باب:
{فإن تابوا
وأقاموا
الصلاة وآتوا
الزكاة فخلوا
سبيلهم}
/التوبة: 5/.
17. Eğer Tevbe Eder, Namazı Kılar Ve Zekâtı Verirlerse Yollarını
Serbest Bırakın [Tevbe 5]
حدثنا
عبد الله بن
محمد المسندي
قال: حدثنا
أبو روح
الحرمي بن
عمارة قال:
حدثنا شعبة،
عن وافد بن
محمد قال:
سمعت أ[ي يحدث
عن ابن عمر: أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال : (أمرت
أن أقاتل
الناس حتى
يشهدوا أن لا
إله إلا الله
وأن محمدا
رسول الله،
ويقيموا
الصلاة، ويؤتوا
الزكاة، فإذا
فعلوا ذلك
عصموا مني
دماءهم
وأموالهم إلا
بحق الإسلام،
وحسابهم على
الله).
[-25-] İbn Ömer radiyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Allah Resulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: Allah'tan başka ilah
olmadığına ve Muhammedin Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edinceye, namaz
kılıncaya ve zekât verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Şayet bunu
yaparlarsa islam'ın hakkı hariç kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar,
hesaplarını görmek ise Allah’a aittir".
AÇIKLAMA: ''Eğer Tevbe Eder, Namazı
Kılar Ve Zekâtı Verirlerse Yollarını Serbest Bırakın [Tevbe 5] Ayetteki
"Şayet tevbe ederlerse. ifadesine bakarsak: Hadîs, âyeti tefsir etmek
üzere getirilmiştir. Çünkü âyetteki tevbeden kasdedilen inkâr'dan tevhide
dönmektir. "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah'ın elçisi
olduğuna şahitlik edinceye..." sözü bunu tefsir etmektedir. Hadis bir
başka açıdan da konu başlığına uymaktadır ki bu da Mürcİe mezhebini
reddetmektir. Çünkü onlar imanın amellere ihtiyaç bırakmadığını iddia etmişlerdir.
Bu hadisin söylenmesine sebep olan olay şunu göstermektedir ki,
bazen bir hadis sahabenin büyükleri tarafından bilinmediği halde, onların
dışındakiler tarafından bilinebilir. Bu sebeple rey ne kadar güçlü olursa olsun
ona muhalif bir sünnet bulunduğunda rey dikkate alınmaz. "Bu durum falanca
âlim tarafından nasıl bilinmez?" denilerek sünnete karşı çıkılmaz.
"Emredildim" sözünde emreden Allah'tır. Çünkü Nebi
(s.a.v.)'e emredebilecek olan sadece Allah'tır. Bunun benzeri sahabenin
"bana emredildi" sözüdür. Burada emreden Hz. Peygamber'dir. Burada
"bana diğer bir sahabî emretti" demeyi kastetmiş olamaz. Çünkü onlar
müctehid olmaları itibariyle başka müctehidin emrine uymazlar. Bu sözü
tâbiûndan biri söylediğinde söz farklı şekillerde anlaşılmaya müsaittir. Özetle
söyleyecek olursak, birine itaat etmekle tanınan kişi bu sözü söylediğinde bu
emri verenin itaat ettiği o reis olduğu anlaşılır.
"Şehadet getirinceye kadar" sözü
ile zikredilen şeylerin bulunması, savaşmanın biteceği sınır olarak
belirlenmiştir. Yani kelime-i şehadet getiren, namaz kılan ve zekât veren kişi,
geri kalan hükümleri inkâr etse bile canı koruma altına alınmış olur. Oysa bu
doğru değildir. Buna şu şekilde cevap verilir: Hz. Muhammed'in peygamberliğine
şahitlik etmek onun getirdiklerini tasdik etmeyi gerektirir. Ayrıca hadis
metninde yer alan "İslâm'ın hakkı hariç" ifadesi bunların tümünü de
dahil etmektedir. Şu sorulabilir: "Öyle ise neden bununla yetinmedi de
namaz ve zekatı ayrıca zikretti?" Buna şu şekilde cevap verilir: "Bu,
namaz ve zekatın yüceliği ve onlara gösterilen önem sebebiyledir. Çünkü bunlar
bedenî ve malî ibadetlerin esasıdır."
Namaz Ve
Zekâtı Terk Edenin Hükmü
"Namaz kıhncaya" yani namazı şartlarına uygun olarak
kılmaya devam edinceye kadar. Burada namaz ile kasdedilen namaz cinsi değil,
farz olan namazdır. Mesela tilavet secdesine namaz denilmesi doğru olsa bile bu
hadisin kapsamına girmez ve ona mutlak manada namaz denmez. Şeyh Muhyiddin
en-Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadisten namazı kasten terk eden kişinin öldürüleceği
anlaşılır."
