SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-LİBAS

<< 1955 >>

باب: قص الشارب.

63. BIYIĞI KESMEK

 

وكان ابن عمر يحفي شاربه حتى ينظر إلى بياض الجلد، ويأخذ هذين، يعني بين الشارب واللحية.

İbn Ömer, derinin beyazlığı görününceye kadar bıyıklarını derinden kestirir ve -(ravı) bıyık ile sakal arasını kastederek- şu ikisini alırdı.

 

حدثنا المكي بن إبراهيم: عن حنظلة، عن نافع: قال أصحابنا: عن المكي، عن ابن عمر رضي الله عنهما،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (من الفطرة قص الشارب).

 

[-5888-] İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

 

"Bıyığı kesmek fıtrattandır" buyurmuştur.

 

Bu Hadis 5890 numara ile de var.

 

 

حدثنا علي: حدثنا سفيان قال: الزُهري حدثنا، عن سعيد بن المسيَّب، عن أبي هريرة رواية:

 (الفطرة خمس، أو خمس من الفطرة: الختان، والاستحداد، ونتف الإبط، وتقليم الأظفار، وقص الشارب).

 

[-5889-] Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "(Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu):

 

Fıtrat beştir (yahut beş şey fıtrattandır); Sünnet olmak, etek traşı yapmak, koltuk altlarını yolmak, tırnaklarını kesmek ve bıyıkları kesmek. "

 

Bu Hadis 5891 ve 6297 numara ile de var.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Bıyığını kestirirdi." Burada (kestirirdi anlamındaki: Yuhfi fiili) el-ihfa ya da el-hafy kökünden gelmekte olup izale etmek anlamındadır.

 

"Derinin beyazı görününceye kadar." Bu muallak rivayeti mevsul bir rivayet olarak Ebu Bekir el-Esrem, Ömer b. Ebi Seleme yoluyla babasından şöyle dediğini nakledip rivayet etmiş bulunmaktadır: "Ben İbn Ömer'in, bıyığını geriye ondan hiçbir şey bırakmayıneaya kadar kestiğini gördüm."

 

Taberi de Abdullah b. Ebi Osman yoluyla şunu söylediğini nakletmektedir:

 

Ben İbn Ömer'in, bıyığının üstünden ve altından alıp kısalttığını gördüm." İşte bu, İbn Ömer'den gelen bu rivayet ile sadece dudağın kenarında bulunanları izale etmenin kastedildiği şeklinde tevil edenlerin tevilini reddetmektedir.

 

Fıtrattan olduğu belirtilen bu hasletlerin, iyice tetkik edilmesi suretiyle idrak edilebilecek dini ve dünyevi pek çok masıahat ile ilgisi vardır. Bunların bazıları:

 

Görünüşün güzelleştirilmesi, genelolarak ve detaylarıyla bedenin temizlenmesi, her iki temizlik (hadesten ve necasetten taharet) için gerekli ihtiyatın yapılması, hoş olmayan kokular dolayısı ile rahatsızlık verecek şeyleri önlemek suretiyle kendisiyle oturup kalktığı hanımına ve arkadaşına iyilikte bulunması, Mecusi, Yahudi, Hristiyan ve puta tapıcı kafirlerin şiarlarına muhalefet etmesi, şeriat koyucunun emrine uyması, yüce Nlah'ın: "Size suret verip, suretlerinizi güzelleştirmiştir."(Mu'min, 64) buyruğunun işaret ettiği gerçeği koruması -çünkü bu özellikleri korumaya çalışıp devam etmek buna uygun bir iştir-o Yüce Allah: Ben sizin suretlerinizi güzelleştirmiş bulunuyorum. Sizler onu çirkinleştirecek hallerle güzelliğinizi bozmayınız yahut onun güzelliği ni devam ettirecek şeylere dikkat ediniz, demiş gibidir. Çünkü bunları korumak ve bunlara gereken dikkati göstermek aynı zamanda insani özelliklere ve istenen şekilde kaynaşmaya gereken dikkati göstermek demektir. Çünkü insan güzel bir görünüm ile ortaya çıktığı takdirde, diğerlerinin onunla daha güzel bir şekilde geçinip ona açılmalarını sağlar. Söylediği söz kabul edilir, görüşü benimsenir. Aksi olursa aksi sonuçlar ortaya çıkar.

