باب: قص
الشارب.
63. BIYIĞI KESMEK
وكان ابن عمر
يحفي شاربه
حتى ينظر إلى
بياض الجلد،
ويأخذ هذين،
يعني بين
الشارب
واللحية.
İbn Ömer, derinin beyazlığı görününceye kadar bıyıklarını derinden
kestirir ve -(ravı) bıyık ile sakal arasını kastederek- şu ikisini alırdı.
حدثنا المكي
بن إبراهيم:
عن حنظلة، عن
نافع: قال
أصحابنا: عن
المكي، عن ابن
عمر رضي الله
عنهما،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال: (من
الفطرة قص
الشارب).
[-5888-] İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem:
"Bıyığı kesmek fıtrattandır" buyurmuştur.
Bu Hadis 5890 numara ile de var.
حدثنا علي:
حدثنا سفيان
قال: الزُهري
حدثنا، عن
سعيد بن
المسيَّب، عن
أبي هريرة
رواية:
(الفطرة
خمس، أو خمس
من الفطرة:
الختان،
والاستحداد،
ونتف الإبط،
وتقليم
الأظفار، وقص
الشارب).
[-5889-] Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"(Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu):
Fıtrat beştir (yahut beş şey fıtrattandır); Sünnet olmak, etek
traşı yapmak, koltuk altlarını yolmak, tırnaklarını kesmek ve bıyıkları kesmek.
"
Bu Hadis 5891 ve 6297 numara ile de var.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Bıyığını kestirirdi." Burada (kestirirdi anlamındaki:
Yuhfi fiili) el-ihfa ya da el-hafy kökünden gelmekte olup izale etmek anlamındadır.
"Derinin beyazı görününceye kadar." Bu muallak
rivayeti mevsul bir rivayet olarak Ebu Bekir el-Esrem, Ömer b. Ebi Seleme
yoluyla babasından şöyle dediğini nakledip rivayet etmiş bulunmaktadır:
"Ben İbn Ömer'in, bıyığını geriye ondan hiçbir şey bırakmayıneaya kadar
kestiğini gördüm."
Taberi de Abdullah b. Ebi Osman yoluyla şunu söylediğini
nakletmektedir:
Ben İbn Ömer'in, bıyığının üstünden ve altından alıp
kısalttığını gördüm." İşte bu, İbn Ömer'den gelen bu rivayet ile sadece
dudağın kenarında bulunanları izale etmenin kastedildiği şeklinde tevil
edenlerin tevilini reddetmektedir.
Fıtrattan olduğu belirtilen bu hasletlerin, iyice tetkik
edilmesi suretiyle idrak edilebilecek dini ve dünyevi pek çok masıahat ile
ilgisi vardır. Bunların bazıları:
Görünüşün güzelleştirilmesi, genelolarak ve detaylarıyla bedenin
temizlenmesi, her iki temizlik (hadesten ve necasetten taharet) için gerekli
ihtiyatın yapılması, hoş olmayan kokular dolayısı ile rahatsızlık verecek
şeyleri önlemek suretiyle kendisiyle oturup kalktığı hanımına ve arkadaşına
iyilikte bulunması, Mecusi, Yahudi, Hristiyan ve puta tapıcı kafirlerin
şiarlarına muhalefet etmesi, şeriat koyucunun emrine uyması, yüce Nlah'ın:
"Size suret verip, suretlerinizi güzelleştirmiştir."(Mu'min, 64)
buyruğunun işaret ettiği gerçeği koruması -çünkü bu özellikleri korumaya
çalışıp devam etmek buna uygun bir iştir-o Yüce Allah: Ben sizin suretlerinizi
güzelleştirmiş bulunuyorum. Sizler onu çirkinleştirecek hallerle güzelliğinizi
bozmayınız yahut onun güzelliği ni devam ettirecek şeylere dikkat ediniz, demiş
gibidir. Çünkü bunları korumak ve bunlara gereken dikkati göstermek aynı
zamanda insani özelliklere ve istenen şekilde kaynaşmaya gereken dikkati
göstermek demektir. Çünkü insan güzel bir görünüm ile ortaya çıktığı takdirde,
diğerlerinin onunla daha güzel bir şekilde geçinip ona açılmalarını sağlar.
