SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TIB

<< 1934 >>

باب: في المرأة ترقي الرجل.

41. KADIN'IN ERKEĞE RUKYE YAPMASI

 

حدثني عبد الله بن محمد الجعفي: حدثنا هشام: أخبرنا معمر، عن الزُهري، عن عروة، عن عائشة رضي الله عنها:

 أن النبي صلى الله عليه وسلم كان ينفث على نفسه في مرضه الذي قبض فيه بالمعوِّذات، فلما ثقل كنت أنا أنفث عليه بهن، فأمسح بيد نفسه لبركتها. فسألت ابن شهاب: كيف كان ينفث؟ قال: ينفث على يديه ثم يمسح بهما وجهه.

 

[-5751-] Aişe r.anha'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatı ile sonuçlanan hastalığında kendisine muavvizatı okuyup üflerdi. Hastalığı ağırlaşınca ben onları okuyup ona üflüyor, kendi eliyle -bereketi dolayısıylaonun vücudunu sıvazlıyordum."

 

(Ravilerden Ma'mer dedi ki:) İbn Şihab'a: Nasıl üflerdi diye sordum. O:

Önce ellerine üfler, sonra onları yüzüne sürerdi, dedi.

 

باب: من لم يَرْق.

42. RUKYE YAPMAYAN KİMSELER

 

حدثنا مسدَّد: حدثنا حُصَين بن نُمَير، عن حُصَين بن عبد الرحمن، عن سعيد بن جُبَير، عن ابن عباس رضي الله عنهما قال:

 خرج علينا النبي صلى الله عليه وسلم يوماً فقال: (عُرضت عليَّ الأمم، فجعل يمر النبي معه الرجل، والنبي معه الرجلان، والنبي معه الرهط، والنبي ليس معه أحد، ورأيت سواداً كثيراً سدَّ الأفق، فرجوت أن يكون أمتي، فقيل: هذا موسى وقومه، ثم قيل لي: انظر، فرأيت سواداً كثيراً سدَّ الأفق، فقيل لي: انظر هكذا وهكذا، فرأيت سواداً كثيراً سدَّ الأفق، فقيل: هؤلاء أمتك، ومع هؤلاء سبعون ألفاً يدخلون الجنة بغير حساب). فتفرق الناس ولم يبيِّن لهم، فتذاكر أصحاب النبي صلى الله عليه وسلم فقالوا: أما نحن فولدنا في الشرك، ولكنا آمنا بالله ورسوله، ولكن هؤلاء هم أبناؤنا، فبلغ النبي صلى الله عليه وسلم فقال: (هم الذين لا يتطيَّرون، ولا يسترقون، ولا يكتوون، وعلى ربهم يتوكلون). فقام عُكَّاشة بن مِحْصَن فقال: أمنهم أنا يا رسول الله؟ قال: (نعم). فقام آخر فقال: أمنهم أنا؟ فقال: (سبقك بها عُكَّاشة).

 

[-5752-] İbn Abbas r.a.'tan, dedi ki: "Bir gün Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza çıktı ve şöyıe buyurdu:

 

Bana ümmetler gösterildi. Bir Nebi beraberinde bir adam olduğu halde geçiyor, bir diğer Nebi iki adam bulunduğu halde, bir başka Nebi bir topluluk bulunduğu halde geçiyordu. Beraberinde hiçbir kimse bulunmadığı halde geçen Nebiler de vardı. Ufuğu kaplayan çokmiktarda bir karartı gördüm. Onların benim ümmetim olduğunu ümit ettim. Bana: Bu Musa ve onun kavmidir, denildi. Sonra bana: Bak denildi, ben de ufuğu kaplayan çok miktarda bir karartı gördüm. Bana şuraya ve şuraya da bak, denildi. Ufuğu kaplayan çok miktarda bir karartı gördüm. İşte bunlar senin ümmetindir ve bunlarla birlikte cennete hesapsız girecek yetmişbin kişi vardır, denildi.

