DEVAM: 1. ZİMMiLERDEN ALINAN CİZYE VE DÜŞMAN ÜLKELERİ İLE
YAPILAN ANLAŞMALAR
حدثنا
الفضل بن
يعقوب: حدثنا
عبد الله بن
جعفر الرقي:
حدثنا
المعتمر بن
سليمان: حدثنا
سعيد بن عبيد
الله الثقفي:
حدثنا بكر بن
عبد الله المزني
وزياد بن
جبير، عن جبير
بن حية قال:
بعث
عمر الناس في
أفناء
الأمصار
يقاتلون المشركين،
فأسلم
الهرمزان،
فقال: إني
مستشيرك في
مغازي هذه،
قال: نعم،
مثلها ومثل من
فيها من الناس
من عدو
المسلمين مثل
طائر: له رأس
وله جناحان
وله رجلان،
فإن كسر أحد
الجناخين
نهضت الرجلان
بجناح
والرأس، فإن
كسر الجناح
الآخر نهضت الرجلان
والرأس، وإن
شدخ الرأس
ذهبت الرجلان
والجناحان
والرأس،
فالرأس كسرى،
والجناح قيصر،
والجناح
الآخر فارس،
فمر المسلمين
فلينفروا إلى
كسرى.
وقال
بكر وزياد
جميعا: عن
جبير بن حية
قال: فندبنا
عمر، واستعمل
علينا النعمان
بن مقرن، حتى
إذا كنا بأرض
العدو، وخرج
علينا عامل
كسرى في
أربعين ألفا،
فقام ترجمان
فقال: ليكلمني
رجل منكم،
فقال المغيرة:
سل عما شئت،
قال: ما أنتم؟
قال: نحن أناس
من العرب، كنا
في شقاء شديد،
وبلاء شديد،
نمص الجلد
والنوى من
الجوع، ونلبس
والبر
والشعر،
ونعبد الشجر
والحجر،
فبينا نحن
كذلك إذ بعث
رب السموات
ورب الأرضين -
تعالى ذكره،
وجلت عظمته -
إلينا نبيا من
أنفسنا نعرف
أباه وأمه،
فأمرنا نبينا،
رسول ربنا صلى
الله عليه
وسلم: أن
نقاتلكم حتى
تعبدوا الله
وحده أو تؤدوا
الجزية، وأخبرنا
نبينا صلى
الله عليه
وسلم عن رسالة
ربنا: أنه من
قتل منا صار
إلى الجنة في
نعيم لم ير
مثلها قط، ومن
بقي منا ملك
رقابكم. فقال
النعمان: ربما
أشهدك الله
مثلها مع
النبي صلى الله
عليه وسلم فلم
يندمك ولم
يخزك، ولكني
شهدت القتال
مع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم، كان إذا
لم يقاتل في
أول النهار،
انتظر حتى تهب
الأرواح
وتحضر
الصلوات.
[-3159-] Cübeyr İbn Hayye'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Hz. Ömer,
çeşitli ülkelerdeki müşriklerle savaşmaları için büyük şehirlere ordular
göndermişti. Bu savaşlar sonunda Hürmüzan Müslüman oldu. Hz. Ömer ona:
"Ben seninle düşmanlarımız ile yapacağımız savaş konusunda görüş
alışverişinde bulunmak istiyorum" dedi ve o da: "Hay hay, Sizin
düşmanınız olan bu ülkeler ile orada yaşayan ve Müslümanların düşmanı olan halk
tek başlı, çift kanatlı ve çift ayaklı bir kuşa benzer. Bu kanatlardan birisi
koparılsa bile kuşun iki ayağı, tek kanadı ve başı hayatını sürdürmesine yeter.
Diğer kanadı da koparılacak olursa iki ayağı ve başı ile yaşamaya devam eder.
Fakat kuşun kafasını gövdesinden ayırırsanız iki ayağı, iki kanadı ve kafayı
işlevsiz hale getirirsiniz. Bu kuşun kafası Kisra, kanatlardan biri Kayser
diğeri de pers / Fars hükümdarıdır. Sen Müslümanlara emret, Kisra'nın üzerine
yürüsünler!" diye cevap verdi."
