SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TIB

<< 1927 >>

باب: الجُذام.

19. CÜZAM

 

وقال عفَّان: حدثنا سليم بن حيَّان: حدثنا سعيد بن ميناء قال: سمعت أبا هريرة يقول:

 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (لا عدوى ولا طيَرة، ولا هامة ولا صفر، وفِرَّ من المجذوم كما تفرُّ من الأسد).

 

[-5707-] Ebu Hureyre diyor ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Hastalığın (kendiliğinden) bulaşması da yoktur. Uğursuzluk yoktur. Baykuşun ötüşü ile ilgili itikat batııdır. Safer diye bir şey yoktur. Arslandan kaçar gibi de cüzamlıdan kaç. "

 

Bu Hadis 5717,5757,5773 ve 5775 numara ile de geçiyor

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Cüzam", siyah ödün vücudun tamamına yayılması dolayısıyla meydana gelen çok kötü bir hastalıktır. Bunun sonucunda bütün organların mizacı bozulur. Hatta bazı hallerde hastalığın son aşamalarında organların birbirlerini çürütecek şekilde alakalarını da bozabilir. İbn Sıde der ki: Bu hastalığa bu ismin veriliş sebebi parmakların cezm (kopma) ve parçalanması dolayısı iledir.

 

Müslim kendi rivayet yoluyla el-Ala b. Abdurrahman'dan, o babasından, o Ebu Hureyre'den, Ebu Seleme'nin rivayetinin bir benzerini nakletmiş ve ayrıca:

 

"Ve yıldızların doğuşuna olayları bağlamak da yoktur" fazlalığını eklemiştir. İleride "hastalığın bulaşması yoktur" başlığında da İbn Ömer ile Enes yoluyla "hastalığın bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur" hadisi gelecektir. Müslim ve İbn Hibban da İbn Cüreyc yoluyla: "Bana Ebu'z-Zubeyr'in haber verdiğine göre, o Cabir'i şöyle derken dinlemiştir" diye yaptıkları rivayette hadisi: "Hastalığın bulaşması da yoktur, safer de yoktur, ğul da yoktur" lafzı ile zikretmektedirler.

 

İbn Hibban da Simak yoluyla, o İkrime'den, o İbn Abbas'tan, Said b.

 

Meyna'nın ve Ebu Salih'in Ebu Hureyre'den naklettikleri rivayet gibi nakletmiş, ayrıca bu rivayetinde Ebu Seleme yoluyla gelen Ebu Hureyre rivayetindeki kıssayı da eklemiş bulunmaktadır. Bu hadis, İbn Mace'de muhtasar olarak zikrediImiştir.

 

Bunlardan hareketle özetle şu altı sonuca ulaşılmıştır: Adve (hastalığın bulaşması), tıyere (uğursuzluk anlayışı), hame (baykuş ötüşünü uğursuz saymak), safer, ğul ve nev' (yıldızların doğuşu sebebiyle bazı olayların meydana gelmesi inancı) söz konusu edilmiş bulunmaktadır. Bunlardan ilk dördünün her birisi için Buhari ayrı bir başlık açmış ve bunları o başlıkta açıklamış bulunmaktadır.

 

Gul hakkında cumhur şöyle demektedir: Araplar çöllerde ğul (gulyabanil) bulunduğunu iddia ederlerdi. Bunlar insanlara gÖrünen ve renkten renge girip onların yollarını şaşırmalarını sağlayarak helak olmalarına sebep olan şeytanların bir türüdür. Arapların günlük konuşmalarında "ğalethu'l-ğul: gulyabani onu helak etti ya da ona yolunu şaşırttı" ibareleri' çokça kullanılmıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun batıl olduğunu belirtmiştir.

 

Denildiğine göre maksat, gulyabanilerin var olmadığını söylemek değildir.

 

Bunun anlamı Arapların gulyabanilerin değişik şekillerde, renkten renge girdiklerine dair kanaatlerinin batıl olduğunu söylemektir. Bunlar derler ki: Gulyabaniler kimseye yolunu şaşırtamazlar. "Gulyabaniler renkten renge girdikleri vakit siz de ezan okuyunuz" hadisi bunu desteklemektedir. Yani onların şerlerini Allah'ı zikrederek def ediniz.

