SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TEFSİR

<< 1706 >>

TEVBE SURESİ

{وليجة} /16/: كل شيء أدخلته في شيء. {الشقة} /42/: السفر. الخبال الفساد، والخبال الموت. {ولا تفتني} /49/: لا توبخني. {كرها} و{كرها} /53/: واحد. {مدخلا} /57/: يدخلون فيه. {يجمحون} /57/: يسرعون.

......Mersad(Tevbe 5) "yol," '......illa(Tevbe 8) "yakınlık, zimmet ve söz" anlamlarına gelir. وليجة velice "Bir şeye soktuğun her türlü nesneye" denir. di: شقة Şukka "yolculuk,"  خبال habal "fesad ve ölüm," ولا تفتني ve la teftinnı "Beni kınama" anlamına gelir. كرها Kerh ve كرها kurh ise aynı manayı ifade eder. مدخلا Muddehalen "insanların sokulduğu yer" ve يجمحون yecmehun "hızlıca ilerliyorlar" anlamına gelir.

 

{والمؤتفكات} /70/: ائتفكت انقلبت بها الأرض. {أهوى} /النجم: 53/: ألقاه في هوة. {عدن} /72/: خلد، عدنت بأرض أي أقمت، ومنه: معدن، ويقال: في معدن صدق، في منبت صدق.

مؤتفكات Mu'tefikat ise "'(erin altı üstüne geldi," anlamına gelen ائتفكت i'tefeket kökünden türemiştir. أهوى Ehva "çukura attı" demektir عدن Adn kelimesi "ebedilik" anlamına gelir. Nitekimv-" عدنت Adentu bi ardın cümlesi, "Bir yerde ikamet ettim" manasını ifade eder. معدن Ma'din (maden) kelimesi de bu kökten türemiştir. في معدن صدق Fi ma'dini sıdkın (doğruluk madeninde) ifadesi في منبت صدق fi menbeti sıdkın (doğruluğun meydana geldiği yerde) anlamında kulıanıl;;

 

{الخوالف} /93/: الخالف الذي خلفني فقعد بعدي، ومنه: يخلفه في الغابرين، ويجوز أن يكون النساء، من الخالفة، وإن كان جمع الذكور، فإنه لم يوجد على تقدير جمعه إلا حرفان: فارس وفوارس، وهالك وهوالك. {الخيرات} /88/: واحدها خيرة، وهي الفواضل. {مرجون} /106/: مؤخرون. الشفا: الشفير، وهو حده، والجرف ما تجرف من السيول والأودية. {هار} /109/: هائر، يقال: تهورت البئر إذا انهدمت، وانهار مثله. {لأواه} /114/: شفقا وفرقا. وقال الشاعر:  إذا ما قمت أرحلها بليل - تأوه آهة الرجل الحزين

خوالف Havalif [kelimesinin açıklaması ise şu şekildedir:] خالف Halif, birinin arkasında kalıp onun yerini alan kimseye denir. يخلفه في الغابرين Yahlufuhu fi'l-ğabirın (Geride kalanların içinde onun yerini aldı) lfades-iİ1deki "halefe" fiili de bu kökten türemiştir. Her ne kadar bu kelime, müzekker çoğulolsa da, kadınlar anlamına da gelmesi caizdir. Bu kalıpta müzekker çoğulolarak sadece iki kelime gelir. Bunlar da; فارس faris'in çoğulu فوارس fevaris ile هالك halik'in çoğulu هوالك hevalik 'tir. خيرات Hayrat, خيرة hayra kelimesinin çoğul olup "hayırlılar" an'lamına gelir . مرجون Murceun "geciktirilmişler" manasını ifade eder. شفا Şefa, "keskin uç, kenar" anlamına gelir. جرفCuruf ise "sel yataklarında ve vadilerde yontularak oluşan yar" anlamındadır هار Harin, هائر hairden maklubdur. Kuyu yıkılıp çöktüğü zaman تهورت tehevverat bi'ru denilir. أواه Evvah da "merhametli, yufka yürekli olduğu için çok ah çeken" anlamına gelir. Nitekim şair şu beyti söylemiştir: Gece vakti eğerini bağlamak için kalkarsam Kederli adam gibi inler durur devem

 

AÇIKLAMA: Berae suresi tevbe suresinin en meşhur adıdır. Bu surenin ondan fazla ismi vardır. Bu surenin başına neden besmelenin yazılmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre; bu ayette savaş konusu işlendiği için besmele terk edilmiştir. Çünkü besmele eman demektir. Bir başka görüşe göre ise, ashab-ı kiram Kur'an'ı cem ederken Tevbe suresi ile Enfal suresinin bir sure mi, yoksa farklı iki sure mi olduğu konusunda şüpheye düşmüşler. Bunun üzerine bu iki surenin arasına hiçbir şey yazmadan bir satır boşluk koymuşlar. Bu satıra besmeleyi de yazmamışlar. İbn Abbas bu görüşü Hz. Osman'dan nakletmiştir. Mutemet olan da budur. Söz konusu rivayeti, Ahmed İbn Hanbel, Hakim ve bazı Sünen musannifleri tahriç etmiştir.

 

......Mu'tefikat ile Lut kavmi kastedilmiştir. Ebu Ubeyde "Altüst olan şehirrerin haberi ulaşmadı mı? Nebii onlara apaçık mucizeler getirmişti, " ayetinin tefsirini yaparken şöyle demiştir: "Burada Lut kavmi kastedilmiştir. Onlar, üzerinde iken yeryüzü ters çevrilmişti."

 

İbn Kuteybe şöyle demiştir:...Havalif kelimesi kadınlar için kullanılır.

 

Bu kelime adi ve bayağı kdınları ifade eder. Arapçada, ailesi içinde en düşük seviyede olan kimse için.......fulanun halifetu ehlihi denir. Ayette geçen ....havalif kelimesi ile kadınlar, sefere çıkmaktan aciz erkekler ve çocuklar kastedilmiştir. Bu kelime, cem-i müennes sigası üzere çoğaltılmıştır. Çünkü sefere çıkmayanların çoğu kadındır.

 

باب: {براءة من الله ورسوله إلى الذين عاهدتم من المشركين} /1/.

1. "ALLAH VE RESULÜNDEN, KENDİLERİYLE ANTLAŞMA VAPMıŞ OLDUĞUNUZ MÜŞRİKLERE BİR İHTAR!"(Tevbe, 1) AYETİNİN TEFSİRİ

 

{أذان} /3/: إعلام. وقال ابن عباس: {أذن} /61/: يصدق. {تطهرهم وتزكيهم بها} /103/: ونحوها كثير، والزكاة: الطاعة والإخلاص. {لايؤتون الزكاة} /فصلت: 7/: لا يشهدون أن لا إله إلا الله. {يضاهون} /30/: يشبهون.

 أذان Ezan bildirmek demektir.(Tevbe 3)  İbn Abbas şöyle demiştir: أذن uzun, tasdik eder. تطهرهم وتزكيهم بها Tutahhiruhum ve tuzekkihim (Tevbe 103) ifadesindeki .....tahhera ve ......zekka fiilleri aynı anlamdadır. Bunun benzeri Kur'an'da çoktur. زكاة Zekat, "itaat ve ihlas" anlamına gelir. لايؤتون الزكاة La yu'tune'z-zekat cümlesi "Onlar Allah'tan başka gerçek ilah olmadığını kabul etmezler," manasını ifade eder. يضاهون Yudahun ise, "benzetiyorlar" anlamına gelir. (Tevbe 30)

 

حدثنا أبو الوليد: حدثنا شعبة، عن أبي إسحق قال: سمعت البراء رضي الله عنه يقول: آخر آية نزلت: {يستفتونك قل الله يفتيكم في الكلالة}. وآخر سورة نزلت براءة.

 

[-4654-] Bera İbn Azib'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Son inen ayet, "Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: ... "(Nisa 176) ayeti; son inen sure ise, Berae suresidir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Tezkiye ile zekatın, itaat ve ihlas anlamına geldiği söylenmiştir. Bu görüşü İbn Ebı Hatim, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla senedli olarak İbn Abbas'tan nakletmiştir. O, "Onlann mallanndan zekat al ki, bununla onlan temizleyesin ve anndırasın, "(Tevoe 103) ayetinin tefsirinde bunu söylemiştir.

 

Yine İbn Ebı Hatim Ali İbn Ebı Talha kanalıyla senedli olarak İbn Abbas'ın " ... O'na ortak koşanlann vay haline! Onlar zekatı vermezler ... " (Fussılet 6-7) ayeti hakkında şöyle söylediğini aktarmıştır: "Onlar Allah'tan başka gerçek ilah olmadığını kabul etmezler."

 

Bu ayet Fussılet suresinde geçmektedir. İmam Buhari' bu ayet i istidraden burada zikretti. İbn Abbas'ın zekatı itaat ve tevhid ile açıklaması, bu ayete dayanarak kafirlerin de şeriatın funlu ile sorumlu tutulduklanna dair bazı kimselerin yaptığı çıkanmı çürütmektedir.

 

İmam Buharı bu başlık altında en son inen ayet ve sure hakkında Bera İbn Azib'den nakledilen hadisi zikretti. En son inen ayet konusunda Bakara suresinin tefsirinde İbn Abbas'tan nakledilen bir hadis geçmişti. Ona göre en son inen ayet "riba ayeti" idi. Bu iki rivayet şu şekilde uzlaştırılır: Her iki sahabı de bu bilgiyi Hz. Nebi'den nakletmemiştir. Ulaşabildikleri rivayetleri tümevanm yöntemi ile inceleyip bu sonuçlara ulaşmışlardır.

 

Bu iki rivayet daha güzel biçimde şöyle uzlaştırılır: Her iki sahabi' de belli bir açıdan son inen ayeti kastetmiştir.

 

Berae suresinin son inen sure olduğu meselesine gelince; bu ifade ile surenin bir kısmı veya çoğu kastedilmiştir. Çünkü Berae suresindeki bir çok ayet, Hz. Nebi'in vefat ettiği yıldan önce inmiştir. Daha net ifade edecek olursak; Berae suresinin baş kısmı Hz. Ebu Bekir'in hac ettiği hicretin IX. yılında, Mekke'nin fethinden hemen sonra inmiştir. Maide suresindeki " ... İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim ... "(Maide 3) ayeti, hicretin X. Yılında Veda Haccı esnasında inmiştir. Dolayısıyla bu rivayetten, Tevbe suresinin çoğunun son inen sure olduğu anlaşılmaktadır. Hiç kuşkusuz bu surenin çoğu, Hz. Nebi'in son seferi olan Tebuk seferinde nazil olmuştur. Nasr suresinin tefsirinde, bu surenin en son inen sure olduğu rivayeti gelecektir. Orada konuyla ilgili rivayetler uzlaştırılacaktır.

 

Tevbe suresinin son inen sure olması ile surenin bir kısmının kastedildiği ileri sürülmüştür. [O bir kısmının hangi ayet olduğu konusunda da farklı görüşler ortaya atılmıştır.] Bir görüşe göre, "Fakat tevbe eder, namaz kılar ... "(Tevbe 5) ayeti; bir başka görüşe göre ise, "Andalsun size kendinizden öyle bir Nebi gelmiştir ... "(Tevbe 128) ayetidir. Ancak "Allah'a döneceğiniz günden karkun! ... "(Bakara 281) ayetinin en son inen ayet olduğunu belirten görüş, en doğru olan görüştür. Nitekim bu konu, Bakara suresinin tefsirinde geçmişti. İbn Abdisselam şöyle nakletmiştir: "En son inen ayet, kelale ayetidir. Hz. Nebi bu ayetin inmesinden sonra elli gün yaşadı. Sonra Bakara suresindeki ayet indi."

 

باب: قوله: {فسيحوا في الأرض أربعة أشهر واعلموا أنكم غير معجزي الله وأن الله مخزي الكافرين} /2/.

2. "(EY MÜŞRİKLER!) YERVÜZÜNDE DÖRT AY DAHA DOLAŞIN. İYİ BİLİN Kİ SiZ ALLAH'I ACİZ BıRAKACAK DEĞİLSİNİZ. ALLAH İSE KAFİRLERİ REZİL (VE PERİŞAN) EDECEKTİR, "(Tevbe 2) AYETİNİN TEFSİRİ

 

سيحوا: سيروا

سيحوا  Sihu"yürüyün/dolaşın" anlamına gelir.

 

حدثنا سعيد بن عفير قال: حدثني الليث قال: حدثني عقيل، عن ابن شهاب. وأخبرني حميد بن عبد الرحمن: أن أبا هريرة رضي الله عنه قال:

 بعثني أبو بكر في تلك الحجة، في مؤذنين بعثهم يوم النحر، يؤذنون بمنى: أن لا يحج بعد العام مشرك، ولا يطوف بالبيت عريان.

قال حميد بن عبد الرحمن: ثم أردف رسول الله صلى الله عليه وسلم بعلي ابن أبي طالب، وأمره أن يؤذن ببراءة.

قال أبو هريرة: فأذن معنا علي يوم النحر في أهل منى ببراءة، وأن لا يحج بعد العام مشرك، ولا يطوف بالبيت عريان.

 

[-4655-] Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Ebu Bekir, Mina'da Kurban Bayramı günü "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" şeklinde, insanlara duyuru yapmak üzere gönderdiği telIalIarla birlikte o hacda beni de gönderdi.

 

Humeyd İbn Abdirrahman şöyle demiştir: Sonra Hz. Nebi [Hz. Ebu Bekir'in] peşinden Hz. Ali'yi gönderdi ve ona "Berae" suresini insanlara duyurmasını emretti.

 

Ebu Hureyre şöyle demiştir: Bizimle birlikte Hz. Ali de kurban bayramının birinci günü Mina'daki insanlara Berae suresini duyurdu ve "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" diye ilan etti.

 

باب: {وأذان من الله ورسوله إلى الناس يوم الحج الأكبر أن الله برئ من المشركين ورسوله فإن تبتم فهو خير لكم وإن توليتم فاعلموا أنكم غير معجزي الله وبشر الذين كفروا بعذاب أليم} /3/.