Söylediği söz kabul edilir, görüşü benimsenir. Aksi olursa aksi sonuçlar ortaya
çıkar.
Fıtrata dair açıklamaya gelince, el-Hattabi şöyle demektedir: İlim
adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre burada fıtrattan kasıt, sünnettir.
Başkası da böyle söylemiştir. Derler ki: Bu, bunların Nebilerin sünnetlerinden
oldukları anlamına gelir.
Bir başkakesim şöyle demektedir: Fıtratın anlamı dindir. Ebu
Nuaym, el-Mustahrec adlı eserinde de bunu böylece rivayet etmiştir. Nevevi
Şerhu'lMühezzeb adlı eserinde şunları söylemektedir: el-Maverdi ile Şeyh Ebu
İshak bu hadiste fıtrattan maksadın din olduğunu söylemişlerdir. Şafii ve
mezhebine mensup ilim adamlarının çoğunluğu bu başlıkta sözü geçen beş hasletin
arasında yalnızca sünnet olmanın vacip olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü
eskilerden Ata da benimsemiştir. Hatta Ata şöyle demiştir: Yaşı büyük bir kişi,
Müslüman olduğu takdirde sünnet olmadıkça Müslüman olması eksik kalır.
Ahmed ile Maliki alimlerinden bazılarına göre sünnet olmak
vaciptir. Ebu Hanife'ye göre ise farz değil, vaciptir. Yine ondan, terki
sebebiyle günahkar olmayı gerektiren bir sünnet olduğu görüşü de
nakledilmiştir. Şafii alimlerinden gelen bir görüşe göre sünnet, kadınlar için
vacip değildir. el-Muğnı müellifinin Ahmed'den naklettiği görüş de budur. İlim
adamlarının çoğunluğu ile kimi Şafii alimine göre sünnet vacip değildir.
Bunların delilleri arasında Şeddad b. Evs'in, Nebie nispet ederek zikrettiği
"sünnet olmak erkekler için bir sünnet, kadınlar için bir ikramdır"
hadisidir. Ancak bunda buna dair delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü hadis-i
şerifte "sünnet" lafzı varid olduğu takdirde vacibin karşısında yer
alan hükmün kastedilmediği kabul edilmiş bir husustur. Sünnet olmayı vacip
kabul eden kimseler birtakım deliller göstermişlerdir:
1- Sünnet yapılırken kesilen et parçası, necaseti alıkoyar ve
dışarı çıkartmaz.
Bundan dolayı namazın sıhhatine engelolur. Ebu't-Tayyib et-Tab
eri ise bu kadarının bize göre bağışlanan bir şeyolduğunu açıkça ifade
etmiştir.
2- Ebu Davud, Useym b. Kesir'in dedesi olan Kuleyb'den şu hadisi
rivayet etmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine: Üzerinden
küfrün kıllarını at ve sünnet ol, demiştir." Bununla birlikte Nebi'in bir
kişiye özel olarak hitabının o kişiye ait olduğuna dair delil ortaya
konuluncaya kadar başkasını da kapsayacağı kabul edilmiş bir ilkedir. Ancak
buna da hadisin senedinin zayıf olduğu belirtilerek itiraz edilmiştir. Çünkü
İbnu'l-Münzir: Bu hususta hiçbir rivayet sabit değildir, demiştir.
3- Sünnet olan kimsenin avretini açmasının caiz oluşu
4- Sünnet olmak taabbud maksadıyla vücuttan yerine başkasının
gelmediği bir organ parçasını kesmektir. O halde bu, hırsızın elinin kesilmesi gibi
vacip olur.
5- Sünnet olmak sebebiyle canın büyük bir acı çekmesi söz
konusudur. Böyle bir şey ise ancak ya masıahat ya bir suça karşı ceza ya da
vücub hallerinden birisi sebebiyle meşru olabilir. İlk ikisi söz konusu
olmadığına göre üçüncüsü sabit olur."
6. el-Hattabı sünnet olmanın vacip oluşuna bunun, dinin şiarı
oluşunu da delil göstermiştir. Çünkü bu yolla Müslüman kafirden ayırt
edilebilir. Hatta sünnet olmamış, öldürülmüş bir topluluk arasında sünnet olmuş
bir kişi buluna cak olursa onun cenaze namazı kılınır ve müslümanların
kabristanına defnedilir. Ancak Ebu Şame buna karşı: Dinin şiarlarının tümünün
(değil de ancak bir kısmının) vacip olduğunu söyleyerek itiraz etmiştir.
