DEVAM: 56. TAİF GAZVESİ
حدثنا يعقوب
بن إبراهيم:
حدثنا
إسماعيل: حدثنا
ابن جريج قال:
أخبرني عطاء:
أن صفوان بن
يعلى بن أمية
أخبره: أن
يعلى كان يقول:
ليتني
أرى رسول الله
صلى الله عليه
وسلم حين ينزل
عليه، فقال
فبينا النبي
صلى الله عليه
وسلم
بالجعرانة،
وعليه ثوب قد أظل
به، معه ناس
من أصحابه، إذ
جاءه أعرابي
عليه جبة،
متضمخ بطيب،
فقال: يا رسول
الله، كيف ترى
في رجل أحرم
بعمرة في جبة
بعد ما تضمخ
بالطيب؟
فأشار عمر إلى
يعلى بيده: أن
تعال، فجاء يعلى
فأدخل رأسه،
فإذا النبي
صلى الله عليه
وسلم محمر
الوجه، يغط
كذلك ساعة، ثم
سري عنه،
فقال: (أين
الذي يسألني
عن العمرة
آنفا). فالتمس
الرجل فأتي
به، فقال: (أما
الطيب الذي بك
فأغسله ثلاث
مرات، وأما
الجبة
فانزعها، ثم اصنع
في عمرتك كما
تصنع في حجك).
[-4329-] Safvan b. Ya'la b. Umeyye'den rivayete göre
(Ya'la) şöyle derdi:
Keşke Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e vahiy nazil olurken
onu görebilsem. (Ya'la) dedi ki:
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ci'rane'de bulunuyorken üzerinde
onunla birlikte ashabından bir takım kimselerin de gölgesi altında sığındığı
bir elbise vardı.
Bu sırada koku sürünmüş ve üzerinde bir cübbe bulunan bir bedevi
yanına gelerek: Ey Allah'ın Resulü, koku sürundükten sonra bir cübbe giyinerek
ihrama umre niyetiyle giren bir adam hakkındaki görüşün nedir, dedi.
Ömer eliyle Ya'la'ya: Gel diye işaret etti. Ya'la geldi ve başını
soktu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yüzünün kızarmış olduğunu, biraz da
hırıltı çıkarmakta olduğunu gördü. Bu halde bir süre kaldıktan sonra o hali
geçince: Bana az önce umreye dair soru soran kişi nerede, diye sordu. O adam
aranıp bulundu, huzuruna getirildikten sonra ona: Sürünmüş olduğun kokuyu üç
defa yıka, cübbeyi de çıkart. Sonra da hac esnasında yaptıklarının benzerini
umrede yap, diye buyurdu."
حدثنا موسى
بن إسماعيل:
حدثنا وهيب:
حدثناعمرو بن
يحيى، عن عباد
بن تميم، عن
عبد الله بن
زيد بن عاصم
قال:
لما
أفاء الله على
رسوله صلى
الله عليه
وسلم يوم
حنين، قسم في
الناس في
المؤلفة
قلوبهم، ولم
يعط الأنصار
شيئا، فكأنهم
وجدوا إذ لم
يصبهم ما أصاب
الناس،
فخطبهم فقال:
(يا معشر
الأنصار، ألم
أجدكم ضلالا
فهداكم الله
بي، وكنتم
متفرقين فألفكم
الله بي،
وكنتم عالة
فأغناكم الله
بي). كلما قال
شيئا قالوا:
الله ورسوله
أمن، قال: (ما
يمنعكم أن
تجيبوا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم).
قال: كلما قال
شيئا قالوا
الله ورسوله
أمن، قال: (لو
شئتم قلتم:
جئتنا كذا
وكذا، أترضون
أن يذهب الناس
بالشاة
والبعير،
وتذهبون
بالنبي صلى
الله عليه
وسلم إلى رحالكم،
لولا الهجرة
لكنت امرءا من
الأنصار، ولو سلك
الناس واديا
وشعبا لسلكت
وادي الأنصار
وشعبها،
الأنصار شعار
والناس دثار،
إنكم ستلقون
بعدي أثرة،
فاصبروا حتى
تلقوني على
الحوض).