3. "HACC-I EKBER GÜNÜNDE ALLAH VE RESULÜNDEN iNSANLARA BiR BiLDiRiDiR: ALLAH VE RESULÜ MÜŞRiKLERDEN UZAKTIR. EĞER TEVBE EDERSENiZ,.BU SiZİN iÇiN DAHA HAYIRLIDIR. VE EĞER YÜZ ÇEViRiRSENiZ BiLiN Ki, SİZ ALLAH'l ACİZ BIRAKACAK DEĞiLSiNiZ. O KAFiRLERE ELEM VERiCi BiR AZABI MÜJDELE!"(Tevbe 3) AVETiNiN TEFSiRi

 

آذنهم: أعلمهم

آذنهم  Azenehum "onlara bildirdi" anlamına gelir.

 

حدثنا عبد الله بن يوسف: حدثنا الليث: حدثني عقيل قال ابن شهاب: فأخبرني حميد بن عبد الرحمن: أن أبا هريرة قال: بعثني أبو بكر رضي الله عنه في تلك الحجة في المؤذنين، بعثهم يوم النحر يؤذنون بمنى: أن لا يحج بعد العام مشرك، ولا يطوف بالبيت عريان.قال حميد: ثم أردف النبي صلى الله عليه وسلم بعلي بن أبي طالب، فأمره أن يؤذن ببراءة.قال أبو هريرة: فأذن معنا علي في أهل منى يوم النحر ببراءة، وأن لا يحج بعد العام مشرك، ولا يطوف بالبيت عريان.

 

[-4656-] Ebu Hureyre'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Ebu Bekir, Mina'da Kur'ban Bayramı'nın birinci günü "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" şeklinde insanlara. duyuru yapmak üzere gönderdiği tellallarla birlikte o hacda beni de gönderdi.

 

Humeyd şöyle demiştir: Sonra Hz. Nebi [Hz. Ebu Bekir'in] peşinden Ali bin Ebı Tilib'i gönderdi ve ona "Berae" suresini insanlara duyurmasını em-

 

Ebu Hureyre şöyle demiştir: Bizimle birlikte Hz. Ali de kurban bayramının birinci günü Mina'daki insanlara Berae suresini duyurdu ve "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" diye ilan etti.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Duyurmaktan maksat bildirmektir. Bu ifade, ....(Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir, )(Tevbe,3) ayetinden alınmıştır.'

 

Hicretin. 9. yılında Hz. Ebu Bekir'in önderliğinde yapılan hacca katılan sahabllerden bir grubun ismini tespit ettim. Onlardan biri Sa 'd İbn Ebı Vakkas'tır. Taberi, Hakem ve Mus'ab İbn Sa'd kanalıyla Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 

Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Ebu Bekir'i gönderdi. Dacnan'a vardığımız zaman Hz. Ali'yi onun peşinden gönderdi." Bir diğer sahabı de Cabir'dir. Taberi, _-\bdullah İbn Huseym ve Ebu'z-Zübeyr kanalıyla Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Ebu Bekir'i hacca gönderdi. Biz de onun,a birlikte yola çıktık."

 

Saıd İbn Mansur, Tirmizı, Nesaı ve Taberi, Ebu İshak kanalıyla Zeyd İbn Yusey'in şöyle dediğini nakletmişlerdir: Hz. A1i'ye; "Ne ile gönderildin 7" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: "[Şunları duyurmak üzere gönderildim:]

 

1- Cennete ancak mümin kişi girer.

2- Ka'be'yi çıplak hiç kimse tavaf edemez.

3- Bu yıldan sonra Müslümanlarla müşrikler birlikte hac yapamayacak.

4- Müslümanlarla antlaşması bulunan kimselerin antlaşmaları süresi doluncaya kadar devam edecek.

 

5- Müslümanlarla antlaşması olmayanlara ise dört ay süre tanınmıştır."

Hz. A1i'nin son sözü, "(Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın, "(Tevbe 2) ayetinin, bir süre ile belirlenmiş antlaşması bulunmayan veya hiçbir suretle antlaşması olmayan kimselere özelolduğuna delil olarak getirilmiştir. Belirli bir süreye kadar antlaşması bulunan kimselere ise, söz konusu süre doluncaya kadar mühlet verilmiştir.

 

İmam Taberı, İbn İshak'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "Allah ve Nebi'in ihtarda bulunduğu müşrikler iki gruptu. Bir grubun antlaşması dört aydan daha az bir surede doluyordu. Onlara dört aya kadar süre tanınmıştı. Diğer grubun ise antlaşmasının süresi yoktu. Onların antlaşmaları da dört ay ile sınırlandırılmıştı.

 

"Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik haccedemez," ifadesi, "Bu yıllardan sonra Mescidi Haramla yaklaşmasınlar, "(Tevbe 28) ayetinden çıkarılmıştır. Bu ayet, hac gayesiyle de olsa, müşriklerin Mescid-i Haram'a girmesini açıkça yasaklamıştır. Çünkü hac büyük bjr gaye olduğu için, Hz. Ali müşriklere hac yapamayacaklarını açıkça belirtmiştir. Hac yapamadıklarına göre, başka bir gaye ile Mescid-i Haram'a hiç giremezler. Mescid-i Haram'dan maksat da Harem bölgesinin tamamıdır.

 

باب: {إلا الذين عاهدتم من المشركين} /4/.

4. "ANCAK KENDİLERİYLE ANTLAŞMA YAPTIĞINIZ MÜŞRİKLERDEN (ANTLAŞMA ŞARTLARINA UYAN BU HÜKMÜN) DIŞINDADIR, "(Tevbe 4) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا إسحاق: حدثقنا يعقوب بن إبراهيم: حدثنا أبي، عن صالح، عن ابن شهاب: أن حميد بن عبد الرحمن أخبره: أن أبا هريرة أخبره:

 أن أبا بكر رضي الله عنه بعثه، في الحجة التي أمره رسول الله صلى الله عليه وسلم عليها قبل حجة الوداع، في رهط، يؤذن في الناس: أن لا يحجن بعد العام مشرك، ولا يطوف بالبيت عريان.

فكان حميد يقول: يوم النحر يوم الحج الأكبر، من أجل حديث أبي هريرة.

 

[-4657-] Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Allah Resulü'nün Veda Haccından önce yapılan hacda kendisini emir tayin ettiği Hz. Ebu Bekir, bir grup içinde insanlara bu yıldan sonra hiçbir müşriğin kesinlikle hac yapamayacağını ve hiçbir çıplağın Ka'be'yi tavaf edemeyeceğini duyurmak için onu da göndermiştir.

 

Humeyd "Bayram günü, Ebu Hureyre'nin bu sözünden dolayı hacc-ı ekber günülbüyük hac günü olmuştur," derdi.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Alimler şöyle demiştir: Hz. Ebu Bekir'den sonra, Hz. Ali'nin gönderilmesinin hikmeti şudur: Arapların adeti gereği bir antlaşmayı ya o antlaşmayı yapan veya onunla akrabalık bağı bulunan kimse bozabilirdi. Bu yüzden Hz. Nebi s.a.v. de onlara karşı adetlerine göre muamele etmiştir. Yine bundan dolayı şöyle buyurmuştur: "Benim adıma ancak ben veya ehl-i beytimden biri [Berae suresini] duyurabilir."

 

Ahmed İbn Hanbel ve Nesai, oğlu Muharrir kanalıyla Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah Resillü sallallahu aleyhi ve sellem Berae suresini insanlara duyurmak üzere kendisini gönderdiği zaman Hz. Ali ile birlikte idim. Birlikte şu duyuruyu yapıyorduk:

 

1- Cennete ancak mümin kimse girer.

 

2- Ka'be'yi çıplak olarak hiçkimse tavaf edemez.

 

3- Hz. Nebi ile antlaşması bulunanlara gelince; bunun süresi dört ay-

dır. Bu dört ay geçince, Allah ve O'nun elçisi müşriklerden uzaktır.

 

4- Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac yapamaz.

 

Sesim kısılana kadar duyuruya devam etmiştim."

 

Humeyd'in yukarıdaki sözü, Ebu DaVCıd'un İbn Ömer'den naklettiği hadiste geçmektedir. Aslında bu rivayet merru'dur. Şöyle ki; Hz. Nebi ashabına "Bu gün hangi gündür?" diye sormuş, ashabı da; "Bugün, kurban bayramı günüdür," şeklinde cevap vermiştir. Bunun üzerine Nebi s.a.v.:

 

"Bugün hacc-ı ekber günüdür," buyurmuştur.

 

Hacc-ı asğar / küçük hac ile neyin kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluğa göre hacc-ı asgar, umredir. Bu görüşü Abdurrezzak tabiilnun ileri gelenlerinden Abdullah İbn Şeddad kanalıyla senetli olarak nakIetmiştir. Taberi de aralarında Ata, Şa'bi ve Mücahid'in bulunduğu bir grup alimin şöyle dediğini nakletmiştir: Hacc-ı ekber kıran haccı, hacc-ı asgar ise ifrad haccıdır. Hacc-ı asgarın Arafatta vakfe yapılan gün, hacc-ı ekberin ise hac menasikinin geri kalan kısımlarının tamamlandığı kurban bayramı günü olduğu ileri sürülmüştür. Sevri'nin de şöyle söylediği nakledilmiştir: "Haccın yapıldığı günlere hacc-ı ekber günü denir. Tıpkı fethin yapıldığı günlere fetih günü denildiği gibi."

 

Tirmizi merfil' ve mevkilf olarak Hz. Ali'den şu rivayeti nakletmiştir: Hacc-ı ekber günü, kurban bayramı günüdür." Tirmizi bu rivayetin mevkilf olması gerektiğini tercih etmiştir.

 

Önemli Açıklama

 

Hz. Ebu Bekr'in haccının hicretin IX. yılında gerçekleştiği konusunda rivayetler ittifak etmiştir. Abdurrezzak'ın, Ma'mer, Zühri ve Said İbnu'l-Müseyyeb kanalıyla "Allah ve Resulünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşrik[ere bir ihtarf"(Tevbe 1) ayeti hakkında Ebu Hureyre'den naklettiği rivayette şu ifadeler bulunmaktadır: Hayber'in fethedildiği yıl Hz. Nebi Cirane'de ihrama girip umre yaptı. Sonra Hz. Ebu Bekir'i o hac için emir tayin etti." Zührı şöyle demiştir: Ebu Hureyre, Ebu Bekir'in kendisini Berae suresini insanlara duyurmakla görevlendirdiğini, daha sonra Hz. Nebi'in Hz. Ali'yi onun arkasından gönderdiğini söylerdi.

 

İmaduddın İbn Kesır şöyle demiştir: "Bu rivayette garabet vardır. Çünkü Ci'rane umresinin yapıldığı sene, emir !tab İbn Üseyd idi. Hz. Ebu Bekir'in haccı ise hicretin IX. yılındaydı."

 

Kanaatime göre, buradaki sorun şu şekilde giderilebilir: Rivayette geçen "Sonra Hz. Ebu Bekir'i o hac için emir tayin etti," ifadesi ile Nebi'in sallallahu a1eyhi ve sellem Medıne'ye döndükten sonra onu hac emiri olarak ataması kastediImiştir. Bu iki cümle arasında, hicretin VIII. Yılındaki haccaemirlik yapan kimsenin ismi zikredilmemiştir. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem umre yapıp Ci'rane'ye dönünce, burada sabahlayıp beraberindekilerle birlikte Medıne'ye yöneldi. Hac zamanı gelince de Hz. Ebu Bekir'i görevlendirdi. Bu görevlendirme hicretin IX. yılında olmuştu. Yoksa bu rivayet ile Hz. Nebi'in Hz. Ebu Bekir'i Ci'rane umresinin gerçekleştiği sene hac emiri tayin ettiği kastedilmemiştir. Ebu Hureyre "o hac için" ifadesi ile Medıne'ye döndükten sonra, gelecek seneki haccı kastetmiştir.

 

باب: {فقاتلوا أئمة الكفر إنهم لا أيمان لهم} /12/.

5."KÜFRÜN ÖNDERLERİNE KARŞI SAVAŞIN. ÇÜNKÜ ONLAR YEMİNLERİ OLMAYAN ADAMLARDIR,"(Tevbe 12) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا محمد بن المثنى: حدثنا يحيى: حدثنا إسماعيل: حدثنا زيد ابن وهب قال:

 كنا عند حذيفة فقال: ما بقي من أصحاب هذه الآية إلا ثلاثة، ولا من المنافقين إلا أربعة. فقال أعرابي: إنكم أصحاب محمد صلى الله عليه وسلم تخبروننا فلا ندري، فما بال هؤلاء الذين يبقرون بيوتنا، ويسرقون أعلاقنا؟ قال: أولئك الفساق، أجل، لم يبق منهم إلا أربعة، أحدهم شيخ كبير، لو شرب الماء البارد لما وجد برده.

 

[-4658-] Zeyd İbn Vehb'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Huzeyfe'nin yanında idik. o: "Bu ayetin kasdetliklerinden sadece üç kişi, münafıklardan da sadece dört kişi kaldı," dedi. Bir bedevl"Siz, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabısınız. Bize anlatıyorsunuz ama biz anlamıyoruz. (Madem sadece birkaç kişi kaldı) bizim evlerimize girip en değerli eşyalarımızı çalan şu insanların durumu nedir?" diye sordu. Huzeyfe de; "Onlar fasıklardır. Evet, Onlardan sadece dört kişi kaldı. İçlerinden biri oldukça yaşlıdır. Soğuk su içse, onun soğukluğunu hissetmez," diyerek cevap verdi.

 

باب: قوله: {والذين يكنزون الذهب والفضة ولا ينفقونها في سبيل الله فبشرهم بعذاب أليم} /34/.

6. "ALTIN VE GÜMÜŞÜ YIĞIP DA ONLARI ALLAH YOLUNDA HARCAMAYANLAR YOK MU, İŞTE ONLARA ELEM VERİCİ BİR AZABI MÜJDELE!"(Tevbe 34) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا الحكم بن نافع: أخبرنا شعيب: حدثنا أبو الزناد: أن عبد الرحمن الأعرج حدثه أنه قال: حدثني أبو هريرة رضي الله عنه:

 أنه سمع رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: (يكون كنز أحدكم يوم القيامة شجاعا أقرع).