7- Beyhaki der ki: Delillerin en güzeli Buhari ve Müslim'de yer
alan Ebu Hureyre'riin rivayet ettiği mertCı' hadistir: "İbrahim seksen
yaşında iken el-Kadum denilen yerde sünnet oldu." Yüce Allah da:
"Sonra biz sana: 'Hanif olarak İbrahim'in dinine uy. "'(Nahl, 123)
diye buyurmuştur.
İbn Abbas'tan da İbrahim'in kendisi ile sınanıp eksiksiz olarak
tamamladığı kelimelerin fıtrat ın hasletleri olduğu ve sünnet olmanın da
bunlardan birisi olduğunu söylediği, sahih olarak rivayet edilmiştir. Sınama da
çoğunlukla vacip olan şeylerle gerçekleşir.
Sünnet olmanın meşru olduğu vakit hakkında da görüş ayrılığı
vardır. elMaverdi der ki: Bunun biri vücub, biri de müstehaplık vakti olmak
üzere iki vakti vardır. Vücub vakti, büluğ zamanıdır. Müstehablık zamanı ise
ondan önceki süredir. Uygun görülen ise doğumdan sonra yedinci günde sünnet
olmaktır. eş-Şeyh Ebu Abdullah b. el-Hac, el-Medhal adlı eserinde şunu
nakletmektedir: Erkeğin sünnet olmasını açıklayıp ilan etmek, dişinin de sünnet
olmasını gizli saklı yapmak sünnettir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Etek traşı yapmak." İstihdad (etek traşı yapmak) ile
kastedilen, vücudun özel bir yerindeki kılları traş etmek için ustura
kullanmaktır. Denildiğine göre bu tabirin kullanılması, bir lafızdan anlatılmak
istenenin anlaşılabilmesi ve açıkça ifade etmeye ihtiyaç bırakmaması halinde,
haya edilen halleri kinayeli lafızlarla ifade etmenin meşru olduğunu
göstermektedir. Nesai'nin naklettiği Ebu Hureyre yolu ile gelen rivayette bu
tabir, "halku'l-ane (etek traşı yapmak)" olarak zikrediImiştir.
Nevevi ve başkaları der ki: Etekteki kıııarı izale etmekte
sünnet olan, hem erkek, hem kadın için ustura ile traş etmektir. eabir'den
gelen sahih hadiste, saçı başı karışık olan kadın saçlarını taramadan, kocası
yanında bulunmayan kadın etek traşı yapmadan geceleyin kadınların yanına baskın
yaparcasına gitmenin nehyedildiği de sabittir. Bu hadise dair yeterli
açıklamalar Nikah bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Ancak bunu giderecek herbir
yol ile de sünnet asıl itibariyle gerçekleştirilmiş olur. Yine Nevevi şunları
söylemektedir: Erkek için evla olan traş olmak, kadın için de daha uygunu
yolmaktır. Ancak bu görüş, kadının acı çekmesi sebebiyle kocasının da yerin
gevşekliği sebebiyle zarar goreceği belirtilerek, açıklanması zor bir görüş
olarak kabul edilmiştir. Çünkü yolmak, doktorların ittifakıyla yolunan yerin
gevşemesine sebep olur.
Ama İbnu'l-Arabi şunları söylemektedir: Eğer kadın için daha
uygunu mutlak olarak -zırnık gibi- izale edici ilaçlar kullanmaktır, deniimiş
olsaydı, bu da doğrudan uzak bir görüş olmazdı.
"Koltuk altlarını yolmak." Müstehap olan sağ koltuk
altından başlamaktır.
Traş olmak yoluyla da özellikle yolmaktan rahatsız olan kimseler
için, sünnetin esası eda edilmiş olur.
"Tırnakları kesmek." Bundan maksat, tırnağın parmak
ucundan itibaren uzayan kısmını kesmektir. Çünkü altında kir toplanır ve bu
tiksinti verir. Hatta bu bazen taharet esnasında yıkanması kap eden yere suyun
ulaşmasını önleyecek sınıra kadar dahi ulaşabilir. Perşembe günü tırnak
kesmenin müstehap oluşuna dair herhangi bir hadis sabit olmuş değildir. Nevevi
der ki: Kabule değer görülen görüş, bütün bu hususların yapılacağı süreyi
ihtiyacın belirlediği şeklindedir. elMühezzeb Şerhi'nde ise (yine Nevevi)
şunları söylemektedir: Bunun duruma ve şahıslara göre değişmesi söz konusudur.