Kirmanî'ye zekâtı terk edenin hükmü sorulmuş, o da şöyle cevap
vermiştir: "Bu hadiste savaşmanın sona ereceği sınır olarak namazla zekât
birlikte zikredildiğinden ikisinin hükmü birdir". Anlaşıldığı kadarıyla
öldürme değil savaşma hükmü açısından Kirmani bunu söylemiştir. "Savaşma
ile öldürme arasındaki fark şudur: Namazı terk edenin aksine zekât'ı vermeyen
kişiden zekât zorla alınabilir. Kişi zekât'ı vermemek için işi savaşmaya kadar
götürürse onunla savaş da yapılır. Hz. Ebu Bekir zekâtı vermeyenlerle bu
sebeple savaşmış, onlardan herhangi birini özel olarak zekât vermemekten ötürü
öldürdüğü nakledilmemiştir. Buna göre, "savaşmak" ve
"öldürmek" İfadeleri arasında fark bulunduğundan bu hadisi namazı
terk edenin öldürüleceğine dair delil olarak ileri sürmek tartışmalıdır.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn Dakîku'l-'İyd Şerhu'l-'umde isimli eserinde, namazı terk
edenin öldürülebileceğine dair bu hadisi delil getirenleri reddetmek için
oldukça uzun açıklamalar yapmış ve şöyle demiştir:
"Savaşmanın mubah olması, öldürmenin de mubah olmasını
gerektirmez. Çünkü savaşmak, karşılıklı olarak savaşan iki tarafın bulunmasını
gerektirir. Öldürmek İse böyle değildir."
Beyhakî, Şafiî'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Savaşmakla
öldürmek arasında alâka yoktur. Çünkü bazı durumlarda bîr kimse ile savaş
yapılması helal olduğu halde aynı kişinin öldürülmesi helal olmaz."
Kalplerde
Bulunanların Hesabını Görmek Allah'a Aittir
"Hesaplarını görmek Allah'a aittir" yani onların içlerinde
gizledikleri şeylerin hesabını görmek Allah'a aittir. Bu, zahir amellerin kabul
edileceğine ve zahirin gereğine göre hüküm verileceğine, imanı kabulde
delilleri bilmeyi şart koşanların görüşünün aksine kesin inancın yeterli
olduğuna delildir.
Bu hadisten, Allah'ın birliğini kabul eden ve O'nun koyduğu
hükümlere bağlanan, bununla birlikte bid'at ehli olan (ehli sünnet dışındaki
mezheplere bağlı bulunan) kimselerin tekfir edilemeyeceği, inkârından tevbe
eden kişinin, inkârının zahir veya batın olmasına bakmaksızın tevbesinin kabul
edileceği de anlaşılmaktadır.
Cizye
Şöyle bir soru sorulabilir: Hadisten ilk anda Allah'ın birliğini
kabul etmeyenlerle savaşılacağı anlaşılmaktadır. Şu halde cizye ödeyen veya
antlaşma yapan kâfirlerle savaş nasıl terk edilebilir? Buna cevap olarak şunlar
söylenmiştir.
1. Hadisin yürürlükten kaldırıldığı (neshedildiği) iddiası:
Cizye alma ve antlaşma yapma iznini veren hükümler, bu hadislerden sonra
gerçekleşmiştir. .Bu iznin ''müşriklerle savaşın" âyetinden sonra indirilmesi
de bunu göstermektedir.
2. Bu hadis, genel bir ifadeye sahip olmakla birlikte
kapsamındaki bazı hususlar tahsis edilmiştir. Çünkü emrin amacı, talep edilen
şeyin gerçekleşmesidir. Bir delil sebebiyle bir kısmında bunun söz konusu
olmamasının bir zararı yoktur.
3. Bu hadisteki "insanlar" şeklindeki genel ifadeden
özel bir şey yani ehli kitap dışındaki müşrikler kasdedilmektedir. Nesaî'deki
"müşriklerle savaşmakla emrolundum" ifadesi de bunu göstermektedir.
Şayet "bu husus cizye ehl-i hakkında geçerli olsa bile, antlaşmalı olanlar
ve cizye vermeyenler hakkında geçerli değildir" denilirse buna şu şekilde
cevap verilir: "Kabul edilemez olan, ateşkes durumunda olduğu gibi savaşın
bir süreliğine geciktirilmesi değil tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Cizye
ödemeyenlerle savaşılması ise âyet sebebiyledir."
4. Bu hadiste zikredilen şehadet vb. şeylerle kasdedilen,
Allah'ın kelimesini yüceltmek ve buna aykırı davrananlara bunu kabul
ettirmektir. Bu ise bazı kimselerde savaşla, bazı kimselerde cizye ile bazılarında
ise antlaşma ile olur.
5. Burada savaş kelimesi ile savaşmak kasdedilmiş olabileceği
gibi, onun yerine geçen, cizye vb. başka bir şey de kasdedilmiş olabilir.
6. Ehl-i kitaba cizye konulmasının sebebi onları Müslümanlığa
yönlendirmektir. Sebebin sebebi de sebeptir. Bu durumda hadiste sanki şöyle
denilmiş olmaktadır: "Ehl-i kitapla onlar Müslüman oluncaya veya onları
İslama götürecek şeyi yükleninceye kadar savaşın." Bu görüş en güzel
görüştür.