 

[-4659-] Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Sizin biriktirdiğiniz hazine, kıyamet günü çok zehirli, kafası tüysüz yılana dönüşecektir.

 

 

حدثنا قتيبة بن سعيد: حدثنا جرير، عن حصين، عن زيد بن وهب قال:

 مررت على أبي ذر بالربذة، فقلت: ما أنزلك بهذه الأرض؟ قال: كنا بالشأم، فقرأت: {والذين يكنزون الذهب والفضة ولا ينفقونها في سبيل الله فبشرهم بعذاب أليم}. قال معاوية: ما هذه فينا، ما هذه إلا في أهل الكتاب، قال: قلت: إنها لفينا وفيهم.

 

[-4660-] Zeyd İbn Vehb'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rebeze'de bulunan Ebu Zerr'in yanına gittim. Ona kendisini bu yere neyin getirdiğini sordum. O da şu cevabı verdi: Biz Şam'da idik. Ben "Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!" ayetini okudum. Muaviye: "Bu ayet bizim hakkımızda inmedi. Bu ayet sadece ehl-i kitab hakkında geçerlidir," dedi. Ben de; "Hem bizim için, hem de onlar için geçerlidir," diye karşılık verdim.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Çoğunluk bu ayette geçen .....eymane lehüm ifadesiı:i hemzenin fethası ile "onların sözleri/yeminleri yoktur, anlamına gelen .....eymane lehüm şeklinde okumuştur. Hasan-ı Basri'nin bu ifadeyi hemzenin kesrası ile okuduğu nakledilmiştir. Ancak bu kıraat şazdır.

 

İmam Taberi, Ammar İbn Yasir ve daha başka sahabilerin .....innehum la eymane lehüm ayetini "onların sözleri/yeminleri yoktur," şeklinde tefsir ettiklerini nakletmiştir. Bu da, çoğunluğun kıraatini desteklemektedir.

 

İmam Taberi Dahhak'ın ......eimmete'l-küfr (küfrün önderleri) ifadesini Mekke halkının müşrik liderleri olarak tefsir ettiğini nakletmiştir.

 

"Küfrün önderlerine karşı savaşınf" ayetinde kastedilen ve yaşayan üç kişiden birinin ismi Ebu Bişr'in Mücahid'den naklettiği rivayette Ebu Süfyan İbn Harb olarak belirtilmiştir. Ma'mer'in Katade'den naklettiği rivayette ise küfrün önderlerinin isimleri şu şekilde verilmiştir: Ebu Cehil İbn Hişam, Utbe İbn Rabia, Ebu Süfyan, Süheyl İbn Amr. Ancak bu rivayet eleştirilmiştir. Çünkü Ebu Cehil ve Utbe Bedir savaşında öldürülmüşlerdi. Ayetin kimin hakkında indiğini açıklamak, ancak o şahısların hayatta olması ile mümkündür. Sonuç olarak bu ayetin Ebu Süfyan ve Süheyl İbn Amr hakkında indiği doğrudur. Bu kişiler de daha sonra Müslüman olmuştur.

 

Huzeyfe'nin "Onlar fasıklardır," ifadesi, evlere girip hırsızlık yapan kimselerin kafir ve münafık olmadıkları anlamına gelir.

 

باب: قوله: {يوم يحمى عليها في نار جهنم فتكوى بها جباههم وجنوبهم وظهورهم هذا ما كنزتم لأنفسكم فذوقوا ما كنتم تكنزون} /35/.

7. "(BU PARALAR) CEHENNEM ATEŞİNDE KIZDIRILIP BUNLARLA ONLARIN ALINLARININ, YANLARININ VE SIRTLARININ DAĞLANACAĞI GÜN (ONLARA DENİLİR Kİ): İŞTE BU KENDİNİZ İÇİN BİRİKTİRDİĞİNİZ SERVETTİR. ARTIK YIĞMAKTA OLDUĞUNUZ ŞEYLERİN (AZABINI) TADIN!"(Tevbe 35) AYETİNİN TEFSİRİ

 

وقال أحمد بن شبيب بن سعيد: حدثنا أبي، عن يونس، عن ابن شهاب، عن خالد بن أسلم قال:

 خرجنا مع عبد الله بن عمر فقال: هذا قبل أن تنزل الزكاة، فلما أنزلت جعلها الله طهرا للأموال.

 

[-4661-] Halid İbn Eslem'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Ömer ile yola çıkmıştık. O şöyle dedi: Altın ve gümüşün biriktirilmesinin yasaklanması, zekat ayetinin inmesinden önce idi. Zekat ayeti inince, Allah Teala, zekatı malları temizleyen bir unsur kıldı.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İmam Buhar! burada "Sizin biriktirdiğiniz hazine, kıyamet günü çok zehirli kafası tüysüz yılana dönüşecektir," hadisini muhtasar olarak zikretti. Bu rivayet, Ebu Nuaym'ın "Müstahrec"inde başka bir senede Ebu'l-Yeman'dan nakledilmiştir. Ancak bu rivayette şu ziyade vardır: Kişi ondan kaçar. Yılan ise onun peşine düşer. "Ben senin hazinenim" der. Parmağını ona yutturuncaya kadar onu takip eder."

 

Ebu Hureyre'den başka bir senetle gelen bu hadis, "Kitabu'z-zeka,t"ta açıklamasıyla birlikte geçmişti.

 

باب: قوله: {إن عدة الشهور عند الله اثنا عشر شهرا في كتاب الله يوم خلق السماوات والأرض منها أربعة حرم ذلك الدين القيم} /36/.

8. "GÖKLERİ VE YERİ YARATTlĞI GÜNDE ALLAH'IN YAZISINA GÖRE, ALLAH KATINDA AYLARIN SAYISI ON İKİ OLUP BUNLARDAN DÖRDÜ HARAM AYLARDIR. İŞTE DOĞRU DİN BUDUR. O AYLAR İÇİNDE KENDİNİZE ZULMETMEYİN, "(Tevbe 36) AYETİNİN TEFSİRİ

 

القيم: هو القائم.

قيم Kayyim, قائمkaim (ayakta duran) anlamına gelir.

 

حدثنا عبد الله بن عبد الوهاب: حدثنا حماد بن زيد، عن أيوب، عن محمد، عن ابن أبي بكرة، عن أبي بكرة،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (إن الزمان قد استدار كهيئته يوم خلق الله السماوات والأرض، السنة اثنا عشر شهرا، منها أربعة حرم، ثلاث متواليات: ذو القعدة وذو الحجة والمحرم، ورجب مضر الذي بين جمادى وشعبان).

 

[-4662-] Ebu Bekre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir: Zaman, dönüp Allah Teala'nın gökleri ve yeryüzünü yarattığı günkü haline gelmiştir. Yıl, on iki aydan meydana gelir. Bu aylardan dört tanesi haram aydır. Haram ayların da üçü peşpeşe gelir. Bunlar, Zülka'de, Zülhicce, Muharrem ve Cumada ve Şa'ban aylan arasında bulunan Mudar kabilesinin Receb ayıdır.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre, Allah katında ayların sayısı on iki olup" ayeti Yüce Allah'ın gökleri ve yeryüzünü yaratmaya başladığı zaman, bir seneyi on iki ay yaptığı anlamına gelir.

 

"İşte doğru din budur," ayetinin tefsirinde Ebu Ubeyde şöyle demiştir: Yani dosdoğru din budur....Kayyim kelimesi,....sade yesudu kökünden türemiş ...seyyid veznindedir.

 

Ayetin "O aylar içinde kendinize zulmetmeyin," kısmı, "Haram aylarda savaşmayı helal kabul ederek kendinize hakslZlık etmeyin," anlamındadır. Bu ifadenin "Günah işleyerek kendinize zulmetmeyin" anlamına geldiği de söylenmiştir.

 

"Zaman, dönüp Allah Teala'nın gökleri ve yeryüzünü yarattığı günkü haline gelmiştir," ifadesinin açıklaması "Bedu'l-halk" bölümünün başlarında geçmişti. Bu hadisteki zamandan maksat, senedir.

 

"Yıl, on iki aydan meydana gelir." Arap kameri takvimi on iki aydan oluşur.

 

Bunun nedeni hakkında İmam Taberi, Husayn İbn Abdirrahman kanalıyla Ebu Malik'in şöyle söylediğini nakletmiştir: Cahiliyye Arapları bir seneyi on üç aya böıüyordu. Bir başka açıdan da yılı on iki ay, yirmi beş gün kabul ediyorlardı. Günler ve aylar buna göre gelip geçiyordu.

 

"Haram aylann da üçü peşpeşe gelir." Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem bu sözü ile dört haram ayı açıklamaya başlamıştır. Onun bu açıklamasında, Arapların Cahiliyye döneminde yaptıkları haram ayları erteleme uygulamasının asılslZ olduğuna bir işaret vardır. Anlatıldığına göre Araplar, savaşmadan geçirecekleri üç ayın peşpeşe gelmesi için Muharrem ayını Safer, Safer'i de Muharrem yapıyorl('lrdı. Bundan dolayı Hz. Nebi "peşpeşe" ifadesini kullanmıştır.

 

Cahiliyye Arapları farklı gruplara ayrılmıştl. Bir kısmı, Muharrem ayını Safer ayı olarak değiştirip bu ayda savaşmayı helal, Safer ayını da Muharrem olarak isimlendirip o ayda da savaşmayı haram kabul ediyordu. Bazıları da, bir sene böyle, bir sene de bunun tam tersine göre amel ediyordu. Diğer bazıları ise, iki sene böyle, iki sene de bunun tam tersine göre hareket ediyordu. Bir grup daha vardı ki, onlar, Safer ayını Rabiulewel ayına kadar erteliyorlardı. Rabiu'l-ewel ayını da, kendisinden sonra gelen aya tehir ediyorlardı. Şewal ayı Zülka'de ve Zülka'de de Zülhicce oluncaya kadar bu şekilde devam ederlerdi. Sonra tekrar dönüp sayıları aslına irca ederlerdi.

 

Hadis, ayların normal seyrine döndüğünü ve nesınin (ayları ertelemenin) geçersiz olduğunu ifade eder.

 

باب: قوله: {ثاني اثنين إذ هما في الغار إذ يقول لصاحبه لا تحزن إن الله معنا} /40/.

9. "HANİ, MÜŞRİKLER ONU, İKİ KİşİDEN BİRİ OLARAK (EBU BEKİR İLE BİRLİKTE MEKKE'DEN) ÇlKARMIŞLARDI. HANİ ONLAR MAĞARADAYDI. O, ARKADAŞINA: ÜZÜLME, ÇÜNKÜ ALLAH BİZİMLE BERABERDİR, DİYORDU, "(Tevbe 40) AYETİNİN TEFSİRİ

 

أي ناصرنا. السكينة: فعيلة من السكون.

إن الله معنا innallahe meana (Elbette Allah bizimle birliktedir) ifadesi, "Allah bizim yardımcımızdır," anlamına gelir. سكينة Sekıne ise "süklin bulmak" kökünden فعيلة faile vezninde türetilmiş bir kelimedir.

 

حدثنا عبد الله بن محمد: حدثنا حبان: حدثنا همام: حدثنا ثابت: حدثنا أنس قال: حدثني أبو بكر رضي الله عنه قال:

 كنت مع النبي صلى الله عليه وسلم في الغار، فرأيت آثار المشركين، قلت: يا رسول الله، لو أن أحدهم رفع قدمه رآنا، قال: (ما ظنك باثنين الله ثالثهما).

 

[-4663-] Hz. Ebu Bekir'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem ile birlikte Sevr mağarası'nda idim. Müşriklerin ayak bastıkları yerleri gördüm.

 

"Ey Allah'ın elçisi! Onlardan biri ayağını kaldırsa bizi görür!" dedim. O da şöyle buyurdu: Üçüncü olarak yanlarında Allah'ın olduğu iki kişi hakkında ne düşünüyorsun?

 

 

حدثنا عبد الله بن محمد: حدثنا ابن عيينة، عن ابن جريج، عن ابن أبي مليكة، عن ابن عباس رضي الله عنهما: أنه قال حين وقع بينه وبين ابن الزبير: قلت: أبوه الزبير، وأمه أسماء، وخالته عائشة، وجده أبو بكر، وجدته صفية.

فقلت لسفيان: إسناده؟ فقال: حدثنا، فشغله إنسان، ولم يقل: ابن جريج.

 

[-4664-] İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Biat meselesi yüzünden İbn Abbas ile İbnü'z-Zübeyr arasında tatsızlık çıkmıştı. [İbn Ebı Müleyke şöyle demiştir:] İbn Abbas'ı ikna etmek için şöyle dedim: Onun babası Zübeyr, annesi Esma, halası Aişe, dedesi Ebu Bekir ve ninesi Safiyye'dir.

 

[Buharıinin hocalarından Abdullah İbn Muhammed şöyle] demiştir: Süfyan'a bu hadisin isnadını sordum. O da "HaddesenaJBize tahdis etti," diyerek söze başladı. Ancak biri onu meşgul etti. Bu yüzden "İbn Cüreyc" diyemedi.

 

 

حدثني عبد الله بن محمد قال: حدثني يحيى بن معين: حدثنا حجاج: قال ابن جريج: قال ابن أبي مليكة:

 وكان بينهما شيء، فغدوت على ابن عباس، فقلت: أتريد أن تقاتل ابن الزبير، فتحل حرم الله؟ فقال: معاذ الله، إن الله كتب ابن الزبير وبني أمية محلين، وإني والله لا أحله أبدا. قال: قال الناس: بايع لابن الزبير، فقلت: وأين بهذا الأمر عنه، أما أبوه: فحواري النبي صلى الله عليه وسلم، يريد الزبير، وأما جده: فصاحب الغار، يريد أبا بكر، وأما أمه: فذات النطاق، يريد أسماء، وأما خالته: فأم المؤمنين، يريد عائشة، وأما عمته: فزوج النبي صلى الله عليه وسلم، يريد خديجة، وأما عمة النبي صلى الله عليه وسلم فجدته، يريد صفية، ثم عفيف في الإسلام، قارئ للقرآن، والله إن وصلوني وصلوني من قريب، وإن ربوني ربني أكفاء كرام، فآثر التويتات والأسامات والحميدات، يريد أبطنا من بني أسد: بني تويت وبني أسامة وبني أسد، إن ابن أبي العاص برز يمشي القدمية، يعني عبد الملك بن مروان، وإنه لوى ذنبه، يعني ابن الزبير.

