DEVAM: 1- Medine'nin Harem (Yasak) Bölgesi Olması
حدثنا
محمد بن بشار:
حدثنا عبد
الرحمن: حدثنا
سفيان، عن
الأعمش، عن
إبراهيم
التيمي، عن أبيه،
عن علي رضي
الله عنه قال: ما
عندنا شيء إلا
كتاب الله وهذه
الصحيفة، عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (المدينة
حرم، ما بين
عائر إلى كذا،
من أحدث فيها
حدثا، أو آوى
محدثا، فعليه
لعنة الله
والملائكة
والناس
أجمعين، لا
يقبل منه صرف
ولا عدل. وقال:
ذمة المسلمين
واحدة، فمن
أخفر مسلما فعليه
لعنة الله
والملائكة
والناس
أجمعين، لا
يقبل منه صرف
ولا عدل. ومن
تولى قوما
بغير إذن
مواليه،
فعليه لعنة
الله
والملائكة
والناس
أجمعين، لا
يقبل منه صرف
ولا عدل).
[-1870-] Ali r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizim elimizde
Allah'ın kitabından ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den aldığımız
bilgilerle dolu olan işte şu yazılı sahife'den başka bir şey yoktur. Bu belgede
ise şunlar yazılıdır: "Air dağı ile şurası arasına kadar Medîne haram
bölgedir. Kim burada Kitab ve Sünnet`e muhalif bir iş işlerse, yahud
bid`atçilere yardım ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun
üzerine olsun? Böyle bir kimsenin ne tevbesi ne de fidyesi kabul edilir.
Müslümanların verdiği koruma güvencesi ve eman tektir (bu bakımdan en alt derecede
bulunan bir Müslümanın verdiği eman herkesi bağlar). Kim bir Müslümana verdiği
söze ihanet edip ahdini bozarsa o da Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
lanetine uğrasın! Böyle birisinin ne tevbesi (sarf) ne de fidyesi (adl) kabul
edilir. Efendilerinin izni olmaksızın başkalarının kendisinin velileri olduğunu
iddia eden köle de Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın!
Böyle kimselerin ne tevbesi ne de fidyesi kabul edilir."
AÇIKLAMA: Medine,
Resulullah'ın (s.a.v.) hicret ettiği ve vefatından sonra defnedildiği malum
şehirdir. Aslında şehir anlamına gelen medine herhangi bir kayıt olmadan mutlak
olarak zikredilirse daha önceki adı Yesrib olan Resulullah'ın s.a.v. şehri akla
gelir. Fakat başka bir şehir anlatılmak isteniyorsa bu durumda kayıt getirmek
gerekecektir.
Tahavî, Enes İbn Malik'ten nakledilen ve Nebi Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'in, Enes İbn Malik'in kardeşi Ebu Umeyr'e: "Ey Ebu Umeyr küçük
kuşun ne alemde!?" dediğini anlatan rivayete dayanarak şöyle demiştir:
"Eğer Medine'nin hayvanlarını avlamak haram olsaydı bu kuşun alıkonması
caiz olmazdı." Ancak onun bu mütalaasına şöyle cevap verilmiştir: "Bu
kuşun yasak bölge dışında kalan serbest bölgede (hill) avlanmış olması ihtimali
vardır." Hatta Ahmed ibn Hanbel
şöyle demiştir: "Ebu Umeyr hadisini esas alarak şunu söyleyebiliriz:
"Serbest bölgede bir hayvan yakalayıp bunu Medine'ye sokan kimsenin onu
serbest bırakması gerekmez, böyle bir yükümlülüğü yoktur." Alimlerin çoğunluğunun
görüşü de bu yöndedir.
Ancak Hanefiler bu görüşü kabul etmemişlerdir. Onlara göre
serbest bölgede yakalanan bir hayvan yasak bölgeye sokulursa bu hayvan da
yasak bölge hükümlerine tabi olur. Ebu Umeyr kıssasının ise, Medine yasak
bölgesi henüz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından belirlenmeden önce
yaşanmış olması ihtimal dahilindedir. Hanefiler bu görüşlerini desteklemek
üzere Enes İbn Malik tarafından nakledilen ve mescid yapımı için hurma
ağaçlarının kesildiğini anlatan rivayeti esas alarak şöyle demişlerdir:
"Eğer Medine'nin ağacını kesmek haram olsaydı, Resulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem asla bu ağaçları kesmezdi."