 

Fıtrata dair açıklamaya gelince, el-Hattabi şöyle demektedir: İlim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre burada fıtrattan kasıt, sünnettir. Başkası da böyle söylemiştir. Derler ki: Bu, bunların Nebilerin sünnetlerinden oldukları anlamına gelir.

 

Bir başkakesim şöyle demektedir: Fıtratın anlamı dindir. Ebu Nuaym, el-Mustahrec adlı eserinde de bunu böylece rivayet etmiştir. Nevevi Şerhu'lMühezzeb adlı eserinde şunları söylemektedir: el-Maverdi ile Şeyh Ebu İshak bu hadiste fıtrattan maksadın din olduğunu söylemişlerdir. Şafii ve mezhebine mensup ilim adamlarının çoğunluğu bu başlıkta sözü geçen beş hasletin arasında yalnızca sünnet olmanın vacip olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü eskilerden Ata da benimsemiştir. Hatta Ata şöyle demiştir: Yaşı büyük bir kişi, Müslüman olduğu takdirde sünnet olmadıkça Müslüman olması eksik kalır.

 

Ahmed ile Maliki alimlerinden bazılarına göre sünnet olmak vaciptir. Ebu Hanife'ye göre ise farz değil, vaciptir. Yine ondan, terki sebebiyle günahkar olmayı gerektiren bir sünnet olduğu görüşü de nakledilmiştir. Şafii alimlerinden gelen bir görüşe göre sünnet, kadınlar için vacip değildir. el-Muğnı müellifinin Ahmed'den naklettiği görüş de budur. İlim adamlarının çoğunluğu ile kimi Şafii alimine göre sünnet vacip değildir. Bunların delilleri arasında Şeddad b. Evs'in, Nebie nispet ederek zikrettiği "sünnet olmak erkekler için bir sünnet, kadınlar için bir ikramdır" hadisidir. Ancak bunda buna dair delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü hadis-i şerifte "sünnet" lafzı varid olduğu takdirde vacibin karşısında yer alan hükmün kastedilmediği kabul edilmiş bir husustur. Sünnet olmayı vacip kabul eden kimseler birtakım deliller göstermişlerdir:

 

1- Sünnet yapılırken kesilen et parçası, necaseti alıkoyar ve dışarı çıkartmaz.

 

Bundan dolayı namazın sıhhatine engelolur. Ebu't-Tayyib et-Tab eri ise bu kadarının bize göre bağışlanan bir şeyolduğunu açıkça ifade etmiştir.

 

2- Ebu Davud, Useym b. Kesir'in dedesi olan Kuleyb'den şu hadisi rivayet etmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine: Üzerinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol, demiştir." Bununla birlikte Nebi'in bir kişiye özel olarak hitabının o kişiye ait olduğuna dair delil ortaya konuluncaya kadar başkasını da kapsayacağı kabul edilmiş bir ilkedir. Ancak buna da hadisin senedinin zayıf olduğu belirtilerek itiraz edilmiştir. Çünkü İbnu'l-Münzir: Bu hususta hiçbir rivayet sabit değildir, demiştir.

 

3- Sünnet olan kimsenin avretini açmasının caiz oluşu

 

4- Sünnet olmak taabbud maksadıyla vücuttan yerine başkasının gelmediği bir organ parçasını kesmektir. O halde bu, hırsızın elinin kesilmesi gibi vacip olur.

 

5- Sünnet olmak sebebiyle canın büyük bir acı çekmesi söz konusudur. Böyle bir şey ise ancak ya masıahat ya bir suça karşı ceza ya da vücub hallerinden birisi sebebiyle meşru olabilir. İlk ikisi söz konusu olmadığına göre üçüncüsü sabit olur."

 

6. el-Hattabı sünnet olmanın vacip oluşuna bunun, dinin şiarı oluşunu da delil göstermiştir. Çünkü bu yolla Müslüman kafirden ayırt edilebilir. Hatta sünnet olmamış, öldürülmüş bir topluluk arasında sünnet olmuş bir kişi buluna cak olursa onun cenaze namazı kılınır ve müslümanların kabristanına defnedilir. Ancak Ebu Şame buna karşı: Dinin şiarlarının tümünün (değil de ancak bir kısmının) vacip olduğunu söyleyerek itiraz etmiştir.