 

[-4665-] İbn Ebı Müleyke'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas ile Abdullah İbnu'z-Zubeyr arasında bir tatsızlık çımıştı. Bir sabah İbn Abbas'ın yanına gittim ve "İbnü'z-Zübeyr ile savaşmak ve Allah'ın harem bölgesini ihlal etmek mi istiyorsun?" dedim. O da, "Bundan Allah'a sığınınm. Kuşkusuz Allah Teala İbnü'z-Zübeyr ve Ümeyyeoğullarını Allah'ın hareminin saygınlığını bozan kimseler olarak yazmıştır. Ben ise, Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın haremini asla ihlal etmeyeceğim!" dedi.

 

İbn Abbas konuşmaya şöyle devam etti:

 

"İnsanlar bana; 'İbnü'z-Zübeyr'e biat et!' dediler. Ben de onlara şöyle dedim: O, halifeliği hak etmeyen biri değiL. [Zübeyr'i kastederek] Babası Hz. Nebi'in havarısi idi. [Ebu Bekir'i kastederek] Dedesi onun mağara arkadaşı, [Esma'yı kastederek] annesi Zatu'n-nitak, [Hz. Aişe'yi kastederek] teyzesi müminlerin annesi, [Hz. Hatice'yi kastederek] halası Hz. Nebi'in hanımıdır. [Safiyye'yi kastederek] Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in halası da, onun ninesi idi. Hepsinden öte kendisi de iffetli ve Kur'an okuyan bir Müslüman idi. Eğer Ümeyyeoğulları bana iyilik ederlerse, akrabalık bağından dolayı iyilik etmiş olurlar. Benim idarecilerim olurlarsa, bu durumda bana denk soyu sopu belli güzel insanlar benim idarecim olmuş olur. İbnu'z-Zubeyr ise Tuveytleri, Üsameleri ve Humeydleri bana tercih etti.

İbn Abbas bu son sözü ile Esed kabilesinden Tuveytleri, Üsameleri ve Humeydleri kastetmiştir.

 

İbn Ebi'ı-As [Abdulmelik İbn Mervan] çıktı ve onurlu biçimde ilerlemeye başladı. O [Abdullah İbnü'z-Zübeyr] ise kuyruğunu katladı.

 

 

حدثنا محمد بن عبيد بن ميمون: حدثنا عيسى بن يونس، عن عمر بن سعيد قال: أخبرني ابن أبي مليكة: دخلنا على ابن عباس فقال:

 ألا تعجبون لابن الزبير، قام في أمره هذا، فقلت: لأحاسبن نفسي له ما حاسبتها لأبي بكر ولا لعمر، ولهما كان أولى بكل خير منه، وقلت: ابن عمة النبي صلى الله عليه وسلم، وابن الزبير، وابن أبي بكر، وابن أخي خديجة، وابن أخت عائشة، فإذا هو يتعلى عني ولا يريد ذلك، فقلت: ما كنت أظن أني أعرض هذا من نفسي فيدعه، وما أراه يريد خيرا، وإن كان لابد، لأن يربني بنو عمي أحب إلي من أن يربني غيرهم.

 

[-4666-] İbn Ebı Müleyke'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: İbn Abbas'ın yanına gittik. Bize şöyle dedi. Şu halifeliğe soyunan İbnü'z-Zübeyr'in yaptıklarına hayret etmiyor musunuz? Ben kendi kendime şöyle dedim: Ona yardım etmek konusunda kendi kendimi sorgulayacağım. Halbuki Ebu Bekir ve Ömer'in hilafetini kabul ve destekleme konusunda kendi kendimi sorgulamac mıştım. Çünkü o ikisi, her türlü iyliğe ondan daha layıktı. Sonra şöyle dedim:

 

İbnü'z-Zübeyr, Hz. Nebi'in halası ile Zübeyr'in oğlu, Ebu Bekir'in torunu, Hatice'nin erkek kardeşinin oğlu, Hz. Aişe'nin kız kardeşinin oğlu ... Bir de baktım ki, benden uzaklaşıyor ve benim yakın çevresinden olmamı istemiyor. O zaman şöyle dedim: Ben ona boyun eğdiğim zaman bu tavırlarını bırakacağını zannetmiyorum. Onun bana iyilik yapacağını da düşünmüyorum. Eğer mutlaka biri benim idarecim olacaksa, amcamın çocuklarının beni yönetmesi, başkasının beni yönetmesinden bana daha sevimli gelir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Biat yüzünden Abdullah İbn Abbas ile İbnü'z-Zübeyr arasında bir gerginlik meydana gelmişti. Muaviye öldüğü zaman Abdullah İbnü'z-Zübeyr, Yezid'e biat etmeye yanaşmamış ve ısrarla ona biat etmeyi reddetmişti. Bunun üzerine Yezid İbn Muaviye, Müslim İbn Ukbe komutasındaki bir orduyu Medıne'ye sevk etmiş ve "Hane Vakası" diye bilinen olay meydana gelmişti. Daha sonra söz konusu ordu Mekke'ye yöneldi. Bu esnada ordunun komutanı Müslim İbn Ukbe öldü. Onun yerine ordunun komutasını Şamlı Husayn İbn Nemır üstlendi. Husayn, İbnü'z-Zübeyr'i Mekke'de kuşattı.

 

Mancınıklarla Ka'be'ye saldırdı. Saldırılar sonucunda Ka'be yandı. Tam bu esnada Yezid İbn Muaviye'nin öldüğü haberi geldi. Bunun üzerine ordu Şam'a döndü. İbnü'z-Zübeyr de Ka'be'yi yeniden inşa eti. Ardından insanları kendisine biat etmeye davet etti. Neticede insanlar ona biat etti. Hicaz, Mısır, Irak ve Horasan halkı ile Şam bölgesinin çoğunluğu ona boyun eğdi. Daha sonra Şam'a Mervan hakim oldu. İbnü'z-Zübeyr tarafından atanan emir Dahhak İbn Kays'ı Merc-i Rahit'te öldürdü. Ardından Mısır'a doğru harekete geçti ve bu bölgeyi hakimiyeti altına aldı. Bütün bu olaylar hicretin 64. yılında gerçekleşmişti. Ka'be'nin binası ise hicretin 65. yılında tamamlandı. Aynı yıl Mervan öldü. Yerine oğlu Abdulmelik geçti. Muhtar İbn Ebı Ubeyd Kufe'yi hakimiyeti altına aldı. İbnü'z-Zübeyr tarafından görevlendirilen kimseler ondan kaçtı.

 

İbnu'l-Hanefiyye olarak tanınan Muhammed İbn Ali İbn Ebı Talib ile Abdullah İbn Abbas Hz. Hüseyin'in katledilmesinden sonra Mekke'de ikamet etmeye başlamışlardı. İbnü'z-Zübeyr onları kendisine biat etmeye davet etti. Bu vesileyle onları kuşattı. Bunun haberi Muhtar'a ulaştı. Bunun üzerine Muhtar bir ordu hazırlayıp onlara gönderdi. Ordu onları kuşatmadan kurtardı. Kendilerinden de İbnü'z-Zübeyr'e karşı savaşma konusunda izin istediler. Ama onlar buna izin vermedi. İbn Abbas ile İbnu'l-Hanefiyye Taife gidip oraya yerleştiler. İbn Abbas hicri 68 yılında vefaat edinceye kadar burada kaldı. İbnu'l-Hanefiyye ise onun vefatından sonra Yenbu'daki Radva dağına doğru yolaçıktı. Bir müddet orada kaldı. Daha sonra Şam'a gitmeye karar verdi. Bu yüzden Eyle'ye doğru yola koyuldu. Hicretin 73. yılının sonlaında veya 74. yılının başlarında vefat etti. Sahih olan görüşe göre onun vefatı, Ibnü'z-Zübeyr'in katlinden sonra gerçekleşmiştir. İbnu'l-Hanefiyye'nin hicretin 80. yılına hatta daha sonrasına kadar yaşadığı da söylenmiştir.

 

Rivayette geçen "Allah'ın harem bölgesini ihlal etmek mi istiyorsun?" ifadesi ile savaşmak suretiyle harem bölgesinin saygınlığını çiğnemek kastedilmiştir.

 

"Kuşkusuz Allah Teala İbnü'z-Zübeyr ve Ümeyyeoğullarını Allah'ın hareminin saygınlığını bozan kimseler olarak yazmıştır," ifadesi ile İbn Abbas, onların harem bölgesinde savaşmayı mübah kabul ettiklerini ifade etmiştir. İlk olarak Ümeyyeoğulları İbnü'z-Zübeyr'e savaş açıp onu kuşatmıştı. İbnü'z-Zübeyr ise onlara karşı ilk önce kendisini savunmuştu. Buna rağmen İbn Abbas onu da harem bölgesinde savaşmayı mübah sayan kişi olarak vasıflandırdı. Çünkü o, Allah Teala Ümeyyeoğullarını ondan uzaklaştırınca Haşimoğullarını kuşatma altına almıştı. Harem bölgesinde savaşmayı helal saydığını gösteren bir takım davranışlarda bulundu. Bu yüzden bazı insanlar onu "MuhilVHarem bölgesinde savaşmayı hel al kabul eden" lakabı ile anar oldu.

 

"Ben ise Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın haremini asla ihlal etmeyeceğim!" ifadesi, İbn Abbas'ın görüşünü gösterir. O, Harem bölgesinde kendisi ile savaşılsa bile, savaşmayı helal görmezdi.

 

"İnsanlar bana; 'İbnü'z-Zübeyr'e biat et!' dediler ... " sözünü İbn Ebi Müleyke, İbn Abbas'tan nakletmiştir. Bu rivayet muttasıldır. İnsanlardan maksat ise İbnü'zZübeyr'den yana olan kimselerdir.

 

İbn Abbas "bana denk" ve "soyu sopu belli güzel insanlar" ifadesi ile Abdullah İbnü'z-Zübeyr'in kavmi Esedoğullarını kastetmiştir. Ebu Mihnef Ahbari'ye göre ise bu sözler onun Ümeyyeoğullarını kastettiğini gösterir. Başka bir kanaldan gelen rivayete göre, İbn Abbas Taif'te vefatının yaklaştığı bir sırada evlatlarını başına toplayıp şöyle demiştir: "Eyoğullarım!

 

İbnü'z-Zübeyr Mekke'de hareketini başlattığı zaman onu destekledim. İnsanları ona biat etmeye davet ettim. Amca çocuklarım olan Ümoğullarını ise terk ettim. Eğer onlar bizi kabul etselerdi bizi denk kabul etmiş olurlardı. Yok eğer bizim yöneticimiz olsalardı, soyu sopu belli güzel insanlar bizi yönetmiş olurdu. Abdullah İbnü'z-Zübeyr ise iş başına gelince bana haksızlık ettL"

 

Bundan daha açık olanı, Ebu Mihnefden gelen rivayet in sonunda bulunan şu sözdür: İbn Abbas oğullarına şöyle dedi: Beni amca çocuklarınız Ümeyyeoğullarının yanına defnedin!"

 

Esed İbn Tuveyt'in soyundan gelenlere Tuveytler denir. Tuveytler diye Tuveyt İbn Haris İbn Abdi'l-uzza İbn Kusay'ın soyundan gelenlere dendiği de ileri sürülmüştür. Üsameler ise Benı Üsame İbn Esed İbn Abdiluzza'nın soyunda gelenlere; Humeydler ise Humeyd İbn Züheyr İbn Haris İbn Esed İbn Abdi'luzza'nın soyundan gelenlere denir.

 

"Kuyruğunu katladı," ifadesi bir deyimdir. Vav harfinin şeddeli ve şeddesiz hali ile okunur. Bununla kişinin yüksek gayeleri gerçekleştiremediği kastedilir. Bu ifadenin kinaye olduğu ve bununla korkaklık ve sakinliği tercih etmenin kastedildiği de ileri sürülmüştür. Bu tür insanların hali, vahşı hayvanların uyumak istedikleri zamanki durumlarına benzetilmiştir. Ancak ilk yorum daha evladır.

 

Davı1dl şöyle demiştir: "Ktiyruğunu katladı," deyimi, kişinin durmasını, ileri ve geri gitmemesini, istediklerini yerli yerince yapamamasını, kendisine nasihat edeni şahsına yaklaştırmasını, kışkırtanı ise kendisinden uzaklaştırmasını ifade eder.

 

İbnu't-Tin de şöyle söylemiştir: "Kuyruğunu katladı" deyimi, İbnü'z-Zübeyr'in istediği neticeyi alamamasını ifade eder. Ebu'l-Mihnef'in rivayetinde de "İbnü'zZübeyr geri adım attı," şeklinde bir ifade var. Bu ifade, İbn Abbas'ın Abdulmelik hakkındasöylediği "onurlu biçimde ilerlemeye başladı," sözü ile de uyum halindedir. Gelişmeler İbn Abbas'ın anlattığı şekilde olmuştu. Abdulmelik ilerlemeye devam etti. Nihayet Irak'ı İbnü'z-Zübeyr'in hakimiyetinden kurtardı ve onun kardeşi Musab'ı öldürdü. Ardından askerlerini, Mekke'deki İbnü'z-Zübeyr'e hücüm etmeleri için hazırladı. Sonra meydana gelen olaylar oldu. İbnü'zZübeyr ise öldürülünceye kadar geriledi.

       

باب: {والمؤلفة قلوبهم} /60/.

10. "GÖNÜLLERİ (İSLAM'A) ISINDIRILACAK OLANLARA"[Tevbe 60] AYETİNİN TEFSİRİ

 

قال مجاهد: يتألفهم بالعطية

Mücahid şöyle demiştir: [Nebi s.a.v.] insanları çeşitli hediye ve bağışlarla İslam'a ısındırıyordu.

 

حدثنا محمد بن كثير: أخبرنا سفيان، عن أبيه، عن ابن أبي نعم، عن أبي سعيد رضي الله عنه قال:

 بعث إلي النبي صلى الله عليه وسلم بشيء فقسمه بين أربعة وقال: (أتألفهم). فقال رجل: ما عدلت، فقال: (يخرج من ضئضئ هذا قوم يمرقون من الدين).

