DEVAM: 1. [Hucurat, 13] ,
[Nisa, 1] AYETİ VE CAHİLİYE DAVASININ YASAKLANIŞI
حدثنا قتيبة
بن سعيد:
حدثنا
المغيرة، عن
أبي الزناد،
عن الأعرج، عن
أبي هريرة رضي
الله عنه:
أن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال:
(الناس تبع
لقريش في هذا
الشأن، مسلمهم
تبع لمسلمهم،
وكافرهم تبع
لكافرهم. والناس
معادن،
خيارهم في
الجاهلية
خيارهم في الإسلام
إذا فقهوا،
تجدون من خير
الناس أشد الناس
كراهية لهذا
الشأن حتى قع
فيه).
[-3495-] Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurdu: "Bu hususta insanlar Kureyş'e tabidirler. Müslüman
olanlar Müslüman olanlarına tabidir, kafir olanları da kafir olanlara
tabidir."
[-3496-] "İnsanlar madenler (gibi)dir. Cahiliye döneminde hayırlı
olanlar fıkhetmeleri şartıyla İslamda da hayırlılardır. Sizler insanların en
hayırlıları arasında . bu işe -içine düşünceye kadar- en çok tiksinen
kimselerin olduğunu göreceksinizdir."
حدثنا مسدد:
حدثنا يحيى،
عن شعبة:
حدثني عبد الملك،
عن طاوس، عن
ابن عباس رضي
الله عنهما:
{إلا
المودة في
القربى}. قال:
فقال: سعيد بن
جبير: قربى
محمد صلى الله
عليه وسلم،
فقال: إن
النبي صلى
الله عليه
وسلم لم يكن
بطن من قريش
إلا وله فيه
قرابة، فنزلت
عليه: إلا أن
تصلوا قرابة بيني
وبينكم.
[-3497-] İbn Abbas r.a.'dan: "Akrabalıkta sevgiden başka"[Şura,
23] (buyruğunu okuyunca) Said b. Cubeyr: "Maksat" Muhammed'in
akrabalığıdır deyince, İbn Abbas dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
kendileriyle akrabalığı bulunmadığı Kureyş'in hiçbir kolu yoktur. İşte bu ayet
ona bu hususta nazil olmuştur. Benimle sizin aranızdaki akrabalık bağını
gözetmenizden başka(sını istemiyorum, demektir.)"
Tekrar: 4818
حدثنا علي بن
عبد الله:
حدثنا سفيان،
عن إسماعيل،
عن قيس، عن
أبي مسعود،
يبلغ
به النبي صلى
الله عليه
وسلم قال: (من
ها هنا جاءت
الفتن، نحو
المشرق، والجفاء
وغلظ القلوب
في الفدادين
أهل الوبر،
عند أصول
أذناب الإبل
والبقر، في
ربيعة ومضر).
[-3498-] Ebu Mes'ud'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
buyurdu ki: "Fitneler işte bu taraftan, doğu tarafından gelmiştir
(gelecektir). Katılık ve haşin kalplilik, develerin ve ineklerin kuyrukları
dibinde bulunan, çölde yaşayan, ekinlerini sürerken yüksek sesle bağırıp
çağıran Rabia ile Mudarlılar arasındadır."
حدثنا أبو
اليمان:
أخبرنا شعيب،
عن الزهري قال:
أخبرني أبو
سلمة بن عبد
الرحمن: أن
أبا هريرة رضي
الله عنه قال: سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول:
(الفخر
والخيلاء في
الفدادين أهل
الوبر،
والسكينة في
أهل الغنم،
والإيمان
يمان،
والحكمة يمانية).قال
أبو عبد الله:
سميت اليمن
لأنها عن يمين
الكعبة،
والشأم لأنها
عن يسار
الكعبة،
والمشأمة
الميسرة،
واليد اليسرى
الشؤمى،
والجانب
الأيسر
الأشأم.
[-3499-] Ebu Hureyre r.a.'dan dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Övünmek ve kibirlilik çöllerde yaşayan,
deve sahibi, çığırtkan bedevilerde görülür. Ağır başlılık ve sükunet koyun
sahiplerinde olur. İman da Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir."
Ebu Abdullah dedi ki: Yemen'e bu adın veriliş sebebi Ka'be'nin
sağında oluşundan, Şam'a da bu adın verilişi Ka'be'nin solunda oluşundan
dolayıdır. Meş'eme, meysera (solda olmak) demektir; el-yedu'l-yusra eş-şu'ma
(sol el) demektir. Sol tarafa da el-eş'em denilir.