 

7- Beyhaki der ki: Delillerin en güzeli Buhari ve Müslim'de yer alan Ebu Hureyre'riin rivayet ettiği mertCı' hadistir: "İbrahim seksen yaşında iken el-Kadum denilen yerde sünnet oldu." Yüce Allah da: "Sonra biz sana: 'Hanif olarak İbrahim'in dinine uy. "'(Nahl, 123) diye buyurmuştur.

 

İbn Abbas'tan da İbrahim'in kendisi ile sınanıp eksiksiz olarak tamamladığı kelimelerin fıtrat ın hasletleri olduğu ve sünnet olmanın da bunlardan birisi olduğunu söylediği, sahih olarak rivayet edilmiştir. Sınama da çoğunlukla vacip olan şeylerle gerçekleşir.

 

Sünnet olmanın meşru olduğu vakit hakkında da görüş ayrılığı vardır. elMaverdi der ki: Bunun biri vücub, biri de müstehaplık vakti olmak üzere iki vakti vardır. Vücub vakti, büluğ zamanıdır. Müstehablık zamanı ise ondan önceki süredir. Uygun görülen ise doğumdan sonra yedinci günde sünnet olmaktır. eş-Şeyh Ebu Abdullah b. el-Hac, el-Medhal adlı eserinde şunu nakletmektedir: Erkeğin sünnet olmasını açıklayıp ilan etmek, dişinin de sünnet olmasını gizli saklı yapmak sünnettir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Etek traşı yapmak." İstihdad (etek traşı yapmak) ile kastedilen, vücudun özel bir yerindeki kılları traş etmek için ustura kullanmaktır. Denildiğine göre bu tabirin kullanılması, bir lafızdan anlatılmak istenenin anlaşılabilmesi ve açıkça ifade etmeye ihtiyaç bırakmaması halinde, haya edilen halleri kinayeli lafızlarla ifade etmenin meşru olduğunu göstermektedir. Nesai'nin naklettiği Ebu Hureyre yolu ile gelen rivayette bu tabir, "halku'l-ane (etek traşı yapmak)" olarak zikrediImiştir.

 

Nevevi ve başkaları der ki: Etekteki kıııarı izale etmekte sünnet olan, hem erkek, hem kadın için ustura ile traş etmektir. eabir'den gelen sahih hadiste, saçı başı karışık olan kadın saçlarını taramadan, kocası yanında bulunmayan kadın etek traşı yapmadan geceleyin kadınların yanına baskın yaparcasına gitmenin nehyedildiği de sabittir. Bu hadise dair yeterli açıklamalar Nikah bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Ancak bunu giderecek herbir yol ile de sünnet asıl itibariyle gerçekleştirilmiş olur. Yine Nevevi şunları söylemektedir: Erkek için evla olan traş olmak, kadın için de daha uygunu yolmaktır. Ancak bu görüş, kadının acı çekmesi sebebiyle kocasının da yerin gevşekliği sebebiyle zarar goreceği belirtilerek, açıklanması zor bir görüş olarak kabul edilmiştir. Çünkü yolmak, doktorların ittifakıyla yolunan yerin gevşemesine sebep olur.

 

Ama İbnu'l-Arabi şunları söylemektedir: Eğer kadın için daha uygunu mutlak olarak -zırnık gibi- izale edici ilaçlar kullanmaktır, deniimiş olsaydı, bu da doğrudan uzak bir görüş olmazdı.

 

"Koltuk altlarını yolmak." Müstehap olan sağ koltuk altından başlamaktır.

 

Traş olmak yoluyla da özellikle yolmaktan rahatsız olan kimseler için, sünnetin esası eda edilmiş olur.

