SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-MERDE

<< 1915 >>

باب: ما رُخِّص للمريض أن يقول: إني وجع، أو وارأساه، أو اشتد بي الوجع.

16. HASTA OLAN KİMSENİN: BEN HASTAYIM YAHUT VAY BAŞIM YA DA: HASTALIĞIM ARTTI DEMESİNE RUHSAT VERİLMİŞ OLDUĞU

 

وقول أيوب عليه السلام: {إني مسَّني الضُّرُّ وأنت أرحم الراحمين} /الأنبياء: 83/.

ve Eyyub (A.S.)'ın: "Rabbim, bana bu bela gelip çattı ve sen merhametlilerin merhametlisisin. "(Eııbiya, 83) sözü.

 

حدثنا قبيصة: حدثنا سفيان، عن ابن أبي نجيح وأيوب، عن مجاهد، عن عبد الرحمن بن أبي ليلى، عن كعب بن عُجْرَة رضي الله عنه: مر بي النبي صلى الله عليه وسلم وأنا أوقد تحت القدر، فقال: (أيؤذيك هوامُّ رأسك). قلت: نعم، فدعا الحلاق فحلقه، ثم أمرني بالفداء.

 

[-5665-] Ka'b b. Ucre r.a.'dan, dedi ki: "Ben tencerenin altında ateş yakarken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma geldi. Başındaki haşereler seni rahatsız ediyor mu, diye sordu. Ben: Evet, dedim. Bunun üzerine Nebi berberi çağırdı, başımı traş ettirdi. Sonra da bana fidye vermemi emretti."

 

 

حدثنا يحيى بن يحيى أبو زكرياء: أخبرنا سليمان بن بلال، عن يحيى بن سعيد قال: سمعت القاسم بن محمد قال:

 قالت عائشة: وارأساه، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (ذاك لو كان وأنا حي فأستغفر لك وأدعو لك). فقالت عائشة: واثكلياه، والله إني لأظنك تحب موتي، ولو كان ذلك، لظللت آخر يومك مُعَرِّساً ببعض أزواجك، فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (بل أنا وارأساه، لقد هممت، أو أردت، أن أرسل إلى أبي بكر وابنه وأعهد: أن يقول القائلون، أو يتمنى المتمنون، ثم قلتُ: يأبى الله ويدفع المؤمنون، أو يدفع الله ويأبى المؤمنون).

 

[-5666-] Kasım b. Muhammed'den, dedi ki: "Aişe: Vay başım, dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Eğer ben hayatta iken o olursa (sen ölürsen) ben de senin için mağfiret diler, dua ederim, diye buyurdu.

 

Bu sefer Aişe: Vay benim başıma gelen bu musibete! Allah'a yemin ederim, ben senin ölmemi arzu ettiğini görüyorum. Eğer böyle bir şey olursa daha o günün sonunda sen hanımlarından birisi ile gerdeğe girip yaşayacaksın, dedi.

 

Bu sefer Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hayır, asıl vay başım diye ben demeliyim. And olsun ben dedikoducuların söyleyeceklerini yahut temenni edeceklerin temennilerini kesmek amacı ile Ebu Bekir'e ve oğluna haber göndererek (halifelik için) ahid vermeyi kastettim -yahut istedim.- Daha sonra da: Ama Allah da başkasını kabul etmez, mu'minler de başkasına engel olurlar. Yahut Allah bu işe engel olur, mu'minler de kabul etmezler, dedim. "

 

Bu Hadis 7217 numara ile de var.

 

 

حدثنا موسى: حدثنا عبد العزيز بن مسلم: حدثنا سليمان، عن إبراهيم التيمي، عن الحارث بن سويد، عن ابن مسعود رضي الله عنه قال: دخلت على النبي صلى الله عليه وسلم وهو يوعك، فمسسته بيدي فقلت: إنك لتوعك وعكاً شديداً، قال: (أجل، كما يوعك رجلان منكم). قال: لك أجران؟ قال: (نعم، ما من مسلم يصيبه أذى، مرض فما سواه، إلا حط الله سيئآته، كما تحط الشجرة ورقها).

 

[-5667-] İbn Mes'ud radıyallahu anh'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hummaya tutulmuş halde iken huzuruna girdim. Elimi ona dokundurdum, sonra: Sen çok şiddetli bir hummaya tutulmuş bulunuyorsun, dedim. O: Evet, aranızdan iki adamın humması kadar çekiyorum, diye buyurdu.