[-4330-] Abdullah b. Zeyd b. Asım dedi ki: "Allah,
Resulüne Huneyn günü fey' (ganimet) nasip edince (ganimetieri) insanlar
arasındaki müellefetu'l-kulub arasında paylaştırdı. Ensara hiçbir şey vermedi.
Diğerlerine isabet eden pay kendilerine de isabet etmediğinden ötürü içten içe
rahatsız olmuş gibi idiler.
Onlara hutbe irad ederek: Ey ensar topluluğu! Ben sizi yolunuzu
şaşırmış bulup da benim sayemde Allah sizi hidayete iletmedi mi? Sizler tefrika
içinde iken benimle Allah sizi bir araya getirmedi mi? Fakir iken benimle Allah
sizi zengin kılmadı mı, dedi.
Allah Resulü her bir şey dedikçe, onlar: Allah'ın ve Resulünün
lütuftan daha çoktur, diyorlardı. Allah Resulü: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'e cevap vermenize engelolan ne, diye sordu. -(Abdullah b. Zeyd) dedi ki:
O bir şey dedikçe onlar Allah ve Resulünün lutfu daha çoktur, diyorlardı.-
Şöyle buyurdu:
Dileseydiniz şöyle diyebilirdiniz: Sen bize şu şu halde geldin.
(Şimdi söyleyin) insanlar koyunları ve develeri alıp giderken sizler Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte evlerinize geri dönmeye razı değil
misiniz? Eğer hicret olmasaydı, andolsun ensardan bir kişi olurdum. Eğer bütün
insanlar bir vadiden ya da bir dağ yolundan gidecek olsalar şüphesiz ben de
ensarın gittiği vadiden ve dağ yolundan giderdim. Ensar doğrudan vücudun üstüne
giyilen elbisedir, diğer insanlar ise onun üstüne giyilenlerdir. Şüphesiz
sizler benden sonra (sizlere) başkalarının tercih edildiğini göreceksiniz. Havz
üzerinde benimle karşılaşıncaya kadar sabrediniz. "
Bu Hadis 7245 numara ile gelecektir.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Yüce Allah Huneyn günü Resulüne ... ganimet ihsan
edince" yani Huneyn günü kendileriyle savaştığı kimselerin ganimetIerini
ona verince.
"Fey'''in asıl anlamı geri çevirmek ve dönmektir. Zevalden
sonraki gölgeye fey" denilmesi de bu kökten gelmektedir. Çünkü gölge bu
vakitte bir taraftan diğer bir tarafa dönmektedir. Kafirlerin malları asıl
itibariyle mu'minlere ait olduğundan dolayı mallarına bu isim verilmiş gibidir.
Çünkü asılolan imandır, küfür ise daha sonra ortaya çıkar. Kafirler herhangi
bir şeye galibiyet sağlayarak ele geçirecek olurlarsa bu bir saldırganlık yolu
ile gerçekleşmiş olur. Müslümanlar o malı onlardan ganimet alınca sanki bu
yolla daha önce kendilerine ait olanlar tekrar onlara dönmüş gibi olmaktadır.
Biraz önce de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ganimetIerin Ci'rane
mevkiinde alıkonulmasını emretmiş olduğunu belirtmiş bulunuyoruz. Taiften
dönüp, Zülkade'nin 15. günü Ci'rane'ye ulaşmıştı. Ganimetieri paylaştırmakta
gecikme sebebi el-Misver hadisinde geçtiği üzere onların Müslüman olmaları
ümidi idi. Alınan esirlerin sayısı ise kadın ve çocuk olmak üzere altıbin
kişiyi bulmuştu. Develer yirmidörtbin, koyunların sayısı ise kırkbin idi.
"İnsanlara paylaştırdı." Maksat ganimetieri onlara
paylaştırdığıdır. "Müellefetu'l-kulub arasında"
Müellefetu'l-kulub'dan maksat, Kureyşlilerden Mekke'nin fethedildiği günü pek
kuwetli olmayan bir şekilde Müslüman olmuş bir takım kimselerdi. Denildiğine
göre aralarında henüz daha Müslüman olmamış Safvan b. Umeyye gibi kimseler de
vardı.