Bekir ve Ziyad, her ikisi de Cübeyr İbn Hayye'nin şöyle dediğini
nakletmişlerdir: "Hz. Ömer bir ordu kurup bizi bu ordu da görevlendirdi.
Başımıza da komutan olarak Nu'man İbn Mukarrin'i atadı. Biz sefere çıkıp düşman
topraklarına girince Kisra'nın komutanlarından birisi kırk bin kişilik bir ordu
ile bizi karşıladı. Bir tercüman kalkıp: "İçinizden biri bizimle
konuşsun!" dedi. Bunun üzerine Muğıre: "İstediğini sor bakalım!"
dedi. Tercüman da: "Siz kimsiniz, burada ne işiniz var?" dedi. Muğire
ona şöyle cevap verdi: "Bizler Araplarız. Daha önce hiç düşünemeyeceğiniz
kadar bedbaht, sıkıntılı ve çaresiz bir durumda idik. Açlıktan (nefesimiz
kokuyordu) deriyi ve hurma çekirdeklerini gevip emerdik. Sırtımıza giydiğimiz
hayvan postları idi. Üstelik ağaçlara ve taşlara tapan bir topluluktuk. Biz bu
durumda iken göklerin ve yerlerin Rabbi - O'nun şanı pek yücedir, azametinin
ululuğuna sınır yoktur - bize kendi içimizden, anasını ve babasını bildiğimiz
bir Nebi gönderdi. Nebiimiz, Rabbimizin elçisi bize siz sadece Allah'a ibadet
eden kullar oluncaya veya kendi ellerinizle cizye verinceye kadar sizinle
savaşmamızı emretti. Nebiimiz bize Rabbimizden aldığı vahiy ile, bizden kim
öldürülürse onun cennete gideceğini, orada eşi benzeri görülmemiş nimetler
içinde olacağını ve sağ kalanların da sizin üzerinize hükümran olacaklarını,
söyledi."
[-3160-] Nu'man Muğire'ye şöyle demiştir: "Belki de Allah seni Resul-i
Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bunun gibi sıkıntılı durumlara
da şahit kılmış, O'nunla s.a.v. birlikte katlandığın bu sıkıntılara karşı sana
bir yılgınlık / pişmanlık vermemiş ve seni mahrum da bırakmamıştır. Ben de
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber savaşa çıktım. O s.a.v.
günün başında savaşa girişmemişse rüzgarlar esene ve namaz vakitleri girene
kadar beklerdi."
AÇIKLAMA: Alimler şöyle demişlerdir:
"İslam ülkesi vatandaşı olan gayrimüslimlere cizye konulmasının hikmeti
şudur: "Böylece onlar İslam'ın üstünlüğünü görüp kendilerinin düştüğü bu
küçük durumdan kurtulmak için İslam dinini seçeceklerdir. Ayrıca Müslümanlar
arasında bulunmak suretiyle İslam'ın güzelliklerini bizzat müşahede etmeleri de
İslam dinine girmelerine vesile olacaktır."
Cizye hükmünün ne zaman konulduğu konusunda iki farklı görüş
ileri sürülmüştür. Buna göre bazıları cizyenin hicretin sekizinci yılında
konulduğunu söylerken bazıları da dokuzuncu yılda konulduğunu ileri
sürmüşlerdir.
İmam Şafii'ye göre ayette söz konusu edilen küçük düşmek, ister
istemez İslam'ın hükümlerine bağlanmak zorunda kalmayı anlatır. İmam Şafii'nin
bu açıklaması da sonuçta dile dayalı / luğavı bir tefsirdir. Çünkü bir kimsenin
inanmadığı ve mecburen katlandığı hükümleri kabul etmek zorunda kalması onun
hor ve hakır bir durumda olması anlamına gelir.
(Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Mecusilerden ve diğer
yabancılardan (İslam Devletinin vatandaşı olmayıp İslam Devletine geçici olarak
gelen kimselerden) cizye alınması)
Yahudiler ve Hıristiyanlardan kasdedilenin ehl-i kitap olduğunda
görüş birliği vardır. Mecusıler hakkında ise farklı görüşler bulunmaktadır.