AÇIKLAMA: "Rahman, Rahim
Allah'ın Adıyla. Menakıb (Menkıbeler}." Buhari, bölüm ile Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'in başından sonuna kadar bütün halleri / konumları ile ilgili
ne varsa, bir araya getirmek suretiyle Nebi efendimizin tercümesini kaydetmek
istemiştir.
Bu sebeple önce onun neseb-i şerifi ile ilgili olan hususları
sözkonusu ederek onun mukaddimeleri durumunda bazı hususları sözkonusu etti.
Neseblerle alakası olan bazı şeyleri zikrettikten sonra kabileler ile ilgisi
olan hususları dile getirdi. Sonra da cahiliye davasını gütmeyi yasaklayan
buyrukları kaydetti. Arkasından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in niteliklerini,
şemailini, mucizelerini sözkonusu etti, ondan sonra da Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in faziletlerini sözkonusu etti. Bunun arkasından da hicretten önce
onun halleri ve Mekke'de başından geçen olayları kaydetti. Nebi olarak
gönderilişini, Ashab-ı Kiram'ın Müslüman oluşlarını, Habeşistan'a hicreti,
miracı, ensarın heyetlerini, Medine'ye hicreti zikretti. Daha sonra kendi
kanaatine göre Nebi efendimizin gazvelerini sırasıyla sözkonusu etti, sonra da
onun vefatına dair rivayetleri kaydetti. İşte bu, bahsin sonu olup, bu da
Nebilerin tercümeleri kapsamındadır. Onların tercümelerini de Nebilerin
sonuncusu ile sona erdirmiş bulunmaktadır.
"Aziz ve Celil olan Allah'ın: "Ey insanlar! Muhakkak
biz sizleri bir erkek ve bir dişiden yarattık" ayeti ile, bu ayet-i
kerimenin ihtiva ettiği Allah'ın nezdindeki menkıbenin (öğünmeye değer halin),
ancak takva ile olduğuna işaret etmektedir. Takva, kişinin Allah'ın itaati
gereği olan işleri yapması, ona masiyet olan işlerden de uzak durmasıdır.
Ahmed, el-Haris ve İbn Ebi Hatim, Ebu Nadra yoluyla şunu rivayet
etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Mina'da bir deve üzerinde
iken irad ettiği hutbesinde hazır olanların bana anlattığına göre o şöyle
buyurmuştur: Ey insanlar, şüphesiz sizin Rabbiniz birdir ve elbette babanız da
birdir. Şunu bilin ki Arap olanın arap olmayana, siyahi olanın kırmızı tenliye
takva dışında hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah nezdinde sizin en hayırlınız en
takvalı olanınızdır."
"Tanışasınız diye" buyruğu nesep yoluyla biriniz
diğerini tanısın, filan oğlu filan ve filan oğlu filan desin diye, demektir.
"Yüce Allah'ın: "Kendi adına birbirinizden isteklerde
bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağını koparmaktan sakının" buyruğu
hakkında İbn Abbas dedi ki: Yani akrabalık bağını koparmaktan sakının,
akrabalık bağını gözetin.
Bu ayetin sözkonusu edilmesinden maksat, nesebin de bilinmesinin
gerekli olduğuna işaret etmektir. Çünkü bu bilgi ile gözetilmeleri emrolunan
akrabalar tanınmış olur. İbn Hazm "Kitabu'n-Neseb" adlı eserinin
mukaddimesinde nesep ilminin bilinmesinin faydasız, bilinmemesinin de zararsız
olduğunu iddia edenlerin kanaatlerini reddeden bir bölüm yazmıştır. Burada
nesep ilminde herkes için bilinmesi farz (-i aynı), farz-ı kifaye ve müstehap
olan hususlar bulunduğunu açıklamış ve şöyle demiştir: Bunlar arasında Muhammed
Resulullah (s.a.v.)'in, Abdullah'ın oğlu ve Haşim oğullarından olduğunun
bilinmesi de vardır. Onun Haşimoğullarından olmadığını iddia eden bir kimse
kafirdir. Halifenin Kureyş'ten olması gerektiğini de bilmelidir. Kendisi ile
evlenilmesi haram olan akrabalığı bulunan kimseleri de bilmeli ki, onlardan
kendisine evliliği haram olan kimselerle evlenmekten sakınabilsin. Ayrıca
kendisinden miras alan yahut da ona iyilik yapmak suretiyle akrabalık bağını
gözetmek, nafakasını vermek ya da yardım etmek gibi kendisiyle yakınlığı
bulunanları da bilmesi, müminlerin annelerini ve onları nikahlamanın müminlere
haram olduğunu, ashab-ı kiramı ve onları sevmenin istenen bir şeyolduğunu
bilmesi de gerekir. Onlara karşı iyilikte bulunup güzel davranması için Ensarı
da tanımalıdır. Çünkü bu hususta (nebevi) vasiyet sabit olmuştur. Diğer
taraftan onları sevmek bir imandır, onlara buğzetmek de bir münafıkliktır.