 

İbn Mesud: Sana iki kat ecir var (bundan dolayı mı?) deyince, Allah Rasulü:

Evet, bir müslümana bir eziyet -hastalık ya da bir başkası- isabet ederse mutlaka Allah ağacın yapraklarını dökmesi gibi günahlarını döker, diye buyurdu."

 

 

حدثنا موسى بن إسماعيل: حدثنا عبد العزيز بن عبد الله بن أبي سلمة: أخبرنا الزُهري، عن عامر بن سعد، عن أبيه قال: جاءنا رسول الله صلى الله عليه وسلم يعودني من وجع اشتد بي، زمن حجة الوداع، فقلت: بلغ بي ما ترى، وأنا ذو مال، ولا يرثني إلا ابنة لي، أفأتصدق بثلثي مالي؟ قال: (لا). قلت: بالشطر؟ قال: (لا). قلت: الثلث؟ قال: (الثلث كثير، أن تدع ورثتك أغنياء خير من أن تذرهم عالة يتكففون الناس، ولن تنفق نفقة تبتغي بها وجه الله إلا أجرت عليها، حتى ما تجعل في في امرأتك).

 

[-5668-] Amir b. Sa'd'dan, o babasından (Sa'd b. Ebi Vakkas'tan) dedi ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Veda haccı esnasında oldukça ağırlaşan bir hastalığım dolayısıyla beni ziyaret etmek için bize geldi. Ben: Hastalığım gördüğün bu hale kadar ulaştı ve ben malı çok olan birisiyim. Bana bir kız çocuğundan başka mirasçı olacak kimsem de yoktur. Malımın üçte ikisini tasadduk edeyim mi, dedim.

 

O: Hayır, diye buyurdu. Ben: Ya yarısını, diye sordum, o hayır dedi. Ben ya üçte birini diye sordum. O: Üçte bir de çoktur. Çünkü senin, mirasçılarını zengin olarak bırakman, onları insanlara avuç açacak şekilde ihtiyaç içerisinde bırakmandan daha hayırlıdır. Allah'ın vechini (rızasını) arayarak yaptığın her bir harcama (infak) karşılığında -hanımının ağzına koyduğun lokmaya varıncaya kadar- mutlaka sana ecir verilir diye buyurdu."

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Derim ki: Muhtemelen Buhari bu başlık ile mutlak olarak hastalıktan şikayet etmenin yasak olmadığına işaret etmek istemiştir. Böylelikle belanın kaldırılması için dua etmek, rıza ve teslimiyeti zedeler iddiasında bulunan birtakım sufilerin kanaatlerini de reddetmek istemiştir. Bu başlık ile Allah'tan şifa dilemenin yasak olmadığına, aksine ayrıca fazladan bir ibadet olduğuna da dikkat çekmiş olmaktadır. Çünkü böyle bir tutum, Masum (hata ve günahtan korunmuş bir Nebi)dan dasabit olmuş, yüce Allah bundan dolayı onu övmüş ve bununla beraber onun hakkında sabretmek vasfını da tespit etmiştir. Bizler de "Fevaidu Meymline"de Eyyub'un kıssası hakkında İbn Hibban ve Hakim'in sahih olduğunu belirttikleri şu hadisi rivayet etmiş bulunuyoruz:

 

"Eyyub (a.s)'ın bela dönemi uzayıp gitmiş, -kardeşlerinden iki adam dışında- yakın uzak herkes ondan ayrılıp uzaklaşmıştı. Bu sırada o iki kardeşinden biri diğerine: Şüphesiz Eyyub alemlerden kimsenin işlememiş olduğu bir günahı işlemiştir, dedi. Onun söylediği bu söz Eyyub'a ulaştı. .yani bu sözünden dolayı sabır gösteremedi- ve Rabbine dua edince, Allah da onun sıkıntısını kaldırdı."