Hanefiler Mecuslıeri iki kısma ayırmış ve şöyle demişlerdir: "Arap olmayan
Mecusllerden cizye alınır fakat Arap Mecusllerinden alınmaz." Tahavı
Hanefilerden şöyle bir görüş nakletmiştir: "Ehl-i kitaptan ve Arap olmayan
bütün gayri Müslimlerden / kafirlerden cizye alınır. Fakat-Arap müşriklerinin
İslam'ı kabul etmek veya savaşmak dışında başka bir seçenekleri yoktur."
İmam Malik'e göre cizye dinden dönen mürtedler dışında bütün gayri Müslimlerden
/ kafirlerden alınır. Evzaı ve Şam fakihleri de bu görüştedir. İbnü'l-Kasım,
İmam Malik'ten şöyle bir görüş daha nakletmiştir: "Kureyş müşriklerinden
cizye kabul edilmez." İbn Abdilberr, Mecusilerden cizye alınabileceğine
dair alimler arasında görüş birliği bulunduğunu nakletmiştir. Ancak İbnü't-Tın,
Abdülmelik'ten şöyle bir görüş nakleder: "Cizye sadece Yahudilerden ve
Hıristiyanlardan alınır." İbn Abdilberr ayrıca Mecusllerin kadınlarıyla
evlenilemeyeceği ve kestiklerinin de yenmeyeceği konularında da görüş birliği
bulunduğunu nakletmiştir. Fakat başka bir alim Ebu Sevr'e göre bunların caiz
olduğunu nakletmiştir. İbn Kudame, Ebu Sevr'in bu görüşüyle ilgili olarak:
"Bu daha önceki alimlerin icmasına aykırı bir görüştür" der. Ancak
bana göre bu iddia tartışmaya açıktır. Çünkü daha önceki alimler arasında da bu
görüşe yakın görüş benimseyenler vardır. Nitekim İbn Abdilberr'in naklettiğine
göre Said İbnü'l-Müseyyeb, eğer Müslüman kesmesini emretmişse Mecusı'nin
kestiğinin yenmesinde bir sakınca görmemiştir. İbn Ebu Şeybe'nin naklettiğine
göre Said İbnü'l-Müseyyeb, Ata, Tavus ve Amr İbn Dinar Mecusı cariyelerle cinsel
ilişkiye girilmesinde herhangi bir sakınca görmemişlerdir. İmam Şafii şöyle
demiştir: "İster Arap olsun ister olmasın ehl-i kitaptan cizye alınır.
Mecusller de bu konuda onlarla aynı kategoride değerlendirilir."
İmam Buhari, İbn Uyeyne'nin sözüne yer vererek cizye vergisinin
miktarının ülkelere göre farklılık arz edebileceğine işaret etmiştir. Alimlerin
çoğunluğuna göre cizyenin en az miktarı her sene için bir dinardır. Hanefiler
ise fakir / yoksulolanların bir, orta halli olanların iki, zenginlerin de dört
dinar vermekle yükümlü olduklarını söylemişlerdir. Bu görüş Mücahid'den
nakledilen rivayete uygundurlbu rivayetle örtüşmektedir. Ayrıca Hz. Ömer'in
rivayet ettiği hadis de bu doğrultudadır. Şafiiler ise devlet başkanının cizye
verecek ülke ile görüşmeler ve pazarlıklar yaparak cizye miktarının
belirleneceği görüşündedir. Ahmed İbn Hanbel de bu görüştedir.
Çocuklardan cizye alınıp alınmayacağı konusu selef alimleri
arasında tartışma konusu olmuştur. Alimlerin çoğunluğuna göre çocuklardan cizye
alınmaz. Muaz'ın rivayet ettiği hadisten anlaşılan da budur. İyice yaşlanmış
kimselerden, müzmin hastalardan, kadınlardan, akıl hastalarından, çalışıp
kazanma imkanından yoksun aciz kimselerden, ücret karşılığı tutulan kişilerden
(ecir / ücretli işçilerden), kilise ve manastırlarda kendilerini dinlerinin
hizmetine adamış din adamlarından da cizye alınmaz. Şafiilerde sahih olan
görüşe göre din adamlarından cizye alınır.
