SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-CİHAD VE’S-SİYER

<< 1191 >>

EK SAYFA – 1191-5

باب: وجوب النفير، وما يجب من الجهاد والنية.

27. MÜSLÜMAN OLMAYANLARA KARŞI SAVAŞA ÇIKMAK FARZDIR, CİHADIN FARZ OLAN MİKTARI VE CİHADA NİYET

 

وقوله: {انفروا خفافا أو ثقالا وجاهدوا بأموالكم وأنفسكم في سبيل الله ذلكم خير لكم إن كنتم تعلمون. لو كان عرضا قريبا وسفرا قاصدا لاتبعوك ولكن بعدت عليهم الشقة وسيحلفون بالله}. الآية /التوبة: 41/ 42/.

Ve "İster kolay ister zor hangi şartlarda olursa olsun savaşa çıkın. Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin kendi iyiliğinizedir. Ortada umulmadık türden bir dünya kazancı ve kolay bir sefer olsaydı onlar mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat çıkılacak yolonlara çok uzun ve sıkıntılı geldi. (Bu yetmiyormuş gibi bir de sizin dönüşünüzden sonra): "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık" diye kendilerini yırtarcasına Allah'a yemin edecekler. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarını biliyor. "[Tevbe 41-42]

 

وقوله: {يا أيها الذين آمنوا ما لكم إذا قيل لكم انفروا في سبيل الله أثاقلتم إلى الأرض أرضيتم بالحياة الدنيا من الآخرة - إلى قوله - على كل شيء قدير} /التوبة: 38، 39/.

"Ey iman edenler! Size ne oldu ki "Allah yolunda savaşa çıkın!" diye çağırıldığınız zaman yere çakılıp kalıyorsunuz!? Dünya hayatını ahirete mi tercih ettiniz? Bu dünya hayatının gelip geçici faydaları ahiret hayatının (sonsuzluğu) karşısında değersiz bir şeyden başka nedir ki!"[Tevbe 38]

 

يذكر عن ابن عباس: {انفروا ثبات} /النساء: 71/: سرايا متفرقين. يقال: أحد الثبات ثبة.

İbn Abbas, "Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük (ا ثبات) savaşa çıkın veya (gerektiğinde) topyekün savaşın" ayetindeki. ا ثبات kelimesini "Birbirinden ayrı birlikler halinde" diye açıklamıştır.

 

حدثنا عمرو بن علي: حدثنا يحيى: حدثنا سفيان قال: حدثني منصور، عن مجاهد، عن طاوس، عن ابن عباس رضي الله عنهما: أن النبي صلى الله عليه وسلم قال يوم الفتح: (لا هجرة بعد الفتح، ولكن جهاد ونية، وإذا استنفرتم فانفروا).

 

[-2825-] İbn Abbas'ın naklettiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke fethedildiği gün şöyle buyurmuştur: "Artık fetihten sonra hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet devamlıdır. Eğer savaşa çağırılırsanız derhal savaşa çıkın!"

 

 

AÇIKLAMA:     Bu başlık altında cihadın ne kadarının farz olduğu, bu konuda niyetin rolü anlatılacaktır.

Cihad konusunda insanları zaman açısından ikiye ayırmak mümkündür:

 

1. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Dönemi: Cihadın Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye hicret ettikten sonra emredildiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Fakat bu emrin herkesin yapması gereken bir farz mı (farz-ı ayn) yoksa Müslümanların bir kısmının yerine getirmesiyle diğerlerinin sorumluluğu düşen bir farz mı (farz-ı kifaye) olduğu konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Şafii mezhebi alimleri her iki görüşü de savunmuşlardır.

 

Maverdi şöyle der: "Cihad sadece muhacirlere (Medine'ye göçen Mekke'li Müslümanlar) farz-ı ayndır." İslam'ın zaferi ve üstünlüğü için fetihten önce hicretin her Müslümana farz/vacip oluşu hükmü de bu görüşü desteklemektedir. Süheyli ise cihadın sadece Ensar'a (Medine'li Müslümanlar) farz-ı ayn olduğunu söylemiştir. Ensar'ın Akabe beyatlarında Resulullah (s.a.v.)'i kendi şehirlerinde barındırıp korumak ve O'na yardım etmek üzere söz vermeleri de bu görüşü destekler.