Zekatta hak sahibi sınıflardan birisini teşkil eden müleefe-i
kulub ile kimlerin kastedildiği hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir görüşe
göre bunlar İslama girmelerini teşvik etmek üzere kendilerine bir şeyler
verilen kafirlerdir. Bir başka görüşe göre bunlar kafir etbaı bulunan
Müslümanlardır. Bu kafirlerin kalplerinin ısındırılması için bunlara verilir.
Bir diğer görüşe göre bunlar İslama yeni girmiş Müslümanlar olup, İslamın
kalplerine iyice yer etmesi istenen kimselerdir.
Burada müellefetu'l-kulub ile kastedilenler ise bu
sonuncularıdır .. Çünkü bu başlıkta ez-Zührı yoluyla gelen rivayette şöyle
buyurmaktadır:
"Ben küfürden henüz yeni kurtulmuş bir takım adamlara
kalplerini ısındırmak için veririm." Daha sonra "Kureyşiiler arasında
ganimetlerin paylaştırılması" başlığında gelecek olan Enes'in rivayet
ettiği hadise göre bunlar ile kastedilenler, kendileri Mekke'de bulunuyorlarken
Mekke'nin fethedildiği kimselerdir. Yine ondan gelen bir rivayette:
"Tulaka ve muhacirlere verdi" denilmektedir. Talik
kelimesinin çoğulu olan tulaka'dan maksat ise Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in Mekke'nin fethedildiği günü kendilerini karşılıksız serbest bıraktığı,
Kureyşliler ile onlara tabi olanlardır. Muhacirlerden. maksat ise, Mekke
fethedilmeden önce Müslüman olup Medine'ye hicret etmiş olanlardır.
ibnu'l-Kayyim der ki: Yüce Allah'ın hikmeti gereği Mekke'nin
fethedilmesi pek çok Arap
kabilesinin islama girmesine sebep olmuştur. Oysa daha önce:
Onu kavmiyle baş başa bırakınız, şayet o kavmine galip gelirse
dinine gireriz. Eğer onlar ona galip gelirlerse onlar ona karşı gerekeni yapmış
olur ve bize ihtiyaç bırakmamış olurlar, diyorlardı. Yüce Allah ona Mekke'yi
fethetmeyi nasip edince bir kısmı yine sapıklığı üzere devam etti. Bundan ötürü
ona karşı askerler topladılar ve onunla savaşmak için hazırlandılar. Bu hususta
hikmetin bir gereği olarak yüce Allah Resulüne yardım ve zaferin dinine giren
kabileierin çokluğuyla da, kavminin ona karşı savaşmaktan el çekmesi ile de
olmadığını açıkça göstermiş olmaktadır. Dahasonra yüce Allah onlara galip
gelmesini takdir buyurunca, düşmanları sayılarının çokluğuna, araç ve
gereçlerinin pek güçlü oluşuna rağmen hezimete uğramalarını takdir buyurmuş
olmasıydı. Böylelikle gerçek manada zafer ve yardımın ancak onun tarafından
geldiğini, onların güçleri ile gerçekleşmediğini onlara açıkça göstermek
istedi. Eğer başından beri kafirlere galip gelmemeleri takdir edilmiş olsaydı,
aralarından bu dinden dönecek olanlar büyüklenerek, böbürlenerek, burunları
havada dinden geri döneceklerdi. Onların yenilgiye uğramalarını takdir
buyurduktan sonra akabinde onlara yardım etti, zafer verdi. Böylelikle
Mekke'nin fethedildiği günü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Mekke'ye alçak
gönüllü ve huşu' ile girdiği gibi, onların da girmelerini sağlamak istedi. Yine
onun hikmetinin bir gereği olarak kafirlerin ganimetleri ele geçirildikten
sonra kalplerine imanın iyice yerleşmemiş olduğu kimselere taksim edilmesi, bu
gibi kimselerin kalplerinde henüz beşeri tabiat gereği mala duydukları sevginin
bir sonucu idi. Bu malı aralarında taksim ederek kalplerinin yatışmasını ve
kalplerinin onun sevgisi etrafında birleşmesini istemiştir. Çünkü kendilerine
iyilikte bulunan kimseleri sevmek, kalp leri n mayasında olan bir şeydir. Fakat
aynı zamanda o ganimetleri cihadın gerçek ehli büyük muhacirler ile ensarın
ileri gelenlerine vermedi. Oysa bunların ganimetlerin tümüne hak kazandıkları
da açıkça ortadadır. Çünkü o ganimetleri aralarında paylaştırmış olsaydı, bu
ganimetler sadece onlara ait olurdu. Oysa o müellefe-i kulub'e ganimetleri
paylaştırmak suretiyle farklı bir iş yapmış oldu. Çünkü böylelikle başkanları
hoşnut olduğu takdirde, kendileri de hoşnut olan ve bu ileri gelenlere tabi
olan kimselerin kalplerinin de sevgisini kazanmış oluyordu. Bu şekilde
bağışlarda bulunmak, onların islama girişlerine ve islama giren kimselerin
kalplerinin de kendilerinden daha aşağıda olup, kendilerine tabi olanlara karşı
kalplerinin güçlenmesine ve onların da islama girmeleri hususunda kalplerine
metanet gelmesine sebep teşkil etmiştir.