Fakat Hanefilerin bu görüşüne şöyle cevap verilmiştir:
"Mescid yapımı için ağaçların kesilmesi hicretin başlarında
olmuştur." Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar ileride gelecektir.
Tahavî'nin konu hakkındaki mütalaaları şöyledir:
"Resulullah (s.a.v.) Medine'deki hayvanların avlanmasını ve ağaçlarının,
bitki ve otlarının kesilmesini Medine'nin hicret yurdu olması sebebiyle
yasaklamış olabilir. Çünkü Medine topraklarında hayvanların var olması ve
bitkilerin yetişmesi buranın doğal güzelliğine katkı sağlayacak, dolayısıyla
insanlar bu şehre gelmeye rağbet edeceklerdir. Abdullah İbn Ömer'den nakledilen
ve Nebi Efendimiz'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'deki kale ve surların
yıkılmasını yasakladığını anlatan rivayet de böyledir. Çünkü bu yapılar da
Medine'nin güzelliğine katkı sağlamaktadır. Fakat hicret tamamlandıktan sonra
bunların korunmasına gerek kalmamıştır."
Ancak Tahavî'nin bu görüşü yeterince açık değildir. Çünkü
herhangi bir hükmün neshedildiğini söyleyebilmek için muhakkak bir delil
gerekir. Halbuki imam Müslim'in naklettiği gibi Medine'nin harem (yasak)
bölgesi olduğuna dair Sa’d, Zeyd İbn Sabit, Ebu Saîd ve diğer sahabilerin
fetvaları vardır.
ibn Kudame şöyle demiştir: "Medine'deki hayvanları avlamak,
ağaçlarını ve bitkilerini kesmek haramdır. İmam Malik, İmam Şafiî ve pek çok
alim bu görüştedir. Ebu Hanife ise bunun haram olmadığını söylemiştir. Ahmed
İbn Han-bel'den nakledilen bir görüş de şöyledir; 'Kim Medine'de kendisine
haram kılınan bu şeylerden birisini yapacak olursa günahkardır fakat bunun
dünyevî herhangi bir cezası yoktur.' İmam Malik'in, sonraki içtihadına göre
(mezheb-i cedîd) imam Şafiî'nin ve diğer bir çok alimin görüşü de bu doğrultudadır.
Medine'de haram kılınan bu fiillerden birini işleyen kişiye verilecek dünyevî
ceza hakkında şöyle bir görüş de ileri sürülmüştür: 'Böyle birisinin üzerinde
ve yanında bulunan eşyalara el konur (seleb). Zira Sa'd İbn Ebu Vakkas'tan
nakledilen ve İmam Müslim'in sahih olduğunu söylediği rivayet bunu
göstermektedir. Ebu Davud'-dan nakledilen konuyla ilgili rivayet de bu görüşü
savunanların delilidir: "Kim birisinin Medine'nin harem bölgesinde
avlandığını görürse onun üzerindeki ve yanındaki eşyalarına el koysun!"
Kadî Iyaz bu son görüş hakkında şunları söylemiştir:
"Sahabeden sonra bu görüşü savunan hiç kimse olmamıştır. Sadece İmam Şafiî
önceki içtihadında (mezheb-i kadîm) bu görüşü kabul etmiştir."
Fakat doğrusunu söylemek gerekirse İmam Şafiî dışında da bu
görüşü benimseyenler olmuştur. Bu görüşü benimseyenler arasında İmam Şafiî ile
birlikte bir grup bilgin bulunduğu gibi daha sonra gelen bazı bilginler de
vardır. Ancak bu görüşü benimseyenler selebin nasıl olacağı ve ele geçirilen
eşyaların nerelere sarf edileceği konusunda farklı yorumlar yapmışlardır. Ancak
İmam Müslim'in naklettiği Sa'd hadisini ve konuyla ilgili diğer rivayetleri
esas aldığımızda harem bölgede avlanan kişinin eşyalarına el koymanın savaş
meydanında öldürülen kimsenin eşyalarına el koymak gibi olduğunu ve bu
eşyaların tamamen el koyan kişiye ait olacağını söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu
eşyalar ganimet kategorisinde değerlendirilemez. Bu konudaki en tuhaf
iddialardan birisi de bir Hanefi bilginin seleb hadisine göre amel
edilemeyeceğinde icma olduğunu söylemesi ve buna dayanarak Medine'nin harem
bölge olduğunu ifade eden hadislerin neshedildiği sonucunu çıkarmasıdır. Böyle
bir icma bulunduğunu kabul etmek mümkün olmadığı gibi böyle bir icma iddiasına
dayanarak çıkarılan hükümler de geçersizdir.