 

[-4667-] Ebu Said'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Nebi'e bir miktar değerli eşya gönderildi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu, dört kişi arasında paylaştırdı ve "Onların kalplerini ısındırzyorum," dedi. Bunun üzerine adamın biri "Adil davranmadın," dedi. Ona karşı Allah Resulü şöyle buyurdu:

 

Bu adamın soyundan öyle bir toplum türeyecek ki; onlar, dinden çıkacaklar.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İmam Buhari bu başlık altında, Ebu Saididen nakledilen hadisi son derece muhtasar olarak verdi. Bu eşyaların ne olduğunu ve kim tarafından gönderildiğini belirtmedi. Ayrıca dört kişinin ve Hz. Nebile itiraz eden adamın da adını zikretmedi. Bütün bunların açıklaması "Megazi Bölümü"nde "Huneyn Gazvesi" başlığı altında geçmiştj,

 

 

باب: قوله: {الذين يلمزون المطوعين من المؤمنين} /79/.

11. "SADAKALAR HUSUSUNDA, MU'MİNLERDEN GÖNÜLLÜ VERENLERİ AYIPLAYANLAR ... "(Tevbe 79) AYETİNİN TEFSİRİ

 

يلمزون: يعيبون. و{جهدهم} /79/ وجهدهم: طاقتهم.

يلمزون  Yelmizune "ayıplıyorlar," جهدهم cuhdehum, cehdehüm ise "güçleri" anlamına gelir.

 

حدثني بشر بن خالد، أبو محمد: أخبرنا محمد بن جعفر، عن شعبة، عن سليمان، عن أبي وائل، عن أبي مسعود قال:

 لما أمرنا بالصدقة كنا نتحامل، فجاء أبو عقيل بنصف صاع، وجاء إنسان بأكثر منه، فقال المنافقون: إن الله لغني عن صدقة هذا، وما فعل هذا الآخر إلا رئاء، فنزلت: {الذين يلمزون المطوعين من المؤمنين في الصدقات والذين لا يجدون إلا جهدهم}. الآية.

 

[-4668-] Ebu Mes'o.d'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bize sadaka vermemiz emredilince, para karşılığı yük taşımaya başladık. Bir defasında Ebu Aklı yarım sa' hurma getirdi. Bir başkası da ondan daha çok getirdi. Bunun üzerine münafıklar:

 

"Allah'ın bu birinci adamın getirdiği sadakaya ihtiyacı yoktur. Diğeri ise sadece gösteriş olsun diye bunu yaptı," dediler. İşte bunun üzerine; "Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlan ayıplayıp onlarla alayedenler ... " ayeti indi.

 

 

حدثنا إسحاق بن إبراهيم قال: قلت لأبي أسامة: أحدثكم زائدة، عن سليمان، عن شقيق، عن أبي مسعود الأنصاري قال:

 كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يأمر بالصدقة، فيحتال أحدنا حتى يجيء بالمد، وإن لأحدهم اليوم مائة ألف. كأنه يعرض بنفسه.

 

[-4669-] Ebu Mes'ud Ensari'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem sadaka vermeyi emrediyordu. Bizler uğraşıp didinip bir müd sadaka getirirdik. Bugün onlardan birinin yüz binlik serveti var.

 

Ebu Mes'ud, öyle anlaşılıyor ki, burada üstü kapalı kendisinden bahsetmiştir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Ebu Mes'ud yüzbinin temyizini zikretmemiştir. Belki bununla dirhemi, belki dinarı, belki de müddü kastetmiştir.

 

A'meş: "Ebu Mes'ud'un malı çoğaldı," demiştir. İbn Battal da şöyle demiştir: "Ebu Mes'ud, Nebi s.a.v. döneminde ellerindeki imkanları tasadduk ettiklerini, bugünün insanlarının zengin olmasına rağmen, tasadduk etmediğini ifade etmek istemiştir." Ancak İbn Bartal'ın bu YQrumu pek isabetli değildir. Zeyn İbnu'l-Müneyyir de şunu söylemiştir: "Ebu Mes'ud, kendilerinin az mala sahip olmalarına rağmen sadaka verdiklerini, bunun için sıkıntıya girdiklerini, sonra Allah'ın kendilerine geniş imkanlar verdiğini ve kolaylıkla sadaka verdiklerini, hiçbir şekilde fakirlik korkusu duymadıklarını ifade etek istemiştir."

 

Kanaatime göre Ebu Mes'ud, Allah'ın verdiği imkanlar sayesinde kolaylaşan sadakaya özen göstermenin, zorla para kazanıp sadaka vermeye çalışmadan daha evla olduğunu belirtmek veya Nebi s.a.v. döneminde geçim sıkıntısının bulunduğuna işaret etmek istemiştir. Çünkü Hz. Nebi döneminde fetihler ve ganimetler azdı. Onun ahirete irtihalinden sonra ise fetihler ve ganimetler sayesinde geçim kolaylaşmıştı.

 

باب: {استغفر لهم أو لا تستغفر لهم إن تستغفر لهم سبعين مرة فلن يغفر الله لهم} /80/.

12. "(EY MUHAMMED!) ONLAR İÇİN İSTER AF DİLE, İSTER DİLEME. ONLAR İÇİN YETMİŞ KEZ AF DİLESEN DE, ALLAH ONLARI ASLA AFFETMEYECEK, "(Tevbe 80) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا عبيد بن إسماعيل، عن أبي أسامة، عن عبيد الله، عن نافع، عن ابن عمر رضي الله عنهما قال:

 لما توفي عبد الله، جاء ابنه عبد الله بن عبد الله إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، فسأله أن يعطيه قميصه يكفن فيه أباه فأعطاه، ثم سأله أن يصلي عليه، فقام رسول الله صلى الله عليه وسلم ليصلي، فقام عمر فأخذ بثوب رسول الله صلى الله عليه وسلم، فقال: يا رسول الله تصلي عليه، وقد نهاك ربك أن تصلي عليه؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (إنما خيرني الله فقال: {استغفر لهم أو لا تستغفر لهم إن تستغفر لهم سبعين مرة}. وسأزيده على السبعين). قال: أنه منافق، قال: فصلى عليه رسول الله صلى الله عليه وسلم فأنزل الله: {ولا تصل على أحد منهم مات أبدا ولا تقم على قبره}.

 

[-4670-] İbn Ömer'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

 

Abdullah İbn Ubeyy ölünce oğlu Abdullah İbn Abdillah, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve ondan, babasını kefenlemek için kendisine gömleğini vermesini istedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de ona gömleğini verdi. Sonra Abdullah, Hz. Nebi'den, babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Nebi onun namazını kıldırmak üzere doğruldu. Bu arada Hz. Ömer Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elbisesinden tuttu ve "Ya Rasulallah! Rabbin sana onun cenaze namazını kıldırmanı yasaklamışken, sen onun cenaze namazını kıldıracak mısın?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Nebi:

 

"Rabbim beni serbest bıraktı," buyurdu ve "Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de ... " ayetini okudu. Sonra şöyle buyurdu: "Yetmişden fazla da bağışlanma dilerim." Bunun üzerine Hz. Ömer: "Kuşkusuz o bir münafık" dedi.

 

Ravi şöyle demiştir: Nebi s.a.v. onun cenaze namazını kıldırdl. Bunun üzerine Allah Teala "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma!"(Tevbe 84) ayetini indirdi.

 

 

حدثنا يحيى بن بكير: حدثنا الليث، عن عقيل. وقال غيره: حدثني عقيل، عن ابن شهاب قال: أخبرني عبيد الله بن عبد الله، عن ابن عباس، عن عمر بن الخطاب رضي الله عنه أنه قال:

 لما مات عبد الله بن أبي سلول، دعي له رسول الله صلى الله عليه وسلم ليصلي عليه، فلما قام رسول الله صلى الله عليه وسلم وثبت إليه، فقلت: يا رسول الله، أتصلي على ابن أبي، وقد قال يوم كذا: كذا وكذا، قال: أعدد عليه قوله، فتبسم رسول الله صلى الله عليه وسلم وقال: (أخر

عني يا عمر). فلما أكثرت عليه، قال: (إني خيرت فاخترت، لو أعلم أني إن زدت على السبعين يغفر له لزدت عليها). قال: فصلى عليه رسول الله صلى الله عليه وسلم ثم انصرف، فلم يمكث إلا يسيرا، حتى نزلت الآيتان من براءة: {ولا تصل على أحد منهم مات أبدا - إلى قوله - وهم فاسقون}. قال: فعجبت بعد من جرأتي على رسول الله صلى الله عليه وسلم، والله ورسوله أعلم.

 

[-4671-] Hz. Ömer'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Abdullah İbn Ubeyy İbn SeluI öldüğü zaman Hz. Nebi'den onun cenaze namazını kıldırması istendi. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun cenaze namazını kıldıniıak üzere kalktığında, hemen ona doğru atıldım ve "Ey Allah'ın elçisi! Übeyy'in oğlunun cenaze namazını mı kılacaksın? O şu günde şöyle şöyle demişti," dedim. Ardından da Übeyy'in sözlerini Hz. Nebi'e bir bir saymaya başladım. Bunun üzerine Allah Resulü tebessüm etti ve "Benden geri dur," dedi. Ben onun namazını kılmaması konusunda ısrarcı olunca da şöyle buyurdu:

 

Ben, onlannbağışlanmasını dileyip dilememe konusunda serbest bırakıldım ve seçimimi yaptım. Eğer yetmişden fazla bağışlanma dilediğim zaman bağışlanacağım bilseydim, elbette yetmişten fazla bağışlanmasını dilerdim."

 

Hz. Ömer olayı anlatmaya şu şekilde devam etti:

 

Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun cenaze namazını kıldırdı. Namazı bitirdikten kısa bir süre sonra Tevbe suresinden şu iki ayet indi: Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler.

 

Hz. Ömer şöyle demiştir: Sonra Hz. Nebi'e karşı olan bu cüretime hayret ettim ..

Allah ve O'nun elçisi her şeyi en iyi bilendir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Vakidı ve daha sonra "İklfl"de Hakim, Abdullah İbn Übeyy'in Müslümanların Tebuk seferinden dönmesinden sonra öldüğünü zikretmiştir. Onun ölümü, hiretin ıX. yılında Zülka'de ayında gerçekleşmiştir. Şewal ayının sonlarına doğru hastalanmış ve yirmi gün kadar hasta kalmıştır. Alimler, o ve ona tabi olan insanların Tebuk seferine katılmadığını ve "Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkılan olmazdı, "(Tevbe 47) ayetinin onlar hakkında indiğini söylemiştir.

 

Şa'bı kanalıyla Taberı'nin aktardığı rivayette şu bilgiler bulunmaktadır: Abdullah İbn Übeyy ölüm döşeğine düşünce oğlu Abdullah Hz. Nebi'e geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Babam ölüm döşeğinde. Gelip onun cenaze namazını kıldırmanı isterim," dedi. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem ona; "Adın ne?" diye sordu. O da; "Hubab" diye cevap verdi. Bunun Üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

 

"Hayır. Senin adın Abdullah. Hubab, şeytanın adıdır."

 

Abdullah İbn Abdullah İbn Übeyy sahabenin en iyilerinden biriydi. Bedir savaşına ve daha sonra yapılan diğer savaşlara katılmıştı. Hz. Ebu Bekir döneminde yapılan Yemame savaşına da iştirak etmişti. Onun menkıbeleri arasında şu olay da anlatılır: Bir defasında Abdullah'a babasının söylediği bazı sözler ulaşmıştı. Bunun üzerine babasını öldürmek için, izin almaya Hz. Nebi'e gelmişti. Ancak Hz. Nebi ona;

 

"Babana güzel davran!" şeklinde nasihat etmişti. Bu rivayeti İbn Mende, Ebu Hureyre'den hasen bir senetle nakletmiştir. Taberani'de ise Urve İbnü'z-Zübeyr kanalı ile Abdullah İbn Abdillah İbn Übeyy'in buna benzer şekilde, Hz. Nebi'den izin istediğine dair bir rivayet vardır. Ancak bu rivayet munkatı'dır. Çünkü Ur ve Abdullah'la görüşmemiştir.

 

Öyle anlaşılıyor ki Abdullah, babasının durumunu şekle n de olsa İslam'a uygun hale getirmeye çalışmıştır. Bu yüzden, Hz. Nebi'den onun yanına gelip cenaze namazını kıldırmasını istemiştir. Nitekim Abdullah'ın bunu, babasının sözü üzerine yaptığını gösteren rivayetler de naklediimiştir. Abdurrezzak'ın Ma'mer, Taberı'nin de Saıd kanalıyla yaptığı rivayet bunu desteklemektedir. Söz konusu iki rivayet de, Katade'den gelmekte olup şu şekildedir: Abdullah İbn Übeyy yanına gelmesi için Hz. Nebi'e elçi gönderdi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun yanına gelince; "Yahudi sevgisi seni helak etti," buyurdu. Bunun üzerine Abdullah İbn Übeyy: "Ey Allah'ın elçisi! Ben sana, beni kınayasın diye değil, benim için bağışlanma dileyesin diye elçi gönderdim," dedi. Ardından gömleğini kendisine vermesini ve onunla kefenlenmesini istedi. Hz. Nebi de onun bu isteğine olumlu cevap verdi. Bu rivayet ravileri sika olmakla birlikte, mürseldir. Ancak Tabedinıinin Hakem İbn Eban ve İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan nakletiği şu rivayet bunu desteklemektedir: Abdullah İbn Übeyy hastalanınca Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun yanına gidip onunla konuştu. Abdullah da ona şöyle dedi: "Söylediklerini anladım. Bana bir iyilik yap ve beni gömleğinle kefenle ve cenaze namazımı sen kıldır." Hz. Nebi de onun isteklerini yerine getirdi.

 

Öyle anlaşılıyor ki, Abdullah İbn Übeyy, kendisinin ölümünden sonra oğlunun ve aşiretinin ayıplanmasını önlemek için bu şekilde davranmıştır. Bu nedenle, Hz. Nebi'den kendi cenaze namazını kıldırmasını istemiştir. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de onun davranışlarının zahirine bakarak kendisine olumlu cevap vermiştir. İleride açıklanacağı üzere, daha sonra Allah Teala onun gerçek durumunu ortaya çıkarmıştır. Bu açıklamamız söz konusu olayla ilgili mesele hakkında verilen en güzel cevaplardan biridir.