Böylece bu işte pek büyük bir masıahat ortaya çıkmış oldu.
Bundan dolayı askerlerin içinde bulundukları halde kendilerine destek olacak mala
çokça muhtaç olmalarına rağmen, Mekke ahalisinin mallarından Mekke'nin
fethedilmesi esnasında az ya da çok herhangi bir şeyi paylaştırmadı. Bu sebeple
yüce Allah müşriklerin kalplerinde onlara karşı savaşma arzusunu harekete
geçirdi. Müşriklerin bir çoğu mallarını, kadınIarını ve çocukIarını beraber
aIarak onIara karşı çıkmayı uygun gördü ve bunIarın hepsi de neticede
MüsIümanIar tarafından ganimet aIındı. Eğer onIarın başkanIarının kaIpIerine
bunIarı beraber getirmenin doğru oIduğu kanaatini yüce AlIah yerleştirmemiş
oIsaydl, doğru görüş Dureyd'in danışma esnasında öne sürdüğü görüş
oIacaktı.Fakat başkanIarı Dureyd'e muhaIefet edince bu bütün bunların
MüsIümanIarın eline ganimet oIarak geçmesine sebep oIdu. Arkasından bu ilahı
hikmet bu ganimetierin kaIpIeri İsIama telif edilecek kimseIer arasında
payIaştırıImasınl, kaIpIeri iman ile dolu oIan kimseIerin de imanIarı ile baş
başa bırakılmasını da gerektirdi. Daha sonra kalpIerin İsIama telif edilmesinin
tamamIayıcl bir unsuru olarak onIardan alınan esirler de onIara geri verildi.
Böylelikle kalpIerinde İsIaml kabuI etmek arzusu daha etkili bir
haI aIdl, itaat ile ve istekle İslama girdiler. Bu durum da Mekkelilerin,
kırılmış ve korkuya kapılmış oIan kalplerinin elde ettikleri zafer ve ganimet ile
onarılması sonucunu verdi. Böylece onlara komşu olan ve Arapların en güçlü
kabilelerinden sayılan Hevazinliler ile Sakiflilerin verebilecekleri
kötülükleri bertaraf etmiş oldu. Çünkü onlar böyIe bir yenilgiye uğratIImlş,
sonra da İslama girmelerine imkan ve fırsatlar doğmuştu. Şayet bunlar olmamış
olsaydı Mekkeliler oIdukça güçlü ve pek kalabalık oIan bu kabileIere karşı
direnemezIerdi.
Ensarın olayına ve onlardan ileri geri bir şeyler söyleyenlere
gelince, ensarın ileri gelenleri bu hareketlerin kendilerine tabi olan bazı
kimseler tarafından yapılmış oIduğunu belirterek özür dilemişlerdi. Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaptığı uygulamada onlar için gizli kaIan hikmeti
onIara açıklayınca, itaatle geri döndüler ve en büyük ganimetin kendilerinin
elde ettikleri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte üIkelerine
geri dönmek olduğunu gördüIer. Böylelikle ganimet olarak aIınan koyun, deve,
kadın ve çocuk esirlerin yerine bunları geride bırakan pek büyük mükafat ile
teselli buldular. O pek şerefli Nebi, hayatta iken de, ölümünden sonra da
onların komşusu oldu. İşte hikmeti pek büyük olanın adeti budur. Herkese
kendisine uygun ne ise onu verir.