 

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onlara açıklama yapmadan (içeri girdiğinden) insanlar dağıldı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabı (bunların kim olabileceklerini) kendi aralarında konuştular ve: Biz şirk içinde doğduk sonra da Allah'a ve Rasulüne iman ettik. Ama bunlar bizim çocuklarımız olmalıdır dediler.

 

Bu sözleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca O şöyle buyurdu: Bunlar herhangi bir şeyi uğursuz saymayanlar, kendilerini dağlatmayanlar, kendilerine rukye yapılmasını istemeyenler ve yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir.

 

Bunun üzerine Ukaşe b. Mihsan ayağa kalkarak: Ben onlardan mıyım, ey Allah'ın Rasulü, dedi. Allah Rasulü: Evet, buyurdu. Bu sefer bir başkası kalkarak:

 

Ben de onlardan mıyım, diye sordu. Allah Rasulü: Bu hususta Ukaşe senden önce davrandı, buyurdu."

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Rukye yapmayan kimseler." Bu hadis aynen bir başka yoldan, Husayn b.

 

Abdurrahman'dan "kendisini dağlatan kimse" Başlığında geçmiş ve bunun Baş taraflarında bir kıssa ekleyerek nakledenleri de belirtmiş, buna dair şerhin, Rikak bölümünde(6541.hadiste) geleceğini de söylemiş idim. Hadisin burada zikredilmesinden kasıt, "bunlar uğursuz saymayanlar, kendilerini dağlatmayanlar, kendilerine rukye yapılmasını istemeyenlerdir" ibareleridir. Uğursuzluk, bundan sonraki Başlıkta söz konusu edilecektir. Dağlama ile ilgili açıklamalar da daha önce bu hadisin geçtiği yerde yapılmıştır.

 

Rukyeyegelince, rukye yapmayı ve dağlatmayı diğer tedavi yolları arasında mekruh görüp her ikisinin de -diğerleri değil de bunların- tevekkülü bozduğunu kabul eden kimseler, bu hadisi delil gösterirler. Ancak ilim adamları böyle bir iddiaya karşı çeşitli şekillerde cevap vermiş bulunmaktadırlar:

 

1- Taberi, el-Mazeri ve bir kesimin söylediğine göre bu, -cahiliye dönemi insanlarının inandıkları gibi- tabiatçıların, ilaçlar tabiatlari gereği faydalı olurlar, şeklindeki kanaatlerine uygundüşünmeyen kimseler hakkında yorumlanır. Başkaları da şöyle demektedir: Terk edilmesi öğülmeye sebep teşkil eden rukye, cahiliye döneminde söylenen ve küfür olma ihtimali taşıdığından dolayı manası anlaşılmayan sözlerle yapılan rukyedir. Zikir ve benzeri şeylerle yapılan rukye ise böyle değildir. Ancak Iyad ve başkaları buna karşılık şöyle demektedirler: Hadis bu yetmişbin kişinin diğerlerinden ayrıbir meziyetinin olduğunu ve sadece kendilerinin sahip bulundukları bir fazilete sahip olduklarını göstermektedir. Böylelikle bunlar asıl itibariyle faziletli ve dine bağlı olmakla kendileriyle ortak özelliğe sahip olan kimselerden ayrılmış olmaktadırlar. İlaçların tabiatları itibariyle etkili olacağına inanan yahut cahiliye dönemindeki rukyeleri ve benzerlerini kullanan bir kimse ise MÜslüman değildir. O halde böyle •bir cevap sağlıklı olamaz.

 

2- ed-Davudıve bir kesim şunları söyler: Hadiste kastedilen kimseler, hastalanır korkusu ile sağlıklı iken bu gibi işleri yapmaktan uzak duran kimselerdir. Hastalandıktan sonra ilaç ve tedaviye başvuran bir kimsenin durumu böyle değildir. Bu doğrultudaki açıklamayı daha önce İbn Kuteybe'den ve başkalarından "kendisini dağlatan kimse" başlığındanakletmiş bulunuyorum. İbn Abdilberr'in tercih ettiği de budur. Ancak daha önce kaydettiğimiz, hastalığın meydana gelmesinden önce (hastalıktan) Allah'a sığınmanın sabit olduğuna dair rivayetler ile buna da itiraz edilmiştir.