 

İşte bu iki görüş temel alındığında şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır: "Cihad Ensar ve Muhacirlere farz-ı ayndır, fakat diğer bütün Müslümanlara farz-ı kifayedir." Bununla birlikte farz-ı ayn hükmünü söz konusu iki grup hakkında genelleyemeyiz. Dolayısıyla "Cihad Medine'ye saldırı olması durumunda Ensar'a, herhangi bir gayri Müslim grupla savaşmak istendiği zaman da muhacirlere farz-ı ayndır" denebilir. Ancak doğru olduğunu düşündüğümüz görüş şudur: "Resulullah (s.a.v.) bir kimseye veya gruba özellikle belirterek cihadı emretmiş, görev vermişse onun hakkında cihad farz-ı ayn olur. O kişi veya grubun cihada katılıp katılmaması bu hüküm açısından önemli değildir."

 

2. Resulullah (s.a.v.)'den Sonraki Dönemler: Meşhur olan görüşe göre Resul-i Ekrem (s.a.v.)'den sonra cihad farz-ı kifayedir. Fakat ihtiyaç olması durumunda bu hüküm değişir. Mesela düşmanın ani saldırısı durumunda imamınıdevlet başkanı veya komutanın belirlediği kimseler için cihad farz-ı ayn olur. Alimlerin çoğunluğuna göre senede bir defa bu görevin yerine getirilmesi farz-ı kifaye sorumluluğunun düşmesi için yeterlidir. Bu alimlerin delili şudur: "Cizye cihada katılmamak dolayısıyla alınan bir vergidir; bu yönüyle cihad ve cizye birbirinin bedelidir. Cizye ise görüş birliği halinde kabul edildiği gibi senede sadece bir defa verilir. Dolayısıyla bedeli olan cihad da senede bir defa ifa edilmekle farz-ı kifaye yerine getirilmiş olur."

 

Bana göre bu konudaki en doğru görüş şudur: "Cihad görevi Resul-i Ekrem (s.a.v.) zamanında olduğu gibi farzdır ve o günden bu güne yeryüzündeki ülkelerin çoğu fethedilip İslam hakim olana kadar devam eder, asla durmaz. Aslında bu konuda söylenebilecek en güzel hüküm şudur: "Kafirlerle cihad her Müslümana farz-ı ayndır. Fakat cihadın şekli herkesin kendi gücüne ve imkanına göre değişiklik arz eder; Bazı Müslümanların eliyle, bazılarının diliyle, kimisinin malıyla ve kimisinin de kalbiyle cihad etmesi gerekir. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir."

 

"İster kolay ister zor hangi şartlarda olursa olsun savaşa çıkın!" ayeti ile ilgili olarak şu açıklamalar yapılmıştır: "Hazırlıklı/tedarikli olun veya olmayın, istekli / dinç olun ya da olmayın, piyade veya süvari olarak savaşa çıkın!"

 

"Ey iman edenler! Size ne oldu ki "Allah yolunda savaşa çıkın!" diye çağırıldığınız zaman yere çakıhp kalıyorsunuz!?" [Tevbe 38] ayetiyle ilgili olarak Taberı şunları söylemiştir: "Bir sonraki ayette geçen "Eğer gerektiğinde savaşa çıkmazsanız Allah sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir"[Tevbe 39] ayeti genel bir hüküm ifade etmez, bu ayet hastır. Burada kasdedilenler ResuI-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından savaşa çağırııdıkları halde onun emrine uymayıp savaşa katılmayanlardır." Hasan-ı Basrı ile İkrime bu ayetin "Müminierin (geride kalanların güvenliğini göz ardı ederek) toplu bir şekilde savaşa çıkmalan doğru değildir''[Tevbe 122] ayetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. Fakat anlaşıldığı kadarıyla söz konusu ayet neshedilmemiştir, burada tahsıs (genel olarak verilen bir hükmün özelleştirilmesi) vardır. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir.

 

İbn Abbas'ın ا ثبات kelimesini tefsir ederken kullandığı ifade "Peş peşe birlikler gönderin, savaşa birlikler halinde çıkın" anlamlarına gelir.