"Allah'ın... lanetine uğrasın!" ifadesi günahlara,
ma'siyetlere dalanlara ve fesad çıkaran kimselere genel olarak lanet
edilebileceğini gösterir. Ancak bir günahkar kişiyi özellikle kasdederek ona
lanet okumanın da caiz olduğu sonucunu bu hadisten çıkaramayız.
Hz. Ali'den nakledilen hadis, dinde aslı olmayan işler
türetenler ile böyle kimselere yardımcı olan, onları kollayan ve onların
görüşlerine itibar edenlerin aynı derecede günahkar olduklarını göstermektedir.
Kadî Iyad şöyle demiştir: "Bazı bilginler bu hadise
dayanarak Medine'de dinde aslı olmayan işler türetmenin (başka bir yoruma göre
zulmetmenin) büyük günahlardan olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Hadiste
kendilerine lanet okunan kimselerin, meleklerin ve insanların lanetine de
uğramalarını dilemek, onların Allah'ın rahmetinden tamamen mahrum olmalarını
dilemek anlamına gelir. Ancak buradaki lanet kafirlere yönelik lanet gibi
değildir; burada söz konusu olan böyle işler yapanların günahları dolayısıyla
hak ettikleri cezayı çekmelerini dilemektir."
Hz. Ali'nin "Bizim elimizde Allah'ın kitabından ve Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den aldığımız bilgilerle dolu olan işte şu yazılı
belgeden / dokümandan (sahife) başka bir şey yoktur" şeklindeki sözü
"Bizim elimizde (yazılı olarak} Allah'ın kitabından... yoktur"
anlamına gelir. Ya da Hz. Ali kendilerini diğer insanlardan ayıran bir özellik
olarak ellerinde sadece bu sahifelerin bulunduğunu anlatmak istemiştir. Ahmed
İbn Hanbel'in Katade yoluyla Ebu Hassan el-A'rec'den naklettiği rivayet Hz.
Ali'nin bu sözü niçin söylediğini de ortaya koymaktadır: "Hz. Ali bazı
emirler verirdi ve insanlar da; "emrinizi yerine getirdik" derlerdi.
Bunun üzerine Hz. Ali: "Allah ve Resulü doğruyu buyurmuştur" diye
karşılık verirdi. Bir defasında Ester ona: "Bu Resulullah'ın (s.a.v.) sana
özel olarak verdiği bir bilgi ve görev midir?" diye sordu. O da şu
karşılığı verdi: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer ashabından
ayrı olarak özellikle bana verdiği bir bilgi ve görev yoktur. Sadece onu
dinleyerek edindiğim bilgiler vardır ve bu bilgiler de kılıcımın kınındaki
dokümanda yazılı bulunmaktadır." Orada bulunanlar ısrarla belgeyi görmek
isteyince Hz. Ali onlara bu belgeyi göstermiştir. Belgede şunlar yazılıdır:
"Bütün müminlerin canları aynı derecede dokunulmazdır. Müslümanların
verdiği koruma güvencesi ve eman tektir; bu bakımdan en alt derecede bulunan
bir Müslümanın verdiği koruma güvencesi herkesi bağlar, onlar kendilerinin
dışındaki kimselere karşı tek bir güçtür. Dikkatinizi çekerim, bir mümin
Öldürdüğü kafir yüzünden kısas yoluyla öldürülemediği gibi, kendisine eman
verilen bir gayr-i müslim de öldürülemez. İbrahim Mekke'yi harem (yasak) bölge
ilan etti; ben de Medine'nin şu iki kara tepesi arasını ve koruluk alanlarını
harem (yasak) bölge ilan ediyorum. Buradaki otları yolunmaz, av hayvanlarının
peşine düşülmez, ağaçlar ve bitkiler kesilmez. Ancak hayvanları yemlemek
maksadıyla kesilebilir. Burada savaşmak maksadıyla silah taşınmaz."