Gerek bunda, gerekse sözü edilen diğer bütün hususlarda belirleyici esas,
bunlara duyulacak ihtiyaçtır.
Derim ki: Ama bu, bu işleri Cuma gününe rast getirmeye çalışmaya
da engel değildir. Çünkü Cuma günü temizlenmekte işi ileriye götürmek, meşru
olan bir şeydir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Sualat: Sorular"da yer alan hususlardan birisi de
şudur: Ben ona (Ahmed'e) sordum: Kestiği saçını ve tırnaklarını toprağın altına
mı gömer yoksa onu rastgele mi atar? O, kestiklerini gömer, dedi. Ben: Bu
hususta sana bir rivayet ulaştı mı, diye sordum. O: İbn Ömer bunları toprağın
altına gömerdi, dedi.
Ayrıca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in de kesilen saçların
ve tırnakların gömülmesini emir buyurduğu ve: "Ademoğullarının büyücüleri
onu alıp oyuncak edinmesin" dediği de rivayet edilmiştir.
Derim ki: Bu hadisi Beyhaki, Vail b. Hucr'dan buna yakın olarak
rivayet etmiştir. Bizim mezhebimize mensup ilim adamları, bunlar insan
vücudunun birtakım cüzleri olduklarından dolayı gömülmelerini müstehap kabul
etmişlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Bıyıkları kesmek." Nevevi der ki: Bıyıkların
kesilmesinde uygun görülen, bıyığın kenarı görülünceye kadar kesilmesidir.
Fakat kökünden onu büsbütün kesmemesidir. Hadisteki "kesiniz"
rivayeti, dudaklardan sonra uzayan kısmı izale ediniz, anlamındadır.
İbn Dakiku'l-'Id der ki: Ben bunu mezhebin bir görüşü olarak mı
yoksa kendisinin İmam Malik'in mezhebindeki görüşlerden tercih ettiği bir görüş
olarak mı naklettiğini bilemiyorum.
Derim ki: Nevevi el-Mühezzeb Şerhi'nde açıkça: Bizim mezhebimiz
budur, demektedir.
Tahavı şöyle demektedir: Ben bu hususta Şafil'den açıkça
nakledilen bir ifade görmedim. Ama bizim kendileri ile görüştüğümüz el-Müzeni
ve er-Rebi gibi arkadaşları bıyıklarını iyice keserlerdi. Bunu da ondan başkasından
almadıklarını zannediyorum. Ebu Hanife ve arkadaşları ise şöyle derlerdi:
Bıyıkları kesmek kısaItmaktan daha faziletlidir. İbnu'l-Kasım da Malik'ten
şöyle dediğini nakletmektedir: Banagöre bıyığı diptenkesmek bir müsledir.
Hadisteki maksat ise dudakların kenarı görülünceye kadar bıyıkları ileri
derecede kısaltmaktan ibarettir. Eşheb de şöyle demektedir: Ben Malikle
bıyığını dipten kesen kimsenin durumunun ne olacağını sordum. O: Görüşüme göre
canı yanacak kadar dövülür, dedi. Bıyığını traş eden kimseye de: Bu daha sonra
insanlar arasında ortaya çıkan bir bid'attir, demiştir. --Tahavi'den iktibas
burada sona ermektedir--
Kimi ilim adamları bu hususta muhayyerliği benimsemiştir.
Derim ki: Bu kişi Taberi'dir. O Malik'in ve KOfelilerin
görüşlerini nakledip, dilcilerden de "(hadiste geçen) el-ihfa"nın
kökten kesmek• anlamına geldiğini aktardıktan sonra şunları söylemektedir:
Sünnet her iki hususa da delildir ve arada bir tearuz (çatışma) yoktur. Çünkü
kesmek (kass) bir kısmını almayı, ihfa ise tamamını almayı ifade eder. Her
ikisi de sabit olduğuna göre, kişi dilediğini yapmakta muhayyerdir.