı ve malı zayi
etmeyi de hoş görmemiştir. "
حدثني إسحق:
حدثنا خالد
الواسطي، عن
الجريري، عن
عبد الرحمن بن
أبي بكرة، عن
أبيه رضي الله
عنه قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: (ألا
أنبئكم بأكبر
الكبائر).
قلنا: بلى يا
رسول الله،
قال: (الإشراك
بالله، وعقوق
الوالدين -
وكان متكئاً
فجلس فقال -
ألا وقول
الزور، وشهادة
الزور، ألا
وقول الزور،
وشهادة
الزور). فما
زال يقولها،
حتى قلت: لا
يسكت.
[-5976-] Abdurrahman İbn Ebi Bekre'den, o babası
r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
Size en büyük günahların en büyüğünü haber vermeyeyim mi? Bizler:
Buyur ey Allahim Rasulü, dedik. 0, bu sorusunu üç defa
tekrarladıktan sonra şöyle buyurdu: Allahla ortak koşmak, ana-babaya karşı
gelmek -bu arada yaslanmış iken oturdu ve şöyle devam etti-:
Dikkat edin, bir de yalan söz ve yalan şahitlik; dikkat edin bir
de yalan söz ve yalan şahitlik etmektir. 0, bu sözleri o kadar tekrar edip
durdu ki, ben: Susmayacak, dedim,"
حدثني محمد
بن الوليد:
حدثنا محمد بن
جعفر: حدثنا
شُعبة قال:
حدثني عبيد
الله بن أبي
بكر قال: سمعت
أنس بن مالك
رضي الله عنه
قال:
ذكر
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم
الكبائر، أو
سئل عن
الكبائر،
فقال: (الشرك
بالله، وقتل النفس،
وعقوق
الوالدين،
فقال: ألا
أنبئكم بأكبر
الكبائر؟ قال:
قول الزور، أو
قال: شهادة الزور).
قال شُعبة:
وأكثر ظني أنه
قال: (شهادة
الزور).
[-5977-] Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki:
"Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem büyük günahları sözkonusu etti
-yahut ona büyük günahlara dair soru soruldu- de şöyle buyurdu:
"Allah'a ortak koşmak, nefsi öldürmek, anne-babaya karşı gelip
kötü davranmak. Sonra şöyle buyurdu:
Ben size büyük günahların en büyüğünü haber vermeyeyim mi?
(Sonra):
Yalan sözdür yahut yalan şahitliktir, buyurdu,"
Şulbe dedi ki: Ağırlıklı olarak zannettiğim onun: Yalan şahimktir,
dediğidir.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Anne-babaya kötü davranmak büyük günahlardandır. Bunu İbn
Ömer, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den diye rivayet etmiştir." Burada
karşı gelmek (ukuk)den maksat, çocuğun anne-babasını rahatsız edecek, onlara
eziyet verecek söz ya da fiilleri -anne-baba işi yokuşa sürerek şirk ya da
masiyet gerektiren şeyler istemeleri hali dışında- yapmasıdır. İbn Atiyye bunun
sınırlarını, yapılması ve terk edilmesi mubah olan hususlarda onlara itaat
etmek vacip, mendub olan işlerde onlara itaat etmek müstehap ve kifaye yollu
farzlarda da aynı şekilde müstehap olarak tespit etmiştir. İki ayrı isteğin
çatışması halinde anne-babaya öncelik tanımak da bu kabildendir. Buna örnek:
Hasta annesi tarafından kendisine baksın diye çağrılan bir kimse, eğer
annesinin yanında kalmaya devam edecek olursa, vacip olan bir fiili işleme
imkanını bulamayacaktır. Eğer annesini bırakıp vacip olan o işi yapacak olursa,
bu sefer annesinin maksadı olan çocuğunun kendisine teselli vermesi ve diğer
hususlar gerçekleşmeyecektir. Sözkonusu bu vacip fiil, eğer namazın ilk
vaktinde kılınması gibi yahut cemaatle birlikte eda edilmesi gibi fazileti
kaçırmakla birlikte telafi edilebilecek bir iş ise, böyle bir çatışma sözkonusu
olur. (Yani böyle bir çatışma halinde anne-babasının isteğini tercih etmesi
müstehaptır.)
Hadiste sözkonusu edilen nehyin netice vermesi, emrolunduğu
hakları vermeyip, almaya hakkı olmayan şeyleri istemenin Allah tarafından haram
kılınmasından dolayıdır. Burada yasağın, -ileride biraz sonra geniş açıklaması
geleceği üzere- kayıtsız ve şartsız olarak isteyip dilenme hakkında olma
ihtimali de vardır.
"Kız çocukları diri diri gömmeyL" Cahiliye dönemi
insanları, onlarda hoşlanmadıkları bazı haller sebebiyle bunu yapıyorlardı.