 

Hz. Ömer'in "Ya Rasulallah! Rabbin sana onun cenaze namazını kıldırmanı yasaklamışken, sen onun cenaze namazını kıldıracak mısın?" sözü, son derece problemli görülmüştür. Hatta bazı alimler hiç çekinmeden "Bu söz, ravilerden birinden kaynaklanan bir vehimdir," demişlerdir. Bazıları da, Hz. Ömer'in bu konuda bir yasağa muttali olduğunu iddia ederek bunun tersini savunmuştur. Mesela Kurtubı şöyle demiştir: Muhtemelen bu, Hz. Ömer'in aklına gelen bir yasaktır. O, ilhamyoluyla bunu öğrenmiş olabilir. Ya da "(Allah'a) ortak koşanlariçin afdilemek, ne Nebie yaraşır, ne de inananlara, "(Tevbe 113) ayetinden bunu çıkarmış olabilir.

 

Kanaatime göre Kurtubı'nin yorumu, ilk açıklamaya göre, doğruya daha yakındır. Çünkü daha önceden münafıkların cenaze namazını kılmayı yasaklayan bir ayet inmemişti. Bunun da delili, hadisin sonunda yer alan şu ifadedir: Bunun üzerine Allah Teala "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma!"(Tevbe 84) ayetini indirdi.

 

Bir sonraki başlık altında zikredilen ve İbn Ömer'in oğlu Ubeydullah'tan gelen ikinci rivayette yer alan "Allah Teala, senin onlara bağışlanma dilemeni yasaklamışken, onun cenaze namazını mı kılacaksın?" ifadesi, bu başlığın hemen altında zikredilen hadiste bir mecaz bulunduğunu açıklamaktadır.

 

Hz. Ömer, Abdullah İbn Übeyy'in durumu hakkında bildiklerine dayanarak kesin bir dille onun münafık olduğunu söylemiştir. Ama Hz. Nebi onun sözünü dinlememiş ve şunlardan dolayı onun cenaze namazını kıldırmıştır:

 

1- Daha önce ifade ettiğimiz gibi, zahiren o Müslüman göründüğü için. Bu-

nun açıklaması daha önce geçmişti.

 

2- Hükmün zahirinin devam etmesi için.

 

3- Salih bir Müslüman olduğu açıkça belli olan oğlunu onure etmek için.

 

4- Onun kavmini İslam'a ısındırmak maslahatına riayet ile cenaze namazını kılmadığı takdirde doğabilecek mefsedeti bertaraf etmek için.

 

İslam'ın ilk yıllarında, Nebi s.a.v. müşriklerin işkencelerjne sabrediyordu. Onları hep affediyor, yaptıklarını da görmezen geliyordu. Daha sonra müşriklerle savaşması emredildi. Bu dönemde insanları İslam'a ısındırmak maslahatına riayet etmek ve onların kendisinden nefret etmesini önlemek için, içi kafir, dışı Müslüman olan insanlara karşı bağışlayıcı ve hoşgörülü olmaya devam etti. Bundan dolayı şöyle buyurmuştur: "Ona ilişme! Böylece insanlar: 'Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor!' diye yaygara yapamaz. "

 

Mekke'nin fethi, müşriklerin Müslüman olması, kafirlerin sayısının azalması ve zelil konuma düşmelerinden sonra, Nebi s.a.v. münafıklarla açıkça mücadele edilmesini emretmiş ve münafıkları haktan ayrılanlarla aynı kefeye koymuştur. Hz. Nebi'in münafıklara karşı iyi davranması, onların cenaze namazını kılmasının açıkça yasaklanmasını bildiren ayetin ve onlarla açıkça mücadele edilmesini emreden diğer ayetlerin inmesinden önce idi. Bu açıklama sayesinde, yukarıdaki rivayet hakkında ortaya çıkan problem giderilmiştir.

 

باب: {ولا تصل على أحد منهم مات أبدا ولا تقم على قبره} /84/.

13. "ONLARDAN ÖLMÜŞ OLAN HİÇBİRİNİN ASLA CENAZE NAMAZINI KıLMA; ONUN KABRİ BAŞıNDA DA DURMA!"(Tevbe 84) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثني إبراهيم بن المنذر: حدثنا أنس بن عياض، عن عبيد الله، عن نافع، عن ابن عمر رضي الله عنهما أنه قال:

 لما توفي عبد الله بن أبي، جاء ابنه عبد الله بن عبد الله إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم، فأعطاه قميصه، وأمره أن يكفنه فيه، ثم قام يصلي عليه، فأخذ عمر بن الخطاب بثوبه، فقال: تصلي عليه وهو منافق، وقد نهاك الله أن تستغفر لهم، قال: (إنما خيرني الله - أو أخبرني - فقال: {استغفر لهم أو لا تستغفر لهم إن تستغفر لهم سبعين مرة فلن يغفر الله لهم}. فقال: سأزيده على سبعين). قال: فصلى عليه رسول الله صلى الله عليه وسلم وصلينا معه، ثم أنزل الله عليه: {ولا تصل على أحد منهم مات أبدا ولا تقم على قبره إنهم كفروا بالله ورسوله وماتوا وهم فاسقون}.

 

[-4672-] Abdullah İbn Übeyy ölünce, onun oğlu Abdullah Hz. Nebi'e geldi. Bunun üzerine Allah Resutü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendi gömleğini ona verdi ve babasını bununla kefenlemesini emretti. Sonra onun cenaze namazını kıldırmak üzere doğruldu. Hz. Ömer, Hz. Nebi'in elbisesinden tutup; "O mü nafık olduğu halde, onun cenaze namazını mı kılacaksını Halbuki Allah Teala onlar için bağışlanma dilemeni yasaklamıştır," dedi. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de; "Rabbim beni muhayyer kıldı," veya "Rabbim bana haber verdi," buyurarak şu ayeti okudu: "Onlar için ister af dile, ister dilem e; onlar için yetmiş kez af dilesen de ... "(Tevbe 80) Devamında da şöyle buyurdu:

 

"Yetmişten fazla bağışlanmasını dileyecegım ...

 

İbn Ömer olayın devamını şöyle anlattı: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun cenaze namazını kıldı. Biz de onunla birlikte namaza durduk. Sonra Allah Teala şu ayeti indirdi: Onlardan ölmüş olan hiçbirinin asla cenaze namazını kılma, onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Zahirine göre bu ayet [et-Tevbe 9184], bütün münafıklar hakkında inmiştir. Ancak bu ayetin belirli sayıdaki münafık hakkında indiğini gösteren rivayetler aktarılmıştır. Bu hususta Vakidı şöyle demiştir: Ma'mer, Zührı kanalıyla Huzeyfe'nin şöyle söylediğini bize haber verdi: Hz. Nebi bana;

 

"Sana bir Sır vereceğim. Ancak onu hiç kimseyle paylaşma! Münafıklardan belli bir sayıda topluluğun, falancanın, falancanın ... cenaze namazını kılmam bana yasaklandı," dedi. Bu yüzden Hz. Ömer birinin cenaze namazını kılmak istediği zaman Huzeyfe'ye bakardı. Eğer o kendisiyle birlikte namaza gelirse, namazı kılardı. Aksi takdirde cenaze namazını kılmazdı.

 

Cübeyr İbn Mut'ım'den nakledilen bir başka rivayete göre ise, cenaze namazı kılınmayacak münafıkların sayısı on iki idi.

 

Huzeyfe'den nakledilen rivayet biraz önce geçmişti. Söz konusu rivayete göre, o münafıklardan sadece bir kişi kalmıştı. Sadece bu münafıkların cenaze namazının kılınmamasınin hikmeti, muhtemelen Allah Teala'nın onların kafir olarak öleceğini ezelı ilmi ile bilmesinde gizlidir. Onların dışında kalan münafıklar ise tevbe etmişlerdir.

 

İbnu'I-Müneyyir: "Burada sayı ile tahsisin kastedilmediği konusunda beyan

'alimlerinin bir t.ereddüdü yoktur," demiştir. Yine beyan alimlerine göre sıfatın ve sayının mefhumu ile hükmetme şartı, söylenenin söylenmeye ne benzemesi ve başka bir faydanın bulunmamasıdır. Burada ise mübalağanın gayet açık bir faydası vardır. Hz. Nebi'in "Yetmişten fazla bağışlanmasını dileyeceğim ... " sözü sorun teşkil etmiştir. Çünkü, yetmişten fazla bağışlanma dilemenin hükmü, yetmiş kere bağışlanma dilemekle aynıdır. Müteahhirı1n alimlerden biri buna şu şekilde cevap vermiştir: "Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Abdullah İbn Übeyy'in aşiretinin kalbini İslam'a meylettirmek için 'Yetmişteri fazla bağışlanmasını dileyeceğim ...  demiştir. Yoksa bu sözü ile yetmişten fazla bağışlanma dilediği zaman onun bağışlanacağını kastetmemiştir. Nitekim bir önceki başlık altında zikredilen ikinci hadiste geçen 'Eğer yetmişten fazla bağışlanma dilediğim zaman bağışlanacağını bilseydim, elbette yetmişten fazla bağışlanmasını dilerdim,' ifadesi de bunu desteklemektedir." Ancak daha önce belirttiğimiz gibi, söz konusu rivayet 'Yetmişten fazla bağışlanmasını dileyeceğim ... ' şeklinde sabit olmuştur. Hz. Nebi'in vaadi de haktır. Hatta bu ifade, mübağalalı biçimde pekiştirilmiş halde ".....Elbette yetmişten fazla bağışlanma dileyeceğim," şeklinde de aktanımıştır.

 

Bir başka alim de şu şekilde cevap vermiştir: "Muhtemelen Hz. Nebi mevcut hükmü sürdürmek gayesiyle böyle söylemiştir. Çünkü bu ayet inmeden önce fazla bağışlanma dilernek caiz idi. Dolayısıyla bu hükmün aslına uygun olarak caiz kalması uygundu." Bu, güzel bir cevaptır. Toparlaycak olursak; mübağala anlayışı ile aslolan hükme göre amel etmeyi sürdürmek birbiri ile çelişmez. Öyle anlaşılıyor ki, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem, yetmişten fazla bağışlanma ile bağışlanmanın kesinlikle gerçekleşeceğini değil de, gerçekleşebileceği ni ifade etmiştir. Ancak bu yorumun da eleştiriye açık olduğu görülmektedir.

 

Bu soruna şu şekilde de cevap verilmiştir: "Bağışlanma dilernek, dua gibidir. Kul Rabbinden bir ihtiyacının giderilmesini ister. Onun Rabbinden bu isteği, zikir konumundadır. Ancak bu istek, istenilen şeyin bir an ewel gerçekleşmesi bakımından ibadet değildir. Hal böyle olunca bizatihi bağışlanma mümkün olur. Allah Teala'nın ilmi, başka bir şeye değil de, bağışlanmanın fayda vermeyeceğine taalluk etmiştir. Bu durumda bağışlanma talebi, bağışlanmanın gerçekleşmesi için değil de, bağışlanması dilenen kişiye değer vermekten ileri gelir. Bağışlanma imkansız hale gelince, dua eden kimse onun yerine sevab veya kötülüğün bertaraf edilmesine vesile olur. Nitekim bu konuda rivayet vardır. Bu sayede dua edilen kimselerin azabı hafifler. Mesela, Ebu Talib'de olduğu gibi." İşte bu, İbnu'lMüneyyirlin söyledikleri ile aynı anlama gelir. Ancak bu gorüş eleştiriye açıktır. Çünkü bu, dini bakımdan bağışlanması imkansız olan kimseler için bağışlanma talebinde bulunmanın dine uygun olmasını gerektirmektedir. Halbuki bunun olamayacağı şu ayet-i kerimede belirtilmiştir: "(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça bel/i olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah La) ortak koşanlar için af dilemek ne Nebi'e yaraşır, ne de inananlara."(Tevbe 113)

 

Ancak bu olayda başka bir problem daha vardır. O da şudur: Heygamber, "(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme ... "(Tevbe 80) ayetine dayanarak, kendisinin münafıklar için bağışlanma dileyip dilerneme konusunda serbest bırakıldığını kesin bir dil ile ifade etmiştir. "Yetmiş" lafzından da [mübalağa değil de gerçek] sayıyı anlayarak "Yetmişten fazla bağışlanma dileyeceğim," demiştir. Halbuki bu ayetten [et-Tevbe 9/84] çok önce "(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne Nebi'e yaraşır, ne de inananlara' (Tevbe 113) ayeti inmşşti.

 

Biraz ileride bu surenin tefsirinde anlatılacağı üzere, bu ayet [et-Tevbe 9/113] Ebu Talib hakkında inmiştir. Hz. Nebi ona;

 

"Yasaklanmadığım sürece senin için bağışlanma dileyeceğim," dediği zaman bu ayet nazil olmuştu. Ebu Talib'in vefatının Mekke'de gerçekleştiği konusunda ise ittifak vardır. Abdullah İbn Übeyy'in olayı ise, daha önce belirtildiği gibi hicretin IX. yılında gerçekleşmişti. nal böyle olunca, kafir oldukları kesin bir dille aynı ayette ifade edilmesine rağmen, mü nafıkIar için bağışlanma dilemek nasıl caiz olabilir? Bir alimin bu probleme cevap verdiğini tespit ettim. Onun cevabını şu şekilde özetlemek mümkündür: "Burada yasaklanan, Ebu Talib alayında olduğu gibi, Müslüman olmayan birinin mağfiretin gerçekleşmesi gayesi ile bağışlanacağını umarak bağışlanma dilemektir. Abdullah İbn Übeyy için dilenen bağışlanma ise böyle değildir. Çünkü onun için dilenen bağışlanma, geride kalan münafıkların kalbini İslam'a ısındırmak içindir." Bu cevap benim hoşuma gitmedi. Zamahşerı de buna benzer bir görüşü dile getirmiştir: "Eğer 'İnsanların en fasıh konuşanına ve kelamın üslupları ile temsillerinden en iyi şekilde haberdar olan birine, ayetteki sayıdan maksadın, bağışlanma dilemenin sayısı arttıkça fayda vermeyecek olduğu nasıl kapalı gelir?' şeklinde bir soru yöneltecek olursan, şu şekilde cevap veririz: Bu, ona kapalı gelmemiştir. Ancak Nebi sallalliihu aleyhi ve sellem yaptıklarını ve söylediklerini, gönderildi ği insanlara karşı beslediği sonsuz merhamet ve acıma duygularını göstermek için yapmış ve söylemiştir. Onun bu sözü İbrahim Nebiin şu sözüne benzemektedir: Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin.(İbrahim 36) Hz. Nebi'in bahsi geçen merhameti izhar etmesi ümmetin e karşı göstermiş olduğu bir lütuftur. Ayrıca Müslümanları birbirlerine karşı merhametli olmaya teşviktir." İbnu'l-Müneyyir ve daha başka alimler ona şu şekilde itiraz etmişlerdir: "Zemahşerı'nin bu söylediklerini Hz. Nebi'e nispet etmek caiz değildir. Çünkü Allah Teala, kafirleri bağışlamayacaını bildirmiştir. Allah Teala onları bağışlamayacaksa, onlar için bağışlanma dilemek de imkansız olur. İmkansız bir şeyi dilemek de Hz. Nebi'den sad ır olmaz.