 

3- el-Halimı dedi ki: Hadiste söz konusu edilen bu kimselerden kasıt, dünya hallerinden ve dünyada bulunan çeşitli arıza ve rahatsızlıkları önlemek için hazırlanrrıış sebeplerden yana habersiz olan, bundan dolayı dağlanmayı da, rukye yapmayı da bilmeyen ve karşı karşıya kaldıkları hallerde dua etmekten, Allah'a sığınmaktan başka bir sığınakları, Allah'ın kazasına razı olmaktanbaşka bir barınakları olmayan kimselerdir. Bunların, tabiplerin tıbbından, rukyecilerin rukyesinden haberleri yoktur. Bunların hiçbirisini de doğru dürüst beceremezler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

4- Rukye ve dağlanmayı terk etmekten maksat, hastalığın önlenmesinde Allah'a güvenip dayanmak ve onun kaderine rıza göstermektir. Yoksa bunların caiz oluşunu tenkit etmek değildir. ÇünkÜbu hususlar sahih hadislerde ve selef-i salih'ten sabit şeylerdir. Ama rıza ve teslimiyet makamı, sebeplere başvurmaktan daha yüksek bir makamdır. el-Hattabı ve ona uyan kimseler bu doğrultuda görüş beyan etmişlerdir. İbnu'l-Esir der ki: Bu, dünyadan, dünyadaki sebeplerden, dünyaya bağlayan bağlardan yüz çeviren velilerin niteliklerindendir. Böyleleri de velileriri eri haslarıdır. Bu işleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiilen ve emir olarak yapmış olması da bunu reddetmez. Çünkü o irfan makamlarının ve tevekkül derecelerinin en yükseğinde idi. Onun bu tür fiil ve açıklamaları teşri ve . caiz oluşun beyanı için idi. Bununla birlikte onun bunları yapması, tevekkülünü de eksiitmez. Çünkü 0, kesinlikle tevekkülü kamil birisi idi. O halde sebeplere Başvurmak, onun tevekkülünü hiçbir şekilde etkilemezdi. başkası ise böyle değildir. İsterse tevekkülü çok olan bir kimse olsun. Ama sebeplere Başvurmayı terk ederek bu hususta ihlasa sahip olan bir kimsenin makamı, böyle olmayandan daha yüksektir.

 

Taberi der ki: Kalbine saldırgan, yırtıcı hayvan vehücum eden düşmana varıncaya kadar hiçbir şeyin korkusu bulaşmayan ve rızkım talep etmek, herhangi bir hastalığı tedavi etmek için hiçbir şeye başvurmayan kimseler dışındakiler tevekkül etmek vasflm hak edemez, denilmiştir. Ama gerçek şudur: Allah'a güvenen, Allah'ınkaza ve kaderinin, hakkında takdir edilen şekliyle gerçekleşeceğine kesin olarak inanan, bu hususta Allah'ın sünnetine ve Rasulünün sünnetine uyarak sebeplere Başvuran kimsenin bu hali, tevekkülünü olumsuz olarak etkilemez. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem savaşta üst üste iki zırh giyinmiştir. Başına miğfer geçirmiştir, okçuları yol ağzına yerleştirmiştir. Medine etrafına hendek kazmıştır, Habeşistan'a ve Medine'ye hicret edilmesineizin vermiştir. Kendisi de hicret etmiştir, yemek ve içmek için gerekli yollara başvurmuştur. Kendi aile halkı için ihtiyaçlarını bir kenaraayırıp saklamış, üzerine semadan bir şeyler inmesini beklememiştir. Oysa öyle bir şeyolsaydı, Allah'ın kulları arasında buna en layık olan o olurdu. Kendisine: Devemi bağlayayım mı yoksa onu serbest mi bırakayım, diye soru sorana da: "Onu bağla ve İevekkül et" diye cevap vermiş, gerekli tedbirleri almanın tevekküle aykırı olmadığına işaret buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.