"Ve sizin dedikodu yapmanızı. .. hoş görmemiştir." Bu
hadislerden maksat, çokça konuşmanın mekruh olduğuna işaret etmektir. Çünkü
çokça konuşmak, sonunda hata işlemeye götürür.
"Çokça istemeyi (soru sormayı) ... " Zekat bölümünde bundan
maksadın ne olduğu hususunda görüş ayrılığı açıklanmış bulunmaktadır. Bundan
kasıt, mal isteme midir yoksa çeşitli sıkıntı ve problemlere dair soru sormak
mıdır, yoksa bundan daha genel midir? Daha uygun olanı bunu genel hakkında
kabul etmektir.
Kimi ilim adamının görüşüne göre bundan maksat, insanların zaman
içerisinde meydana gelen olayların haberleri hakkında çokça soru sormak yahut
muayyen bir kimseye durumu ile ilgili etraflı bilgi almak için çokça soru
sormaktır. Çünkü böyle bir iş çoğunlukla kendisine soru sorulanın hoş görmediği
hallerdendir. Diğer taraftan şaşırtıcı ve yanıltıcı hususlara dair soru
sormanın yasaklandığı da sabit olmuştur. Bu konudaki hadisi Ebu Davud, Muaviye
yolu ile rivayet etmiştir. Seleften bir topluluğun da adeten gerçekleşmesi
imkansız ya da son derece nadir olan birtakım meseleleri ortaya atıp çözüm için
zorlanmayı mekruh gördüğü sabittir. Bunu mekruh görmelerinin sebebi ise bu
hususta zora koşmanın ve zanna göre söz söylemeye kalkışmanın sözkonusu
oluşundan dolayıdır. Zira bu işi yapan bir kimse kendisini hataya düşmekten de
kurtaramaz.
Lian bölümünde geçtiği üzere Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
soru sormaktan hoşlanmayıp bu şekilde soru sormayı ayıplamış olmasına, aynı
şekilde Tefsir bölümünde yüce Allah'ın: "Size açıklanınca üzüleceğiniz
birtakım şeyleri sormayınız. "(Maide, 101) buyruğunun tefsirinde geçtiği
gibi, soru sormanın hoş karşılanmayışı vahyin iniş zamanına mahsustur. Buna şu
hadis de işaret etmektedir:
"Allah nezdinde insanlar arasında günahı en büyük kişi,
haram kılınmamış bir şeye dair soru sorup da onun soru sorması sebebiyle o
şeyin haram kılınmasına sebep olan kişidir. Aynı şekilde mal edinmek maksadıyla
istemek de yerilmiş, bu hususta yüzsüzlük edip ısrar etmeyen kimseler ise
övülmüştür. Yüce Allah'ın:
"Yüzsüzlük edip de insanlardan bir şey istemeyen fakirler
... " (Bakara, 273) buyruğunda olduğu gibi.
Daha önce Zekat bölümünde de şu hadis geçmiş bulunmaktadır:
"Kul istemeyi (dilenmeyi) sürdürme ye devam ederse sonunda kıyamet gününde
yüzünde bir parçacık et dahi bulunmaksızıngelmesine sebep olur."
Müslim'in Sahih'inde de şu hadis yer almaktadır: "Şüphesiz
istemek (dilenmek) ancak şu üç kişiye helaldir: Aşırı derecede fakir olan yahut
çok ağır borç yükü altına girmiş bulunan ya da büyük bir musibete maruz kalmış
olan kimseye."
Nevevi, Müslim Şerhinde ilim adamlarının zaruret olmaksızın soru
sormanın (istemenin, dilenmenin) nehyedildiği üzerinde ittifak ettiklerini
söylemiştir.
Devamla der ki: Mezhebimize mensup ilim adamları, kazanabilme
imkanı olan kimsenin dilenmesi (istemesi) hususunda iki farklı görüşe
sahiptirler. Bu iki görüşün daha sahih olanı, hadislerin zahiri dolayısıyla
haram olduğu görüşüdür. İkincisi ise, şu üç şarta bağlı kalmak üzere kerahetle
birlikte caiz olduğu görüşüdür: Israr etmeyecek, bizzat dilenmenin zilletine
ayrıca kendi nefsini de alçaltma zilletini katmayacak, kendisinden dilencilik
ettiği kimseyi rahatsız etmeyecek. Eğer bu üç şarttan birisi olmazsa dilenmek
haram olur.
-----Dikkat edilirse başlıkta bu İbn Ömer değil, İbn Amr'dır. Bu
farka dair Fethu'l-Bari'deki açıklamanın kısa bir bölümünü kaydetmekte fayda
görüyoruz: "Evet, Ebu Zerr'in Buhari rivayetinde bu şekilde ayn harfi
ötreli olarak "(İbn) Ömer" şeklindedir. el-As1l1 rivayetinde ise ayn
harfi fethalı olarak: "(İbn) Amr" şeklindedir ... " Bk.