(Özetle aktardığımız İbnu'l-Kayyim'in açıklamaları burada sona
ermektedir. )
"Ben sizIeri daIaIette buImadım mı?" Burada maksat
şirk daıaIetidir. Hidayetten kasıt da imandır. Restitullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem yüce AlIah'ın kendi vasıtasıyIa onlara Iutfetmiş oIduğu nimetleri
oIdukça beliğ bir şekilde sıralamıştır. Önce dünya işlerinden hiçbir şeyin
kendisiyIe boy öIçüşemediği iman nimetini sözkonusu ederek başladı. İkinci
oIarak onların kaIpIerini birbirine telif etme nimetin i hatırlattı. Bu da maI
nimetinden daha büyüktür. Çünkü mallar bu nimeti eIde etmek için karşılık
beklemeden harcanır, bununIa birlikte bu nimet eIde ediIemeyebilir. Hicretten
önce ensar -bundan önce hicret ile ilgili açıklamaIarın baş taraflarında
geçtiği üzere- araIarında baş göstermiş buIunan Buas savaşı ve daha başka
vakıalar dolayısıyla birbirlerinden son derece nefret ediyorlar, aralarındaki
bağlar paramparça olup kopmuş bulunuyordu. Bütün bunlar yüce Allah'ın şu
buyruğunda dile getirdiği gibi İslam ile ortadan kalktı:
"Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcasaydm, yine
kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah aralarını bulup kalplerini
kaynaştırdl. "[Enfal, 63]
"Dileseydiniz, sen bize şu şu halde geldin ...
derdiniz." Bu hususu Ebu Said yoluyla rivayet edilen hadiste açıklamış
bulunmaktadır. Ordaki lafzıyla şöyledir:
"Allah ResLılü şöyle buyurdu: Ama Allah'a yemin ederim
isteseydiniz şöyle diyebilirdiniz ve hem doğru söylemiş olurdunuz, hem de bu
söyledikleriniz tasdik edilirdi: Sen bize yalanlanmış birisi olarak geldin, biz
seni tasdik ettik. Kimsenin yardımına mazhar olmayan birisi olarak geldin, biz
sana yardım ettik. Yurdundan kovulmuştun seni barındırdık, fakirdin seni
gözettik."
Bunu Ahmed de, Enes'ten şu lafızia rivayet etmiştir: "Niye:
Bize korku içinde geldin biz sana güvenlik verdik, kovulmuş olarak geldin biz
seni barındırdık. Yardımdan mahrum idin biz sana yardım ettik demiyorsunuz?
Onlar: Hayır, Allah'ın ve Resulünün üzerinizdeki lütufJarı daha çoktur,
dediler." Senedi sahihtir.
"Eğer hicret olmasaydı andolsun ensardan bir kişi
olurdum." İbnu'l-Cevzi der ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sözleriyle
nesebini değiştirmeyi de, hicretinin silinmesini de kastetmiş değildir. O bu
sözleriyle şunu kastetmiştir: Eğer daha önceden hicret etmemiş olsaydı,
Medine'ye ve din e yardımcı olmaya kendisini nispet edecekti. Buna göre
ifadenin takdiri şöyledir: Eğer hicret terk edilmesi sözkonusu olmayan dini bir
nispet olmasaydı, şüphesiz ben de sizin diyarınıza kendimi nispet ederdim.
Kurtubı der ki: Yani sizin adınızı alırdım ve size intisap
ederdim. Tıpkı onların daha önce hilf (ahit ve antlaşma) yoluyla intisap
ettikleri gibi. Fakat hicretin özelliği ve mertebe olarak öncelikli olması buna
engelolmuştur. Çünkü hicret daha üstün ve daha şereflidir. Dolayısıyla başkası
ile değiştirilmez.
Anlamının şu olduğu da söylenmiştir: O takdirde ben hükümler
itibariyle ensardan birisi olurdum ve onlar arasında sayılırdım.
İfadenin takdirinin şöyle olduğu da söylenmiştir: Şayet hicretin
sevabı daha büyük olmasaydı elbette sevabımın ensar sevabı olmasını tercih
edecektim.