Hz. Ömer hicretin 23. senesinde vefat ettiğine göre bu olay
hicrı 22 senesinde meydana gelmiştir.
Hattabi, Hz. Ömer'in Mecusllerin yakın akraba evlilikleriyle
ilgili uygulaması hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Hz. Ömer
Mecusllerden (İslam dinine göre birbirleriyle evlenmeleri haram olan) yakın
akraba ile evli olanları birbirlerinden ayırmak suretiyle onların bu tür
işlemleri ve nikah akitlerini açıkça yapmalarını engellemek istemiştir. Olay bu
yönüyle Hz. Ömer'in Hristiyanların haçı açıkça göstermelerini ve takmalarını
yasaklamasına benzemektedir."
Said İbn Mansur'un başka bir yolla Becale'den naklettiği rivayet
Hz. Ömer'in bu uygulamasının sebebini açıklamaktadır: "Mecusllerden (İslam
dinine göre birbirleriyle evlenmeleri haram olan) yakın akrabalarıyla evli
olanları birbirlerinden ayırın ki onları da ehl-i kitap gibi kabul
edebileiim." Bu da göstermektedir ki, Hz. Ömer'e göre Mecusllerden cizye
alınabilmesi için onların (İslam dinine göre birbirleriyle evlenmeleri haram
sayılan) yakın akrabalarıyla evli olmamaları şarttır.
Bazı rivayetlerde Hz. Ömer'in talimatları arasında sihirbazların
öldürülmesi de vardır. Ancak bu konu hakkında görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
Said İbn Mansur'un naklettiği aynı konudaki rivayette Hz. Ömer şöyle demiştir:
"Ne kadar sihirbaz ve kahin varsa hepsini öldürün!" (Ayrıntılı açıklama
için bkz. Kitabü'l-cizye ve'l-müvadea, Bab, 14)
Ebu Ubeyde'nin gönderildiği Bahreyn, Irak'ta bulunan meşhur
şehrin adıdır. Basra ve Hecer arasında bulunan bu şehirde yaşayanların çoğu o
zamanlar Mecusi idi. Hz. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Bahreyn halkı ile
heyetler yılı diye anılan hicretin dokuzuncu senesinde anlaşma yapmıştı.
Ebu Ubeyde'nin Bahreyn mallarını getirişiyle ilgili rivayette
ensarın, Ebu Ubeyde'nin dönüşünü duyunca sabah namazlrıda mescide geldikleri
kayıtlıdır. Bu kayıt ashabın namazların hepsini Cuma namazlnın kılındığı merkez
/ ana camide kılmadıklarını ancak olağandışı bir gelişme söz konusu olduğunda
buraya geldiklerini göstermektedir. Gerçekten de onlar namazlarını kendi
(mahalle) mescitlerinde kılarlardı. Çünkü her kabilenin bir araya gelerek
namazlarını kıldıkları birer mescidi vardı. Zaten Hz. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem de bu yüzden onların farklı bir amaçla geldiklerini anlamıştı.
Muhacirlere dağıtılmaksızın kendilerine verilmesini arzulamış ve erken davranmışlardı.
HadistenÇıkarılan Dersler
1. Devlet başkanından yardım / atiyye istemekte herhangi bir
sakınca yoktur, bu durum bir kusur olarak değerlendirilmez.
2. Devlet başkanının tebasına müjde vermesi ve umduklarına nail
olacaklarını söylemesi mümkündür.
3. Resulullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem Nebiliğini ispat
eden mucizeler vardır. Nitekim burada Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
ashabına gerçekleştirecekleri fetihlerden haber vermiştir.
4. Dünyalık için insanların birbirleriyle kıyasıya mücadeleye
girişmesi dine zarar verir, dinin yok olmasına yol açar.
Hürmüz€m, Tüster şehrinde Müslümanlarla çok uzun süren
savaşlardan sonra Müslüman olmuştu. Sonunda Hz. Ömer'in vereceği hükmü kabul
edeceğini bildirerek teslim oldu. Ebu Musa el-Eş'ari Hürmüzan'ı esir ederek
Enes ile birlikte Hz. Ömer'e gönderdi. Hürmüzan burada Müslüman oldu. Hz. Ömer
de onunla çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunmaya başladı. Hz. Ömer'in
oğlu Ubeydullah işte bu Hürmüzan'ı babasını şehit eden Ebu Lü'lüe ile işbirliği
yapmakla suçlamış ve öldürmüştü. İran'ın önde gelenlerinden olan Hürmüzan'ın
Müslüman oluşu ileride anlatılacaktır.