(İbn Hazm devamla) dedi ki: Fukaha arasında cizye ve
köleleştirme konularında Arap olanlarla olmayanlar arasında fark gözetenler
vardır. Bu kanaatte olanların nesep ilmine olan ihtiyaçları daha da ileri
derecededir. Aynı şekilde cizye hususunda ve zekatın arttırılması konusunda
Tağlib oğulları hristiyanları ile başkaları arasında fark bulunduğu kanaatinde
olanlar için de durum böyledir. Ömer r.a.'ın divan ile ilgili tespitleri ancak
kabilelere göre olmuştu. Şayet neseb ilmi olmasaydı bunu yapamazdı. Bu hususta
Osman, Ali ve başkaları da onun izinden gitmiştir.
"Mudar" Nizar'ın oğludur, o Mead'ın, o Adnan'ın
oğludur. Adnan ile İbrahim'in oğlu İsmail arasındaki neseb hususunda -ileride
geleceği gibi- ihtilaf vardır. Nebi (s.a.v.)'den Adnan'a kadar olan soyunda ise
ittifak vardır. İbn Sa'd, et-Tabakat adlı eserinde şunları söylemektedir: Bize
Hişam el-Kelbi anlattı, dedi ki: Ben henüz küçük bir çocuk iken babam bana Nebi
(s.a.v.)'in nesebini öğreterek dedi ki: Muhammed Abdullah'ın, o
Abdulmuttalib'in -ki o da Şeybe el-Hamd'dır-, o Haşim'in -adı Amr'dır-, o Abd-i
Menaf'ın -adı el-Muğire'dir-, o Kusayy'ın -adı Zeyd'dir-, o Kilab'ın, o
Murre'nin, o Ka'b'ın, o Lueyy'in, o Galib'in, o Fihr'in oğludur. Kureyş'in tümü
ondan gelir. Nesebi daha yukarıda olanlar Kureyşli değil, onlar Kinanelidir.
(Fihr) Malik'in, o en-Nadr'ın -adı Kays'tır-, o Kinane'nin, o Huzeyme'nin, o
Müdrike'nin -adı Amr'dır-, o İlyas'ın, o Mudar'ın oğludur.
"Cahiliye döneminde hayırlıları İslam'da da
hayırlılarıdır." Allah Resulünün: "Fıkhetmeleri şartıyla" buyruğunda
İslam dolayısıyla elde edilen şerefin dinde derinlemesine bilgi (tefakkuh) ile
olmadıkça tamamlanmayacağına işaret edilmektedir. Hayırlı oluş, şeref ve buna
benzer vasıflardan maksat ise kerem, iffet, hilim ve benzeri güzel huylara
sahip olmaktır. Buna karşılık cimrilik, hayasızlık, zulüm ve benzeri kötü
huylardan da sakınmak demektir.
"Bu hususta insanların en hayırlılarının .....
göreceksiniz." Bu husustan kasıt, yöneticilik ve emirlik makamlarıdır.
"Bu işten en çok hoşlanmayanları olduğunu
göreceksiniz" buyruğu da şu demektir: Yöneticilik konumuna gelmek, bu işte
ki zorlukları yüklenmek bakımından hoşlanılmayan bir şeydir. Akıl ve dine
bağlılık gibi niteliklere sahip olan bir kimse ise bu işten daha ileri bir
derecede hoşlanmaz. Çünkü yönetici olunması halinde, adalet ile uygulamanın
zorluklarıyla, insanları zulmü ortadan kaldırmaya itmenin sıkıntıları ile karşı
karşıya kalınır. Diğer taraftan bu görevde olan kimseden yüce Allah hem
kendisinin, hem kullarının haklarını yerine getirmesini ister. Rabbinin
huzurunda durmaktan korkan kimsenin hayırlı birisi olduğu ise açıkça anlaşılan
bir konudur.