 

Bazıları da şu şekilde bir cevap vermiştir: "Müşrik olarak ölenler için bağışlanma dileme yasaklanmıştır. Bu, Müslüman gibi yaşayan kimselerin bağışlanmasını dilemenin yasak olmasını gerektirmez. Çünkü o kişilerin inançları sahıh olabilir." Bu, güzel bir cevaptır. Bu ayet hakkında "Kitabu'l-cenaiz"de derinlemesine bir araştırma yapmıştım. Yine orada bu ayet in [Tevbe 113] Ebu Talib'in vefatından çok daha sonra indiği görüşünü tercih etmiştim. Ebu Talib hakkında ise "(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanlan en iyi O bilir, "(Kasas 56) ayeti inmişti. Bunun delillerini de araştırıp orada vermiştim. Ancak şu kadarı var ki; ayetin [et-Tevbe 9/80] devamında açık biçimde onların Allah'ı ve NebiI i sallallahu aleyhi ve sellem inkar ettikleri belirtilmiştir. Bu da göstermektedir ki, ayet in bu kısmı, hadiste bahsi geçen olaydan sonra inmiştir. Muhtemelen önce Hz. Nebi'in esas aldığı ayetin ilk kısmı nazil olmuştur. Bir başka ifade ile sadece ayetin "(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dilem e; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onlan asla affetmeyecek," bölümü inmiştir. Bu yüzden Hz. Nebi, Hz. Ömer'e cevap verirken sadece "serbest bırakılma/tahyfr" ve "yetmiş" lafzından bahsetmiştir. Hadiste anlatılan olay meydana gelince, Allah Teala onların maskesini düşürdü, önde gelen insanların huzurunda ayıplarını ortaya çıkardı ve onlardan "Allah'ı ve Nebii inkar edenler" diye bahsetti. Belki de İmam Buharı'nin bab başlığında ayetin sadece bu kısmını kullanmasındaki sır da burada yatmaktadır. Genellikle raviler arasında ayetlerin tamamını verip vermeme konusunda farklılık olmasına rağmen, BuharıInin hiçbir nüshasında bu ayet tam olarak verilmemiştir. İnsaflı biçimde düşünen kimse, hadisi reddedenlerin veya zorlama tevillere kalkışanların ayetin "Bu, onlann Allah ve Resulünü inkar etmelerinden dolayıdır. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez," kısmının "(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onlan asla affetmeyecek," bölümü ile birlikte indiğini düşünmelerinin bunlara neden olduğunu görür. Bir başka ifade ile ayetin bir bütün halinde indiğini düşünmeleri, onların bu şekilde davranmalarına neden olmuştur. Eğer ayetin bir bütün halinde indiğini farzedersek, bu durumda illet nehye bitişik olarak gelmiştir ve bağışlanma dilemenin azının da, çoğunun da fayda vermeyeceğini açıkça ifade etmiştir. Eğer benim araştırıp belirttiğim gibi ayetin son kısmının, baş tarafından sonra indiği farz edilirse, bu durumda problem ortadan kalkmış olur. Hal böyle olunca da sayıdan anlaşılan şeyi esas alan kimsenin delili sahıh olur. Hz. Nebi de bunu yapmıştır. Ayetin zahirini esas almış ve aksine bir delil sabit oluncaya kadar bir hükmü n dine uygun olduğunu düşünerek hareket etmiştir. Bu durumda problem yoktur.

 

iIham edip öğrettiklerinden dolayı Allah'a sonsuz hamd-u senalar olsun.

 

 

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1- Bu hadise göre, diri ve ölü iken, kişinin içinde bulunduğu duruma göre şahitlik yapmak caizdir. Çünkü Hz. Ömer, Abdullah İbn Übeyy için; "Abdullah münafıktır," demiş, Hz. Nebi de onun bu sözünü yadırgamamıştır.

 

2- Tanıtmak için değil de, hakaret etmek için ölülere kötü söz söylemek yasaklanmıştır.

 

3- Münafıklar Müslümanlarla aynı muameleye tabi tutulurlar.

 

4- Sadece birinin öldüğünü bildirmek, yasaklanan ah-u figan ederek kişinin öldüğünü bildirme kapsamına girmez.

 

5- Durumu iyi olan kimse, bereketi umulan kimseden dini bir zarurete bina-

en bir şeyler isteyebilir.

 

6- İsyankar ölüye iyilik edilerek, itaatkar diri gözetilir.

 

7 - Ölü dikişli elbiselerle kefenlenebilir.

 

8- Nassın farklı anlamlara gelme ihtimalinin bulunduğu durumlarda, açıklama, nüzul zamanından, ihtiyaç ve zahir ile amel zamanına kadar ertelenebilir.

 

9- Bir kimse hata ettiğini düşündüğü anda, kendisinden daha üstün birini uyarabilir. Üstün olan kimse de kendisinden daha düşük seviyede olan birine problemli gördüğü konularda hatırlatmalarda bulunabilir.

 

10- Aralarında meydana gelen konuşmaların farklı manalara gelme ihtimalinin olduğu durumlarda, soru soran ile kendisine soru sorulan kişi birbirlerinden açıklama isteyebilir.

 

11- Gerekli olduğu zaman, cenazeye katılankimse tebessüm edebilir. Ancak alimler, saygının tam olması için tebessüm edilmemesini müstehab görmüşlerdir. Ancak ihtiyaç halleri bundan müstesna tutulmuştur.

 

باب: قوله: {سيحلفون بالله لكم إذا انقلبتم إليهم لتعرضوا عنهم فأعرضوا عنهم إنهم رجس ومأواهم جهنم جزاء بما كانوا يكسبون} /95/.

14. "ONLARIN YANINA DÖNDÜĞÜNÜZ ZAMAN SiZE, KENDiLERiNDEN (ONLARı CEZALANDIRMAKTAN) VAZGEÇMENiZ iÇiN ALLAH ADINA AND iÇECEKLER. ARTIK ONLARDAN YÜZ ÇEViRiN. ÇÜNKÜ ONLAR MURDARDIR. KAZANMAKTA OLDUKLARINA (KÖTÜ İŞLERİNE) KARŞILIK CEZA OLARAK VARACAKLARI YER CEHENNEMDİR,"(Tevbe 95) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا يحيى: حدثنا الليث، عن عقيل، عن ابن شهاب، عن عبد الرحمن بن عبد الله: أن عبد الله بن كعب بن مالك قال:

 سمعت كعب بن مالك، حين تخلف عن تبوك: والله ما أنعم الله علي من نعمة، بعد إذ هداني، أعظم من صدقي رسول الله صلى الله عليه وسلم: أن لا أكون كذبته، فأهلك كما هلك الذين كذبوا حين أنزل الوحي: {سيحلفون بالله لكم إذا انقلبتم إليهم - إلى - الفاسقين}.

 

[-4673-] Abdullah İbn Ka'b İbn Malik, Tebuk seferinden geri kalan Ka'b İbn Malik'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Allah'a yemin ederim ki, Rabbim, beni hidayete erdirdikten sonra elçisine karşı doğru sözlü olmaktan daha büyük bir nimeti bana vermemiştir. Bu nimet sayesinde, ona yalan söyleyip helak olanlardan olmadım. Nitekim "Onlann yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onlan cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklanna (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacaklan yer Cehennemdir. Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile, Allah fasıklar topluluğundan asla razı olmaz, "(Tevbe 95-96) şeklinde vahiy geldiği zaman, ona yalan söyleyenler helak olmuştu.

 

باب: قوله: {يحلفون لكم لترضوا عنهم فإن ترضوا عنهم}. إلى قوله: {الفاسقين} /96/.

BAB  ONLARDAN RAZIOLAsıNız DİvE SİZE VEMİN EDECEKLER. FAKAT SİZ ONLARDAN RAZIOLSANız BİLE ALLAH FAsIKLAR TOPLULUGUNDAN ASLA RAZI OLMAZ.(Tevbe 96)

 

باب: قوله: {وآخرون اعترفوا بذنوبهم خلطوا عملا صالحا وآخر سيئا عسى الله أن يتوب عليهم إن الله غفور رحيم} /102/.

15. "Onlardan bir kısmı günahlarını itiraf ettiler. Ve iyi bir amelle kötü bir ameli karıştırdılar. Ola ki, Allah tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir."(Tevbe 102) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا مؤمل، هو ابن هشام: حدثنا إسماعيل بن إبراهيم: حدثنا عوف: حدثنا أبو رجاء: حدثنا سمرة بن جندب رضي الله عنه قال:

 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لنا: (أتاني الليلة آتيان، فابتعثاني، فانتهيا بي إلى مدينة مبنية بلبن ذهب ولبن فضة، فتلقانا رجال: شطر من خلقهم، كأحسن ما أنت راء، وشطر كأقبح ما أنت راء، قالا لهم: اذهبوا فقعوا في ذلك النهر، فوقعوا فيه، ثم رجعوا إلينا، قد ذهب ذلك السوء عنهم، فصاروا في أحسن صورة، قالا لي: هذه جنة عدن، وهذاك منزلك، قالا: أما القوم الذين كانوا شطر منهم حسن، وشطر منهم قبيح، فإنهم خلطوا عملا صالحا وآخر سيئا، تجاوز الله عنهم).

 

[-4674-] Semura İbn Cündeb'in şöyle dediği rivayetedilmiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem bize şöyle buyurdu: Dün gece bana iki melek geldi. Beni uyandırıp binaları altın ve gümüş tuğlalardan yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi, vücudlarının bir yarısı gördüğün insanların en güzeli, diğer yarısı ise gördüğün insanların en çirkini şeklinde olan insanlar karşıladı. Bu iki melek onlara; 'Gidin ve şu nehre atlayın!" diye emretti. Onlar da gidip nehre at/adı/ar. Sonra bize döndüler. Çirkinlikleri kalmamıştı. En güzel surete girmişlerdi. Sonra iki melek bana şöyle dedi:

 

Burası Adn Cenneti. Şurası da senin makamın. Bir kısmı güzel, bir kısmı çirkin olan insanlar ise iyi ameli kötü amele karıştıran kimseler. Allah Teala onları bağışladı.

 

 

İmam Buharı, Hz. Nebi'in uzun bir rüyası hakkında Semura İbn Cündeb'den nakledilen hadisin bir bölümünü verdi. Bu hadisin tamamı "Kitabu'tta'bır"de gelecektir. 

 

باب: {ما كان للنبي والذين آمنوا أن يستغفروا للمشركين} /113/.

16. "(ALLAH'A) ORTAK KOŞANLAR İÇiN AF DİLEMEK NE NEBİ'E YARAŞIR, NE DE İNANANLARA,"(Tevbe, 113) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا إسحاق بن إبراهيم: حدثنا عبد الرزاق: أخبرنا معمر، عن الزهري، عن سعيد بن المسيب، عن أبيه قال:

 لما حضرت أبا طالب الوفاة، دخل عليه النبي صلى الله عليه وسلم وعنده أبو جهل وعبد الله بن أبي أمية، فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (أي عم، قل لا إله إلا الله، أحاج لك بها عند الله). فقال أبو جهل وعبد الله بن أبي أمية: يا أبا طالب، أترغب عن ملة عبد المطلب؟ فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (لأستغفرن لك ما لم أنه عنك). فنزلت: {ما كان للنبي والذين آمنوا أن يستغفروا للمشركين ولو كانوا أولي قربى من بعد ما تبين لهم أنهم أصحاب الجحيم}.

 

[-4675-] Said İbnu'l-Müseyyeb babasının şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

Ebu Talib ölüm döşeğine düşünce, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem yanına geldi. O sırada Ebu Talib'in yanında Ebu Cehil ve Abdullah İbn Ebu Ümeyye vardı. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem

 

"Ey Amca! 'La ilahe illallah' de ki, bu söz ile Allah katında seni savunayım," dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ve Abdullah İbn Ebu Ümeyye: "Ey Ebu Talib! Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?" dediler.

 

Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de şöyle buyurdu: Bana yasaklanmadığı sürece senin için bağışlanma dileyeceğim.

 

Bunun üzerine "(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah La) ortak koşanlar için af dilemek ne Nebi'e yaraşır, ne de inananlara," ayeti indi.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İmam Buhari burada Ebu Talib'in vefatı hakkında Said İbnu'l-Müseyyeb'in babasından naklettiği hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-cenaiz"de geçmişti.

 

باب: {لقد تاب الله على النبي والمهاجرين والأنصار الذين اتبعوه في ساعة العسرة من بعد ما كاد يزيغ قلوب فريق منهم ثم تاب عليهم إنه بهم رؤوف رحيم} /117/.