Fethu'I-Bari, X, 419. --------------
"Malı zayi etmeyi". İstikraz (borçlanmak) bölümünde
çoğunluğun bunu harcamalarda israfa yorumladıkları geçmiş bulunmaktadır.
Bazıları ise haram yollarda harcamada bulunmak ile kayıtlamışlardır. Daha güçlü
olan görüş ise dini ya da dünyevi olsun şer'an izin verilmemiş şekilde yapılan
harcamadır. Böyle bir harcama yasak kılınmıştır. Çünkü yüce Allah malı kulların
maslahatlarının ayakta durması için yaratmıştır. Malın saçıp savrulması ise bu
masıahatların gerçekleşmesini engeller. Ya bu masıahatları kaybedenkimse için
ya da başkası için bu sözkonusu olur. Ancak bunda ahiret sevabını elde etmek
için çeşitli hayır yollarında çokça infak etmek istisna edilmiştir. Elverir ki
ondan daha önemli uhrevi bir hakkın yerine getirilmesini önlemesin.
Hülasa çokça infak edip mal harcamanın üç şekli sözkonusudur:
1- Şer'an yerilmiş alanlarda malın infak edilmesi. Bunun yasak
oluşunda hiçbir şüphe yoktur.
2- Şer'an övülmüş alanlarda infak edilmesi. Bunun da sözü geçen
şarta uymakla birlikte, istenen bir şeyolduğunda şüphe yoktur.
3- Malın, nefsin lezzet aldığı hususlar gibi asıl itibariyle
mubah olan alanlarda infak edilmesi, harcanması. Bu da iki kısma ayrılır:
a- Yapılan bu harcamanın infakta bulunan (harcamayı yapan)
kimsenin haline ve malının miktarına yakışan bir şekilde olması. Böyle bir
harcama israf değildir.
b- Örfen onun haline yakışmayan harcama olması. Bu da iki kısma
ayrılır:
Birincisi, ya halihazırda meydana gelmiş ya da gelmesi beklenen
bir kötülüğü bertaraf etmek için yapılan harcama. Bu israf değildir.
İkincisi, bu türlerin hiçbirisiyle ilgisi olmayan harcamalar.
Cumhurun kanaatine göre bu bir israftır. Ama kimi Şafii alimleri bunun israf
olmadığı görüşünde olup şöyle söylemişlerdir: Çünkü böyle bir harcama ile
bedenin maslahatı gerçekleştirilir ve bu da doğru bir maksattır. Eğer masiyet
uğrunda yapılmamış ise böyle bir harcamayı yapmak, onun için mubah olur.
İbn Dakiki'l-'İyd der ki: Ama Kur'an'ın zahir (açık) buyrukları
onun söyledikleri ile bağdaşmamaktadır.
Maliki alimlerinden el-Bad ise malın tümünün sadaka olarak
verilmesinin caiz olmadığını belirterek şunları söylemektedir: Malın dünyevi
masıahatlar uğrunda çokça harcanması mekruhtur. Bununla birlikte misafir,
bayram ya da ziyafet gibi ara sıra meydana gelen bir iş dolayısı ile çokça
harcanmasında bir sakınca yoktur. Mekruh olduğunda görüş ayrılığı bulunmayan
hususlardan birisi de ihtiyaç miktarından fazla bina yapımına harcamakta sınırı
aşmaktır. Özellikle eğer buna aşırı süsleme de eklenecek olursa bu hüküm daha
da pekişir. Sebepsiz yere fahiş ğabn (denilen çok yüksek fiyat1a satın almak)
ihtimali de bu kabildendir.
Malın masiyet uğrunda zayi edilmesine gelince, bu hiç şüphesiz
hayasızca işleri işlemeye mahsus değildir. Aksine kölelerle hayvanların telef
olmalarıyla sonuçlanacak şekilde onlarla gereği gibi ilgilenmemek ve kötü
muamele de bunun kapsamına girer. Reşid olduğu görülmeyen kimseye malını vermek
de bu kapsamdadır. es-Sübkı el-Kebir "el-Halebiyyat" adlı eserinde
şunları söylemektedir:
Malın zayi edilmesindeki belirleyici ilke, bunun dünyevı ya da
dinı bir maksada yönelik olmadan harcanmasıdır. Eğer bu iki maksat da yoksa
malın harcanması kesin olarak haramdır. Şayet bunlardan birisi önemsenecek
derecede bulunur ve harcama da kişinin haline yakışan ve masiyet olmayan bir
tür ise kesin olarak caizdir. et-Tıbı der ki: Bu hadis güzel ahlakın bilinmesi
hususunda esas bir dayanaktır. Bu da övülen ahlaki tutumları ve güzel hasletlerin
tamamını tetkik etmek, onların peşine düşmek demektir.