İmam Müslim'in Ebu't-Tufeyl yoluyla naklettiği rivayet ise
şöyledir: "Ben Hz. Ali'nin yanında bulunuyordum. Bu sırada birisi geldi
ve: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sana hiç başkalarından
gizlediği sırlar verdi mi?" diye sordu. Hz. Ali bu soruya çok kızdı ve
şöyle cevap verdi: "Resulullah (s.a.v.) başka insanlardan gizleyerek bana
özel sırlar asla vermiş değildir. Ancak bana söylediği dört husus vardır."
Yine İmam Müslim tarafından nakledilen bu rivayetin farklı bir
anlatımı da şöyledir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların
tamamına genel olarak açıklama yapmayı bırakıp sadece bize özel bilgi
vermemiştir. Sadece kılıcımın kınındaki şu belge bulunmaktadır." Hz. Ali
böyle söyledikten sonra yazılı dokümanı çıkarmıştır. Belgede şunlar yazılıdır:
"Allah, Allah'tan başkası adına kurban kesenlere lanet etsin, Allah
hırsızlık edenlere lanet etsin, Allah babasına lanet okuyana lanet etsin, Allah
dinde aslı olmayan işler türetenlere başvuranlara lanet etsin!"
Daha önce Kitabü'l-İlim bölümünde de naklettiğimiz Ebu Cuheyfe
yoluyla gelen hadis İse şöyledir: "Hz. Ali'ye, "Hiç elinizde yazılı
bir belge var mı?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Hayır, sadece
Allah'ın kitabı veya Müslüman bir kimseye anlayışı dolayısıyla verilen bilgiler
veya işte şu yazılı belge var!" Ben: "Peki bu belgede hangi konular
yazılı?" diye sorunca: "Diyet, esirlerin serbest bırakılması ve
Müslüman bir kimsenin öldürdüğü bir kafir yüzünden kısas yoluyla
öldürülemeyeceği yazılıdır" diye cevap verdi."
Tüm bu farklı rivayetleri şöyle uzlaştırmak mümkündür: "Söz
konusu doküman yukarıda sayılan bütün konuları içermektedir. Bu belgede yazılı
olan konuları nakleden raviler ise birbirlerinden farklı olarak sadece bazı
bölümleri aktarmışlardır. Bu rivayetler içinde en kapsamlısı Ebu Hassan rivayetidir.
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir."
"... ne tevbesi (sarf) ne de fidyesi (adl) kabul
edilir." Cümlesinde geçen sarf ve adl kelimeleri hakkında farklı
açıklamalar yapılmıştır. Alimlerin çoğunluğuna göre sarf farz ibadetler
anlamına gelirken, adl nafile ibadetleri ifade etmektedir. İbn Huzeyme sahih
bir senedle bu görüşü es-Sevrî'ye dayandırmaktadır. el-Asma'i ise sarfı tevbe,
adl’i fidye şeklinde yorumlamıştır.
Bu hadis Şiîler tarafından dile getirilen ve Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem tarafından Hz. Ali'ye dinin temel ilkeleri ve yöneticilikle
ilgili bir takım özel bilgiler verildiğini savunan İddiayı çürütmektedir.
Söz konusu hadis ayrıca bilgilerin / ilmin yazılarak
korunabileceğini de göstermektedir.
"Müslümanların verdiği koruma güvencesi ve eman
tektir" cümlesi şu anlama gelir: Her birinin verdiği eman geçerlidir.
Dolayısıyla Müslümanlardan herhangi bir kimse bir gayr-i müslime eman verse
hiçbir Müslüman bu kişiye ilişe-mez, onun haklarına tecavüz edemez. Bu yönüyle
hiçbir sınıf, cins, ırk ve statü farkı olmaksızın, en alt derecede olanı, en
üst makamda bulunanı, kadını, erkeği, kölesi, hürü bütün Müslümanlar eşittir;
her birinin verdiği eman geçerlidir. Çünkü Müslümanlar tek bir can gibidir.
Ayrıntılı açıklama için bk. Cizye bölümü, 10. konu..