Nu'man İbn Mukarrin, sahabenin en faziletlilerinden birisidir. Yedi
ve bir rivayete göre on erkek kardeşi ile birlikte hicret etmiştir. Abdullah
İbn Mesud onun hakkında şöyle demiştir: "İmanın evleri vardır. Mukarrin,
ailesinin evi de imanın evlerinden biridir." İbn Ebu Şeybe'nin
naklettiğine göre: "Hz. Ömer mescide girdi ve Nu'man'ın orada namaz
kılmakta olduğunu gördü. Oturup orada beklemeye başladı. Nu'man namazı
bitirince Hz. Ömer: "Ben sana bir görev vereceğim!" dedi. Nu'man:
"Vergi toplama işi için görevlendireceksen bunu kabul etmem fakat cihad için
görev kabul ederim" diye cevap verdi. Hz. Ömer de: "Sen
savaşacaksın!" dedi. Zübeyr, Huzeyfe, Abdullah İbn Ömer, Eş'as ve Amr İbn
Ma'dikerib de Nu'man ile birlikte bu sefere çıkmıştı."
"Nebiimiz, Rabbimizin elçisi bize siz sadece Allah'a ibadet
eden kullar oluncaya veya kendi ellerinizle cizye verinceye kadar sizinle
savaşmamızı emretti" Muğire'nin bu sözü İmam Buhari'nin kullandığı başlık
ile nakledilen rivayet arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Taberi'nin
naklettiği rivayette Muğire'nin ayrıca şunları söylediği de kayıtlıdır:
"Vallahi, biz tekrar bu sıkıntılı ve çaresiz günlere dönmeyeceğiz, sizi
mağlub edip ellerinizdekileri alacağız!"
Çıkarılan Dersler
1. Muğire İbn Şu'be, Resulullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem
Mecusilerle cizye verinceye kadar savaşılmasını emrettiğini haber vermiştir.
2. Bu rivayet, Mecusilerden cizye alınabileceğine dair görüşün
sadece Abdurrahman İbn Avf tarafından kabul edildiğini söyleyenlerin görüşünün
yanlış olduğunu göstermektedir.
Nu'man'ın "O (s.a.v.) günün başında savaşa girişmemişse
rüzgarlar esene ve namaz vakitleri girene kadar beklerdi" şeklindeki sözü
bazı rivayetlerde "ve savaşmak için uygun ortam oluşana kadar
beklerdi" diye de geçmektedir.
Mübarek İbn Fudale'nin Ziya d İbn Cübeyr'den naklettiği
rivayette Nu'man'ın: "Allahım, bugün benim için büyük bir mutluluk ve göz
aydınlığı olacak bir fetih istiyorum senden. Bu fetih İslam'ın izzetine,
kafirlere boyun eğdirilmesine ve benim şehadetime vesile olsun" şeklinde
dua ettiği ve ardından: "Şimdi ben sancağı kapıp birinci kez salladığımda
savaşa hazır olun!" dediği kayıtlıdır. İbn Ebu Şeybe rivayetine göre
Nu'man: "Herkes ihtiyacını gidersin ve abdest alsın. Sonra sancağı ikinci
kez salladığımda saf tutun. Herkes kendisine baksın ve silahını hazırlasın! Ben
üçüncü kez sancağı salladığımda herkes silahlarını kuşanıp saldırıya geçsin.