 

Buhari'nin maksadı şu gibidir: Hastanın caiz olan şikayeti yüce Allah'tan dilekte bulunmak yahut Allah'ın kaderinden öfkelenmek, usanmak suretinde olmayan halleriyle caizdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Kurtubi der ki: Kulun Rabbini şikayet etmesinin mekruh olduğunu ilim adamları ittifakla kabul etmişlerdir. KulunRabbini şikayet etmesi ise, usanç belirtecek bir surette sıkıntısını insanlara zikretmesi demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Ahmed, "ez-Zühd" adlı eserinde Tavlis'tan şöyle dediğini nakletmektedir:

 

Hastanın inlemesi bir şikayettir; ama Ebu't-Tayyib, İbnu's-Sabbağ ve ŞafiIlerden bir topluluk, hastanın inlemesinin, ah vah etmesinin mekruh olduğunu sÖylemişlerdir. Ancak Nevevi buna karşı şöyle demiştir: Bu görüş zayıf yahut batıldır. Çünkü bir şeye mekruh demek, hakkında nehy maksadıyla buyruğun sabit olduğu işler hakkında mümkündür. Böyle bir nehy kastı ise burada söz konusu değildir. Daha sonra da başlıkta geçen Aişe r.anha hadisini de delil göstermekte, arkasından şunları söylemektedir: Muhtemelen inlemenin, ah vah etmenin mekruh olduğunu söylerken evla olana muhalif hareketi kastetmiş olmalıdırlar. Kulun zikir ile meşgulolması hiç şüphesiz daha uygundur.

 

Bu kanaatte olanlar, çokça şikayet etmenin yaklnin zayıflığına delil olup, Allah'ın kaza ve kaderine razı olmamayı, düşmanların bu musibete sevinmelerine sebep teşkil etmesi gibi ihtiva ettiği anlamlardan hareketle de söylemiş olabilirler. Hastanın arkadaşına ya da doktoruna durumunu haber vermesinde ise ittifakla bir sakınca görülmemiştir.

 

"Bu iş eğer ben hayatta iken olursa." Bu sözleriyle hastalığın arkasından gelen ölüme işaret etmektedir. Yani ben hayatta iken sen ölürsen anlamındadır. Bu anlama geldiğini Aişe'nin verdiği cevap göstermektedir. Ayrıca Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe yoluyla gelen rivayette bu husus açık olarak ifade edilmiş bulunmaktadır. Onun rivayetinin lafzı şöyledir: "Daha sonra Allah Rasulü: Sen benden önce ölsen, seni kefenlesem, sonra cenaze namazını kıldınp seni defnetsem, sana ne zararı olur, diye buyurdu."

 

Aişe radıyallahu anha'nın söylediği: "Vay başıma gelen musibete (Va sekleyah)!" sözündeki (musibet anlamı verilen): "es-Sekl'" çocuğu yahut çok değerli bir varlığı kaybetmek demektir. Burada onun hakikatanlamı kastedilmiş değildir. Aksine bu, Araplar'ın eskiden beri musibetin başa gelmesi ya da beklenmesi halinde kullanmayı itiyat halinegetirdikleri bir sözdür. Aişe radıyallahu anha'nın söylediği:

 

"Allah'a yemin ederim, senin ölmemi arzu ettiğini görüyorum" sözlerini de Nebi efendimizin kendisine söylediği: "Benden önce ölsen" sözlerinden çıkarmış gibidir. Yine Aişe radıyallahu anhaJnın söylediği: "Eğer bu dediğin" yani ölümüm "olursa sen daha o günün sonunda hanımlarından birisi ile gerdeğe girersin" sözünün alındığı "ta'rıs" kökü, erkeğin hanımı ile gerdeğe girmesi hakkında kullanılır. Daha sonra da bütün cima' için kullanılan genel bir tabir olmuştur. Ancak birinci anlamıyla daha meşhurdur. Çünkü "ta'ds"in ası! anlamı geceleyin inip konaklamaktır. Ubeydullah yoluyla gelen rivayette: "Allah'a yemin ederim, bana öyle geliyor ki sen bu dediklerini yapacak olsan, and olsun hemen benim evime geri döner ve hanımlarından birisi ile gerdeğe girersin, dedi. Aişe dedi ki:

 

Rasulullah s.a.v. gülümsedi."

 

Nebi efendimizin: "Hayır, asıl ben vay başım demeliyim" sözüne gelince, buradaki "bel: hayır" lafzı ıdrab için kullanılır. Yani sen sözünü ettiğin o baş ağrını bir kenara bırakıp asıl benimle meşgul olmalısın. Ubeydullah rivayetinde:

 

"Bundan sonra da vefatı ile neticelenen hastalığı başladı" fazlalığı vardır.