 

Ebu Eyyub'un rivayetettiği hadiste de şöyle dediği nakledilmiştir: "Benim, içinde kuru hurma bulunan bir odacığım vardı. Gulyabaniler gelip ondan yerdi ... "

 

Nev'e gelince, buna dair açıklamalar daha önce İstiska (yağmur duası) bölümünde (1038.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Araplar: "Şu yıldızın doğuşu (nev'i) dolayısıyla bize yağmur yağdırıldı" derlerdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bunu yağmurun Allah'ın izniyle yağdığını, yıldızların etkisiyle olmadığını belirterek iptal etmiştir. Her ne kadar bu vakitlerde yağmurun yağması şeklinde bir ilahi adet cereyan etmiş ise de bu, Allah'ın irade ve takdiri iledir. Yıldızların bunda herhangi bir etkisi yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Arslandan kaçar gibi cüzamlıdan kaç" buyruğu hakkında lyad şunları söylemektedir: Cüzamlı hakkındaki rivayetler farklı farklıdır. Az önce geçen rivayet Cabir'den diye nakledilmiştir. Buna göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem cüzamlı birisi ile yemek yemiş ve: Allah'a güvenerek ve O'na tevekkül ederek diye buyurmuştur."

 

iyad der ki: Ömer ve seleften bir topluluk, cüzamlı ile birlikte yemek yenilebileceği görüşündedirler. Bunların görüşüne göre de ondan uzaklaşma emri neshedilmiştir. Bu görüşü kabul edenler arasında Malikl alimlerinden İsa b. Dinar da vardır. O şöyle demiştir: Çoğunluğun benimsediği ve kesinlikle kabul edilmesi gereken sahih görüş, ortada neshin olmadığı şeklindedir. Aksine bu husustaki iki hadisin bir arada cem'i (telif edilmesi) gerekmekte ve ondan uzak durup kaçmaya dair emri mÜstehaplığa ve ihtiyata, onunla birlikte yemek yemeyi de caiz olduğunun beyan edilmesine yorumlamak gerekir.

 

et-Taberi der ki: Bize gÖre doğru olan, sahih kader doğrultusunda gÖrüş belirtmek olup, adva (hastalığın bulaşması) diye bir şeyin olmadığını ve hiçbir kimseye hakkında yazılıp takdir edilenden başka bir şeyin isabet etmeyeceğini kabul etmektir. Devamla şÖyle demektedir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in cüzamlıdan kaçılmasını emretmesinde, onunla birlikte yemek yemesi ile çatışan bir taraf yoktur. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emirlerinin çoğunluğu bağlayıcılık ifade etm(!k için ise de, bazı zamanlarda irşad etmek, kimisinde mubah oluşu bildirmek üzere emir verdiği de olurdu. O, bazen yasakladığı bir şeyi haram olmadığını beyan etmek için işliyordu. Bundan dolayı Kurtubı, el-Mufhim adlı eserinde şunları söylemektedir: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hasta olanı sağlıklı olanın yanına getirmeyi yasaklamasının sebebi, cahiJiye dönemi insanlarının, hastalığın bulaştırıcılığı ile ilgili yanlış itikatlara düşmeleri yahut insanın duygularının karışıp vehimlerin onları etkilemesi korkusu iledir. İşte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Arslandan kaçar gibi cüzamlıdan kaç" buyruğu bu kabildendir. Biz her ne kadar cüzamın bulaşmadığına inansak da içten içe onunla birlikte olmaktan bir nefret ve bir tiksinti hissederiz. Hatta bir kimse kendisini cüzamlıya yaklaşmaya ve onunla beraber oturup kalkmaya zorlayacak olsa, bundan dolayı içten içe eziyet duyar, rahatsız olur. O halde mu'mine daha yakışan, ayrıca kendisi ile mücahede ve mücadele etmeye ihtiyaç bırakacak herhangi bir işe kalkışmaması, vehim getirecek yollardan ve rahatsızlık sebeplerinden uzak kalmasıdır. Bununla birlikte o, herhangi bir tedbirin kadere karşı koruyucu olamayacağına da inanmalıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.