Hiç kimse - ben öldürülecek olsam bile - yanı başındakine aldırış etmesin, cenk
meydanında tek kendisi varmış gibi atılsın düşman üzerine! Eğer ben
öldürülürsem komutanınız Huzeyfe'dir" demiştir. Olayı nakleden ravi şöyle
devam ediyor: "Sonra Nu'man silahını kuşanıp düşman üzerine saldırdı ve
ordudaki diğer askerler de onu takip etti. Vallahi, o gün herkesin arzusu şehit
olana veya zafer elde edene kadar cenk etmekti. Ben bu iki amaçtan biri gerçekleşmedikçe
ailesine dönmeyi isteyen tek bir İslam askeri bile bilmiyorum. İslam ordusu
öyle bir saldırdı ki düşmanı dağıttı. Her bir İslam askeri düşman üzerine
atılınca yedi düşman askerini öldürüyordu. Düşmanı kendilerini korumak için
yaptıkları kazıklı siperlere sıkıştırıp öldürüyorlardı Zülcenahayn boz renkli
katırının üzerinden düştü ve karnı yarıldı. Sonunda Allah Müslümanlara fetih
nasip etti." Taberı rivayetinde şöyle geçmektedir: "Nu'man sancak
elinde ilerliyordu. Fetih müyesser olunca Nu'man'ın böğrüne bir ok saplandı ve
onu yere devirdi. Kardeşi bir örtü ile onu sardı ve sancağı elinden aldı.
Ordudakiler de geri dönüp bineklerinden inerek Huzeyfe'ye beyat ettiler.
Huzeyfe de fetih haberini bir mektupla Hz. Ömer'e gönderdi.
Çıkarılan Dersler
1. Nu'man, sahabenin önde gelenlerinden çok faziletli bir
insandır.
2. Muğıre nasıl savaşılacağını çok iyi bilen, savaş taktikleri
konusunda uzman bir sahabıdir. Aynı zamanda kendisine güvenen, gözünü budaktan
sakınmayan bir kahraman, son derece zeki, güzel ve akıcı konuşan bir hatiptir.
Nitekim düşmanla karşılaştığında verdiği cevap çok kısa olmasına rağmen pek çok
konuyu kapsamına almaktadır. Bu sözü ile daha önceki ve şu andaki dünyevı ve
dini durumlarını, anlayışlarını anlatmış; tevhid, Nebilik (risalet) ve ahiret
gününe iman gibi konulardaki inançlarına işaret etmiş ayrıca Resulullah'ın
(s.a.v.) mucizelerini, (gayb kapsamına giren) gelecekle ilgili olarak verdiği
haberleri ve bu haberlerin aynen gerçekleştiğini ifade etmiştir.
3. Kişinin işlerini istişare ile yapması gerekir. Bu durum çok
bilgili ve tecrübeli olsa bile lider konumunda olan kimseler açısından bir
kusur sayılmaz. Hatta kendisinden konum itibariyle daha aşağıda olanların
görüşlerini almak bile bazen iyi sonuçlar doğurabilir.
4. Bazen fazilet bakımından daha alt derecede olanlar
kendilerinden daha üstün olanları yönetebilirler. Nitekim Nu'man komutasında
gerçekleşen bu savaşta Zübeyr İbnü'l-Avvam da vardı.' Halbuki Zübeyr'in
Nu'man'dan daha faziletli ve üstün bir sahabı olduğunda ittifak edilmiştir. Hz.
EbU Bekir ile Ömer'in de bulunduğu bir orduya Amr İbnü'ı-As'ın komutan tayin
edilmesi örneğinde de bunu görmek mümkündür. (Bu rivayet için bkz.
Kitabü'l-meğazl, Bab, 63.)
5. Herhangi bir olayı örnekler vererek anlatmak daha etkili olur.
Nitekim Hürmüzün Hz. Ömer'e düşmanlarının durumunu bir örnekle anlatmıştır. Bu
da onun ne kadar zeki olduğunu göstermektedir. Zaten Hz. Ömer de bu yüzden
onunla görüş alışverişinde (istişare) bulunmuştur.
6. İslam ülkesi savaş açacağı yerler konusunda strateji
gözetmeli ve düşmanlarına önem sırasına göre savaş açmalıdır.
7. Araplar cahiliyye döneminde tam bir yoksulluk içindeydi ve
çok sıkıntılı / çileli bir hayat sürüyorlardı.
8.Devlet başkanına müjde vermek üzere elçi gönderilebilir.
9. Güneş tepe noktasından batıya doğru meylettikten sonra savaşa
başlamak daha önce başlamaktan daha iyidir.