(3496 numaralı hadisteki): "Bu işin içine düşünceye
kadar" ibaresinden ne anlaşıldığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Bunun,
emir olmak isteyen bir kimse, bu göreve getirilecek olursa bu işten
hoşlanmayışının ortadan kalkacağını görecektir. Çünkü o, bu görevinde yüce
Allah'ın kendisine yardım ettiğine inanır ve böylelikle bu göreve gelmeden önce
korktuğu şey (olan dinine zarar gelmesi) hususunda güvenliğe erişir. İşte
selef-i salihten yöneticiliği devam ettirmeyi sevenlerin onu sevmesinin sebebi
budur. Seleften olup, böyle bir görevden uzaklaştırılan kimseler de açıkça
yöneticiliğe getirilmekten dolayı sevinmediğini, fakat azledilmesinin de hoşuna
gitmediğini açıkça ifade etmiştir.
"İnsanlar Kureyş'e tabidirler." Bunun emir anlamında
haber olduğu söylenmiştir. Buna da bir başka rivayetteki: "Kureyş'i öne
geçiriniz, fakat siz Kureyş'in önüne geçmeyiniz" ifadesi buna delil teşkil
etmektedir. Bunu da Abdurrezzak sahih bir senedle rivayet etmiş olmakla
birlikte mürseldir, fakat şahitleri de vardır.
"Kafir olanları Kureyş'in kafirlerine tabidir." Bunun
doğru olduğu fiilen ortaya çıkmıştır. Çünkü Araplar, cahiliye döneminde
Kureyşlileri Harem bölgesinde kalmaları dolayısıyla tazim ediyordu. Muhammed
Sallallahu Aleyhi ve Sellem Nebi olarak gönderilip, Allah'a çağırınca Arapların
çoğu ona uymakta terreddüt etti ve kavminin neler yapacağını bekleyip görmek
istediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'yi fethedip, Kureyşliler
Müslüman olunca Araplar da onlara uydu ve Allah'ın dinine gruplar halinde
girdiler. Nübüvvet hilafeti de Kureyşliler arasında devam etti. Böylelikle
Arapların kafirlerinin, Kureyş'in kafirlerine tabi olduğu, Müslümanlarının da
Kureyş'in Müslümanlarına tabi olduğu gerçeği ortaya çıkmış oldu.
"İman Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir." Hadisin
zahirinden anlaşıldığına göre imanın nispetinin Yemen'e olduğudur.
Bununla neyin kastedildiği hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir
açıklamaya göre bu, imanın Mekke'ye nispet edilmesi demektir. Çünkü imanın
başlangıç noktası orasıdır. Mekke de Medine'ye nispetle Yemenli sayılır.
Bir başka açıklamaya göre maksat, imanı hem Mekke'ye, hem de
Medine'ye nispet etmektir. Her ikisi de Şam'a nispetle Yemenlidirler. Çünkü bu
sözü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Tebuk'te iken söylemiştir. Bunu da Cabir
r.a.'ın rivayet edip Müslim'in zikrettiği şu hadis desteklemektedir: "İman
Hicazlılar arasındadır." İbnu's-Salah ise buna karşı olarak şöyle demektedir:
Bununla birlikte sözün zahirine göre anlaşılmasında bir mani yoktur. Buna göre
de maksat, Yemenlilerin diğer meşriklilerdan daha faziletli olduğunu
belirtmektir. Buna sebep ise onların Müslümanlara fazla zorluk çıkartmadan
imana boyun eğişleridir. Oysa Meşrik halkı ve diğerleri böyle olmamıştır.
İfadenin zahirine uygun olarak anlaşılıp, Yemen halkının da hakikat anlamına
göre yorumlanmasında mani yoktur. Diğer taraftan bundan maksat o dönemde
Yemenlilerden var olanlardır. Bütün zamanlarda var olacak Yemenlilerin tamamı
değildir. Bu lafız bunu gerektirmemektedir. (İbnu's-Salah devamla) der ki:
Fıkıh'tan, fıkhetmekten maksat, dindeki anlayıştır. Hikmet'ten kasıt ise
Allah'ı bilmeyi de kapsayan ilimdir.