 

"Ebu Bekir'e ve oğluna haber göndermek istedim." Hadisin akışı bu olayın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hastalığının başlangıç dönemlerinde olduğu izlenimini vermektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hasta olduğu halde onlara namaz kıldırmaya devam etti ve sırası gelen hanımının evinde kaldı. Nihayet bunu yapamayacak hale geldi ve sadece Aişe'nin evinde kaldı. Muhtemelen Peysamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Haber göndermek istedim ... " sözleri kendisi ile Aişe arasında meydana gelen bu karşılıklı konuşmadan bir süre sonra söz konusu olmuştur. Hadisin zahiri bundan farklısına işaret ediyor olsa dahi bu böyledir. Aynı şekilde asıl konumun Aişe'nin kalbini kendisine doğru meylettirmek ve kazanmak konumu olması da bunu desteklemektedir. O şöyle diyor gibidir: İş (halifelik) senin babana verileceği gibi, bu iş aynı şekilde kardeşinin huzurunda da gerçekleşecektir. Eğer ahitten kasıt halifelik ahdi ise bu böyledir. İleride yüce Allah'ın izniyle Ahkam bölümünde (7217.hadiste) açıklanacağı üzere hadisin akışının zahirinden anlaşılan budur. Eğer hadis başka bir maksadı ihtiva ediyor ise muhtemelen Aişe radıyallahu anha'ın mahremi olan bazı kimseleri yanına getirmek istemiştir. Öyle ki bir ihtiyacın görülmesini ya da birisine bir haber gönderilmesini isterse bu mahrem olan şahıs, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu ihtiyacını görüversin.

 

"Ona ahit vereyim", yani vasiyette bulunayım.

 

"Yahut temenni edenlerin temennilerini kessin."

 

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Kıskançlık, kadının tabiatında olan bir şeydir.

 

2- Erkek, hanımı (ve aile halkı) ile güzel bir şekilde şakalaşmalı ve başkalarına açmayıp sakladığı şeyleri onlara açıp söyleyebilmelidir.

 

3- Ağrıyı söz konusu etmek şikayet değildir. Nice öfke duyan ve razı olmayan kimse var ki sesini çıkarmaz, nice hoşnut olup rıza gösteren var ki şikayet eder. O halde bu hususta asıl göz önünde bulundurulan, kalbin amelidir. Dilin söylediği değildir.

 

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

باب: قول المريض قوموا عني.

17. HASTANIN (ZİVARETİNE GELENLERE): "VANIMDAN KALKINIZ" DEMESİ

 

حدثنا إبراهيم بن موسى: حدثنا هشام، عن معمر. وحدثني عبد الله بن محمد: حدثنا عبد الرزاق: أخبرنا معمر، عن الزُهري، عن عبيد الله بن عبد الله، عن ابن عباس رضي الله عنهما قال:

 لما حُضِرَ رسول الله صلى الله عليه وسلم وفي البيت رجال، فيهم عمر بن الخطاب، قال النبي صلى الله عليه وسلم: (هَلُمَّ أكتب لكم كتاباً لا تضلوا بعده). فقال عمر: إن النبي صلى الله عليه وسلم قد غلب عليه الوجع، وعندكم القرآن، حسبنا كتاب الله. فاختلف أهل البيت فاختصموا، منهم من يقول: قرِّبوا يكتب لكم النبي صلى الله عليه وسلم كتاباً لن تضلوا بعده، ومنهم من يقول ما قال عمر، فلما أكثروا اللغو والاختلاف عند النبي صلى الله عليه وسلم، قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (قوموا).

قال عبيد الله: فكان ابن عباس يقول: إن الرَّزيَّة كل الرَّزيَّة ما حال بين رسول الله صلى الله عليه وسلم وبين أن يكتب لهم ذلك الكتاب، من اختلافهم ولغطهم.

 

[-5669-] Ubeydullah b. Abdullah b. Abbas radıyallahu anh'dan, dedi ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatının yaklaşmış olduğu bir sırada, evde aralarında Ömer b. el-Hattab'ın da bulunduğu birtakım adamlar da bulunuyorken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Haydi, size bir kitap (vasiyetname) yazayım da ondan sonra asla sapmayasınız, diye buyurdu.