 

Mekke'nin fethinden sonra hicretin olmaması hakkında Hattabı gibi alimler şöyle demişlerdir: "İslam'ın ilk dönemlerinde hicret etmek Müslümanlara farz idi. Zira o zaman Müslümanların Medine'deki sayısı çok azdı ve Müslüman bireylerin sayısının artmasına, güçlü bir topluluk oluşturmaya ihtiyaç duyuluyordu. Fakat Allah Teala Mekke'nin fethini lütfedince insanlar akın akın İslam dinine girmeye başladılar. Bu yüzden farz olan Medine'ye hicret etme görevi düştü ve cihad görevi ile bu amaç için niyet etme farz olarak kaldı."

 

Hicretin emredilmesindeki hikmetlerden birisi de Müslüman olanların Mekke'li müşriklerin işkencelerinden kurtulmalarını sağlamaktır. O dönemde Müslüman olan kimselere Medine'ye hicret etmek farz kılınmıştı. Zira Mekke'li müşrikler onları dinlerinden dönmeleri için zorluyor ve onlara devamlı işkence ediyorlardı. Nitekim "Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melekler: "Ne işte idiniz?" derler. Onlar: "Biz yeryüzünde mustaz'af kimselerdik" derler. "Allah'ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz" derler. İşte onların durakları cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir ' [Nisa 97] ayeti de bunlar hakkında inmişti. İşte hicretin bu türü yani Müslüman olanların İslam'ın hakim olmadığı bir küfür diyarından çıkıp İslam'ın hakim olduğu bir İslam ülkesine hicret etmeleri hükmü bakidir.

 

Nesai'nin, Behz İbn Hakim İbn Muaviye - Hakim İbn Muaviye - Muaviye senediyle merfu olarak naklettiği bir rivayette şöyle buyurulmaktadır: "Bir müşrik Müslüman olduktan sonra müşrikleri terk edip onlardan ayrılmadıkça Allah onun amelini kabul etmez." Ebu Davud'un Semure'den merfu olarak naklettiği bir rivayette ise Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ben müşrikler arasında yaşayan bütün Müslümanlardan uzağım." Fakat ayrıntıları ileride zikredileceği gibj (Kitabü menakibi'l-ensar, Bab 45. ) bu hadis dinini yaşama konusunda bilinçli olmayan ve dinini yaşayabileceği ortamı bulamayan kimselerle ilgilidir.

 

Cihad ve niyetin devamlı oluşu hakkında Tibi ve diğer alimler şöyle demişlerdir: "Hadiste geçen ancak (~) edatı istidrak için kullanılır. İstidrak ise sonradan verilen hükmü n önce verilen hükümden farklı olduğunu gösterir. Buna göre hadisin anlamı şöyle olur: "Kişinin yaşadığı yurdunu terk edip Medine'ye göç etmesini emreden ve farz-ı ayn olan hüküm artık sona ermiştir. Fakat cihad ve dinen uygun olan - küfür ülkesinden uzaklaşmak, ilim talebi için yolculuk yapmak, fitnelerden uzaklaşıp dinini korumak gibi bazı - niyetler sebebiyle kişinin yurdunu terk edebilmesi hükmü bakidir."

 

Resulullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Eğer savaşa çağırıIırsanız derhal savaşa çıkın!" şeklindeki sözü hakkında İmam Nevevi şunları söylemiştir: "Hicret hükmünün kalkmasıyla arkası kesilen ve elde edilemeyeceği düşünülen faydaları / hayırları cihad ve düzgün (salih) niyet ile elde etmek mümkündür. Eğer başkanınız / komutanınız (imam) sizi cihada ve benzeri salih amellere / görevlere çağınrsa hiç durmayın, hemen koşun!"

 

İbnü'l-Arabi hicreti şöyle tarif etmiştir: "Hicret, bir küfür ülkesini terk edip İslam devletine göçmektir. Hicret Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında herkese farz-ı ayn idi. Bu hüküm hayatları tehlikede olan ve kendilerine hayat hakkı tanınmayan kimseler için de geçerlidir."

 

 

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1. Bu hadis Mekke'nin sonsuza kadar İslam diyarı olarak kalacağını müjdelemektedir.

2. Devlet başkanının/komutanın özellikle belirlediği kimseler için savaşa çıkmak farz-ı ayndır.

3. Ameller niyetlere göredir.

 

 

SONRAKİ