 

"Tırnakları kesmek." Bundan maksat, tırnağın parmak ucundan itibaren uzayan kısmını kesmektir. Çünkü altında kir toplanır ve bu tiksinti verir. Hatta bu bazen taharet esnasında yıkanması kap eden yere suyun ulaşmasını önleyecek sınıra kadar dahi ulaşabilir. Perşembe günü tırnak kesmenin müstehap oluşuna dair herhangi bir hadis sabit olmuş değildir. Nevevi der ki: Kabule değer görülen görüş, bütün bu hususların yapılacağı süreyi ihtiyacın belirlediği şeklindedir. elMühezzeb Şerhi'nde ise (yine Nevevi) şunları söylemektedir: Bunun duruma ve şahıslara göre değişmesi söz konusudur. Gerek bunda, gerekse sözü edilen diğer bütün hususlarda belirleyici esas, bunlara duyulacak ihtiyaçtır.

 

Derim ki: Ama bu, bu işleri Cuma gününe rast getirmeye çalışmaya da engel değildir. Çünkü Cuma günü temizlenmekte işi ileriye götürmek, meşru olan bir şeydir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Sualat: Sorular"da yer alan hususlardan birisi de şudur: Ben ona (Ahmed'e) sordum: Kestiği saçını ve tırnaklarını toprağın altına mı gömer yoksa onu rastgele mi atar? O, kestiklerini gömer, dedi. Ben: Bu hususta sana bir rivayet ulaştı mı, diye sordum. O: İbn Ömer bunları toprağın altına gömerdi, dedi.

 

Ayrıca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in de kesilen saçların ve tırnakların gömülmesini emir buyurduğu ve: "Ademoğullarının büyücüleri onu alıp oyuncak edinmesin" dediği de rivayet edilmiştir.

 

Derim ki: Bu hadisi Beyhaki, Vail b. Hucr'dan buna yakın olarak rivayet etmiştir. Bizim mezhebimize mensup ilim adamları, bunlar insan vücudunun birtakım cüzleri olduklarından dolayı gömülmelerini müstehap kabul etmişlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Bıyıkları kesmek." Nevevi der ki: Bıyıkların kesilmesinde uygun görülen, bıyığın kenarı görülünceye kadar kesilmesidir. Fakat kökünden onu büsbütün kesmemesidir. Hadisteki "kesiniz" rivayeti, dudaklardan sonra uzayan kısmı izale ediniz, anlamındadır.

 

İbn Dakiku'l-'Id der ki: Ben bunu mezhebin bir görüşü olarak mı yoksa kendisinin İmam Malik'in mezhebindeki görüşlerden tercih ettiği bir görüş olarak mı naklettiğini bilemiyorum.

 

Derim ki: Nevevi el-Mühezzeb Şerhi'nde açıkça: Bizim mezhebimiz budur, demektedir.

 

Tahavı şöyle demektedir: Ben bu hususta Şafil'den açıkça nakledilen bir ifade görmedim. Ama bizim kendileri ile görüştüğümüz el-Müzeni ve er-Rebi gibi arkadaşları bıyıklarını iyice keserlerdi. Bunu da ondan başkasından almadıklarını zannediyorum. Ebu Hanife ve arkadaşları ise şöyle derlerdi: Bıyıkları kesmek kısaItmaktan daha faziletlidir. İbnu'l-Kasım da Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Banagöre bıyığı diptenkesmek bir müsledir. Hadisteki maksat ise dudakların kenarı görülünceye kadar bıyıkları ileri derecede kısaltmaktan ibarettir. Eşheb de şöyle demektedir: Ben Malikle bıyığını dipten kesen kimsenin durumunun ne olacağını sordum. O: Görüşüme göre canı yanacak kadar dövülür, dedi. Bıyığını traş eden kimseye de: Bu daha sonra insanlar arasında ortaya çıkan bir bid'attir, demiştir. --Tahavi'den iktibas burada sona ermektedir--

 

Kimi ilim adamları bu hususta muhayyerliği benimsemiştir.

 

Derim ki: Bu kişi Taberi'dir. O Malik'in ve KOfelilerin görüşlerini nakledip, dilcilerden de "(hadiste geçen) el-ihfa"nın kökten kesmek• anlamına geldiğini aktardıktan sonra şunları söylemektedir: Sünnet her iki hususa da delildir ve arada bir tearuz (çatışma) yoktur. Çünkü kesmek (kass) bir kısmını almayı, ihfa ise tamamını almayı ifade eder. Her ikisi de sabit olduğuna göre, kişi dilediğini yapmakta muhayyerdir.