 

Bunun üzerine Ömer: Şüphe yok ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hastalığı oldukça ağırlaşmış bulunuyor. Yanınızda da Kur'an-ı Kerim vardır. Bize Allah'ın kitabı yeter, dedi.

 

Akabinde evde bulunanlar görüş ayrılığına düştüler ve birbirleriyle tartıştılar.

 

Aralarından kimi: Haydi (yazı malzemesi) getiriniz, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem size sonrasında asla sapıtmayacağınız şekilde bir kitap (vasiyetname) yazsın diyor, kimisi Ömer'in dediği gibi söylüyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda gereksiz sözleri ve görüş ayrılığını çoğaltıp, artırmaları üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Kalkın (ve gidin) diye buyurdu.

 

Ubeydullah dedi ki: İbn Abbas: Huzurunda bulunanların görüş ayrılığına düşmeleri ve sözlerinin birbirlerine karışıp gürültü çıkarmaları Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onlara o kitabı (vasiyetnameyi) yazmalarına engel teşkil etmesi dolayısıyla, karşı karşıya kaldığınız o musibet ne büyük bir musibettir, derdi."

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Hastanın" yanında bulunan kimselerin bu sözleri söylemesini gerektirecek işleri yapmaları halinde: 'Yanımdan kalkınız, demesi."

 

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Bu hadisten anlaşıldığına göre hasta ziyaretinde bulunan kimsenin hastayı usandırıncaya kadar ziyaretini uzatmaması, onu rahatsız edecek sözler söylememesi, hasta ziyaretinin adabındandır.

 

2- Hasta ziyaretinin adabı ondur. Bu adabın bir kısmı yalnızca hasta ziyaretine de mahsus değildir:

 

a- İçeri girmek için izin isterken kapının açılacak kısmının karşısında durmaması

b- Kapıyı yumuşak bir şekilde vurması

c- "Kim 07" diye sorulduğu takdirde, "benim" gibi bir karşılıkla kimliğini gizlememesi

d- Hastanın ilaç alma vakti gibi hasta ziyaretine uygun olmayan bir vakitte ziyarete gitmemesi

e- Az oturması

f- Sağa sola değil, önüne bakması

g- Az soru sorması

h- Rikkate geldiğini dışa yansıtması

i- Samimi olarak ihlasla dua etmesi

j- Hastanın geleceğe dair ümitli olmasını sağlaması ve pek büyük bir ecri gerektirdiği için de onasabırlı olmayı tavsiye etmesi

k- Vebal ihtiva ettiğinden dolayı sabırsızlanmaktan, sızlanmaktan onu sakindırması

"İbn Abbas: Ne büyük bir musibettir, derdL" Buna dair açıklamalar daha önceden Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatı söz konusu edilirken (4429,4430 nolu hadislerde) geçmiş bulunmaktadır.

 

باب: من ذهب بالصبي المريض ليُدعى له.

18. HASTA OLAN ÇOCUĞUNA DUA EDİLSİN DİYE GÖTÜREN KİMSE

 

حدثنا إبراهيم بن حمزة: حدثنا حاتم، هو ابن إسماعيل، عن الجُعَيد قال: سمعت السائب يقول:

 ذهبت بي خالتي إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، فقالت: يا رسول الله، إن ابن أختي وَجِعٌ، فمسح رأسي ودعا لي بالبركة، ثم توضأ فشربت من وضوئه، وقمت خلف ظهره، فنظرت إلى خاتم النبوة بين كتفيه، مثل زِرِّ الحَجَلَةِ.

 

[-5670-] Saib'den, dedi ki: "Teyzem beni Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e götürerek: Ey Allah'ın Rasulü, kız kardeşimin oğlu hastadır, dedi.

 

Allah Rasulü, Başımı sıvazladı ve bana bereket ile dua etti. Daha sonra abdest aldı, ben de onun abdest aldığı sudan içtim. Sırtının arka tarafında da ayakta durdum. İki kürek kemiği arasındaki gerdek çadırının düğmelerini andıran nübüvvet mührüne baktım (gördüm)."

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Hasta çocuğuna dua edilsin diye götüren kimse." Hadis, açıklaması ile birlikte Nübüvvet mührü söz konusu edilirken (2541.hadiste) Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in tercümesi esnasında geçmiş bulunmaktadır.