"Ensar iç elbisedir, sair insanlar dış elbisedir." İç
elbise (şi'ar) bedenin tene değenleridir. Dış elbise (disar) ise onun üstünde
giyilendir. Bu onların kendisine aşırı yakınlıklarını anlatmak için oldukça
incelikli bir istiaredir. Ayrıca bu sözleriyle kendisinin oldukça özel
sırdaşları olduklarını, başkalarına nispetle ona daha yakın ve onunla daha çok
iç içe olduklarını anlatmak istemiştir.
Ebu Said yoluyla gelen hadiste şu fazlalık bulunmaktadır:
"Allah'ım ensara, ensarın oğullarına, ensarın oğullarının oğullarına
rahmet et. (Ebu Said) dedi ki: Hepsi sakallarını ıslatıncaya kadar ağladılar
ve: Bize payolarak Resuluilah'ın düşmesine razıylZ, dediler."
"Şüphesiz benden sonra başkalarının tercih edildiğini
göreceksiniz." Yani onların ortak olarak hak sahibi oldukları hususlarda
başkalarının kendilerine tercih edildiğini göreceklerdir.
"Havz'ın başında benimle karşılaşacağınız vakte kadar
sabrediniz." Kasıt kıyamet günüdür yani ölene kadar sabrediniz. Sizler
beni Havzın yanıbaşında bulacaksınız. O vakit size zulmedenlerden hakkınız
alınacak ve sabra karşılık size' pek büyük mükafat verilecektir.
Hadisten Çıkarılan Diğer Bazı Sonuçlar
Hadis-i şeriften daha önce kaydedilen hususlardan ayrı olarak
bir takım sonuçlar daha çıkartılabilmektedir:
1- İhtiyaç duyulduğu takdirde hasma karşı delil ortaya
konulabilir ve susturulur.
2- Tartışmayı terk etmek ve ileri derecede hayalı olmak
suretiyle ensargüzel bir edebe sahipti.
3- Onlardan söylediler diye aktarılanlar aslında onların
gençlerinin söyledikleri sözlerdi, olgun ve yaşlılarının söyledikleri sözler
değildi.
4- Ensar için pek büyük bir menkıbe sözkonusudur. Çünkü
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onlara ileri derecedeki övgüsünü
ihtiva etmektedir.
5- Büyük olan küçük olanın fark etmediği hususa dikkatini çeker
ve hakka dönmesi için ona şüphe ve tereddüte düşülen ciheti açıklar.
6- Sitem etmek, sitem edenin kalbini kazanmak ve onun sitemine
karşılık vermek için sitem edilen kimse tarafından gerekli delilin ortaya
konulması, mazeretini belirtmek ve itiraf etmek (meşru'dur).
7 - Bu hadiste nübuvvet alametlerinden bir alamet bulunmaktadır.
Çünkü o: "Benden sonra başkalarının size tercih edildiğini
göreceksiniz" diye buyurmuş ve dediği gibi olmuştur. ez-Zühri, Enes'ten
diye rivayet ettiği hadisin sonlarında şunları söylemektedir: Enes dedi ki:
"Fakat onlar sabretmediler."
8- İmam (halife) bazı kimseleri ganimetierin dağıtılması
hususunda bazılarına üstün tutabilir. Ayrıca o masıahat dolayısıyla varlıklı
olana da ganimetten pay verebilir.
9- Dünyalıktan hakkını isteyen bir kimseye bundan dolayı sitem
etmek sözkonusu değildir.
10- İster özel, ister genelolsun ortaya çıkan herhangi bir durum
dolayısıyla hutbe vermek meşrudur.
11- Hutbe esnasında bir takım muhatapları özellikle sözkonusu
etmek caizdir.
12- Bir miktar dünyalık kaybeden kimsenin ahirette elde
edecekleri sevapIarı hatırlatarak tesellide bulunmak, hidayeti, ülfeti ve
dünyalığa karşı müstağni davranma yolunu izlemeyi teşvik etmek, uygun bir
yoldur.
13- Lütuf ve minnet duygusu kayıtsız ve şartsız olarak Allah'a
ve Resulüne karşı duyulmalıdır.
14- Ahiret tarafı dünyaya öncelenir. Elde edilemeyen dünyalığa
karşı da sabretmek gerekir ki, bu yolla sabredene ahiretteki ecri saklansın.
Ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.