17. "Andolsun ki, Allah, yine Nebi'e ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lutfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır. "(Tevbe 117) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا أحمد بن صالح قال: حدثني ابن وهب قال: أخبرني يونس: قال أحمد. وحدثنا عنبسة: حدثنا يونس، عن ابن شهاب قال: أخبرني عبد الرحمن بن كعب قال: أخبرني عبد الله بن كعب، وكان قائد كعب من بنيه حين عمي، قال:

 سمعت كعب بن مالك في حديثه: {وعلى الثلاثة الذين خلفوا}. قال في آخر حديثه: إن من توبتي أن أنخلع من مالي صدقة إلى الله ورسوله، فقال النبي صلى الله عليه وسلم: (أمسك بعض مالك فهو خير لك).

 

[-4676-] Görme duyusunu yitiren Ka'b/ın çocukları içinde, onunla ilgilenmeyi üstlenen Abdullah İbn Ka'b şöyle demiştir: Ka'b İbn Malik'in "Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti} ... "(Tevbe 118) ayetinin de içinde bulunduğu uzun hadisinin sonunda şöyle dediğini işittim: "Tevbem kabul edildiği için malımı sadaka olarak Allah'a ve O'nun elçisine vereceğim," dedim. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de "Malının bir kısmını kendine ayır. Bu, senin için daha hayırlıdır," buyurdu.

 

باب: {وعلى الثلاثة الذين خلفوا حتى إذا ضاقت عليهم الأرض بما رحبت وضاقت عليهم أنفسهم وظنوا أن لا ملجأ من الله إلا إليه ثم تاب عليهم ليتوبوا إن الله هو التواب الرحيم} /118/.

18. "Allah, haklarında hüküm beklenen o üç kişiyi de bağışladı. Çünkü o derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmeye başlamıştı, vicdanları da kendilerini sıkıntıya sokmuştu. Allah'dan kurtuluşun, ancak Allah'a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Sonra da Allah, onları tevbekar olmaya muvaffak kıldı da tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çok çok kabul edendir, çok merhametli olandır."(Tevbe 118) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثني محمد: حدثنا أحمد بن أبي شعيب: حدثنا موسى بن أعين: حدثنا إسحاق بن راشد: أن الزهري حدثه قال: أخبرني عبد الرحمن بن عبد الله بن كعب بن مالك، عن أبيه قال:

 سمعت أبي كعب بن مالك، وهو أحد الثلاثة الذين تيب عليهم: أنه لم يتخلف عن رسول الله صلى الله عليه وسلم في غزوة غزاها قط غير غزوتين: غزوة العسرة وغزوة بدر، قال: فأجمعت صدق رسول الله صلى الله عليه وسلم ضحى، وكان قلما يقدم من سفر سافره إلا ضحى، وكان يبدأ بالمسجد، فيركع ركعتين، ونهى النبي صلى الله عليه وسلم عن كلامي وكلام صاحبي، ولم ينه عن كلام أحد من المتخلفين غيرنا، فاجتنب الناس كلامنا، فلبثت كذلك حتى طال علي الأمر، وما من شيء أهم إلي من أن أموت فلا يصلي علي النبي صلى الله عليه وسلم، أو يموت رسول الله صلى الله عليه وسلم فأكون من الناس بتلك المنزلة، فلا يكلمني أحد منهم ولا يصلي علي، فأنزل الله توبتنا على نبيه صلى الله عليه وسلم حين بقي الثلث الآخر من الليل، ورسول الله صلى الله عليه وسلم عند أم سلمة، وكانت أم سلمة محسنة في شأني، معنية في أمري، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (يا أم سلمة، تيب على كعب). قالت: أفلا أرسل إليه فأبشره، قال: (إذا يحطمكم الناس فيمنعونكم النوم سائر الليلة). حتى إذا صلى رسول الله صلى الله عليه وسلم الفجر آذن بتوبة الله علينا، وكان إذا استبشر استنار وجهه، حتى كأنه قطعة من القمر، وكنا أيها الثلاثة الذين خلفوا عن الأمر الذي قبل من هؤلاء الذين اعتذروا، حين أنزل الله لنا التوبة، فلما ذكر الذين كذبوا رسول الله صلى الله عليه وسلم من المتخلفين واعتذروا بالباطل، ذكروا بشر ما ذكر به أحد، قال الله سبحانه: {يعتذرون إليكم إذا رجعتم إليهم قل لاتعتذروا لن نؤمن لكم قد نبأنا الله من أخباركم وسيرى الله عملكم ورسوله}. الآية.

 

[-4677-] Abdullah İbn Ka'b İbn Malik, tevbesi kabul edilenlerden biri olan ve Hz. Nebi'in yaptığı seferlerden Bedir ve zorluk [Teblik] seferi hariç hiçbir seferinden geri kalmayan babası Ka'b İbn Malik'in şöyle söylediğini nakletmiştir:

 

Kuşluk vakti Nebi'e sallallahu aleyhi ve sellem doğruyu söylemeye karar verdim. Allah Reslilü'nün sallallahu aleyhi ve selle m kuşluk vakti dışında, düzenlediği seferden döndüğü pek nadirdi. O, ilk önce Mescid'e giderdi. Sonra orada iki rekat namaz kılardı.

 

Hz. Nebi benimle ve iki arkadaşımla konuşulmasını yasakladı. Bizim dışımızda sefere katılmayan başka herhangi biri ile konuşulmasını ise yasaklamadı. İnsanlar bizimle konuşmaya yanaşmıyordu. Bir müddet bu, böyle devam etti. Nihayet bu süre bana uzun geldi. Ölüp de Hz. Nebi'in sallallahu aleyhi ve sellem cenaze namazımı kıldırmamasından veya onun vefat edip de bu durumda insanlar arasında kalmaktan, hiç kimsenin benimle konuşmamasından ve cenaze namazımı kılmamasından daha fazla beni üzen bir durum olamazdı. Sonra Allah Teala bizim tevbemizi kabul ettiğini bildiren ayetini gecenin son 1I3'ünün kaldığı bir sırada Ümmü Seleme'nin yanında olan Nebiiine indirdi. Ümmü Selerne güzel davranan ve durumumla ilgilenen biriydi. Bundan dolayı Hz. Nebi; "Ey Ümmü Selemel Ka'b'm tevbesi kabul edildi," buyurmuş, o da; "Ona birini gönderip bu müjdeyi vereyim mi?" diye sormuştu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle cevap vermişti:

 

"Öyle yaparsan insanlar kalabalık edip sizi ezerler ve gecenin geri kalan kısmında uyumanıza engelolurlar."

 

Sonunda Hz. Nebi, sabah namazını kıldırdıktan sonra insanlara Allah Teala'nın bizim tevbemizi kabul ettiğini ilan etti. Bizim bağışlandığımız haberini verirken yüzü ışıidıyordu. Öyle ki yüzü, ay parçası gibi parlıyordu.

 

Bizzat üçümüz mazeret beyan edip de [mazeretieri] kabul edilen kimselerle aynı hükme tabi tutulmamıştık. Allah Teala bizim tevbemizin kabul edildiğini bildiren ayeti indirince, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yalan söyleyip asılsız mazeretler ileri süren kimselerden, bir kimsenin kötülenebileceği en kötü şekilde bahsedilmişti. Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur: (Seferden) onlara döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: (Boşuna) özür dilemeyin! Size asla inanmayız; çünkü Allah, haberlerinizi bize bildirmiştir. (Bundan sonraki) amelinizi Allah da görecektir, Resulü de. (Tevbe 94)

 

باب: {يا أيها الذين آمنوا اتقوا الله وكونوا مع الصادقين} /119/.

19. "EY İMAN EDENLER! ALLAH'TAN KORKUN VE DOğRULARLA BERABER OLUN!"(Tevbe 119) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا يحيى بن بكير: حدثنا الليث، عن عقيل، عن ابن شهاب، عن عبد الرحمن بن عبد الله بن كعب بن مالك: أن عبد الله بن كعب بن مالك، وكان قائد كعب بن مالك، قال:

 سمعت كعب بن مالك يحدث، حين تخلف، عن قصة تبوك: فوالله ما أعلم أحد أبلاه الله في صدق الحديث أحسن مما أبلاني، ما تعمدت منذ ذكرت ذلك لرسول الله صلى الله عليه وسلم إلى يومي هذا كذبا، وأنزل الله عز وجل على رسوله صلى الله عليه وسلم: {لقد تاب الله على النبي والمهاجرين والأنصار - إلى قوله - وكونوا مع الصادقين}.

 

[-4678-] [Gözleri görmez olunca] Ka'b İbn Malik'in elinden tutup ona yardımcı olan oğlu Abdullah şöyle demiştir: Teblik seferine katılmadığı zaman Ka'b İbn Malik'in şöyle söylediğini işittim: Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala'nın doğru sözlü olma konusunda beni imtihan ettiğinden daha güzel biçimde bir başkasını imtihan ettiğini bilmiyorum. Hz. Nebi'e doğruyu söylediğim o andan şu vakte kadar yalan söylemeyi hiç düşünmedim. Allah Teala da Nebii'ne şu ayetini indirdi:

 

Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.(Tevbe 118-119)

 

باب: قوله: {لقد جاءكم رسول من أنفسكم عزيز عليه ما عنتم حريص عليكم بالمؤمنين رؤوف رحيم} /128/: من الرأفة.

20. "Andolsun size içinizden öyle bir Nebi geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir üstünüze titrer, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir. "(Tevbe 128) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا أبو اليمان: أخبرنا شعيب، عن الزهري قال: أخبرني ابن السباق: أن زيد بن ثابت الأنصاري رضي الله عنه، وكان ممن يكتب الوحي، قال:

 أرسل إلي أبو بكر مقتل أهل اليمامة، وعنده عمر، فقال أبو بكر: إن عمر أتاني فقال: إن القتل قد استحر يوم اليمامة بالناس، وإني أخشى أن يستحر القتل بالقراء في المواطن، فيذهب كثير من القرآن، إلا أن تجمعوه، وإني لأرى أن تجمع القرآن. قال أبو بكر: قلت لعمر: كيف أفعل شيئا لم يفعله رسول الله صلى الله عليه وسلم؟ فقال عمر: هو والله خير، فلم يزل عمر يراجعني فيه حتى شرح الله لذلك صدري، ورأيت الذي رأى عمر، قال زيد بن ثابت، وعمر عنده جالس لا يتكلم، فقال أبو بكر: إنك رجل شاب عاقل ولا نتهمك، كنت تكتب الوحي لرسول الله صلى الله عليه وسلم، فتتبع القرآن فاجمعه. فوالله لو كلفني نقل جبل من الجبال ما كان أثقل علي مما أمرني به من جمع القرآن. قلت: كيف تفعلان شيئا لم يفعله رسول الله صلى الله عليه وسلم؟ فقال أبو بكر: هو والله خير، فلم أزل أراجعه حتى شرح الله صدري للذي شرح الله له صدر أبي بكر وعمر، فقمت فتتبعت القرآن أجمعه من الرقاع والأكتاف والعسب، وصدور الرجال، حتى وجدت من سورة التوبة آيتين مع خزيمة الأنصاري لم أجدهما مع أحد غيره: {لقد جاءكم رسول من أنفسكم عزيز عليه ما عنتم حريص عليكم}. إلى آخرهما.

وكانت الصحف التي جمع فيها القرآن عند أبي بكر حتى توفاه الله، ثم عند عمر حتى توفاه الله، ثم عند حفصة بنت عمر.

تابعه عثمان بن عمر، والليث، عن يونس، عن ابن شهاب. وقال الليث: حدثني عبد الرحمن بن خالد، عن ابن شهاب، وقال: مع أبي خزيمة الأنصاري. وقال موسى، عن إبراهيم: حدثنا ابن شهاب: مع أبي خزيمة. وتابعه يعقوب بن إبراهيم، عن أبيه. وقال أبو ثابت: حدثنا إبراهيم وقال: مع خزيمة، أو أبي خزيمة.

 

[-4679-] Vahiy katiplerinden Zeyd İbn Sabit'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Ebu Bekir Yemame'de kurraların öldürülmesinin ardından bana haber yollayıp (beni çağırdı). Yanına vardığım zaman, Ömer'in orada olduğunu fark ettim. Ebu Bekir dedi ki: Ömer bana gelip 'Yername Savaşı'nda Kur'an okuyan pek çok kimse şehid oldu. Ben diğer savaşlarda da, kurraların öldürülmesinden ve Kur'an'ın bir çok kısmının kaybolmasından endişe ediyorum. Bu yüzden Kur'an'ın toplanmasını emretmen gerektiğini düşünüyorum' dedi. Ona 'Nebi'in yapmadığı bir şeyi nasıl yaparız?' diye itiraz ettim. Ömer, 'Allah'a andolsun ki, bu hayırlı bir iştir,' dedi. Israrla benden böyle bir şey yapmamı istedi. Nihayet Allah Teala aklıma bu işi yatırdı. Ben de Ömer gibi düşünür oldum."

 

Zeyd olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Ömer'in yanında oturduğu bir sırada Ebu Bekir bana 'sen genç ve akıllı birisin. Hiç seni ith am etmedik. Nebi için vahyi yazıyordun. O halde, Kur'an'ı araştırıp topla!' dedi. Allah'a and olsun ki, beni dağlardan birini taşımakla sorumlu tutsaydı, bu görev, bana emrettiği Kur'an'ı toplama görevinden daha ağır gelmezdi.

 

Ebu Bekir'e 'Allah Resulü'nün yapmadığı bir şeyi sizler nasıl yaparsınız?' diyerek itiraz ettim. O da 'Allah'a and olsun ki, bu hayırlı bir iştir' dedi. Ebu Bekir'e itirazlarımı sürdürdüm. Nihayet, Allah Teala, Ebu Bekir ve Ömer'in aklına yatanı, benim de aklıma yatırdı. Sonunda Kur'an'ı bir araya getirmek için, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından Kur'an'ı araştırdım. "Andolsun size kendinizden öyle bir Nebi gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir, " ayetinden itibaren Tevbe suresinin sonuna kadar olan kısmı sadece Ebu Huzeyme Ensari'nin yanında buldum. Onun dışında başka birinde bulamadım.

 

Topladığım sahifeler, vefat edinceye kadar Ebu Bekir'in yanında kaldı. Sonra hayatı boyunca Ömer'de kaldı. Daha sonra ise kızı Hafsa'ya geçti."

 

 

Bu rivayetin geniş biçimde açıklaması "Kitabu fedailu'l-Kur'an"da yapılacaktır.