"Üç defa tekrarlayarak: Büyük günahların en büyüğünü ...
" Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dinleyenin kalbinin
uyanıklığını ve sözünü edeceği hayırlı şeyleri iyice kavramasını sağlayıp
dikkatini çekmek amacıyla tekid etmek için bir sözü üç defa tekrarlamak adeti
üzere bu sözlerini de üç defa tekrarladı.
Selef bu hususta ihtilaf etmiştir. Çoğunluğun görüşüne göre
günahların bir kısmı kebair (büyük günah) bir kısmı da seğair (küçük günah)dır.
Aralarında üstat Ebu İshak el-İsferayını'nin de bulunduğu bir kesim, istisna
teşkil ederek şöyle söylemiştir: Günahlar arasında küçük günah diye bir şey
yoktur. Aksine Allah'ın yasakladığı her bir şey büyük bir günahtır. O bu görüşü
İbn Abbas'tan nakletmiştir. Kadı !yad da bunu "muhakkiklerden" diye
nakletmiştir. Şanı yüce Allah'ın emrine muhalif her bir hareketin onun celaline
karşı büyük günah olduğunu söyleyerek görüşlerini delillendirmişlerdir.
Nevevi dedi ki: Büyük günahın tespiti hususunda ilim adamları
pek çok ve yaygın bir görüş ayrılığı içindedirler. İbn Abbas'tan rivayete göre
yüce Allah'ın sonunda ateş, ilahı gazap, lanet veya azap ifadesi bulunan her
bir şey günahtır, dediği rivayet edilmiştir. Nevevi der ki: Buna benzer bir
açıklama Hasan-ı Basrı'den de rivayet edilmiştir.
Başkaları ise: Şanı yüce Allah'ın ahirette ateş azabı ile tehdit
ettiği yahut dünyada had uygulamasını gerekli gördüğü günahlardır, demişlerdir.
Derim ki: Bu son hususu açıkça belirtenlerden birisi de Kadı Ebu
Ya'la'nın naklettiğine göre İmam Ebu Ahmed ve Şafillerden de el-Maverdl'dir.
Onun lafzı şöyledir: Büyük günah, hadlerin uygulanmasını gerektiren yahut
ahirette azap tehdidi yapılmış bulunan günahlardandır. Şafillerden pek çok
kimse büyük günahları başka esaslara göre de tespit etmişlerdir. Bunlardan
birisi İmamu'lHarameyn'in şu görüşüdür: Büyük günah, onu işleyen kimsenin dini
az önemsediğini, dine bağlılığının da gevşek olduğunu ortaya koyan her bir
günahtır. İbn Abdiselam da el-Kavaid adlı eserinde şunları söylemektedir: Ben
ilim adamlarından herhangi bir kimsenin itirazdan kurtulabilen bir şekilde
büyük günahı belirleyen bir ölçü koyduğunu tespit edebilmiş değilim. Daha uygun
olanı ise -nass ile tespit edilmiş büyük günahlar dışındakiler için- o günahı
işleyen kimsenin dinine pek önem vermediğini gösteren işlerdir.
Derim ki: Bu oldukça güzel bir ilkedir.
"Dikkat edin o, yalan sözdür, yalan şahitliktir. Dikkat
edin o, yalan sözdür, yalan şahitliktir. O, bu sözlerini ben: Artık susmaz, deyinceye
kadar tekrarlayıp durdu." Hadisin bu rivayet yolunda bu şekildedir. Bişr
İbn el-Mufaddal yoluyla gelen rivayette ise şöyle denilmektedir: "Şöyle
buyurdu: Dikkat edin, bir de yalan sözdür. O bu sözünü o kadar tekrar etti ki
nihayet biz: Ne olur keşke sussa, dedik." Yani onun bu hususta son derece
kızgınlığını gördüklerinden ötürü, ona şefkatleri dolayısı ile susmasını
temenni ettiler.
İbn Dakiki'l-'Id der ki: Onun yalan şahitliği bu kadar
önemsemesi, insanların bunu daha kolaylıkla işlemeleri dolayısıyla ve
önemsenmeyişinin daha çok, kötülüğünün gerçekleşmesinin de daha kolayoluşundan
dolayı olabilir. Çünkü Müslüman şirkten uzak durur. Anne-babaya kötü
davranmaktan da insan tabiatı nefret eder. Yalan söz söylemeye iten sebepler
ise pek çoktur. O halde doğru söze (ve şahitliğe) önem vermek, güzel ve yerinde
bir şeydir. Böyle bir önemseyiş ise onunla birlikte sözü edilen diğer günahlara
nispetle büyüklüğünden dolayı değildir.